1968 Devrimci Eğitim Şurası / Komisyon 6: Türk Eğitiminde Öğrenci Sorunları

1968 DEVRİMCİ EĞİTİM ŞURASI / KOMİSYON 6:
TÜRK EĞİTİMİNDE ÖĞRENCİ SORUNLARI

Osman N. KOÇTÜRK
Sami TOYGAR
Uğur CÎLASUN
Atalay YORÜKOGLU
M. Adem SOLAK
Sami TOYGAR
Bilal BİLMİŞ
Sadık GENCER
İzzet AKSU
Mehmet ŞİMŞEK
Maksut ŞAHİN
M. Ali ERYİĞİT
İskender ODABAŞIOĞLU
Toygun ERARSLAN
Güner YÜREKLİ
Tevfik AK’OGLU
Bilâl MOĞOL
Cemal TALUĞ
Osman YİĞİT
Uğur CİLASUN
Kürşat ÖZTÜRK
Ruhi KOÇ

Bildiriler:
1) Öğrencilerin Temel Biyolojik îhtiyaçlan;
Osman N. KOÇTÜRK
2) Öğrencilerin Sosyal İhtiyaçları ve Ruh Sağlığı;
Atalay YÖRÜKOÛLU
3) Öğrencilerin Okul İhtiyaçları;
M. Adem SOLAK

KOMİSYON- 6
BİLDİRİ:
ÖĞRENCİLERİN TEMEL BİYOLOJİK İHTİYAÇLARI

Bildiriyi sunan:
Osman Nuri KOÇTÜRK
TÖDMF İkinci Başkanı ve TÖS
Onur Kurulu Üyesi

“Yokluk içinde bulunanlar, bugünkü kurulu
düzeni, ümitsizlikten doğan bir cesaretle
? ellerinde ölmeye hazır olmaktan
başka herhangi bir silâh bulunmaksızın
– yıkmaya hazır durumdadırlar.”
Dr. Sarvapalli Radhakrishan
Eski Hindistan Cumhurbaşkanı
GİRİŞ:

Toplumlar, tıpkı kişiler gibi, geleceklerini garanti altına almak, yaşayan
kuşakları izleyecek genç kuşaklara, özgürlük, bağımsızlık ve uygarlık içinde
yaşayabilecekleri bir ortam hazırlamak amacı ile, günlük harcamalarından
kısıntılar yaparak, geleceğe yönelmiş yatırımlara girişirler. Biz bu yatırımları:
(1) ? Canlı Yatırımlar
(2) ? Cansız Yatırımlar
olarak sınıflandırıyoruz. Canlı yatırımların başında insan gelir. Ayrıca, ormanlar,
millî parklar, tarımsal yatırımlar, hayvancılık için yapılan harcamalar,
canlı yatınmlann Ibelli başlılandır.
Cansız yatırım denilince, köprüleri, barajlan, yollan, konuttan, otelleri
ve benzerlerini anlıyoruz. Toplumun varlığını sürdürmesi, savunmasını ve
ekonomisini ayakta tutması, kısacası yaşlı kuşak gibi, genç kuşakların da
yaşayacak bir ortam bulabilmeleri için hem canh ve hem de cansız yatırımların
yapılmasına ihtiyaç vardır; Ancak bu iki cins yatırım arasında, o toplumun
gerçekleri ile ilişkileri, makul bir oranın bulunması ve bunun titizlikle
korunması gerekir. Aslında herşey insanın mutluluğu içindir. İnsanın var olmadığı
bir ortamda, diğer canlı ve cansız yatırımların anlamı kalmaz. Mal,
sahibi olduğu, insanın ihtiyaçlarını karşıladığı takdirde bir değer ifade eder.
Malın sahibi, malını başkalarına kullandırmaz, meşru karşılığını ödemeden
ona sahip çıkmak veya kullanmak isteyenlerle çatışır, haklarını savunur.
Şu halde toplumlar geleceğe yönelmiş yatırımlara girişip, yeni değerler
yaratırlarken, öncelikle bu değerlere sahip çıkacak, onları yabancı tasallutundan
koruyacak ve savunacak güçlü kuşaklar yetiştirme işini ele almaya ve
bunu en önemli yatırım olarak benimsemeye mecburdurlar;
Bir toplum gücünün çoğunu, yollar, asma köprüler, lüks oteller, barajlar,
millî parklar, ormanlar için harcar da, bütün bunlara sahip çıkacak ve
yabancı saldırısından koruyacak, sağlıklı, bilinçli, uzun ömürlü, iyi eğitilmiş,
haysiyet ve gururu olan, yurt sevgisi ile donatılmış kuşaklar yetiştirme
işini ikinci plâna atacak olursa, önceki kuşağın yaptığı bütün yatmmlardan,
o ülkenin gelecek kuşaklan değil, yabancılar ve belki de o toplumun düşmanları
yararlanack demektir. Çünkü köprüler, barajlar, sahil yollan, millî
parklar, çam ormanlan, turistik oteller kendi kendilerini savunamazlar. Bu
gibi cansız tesisler, bitki ve hayvan gibi canlı olup da kendini ve malını savunamayan
yaratıklar, sahibi kimse ona yararlı olurlar. Netekim Hıristiyan’-
ların kilise olarak inşa ettikleri birçok bina, Müslümanların eline geçtikten
sonra, ufak tefek tadillerle Cami haline getirilmiş ve böylece kullanılmıştır.
Sahip çıkılmaz ve gereği gibi savunulmazsa, emekli sandığmm dar gelirli
memurdan yapılan kısıntılarla ve yabancı şirketlerle ortaklaşa kurduğu
lüks oteller, yabancı şirketlerin genel merkezi, hattâ yabancı orduların karargâhı
veya bannağı olabilirler. Yurdumuzu bu kötü gelecekten korumak
istiyorsak, sahibi olduğumuz topraklar üzerinde, dişimizden tırnağımızdan
artırarak yarattığımız cansız yatırımlara sahip çıkacak, onları yabancı saldmsmdan
koruyup, savunacak güçlü genç kuşaklar yetiştirme işini bütün
yatırımların önüne almak zorundayız. Bizi izleyecek kuşağın güçlü olması
için: . ?
(1) ? Sağlıklı olmasına
(2) ? Çağın gereğine uygun olarak eğitilmesine,
İhtiyaç vardır. Biz bu incelememeizde eğitim sorunlarına deyinmeyecek ve
gelecek kuşakların sağlıklı olabilmeleri için temel biyolojik ihtiyaçlarının ne
suretle karşılanması gerektiğinden bahsedeceğiz.
Eğitimin yapılabilmesi, bu amaçla harcanan para ile emek karşılığı, üstün
değerlerin yaratılması için, belirli temel koşulların hazırlanması lâzımdır.
Dağ başmda Veya molozla dolu engebeli bir tarlada nasıl futbol oynanmazsa,
mutsuz öğretmenler, aç ve çıplak çocuklar, camı kırık, tavanı damlayan
ısıtılmamış bir okul, bozuk bir yönetim ile eğitim yaparak başarılı sonuçlar
almak da öylece mümkün değildir. Çok çeşitli koşulların bir araya gel-
303
jnesi ile başarıya ulaşacak eğitim çalışmalarında, Öncelikle öğrencinin temel
ihtiyaçlarının karşılanmasına çalışmak lâzımdır, öğrencinin temel ihtiyaçları
dar kapsamı ile:
(İ) ? Biyolojik İhtiyaçlar,
(2) ? Sosyal İhtiyaçlar,
(3) ? Eğitim Araçları İhtiyacı,
olarak guruplandınlabilir. Biz bu incelemede yalnız biyolojik ihtiyaçlardan
söz edeceğiz. İnsanın temel biyolojik ihtiyaçları şöylece sıralanabilirler:
(1) ? Beslenme,
(2) ?? Barınma,
(3) ? Giyinme,
: (4) ? Isınma, Aydınlanma,
(5) ? Sağlık Koruma,
(6) ? Spor, Dinlenme ve Eğlenme.
öncelik sırası da dikkate almarak yapılan bu incelemede, dinlenme ve
eğlenme ihtiyacı hem biyolojik ve hem de sosyal bir ihtiyaç olarak kabul
edilmiştir. Aslında insan hayvan ve bitki gibi biyolojik olmaktan çok Bio-
Sosyal bir yaratık olduğu için, meseleyi incelerken kesin sınırlar koymak
doğru olmaz. Çünkü biyolojik ihtiyaçların gereği gibi karşılanıp karşılanmayışi,’
sosyal sonuçlar yaratırken, sosyal olaylar ve davranışlar, biyolojik ihtiyaçları
değişik yönleri ile etkilerler. İncelemeyi kolaylaştırmak ve öğrencilerimizin
temel ihtiyaçlarının karşılanış şeklini eleştirebilmek için meseleyi
bir şema içinde ele almayı yararlı bulduk. İlk, Orta ve Yüksek öğrenim çağındaki
öğrencilerin, Beslenme, Barınma, Giyinme, Isınma, Aydınlanma,
Sağlık Koruma, Dinlenme, Eğlenme ihtiyaçlarının karşılanış şeklini hacmi
sınırlı bir rapor içinde inceleyerek, bazı tavsiyelerde bulunmak aslında zor
bir iştir. Böyle olmasına rağmen yurdumuzda yakın zamana kadar alabildiğine
ihmal edilmiş bir konuyu ana çizgileri ile ortaya koyarak, daha çok
yüksek öğrenim çağındaki gençlerimizin temel biyolojik ihtiyaçları üzerinde
durmanın Devrimci Eğitim Şûrası’nın amaçlan bakmamdan, günün koşul*
lan içinde yararlı olacağını düşündük. Bundan dolayı en önemli ihtiyaç ola»
beslenme ihtiyacının incelenmesi ile işe başlayacağız.
(A) ? BESLENME İHTİYACI:

Besin ve Beslenme ihtiyacı insanın biyolojik ihtiyaçlarının en önemlisidir.
Bu ihtiyaç, varlığımız sağlığımız, fizik ve entellektüel gelişmemiz ilo
doğrudan doğruya ilgilidir. Beslenme* işi ana rahmine düştüğümüz gün başlar
ve son nefesimize kadar devam eder. Eğitimin başarılı olabilmesi için,
304
özellikle öğrencinin karnının doyurulmasına, bu işin gencin gerçek ihtiyaçlarına
uyarlı bir şekilde yürütülmesine ihtiyaç vardır. Bir çocuğu eğitime hazırlamak
ve eğitimi izleyen süre içinde ondan yararlanmak için:
(a) ? Rahim içi (Intrauterin) hayat süresince
(b) ? Süt emme çağında
(c) ? Okul öncesi çağda
(d) ? İlkokulda
(e) ? Ortaöğretim çağında
(f) ? Üniversite ve Yüksek öğrenim çağında
gereği gibi beslenmesi, eğitimini tamamlayıp üretici hayata başladıktan
sonra, kendisinin ve ailesinin beslenmesi için uyacağı kuralların kendisine
öğretilmesi gerekiyor. Öğrenci, öğrenim süresince, üretici olmayıp, tüketici
durumunda bulunduğundan, para kazanamadığı için kendi beslenmesinden
kendisi sorumlu değildir. Bu devre içinde öğrencinin gereği gibi beslenmesi
sorumluluğu başta Devlet ve Okul idareleri olmak üzere ailenin omuzlarına
yüklenir. Devletin, Hükümetlerin, Ailelerin bu sorumluluğu gencin oku- .
lu bitirmesi ve para kazanması ile son bulur. Anayasa’mızm (52) nci maddesi
yalnız öğrencilerin değil, bütün halkın gereği gibi beslenmesi için, lüzumlu
tedbirleri alma sorumluluğunu Devlet’e yüklemektedir. Bundan dolayı
ailenin güçsüz olduğu geri kalmış Türkiye’de öğrencilerin beslenmelerine
ilişkin en büyük sorumluluk hükümetlerindir.
(a) ? Rahim içi Hayatta Beslenme:
Çocuk ana rahminde göbek kordonu aracılığı ile anasmm kanından
beslenir. Ana gereği gibi beslenmiyorsa, yavru da beslenemeyecek
ve gelişmesini tamamlayamayacaktır. Gebe kadınların
gereği gibi beslenememeleri, et yiyememeleri, süt içememeleri
ve bazı vitaminlerle mineral maddeleri, besinlerinden sağlayamamaları
halinde doğan çocuklar geri zekâlı, duygu organları
arızalı, fizik ve entellektüel yapıları bozuk kimseler olarak doğar,
yahut doğum esnasında ölürler. Kötü beslenen analardan
doğan çocukların, iyi beslenen analardan doğan çocuklara nazaran
fizik yapılan ve zekâ yapısı bakımından çok geri olduklarına
dair elimizde pek çok kanıt vardır.
Türk analarının, özellikle köylü ve işçi kadınların iyi beslenemedikleri
bilinmektedir. Bundan dolayı bu analardan doğan
çocuklar ekseriya sağlıksız ve geri zekâlı olurlar. Hamile anaların
beslenmesi işi, bir halk sağlığı sorunu olmanın ötesinde, eğitimi
etkileyen önemli bir faktör olarak tanımlanmalı ve bu işle
Devlet ilgilenmelidir.
(b) ? Süt Emme Çağında Beslenme:
Çocuk ana rahmini terkedip, Dünya’ya gelince paraziter hayatını
sürdürmeye devam eder. Beslenme yönüyle bîr iç parazit iken,
bir dış parazit haline dönüşür. Ananın iyi beslenmemesi halinde
sütü vakitsiz kesileceğinden, çocuk yeterli bir şekilde beslenemeyecektir.
ithal malı mamalar, fakir ailelerin satın alamayacağı
kadar pahalı olduğundan, aile ister istemez çocuğunu pirinç
ve nişasta lapaları ile beslemeye mecbur kalır. Çünkü, Türkiye’de
süt de pahalı ve kıttır. Sütten kesilen ve boş kalori kaynakları
ile beslenmeye mecbur kalan çocuk/gelişmesini sürdüremez.
Hastalıklara direnemediği için ekseriya hastalanır ve ölür.
Türkiye’de sağlıklı doğan 1000 çocuktan 176’sı 0-1 yaş arasında
ölmektedir. Bu miktar ileri ülkelerdeki çocuk ölüm miktarından
tam sekiz defa fazladır. Bu devreyi her nasılsa atlatıp
yaşamaya devam edenler ise çoğunlukla sağlıksız ve geri zekâlı
vatandaşlar olarak yetişirler.
(c) ? Okul Öncesi Çağda Beslenme :
Okul öncesi çağda beslenme çok önemlidir. Sütten kesilen çocuk
günde en az 500 gram süt veya buna tekabül eden miktarda peynir,
yahut yoğurt tüketme durumundadır. Bunun yanında bol
meyve, meyve suyu, sebze yemesi, ayrıca et ve yumurta tüketmesi
gerekir.
Bu çeşit yiyecek ve içecekler, pekçok ailenin satın alamayacağı
kadar pahalı olduğu için nüfusun % 85 – 90’ı bu olanağı sağlayamaz.
Çocuk çok zaman tahıl ve yağ gibi şişirici ve yalancı
tokluk yaratıcı boş kalori kaynaklan ile beslenir. Fizik ve ruhî
gelişme aksar. Bu çocuklar ilkokula başladıklarında, bodur, yanık,
bakışları donuk, zeki olmayan, öğrenim kapasiteleri dar öğrenciler
halindedirler.
(d) ? İlkokul Çağında Beslenme:
Geri ülkelerde ve Türkiye’de, bozuk bir beslenme düzeni içinden
gelen çocuğun, beslenme koşullarının düzenlenmesi ve kendisine
konuya ilişkin temel bilgi ve alışkanlıkların kazandırılması
bakımından ilkokul çağı önemli bir devreyi teşkil eder.
İlkokulanmızda 222 sayılı kanunla, kanunî bir hizmet haline
getirilmiş olan ilkokul öğrencilerinin beslenmeleri sorunu :
? îşin başında işten anlamayanların bulunuşu,
? Amerikan CARE teşkilâtının beslenme hizmetlerini
bir üretim artığı tüketimi ve propaganda çalışması
haline getirmiş bulunması,
? Uygulamalar millî yiyeceklerimizle değil, yabancının
306
sağladığı yiyeceklerle yürütüldüğünden, millî bir
karakter taşımaması,
? Çocukların yabancı süt tozundan zehirlenmeleri ve
sağlanan yiyeceklerden tiksinti duymaları,
? Kamu oyu ve öğretmenlerin bu çalışmaları tasvip
etmeyişi
ve daha birçok sebeplerle benimsenmemiştir, ilkokul çağındaki
çocuklarımız bundan dolayı çok kötü beslenme koşullan içindedirler.
Özellikle köylerde ve fakir işçi semtlerindeki ilkokullarda
kuru ekmekle beslenen, bundan dolayı hastalıklı ve güçsüz kalmış,
iyi gelişememiş çocuklara çok rastlıyoruz. Hayvansal protein
yetersizlikleri ile belli başlı vitamin ve mineral madde yetersizliklerine
ilkokul çocukları arasında çok rastlanmaktadır.
Durum Dünya Sağlık Teşkilâtı (WHO) uzmanı Dr. C. J. Thomson
tararından incelenmiş ve bir raporla tesbit edilmiştir. Raporun
hazırlandığı 1956 yılından bu tarafa durum daha da kötüleşmiştir
kanısındayız.
(e) ? Ortaöğretim Çağında Beslenme :
Ortaöğrenim çağında beslenme, ilkokuldaki koşulların devamından
ibarettir. Kızlar 12 -13, erkekler 13 -15 yaş aarsmda hızla geliştiklerinden,
bu süre içinde, başta proteinler olmak üzere, kalori,
vitamin, mineral madde ihtiyaçları artar. Oysa ki çocuklarımız
çok kötü beslenme şartları altındadırlar. Mutlu azınlığa
mensup birkaç aile çocuğu istisna edilecek olursa, yatılı Devlet
okullarında okuyan gençlerin beslenme koşullan bile son derece
kötüdür. Orta öğrenimim tamamlayıp, yüksek öğrenim çağma
ulaşabilen gençler, çeşitli yetersizlikler ve organik hastalıklarla
malûl durumdadırlar. Yapılan araştırma ve hesaplamalar
sonunda :
? Birleşik Amerika’da canlı doğan 1000 çocuktan
487’sinin,
? Farnsa’da 220’sinin,
? Filipinler’de 28’inin,
? Hindistan’da 23’ünün,
? Columbia’da 10’unun,
liseyi ikmal edebildikleri tesbit edilmiştir. Durumun böyle olmasını
etkileyen pek çok sebep arasında Filipin, Hindistan ve Columbia’da
beslenme koşullannın kötü oluşu da sayılabilir.
Türkiye’de canlı doğan 1000 çocuktan lll’inin liseyi ikmal
edebildiklerini biz hesapladık. Fakat bu sonuç bize çok yüksek
göründüğünden şimdilik ihtiyatla kabul edilmelidir.
Türkiye’de Üniversite çağına ulaşıp, test imtihanını da aşarak,
Üniversiteye girmiş öğrencilerimiz çok kötü bir ortamdan
gelmektedirler. Üniversite öncesi beslenme koşullarını parça
parça yansıtan kaynaklar raporun sonunda açıklanmıştır.
(f) ? Yüksek Öğrenim Çağında Beslenme:
Beslenme sürekli ve daha önce de belirtildiği gibi ana rahminde
başlayan bir ihtiyaç olduğu için, öğrenim çağlarına bölünerek
incelenmesi bir bakıma yanlıştır. Böyle obuasına rağmen çok
değişik baskılarla yüksek öğrenim gençlerini aşırı davranışlara,
boykot ve işgallere kadar sürükleyen olaylar, bu olayların bütün
Dünya ülkelerine yayılmış olması yüksek öğrenim sorunlarını öu
plâna geçirmişitr. Üniversitelerin öğrenci isteklerini dikkate alarak
reform tasarıları hazırladıkları şu günlerde. Devrimci Eğitim
Şûrası’nda yüksek öğrenim gençlerinin temel ihtiyaçlarının
ön plâna alınmasının ve ayrıntılı olarak incelenmesinin yararlı
olacağını tahmin ediyoruz. Bilindiği (gibi yüksek öğrenim çağına
ulaşmış olan gençler, çok kötü koşullar içinde Üniversiteye kadar
gelebilmiş, kendileri için Devlet ve aile tarafından önemli
harcamalar yapılmış, bizim kuşaktan sonra yönetimi devralmaya
namzet olan seçkin bir guruptur. Atatürk Cumhuriyetin, istiklâlimizin,
tüm Türkiye’nin korunmasını genç kuşaklara emanet
ederken, incelememizin giriş kısmında açıklamaya çalıştığımız
temel nedenlere dayanıyordu. Bir insanın ihtiyaçlarının en
iyi şekilde karşılanmasına ve eğitim koşullarının devrimci bir
görüşle çağın getirdiği icaplara uydurulmasına ihtiyaç vardır.
İyi beslenmeyen ve temel ihtiyaçları gereğince karşılanmayan
bir insanın, eğitim düzeyindeki reform gerçekleştikten sonra
uyulacak eğitim tarzını izlemesi, çağdaş bilimi öğrenmesi ve
yurt sorunlarına yeterli bir şekilde uygulaması ‘beklenemez. Bütün
bunlar gayet iyi bilinen hususlar olmalarına rağmen, yüksek
öğrenim gençliği çok kötü beslenme şartlan içinde bırakılmıştır.
Durumu daha iyi anlamak ve tesbit etmiş olmak için, son
2 – 3 yıl içinde basma yansımış olaylardan birkaçını yer ve zaman
belirterek buraya aktarmak gerekecektir.
4 ? Kasım 1966 ayı içinde Orta Doğu Teknik Üniversitesinin
4500 öğrencisi kantindeki yemeklerin pahalı ve
kalitesiz olduğu gerekçesi ile boykota başlamışlardır.
(Akşam, 8 Kasım 1966)
9 ? Ankara Yüksek Öğretmen Okulu öğrencileri. Şubat
1966 ayı içinde yemeklerinin pis ve kalitesiz olduğundan
bahisle, Ankara’da çıkan bir gazeteye topluca
308
imzaladıkları mektuplar göndermişlerdir. (Yeni Tanin,
15 Şubat 1966)
?İstanbul Üniversitesi Merkez Kantininde yemeklerin
bozuk çıkmasını protesto eden öğrenciler ile aşçılar
arasında kavgalar olmuş ve aşçılar, öğrencilere bıçak
çekmişlerdir. (Milliyet, 28 Ocak 1966)
? Meselesini şikâyetler ve kamu oyuna açıklamalar
yapmakla çözümleyemeyen Ankara Yüksek Öğretmen
Okulu öğrencileri, okul yönetimini protesto ederek
“açız” diye bağırmışlar ve bu olay basma yansımıştır.
(Tercüman, Akşam, 11 Mart 1966)
? Konservatuvar öğrencileri çeşitli nedenlerle yemeklere
boykot etmişlerdir. (Vatan, 20 Aralık 1967)
? Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencileri, kantine
ve yemeklere boykot etmiş, kendilerine birşey bilemiyorsunuz
diyen rektöre, “birşey biliyoruz, kanlımız
aç” diyerek ağır gösterilerde bulunmuşlardır.
(Akşam, Milliyet, Ulus, Cumhuriyet, 6 Nisan 1968)
? Yüksek Öğretim Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun yönettiği
Yıldırım Beyazıt Lokantasında öğrencilere
kokmuş et verilmiş ve etlerin kokmuş olduğu raporla
tesbit edilmiştir. Olay basında açıklanmıştır.
(Ulus, 27 Ocak 1968)
Görüldüğü gibi son iki üç yıl içinde tesbit edebildiğimiz bazı
olaylar gerçekten üzücüdürler. Aslında aylık geliri 250-400 TL.
arasında değişmekte olan Üniversite öğrencileri pislik, pahalılık
ve ihmal kadar, yetersiz beslenmeden, yani açlıktan da zarar
görmektedirler. Türkiye’de 1966 -1967 istatistiklerine göre, yüksek
öğrenime devam etmekte olan öğrenci sayısı 100.000’i geçmektedir.
? Bu öğrencilerden % 32’si aileleri yanında
? % 7’si akrabaları yanında,
barınıp, doyunmakta, geri kalanları ise, yurtlarda, otellerde ve
kiralık odalarda kaldıkları için yiyeceklerini dışardan tedarik etrnektedirler.
Üniversite öğrencilerinin gelirleri hakkında bilgi veren başka
bir kaynak, bunların % 28’inin aylık gelirlerinin 400 TL. civarında
olduğunu, büyük bir çoğunluğun (%65) ayda 250 TL. veya
daha az gelir sağlayabildiklerini bildirmektedir.
Öğrenci bu para ile başta besin ve beslenme olmak üzere,
bütün temel ihtiyaçlarını tedarik edecektir.
Bir Üniversiteli gencin fizyolojik ihtiyaçlarını dikkate almak suretiyle,
bir günde :
309
? 2800-3000 kalori
? 100 gram protein (yansı hayvansal)
? 800 miligram kalsiyum
? 12 miligram demir
? 5000 LU. (Uluslararası Ünite) Vitamin A
? 1.5 miligram Vitamin Bı
? 75 miligram Vitamin C’ye muhtaç olduğu bilinmektedir.
18-20 yaş arasmda olanların fizik ve entellektüel gelişmelerini
sürdürmeleri, daha yaşlı olanların da yıpranan dokularını onarıp,
hastalıklara karşı direnmeleri, günlük enerji ihtiyacnıı kar
şılamaları için aşağıda açıklanan cins ve miktarda günlük besin
almaları gerektiğini hesapladık.
? 150 gram et
? 10 gram kuru baklagiller
? 1 adet yumurta
? 250 gram süt veya 150 gram yoğurt
? 40 gram peynir
? 400 gram ekmek
? 40 gram pirinç veya diğer tahıllar
? 150 gram taze meyve
? 300 gram taze sebze
? 375 gram patates
? 30 gram şeker
? 40 gram yağ
? 10 gram kuruyemiş
Bu miktar ve çeşitte yiyeceğin tedariki için, bugünkü ortalama
fiyatlar üzerinden sarfı gereken para miktarı ise:
TOPLAM 6 80
Yiyeceğin Cinsi
10 gram kuru baklagiller
1 adet yumurta
250 gram süt
40 gram peynir
300 gram taze sebze
375 gram patates
400 gram ekmek
40 gram pirinç
40 gram yağ
Lira Kuruş
2 25
3
50
55
56
45
90
40
50
16
40
10
310
Yiyeceklerin pişirilip hazırlanması için % 10 kadar bir masraf
yapılır. (Yakıt v.b.) Öğrenci bu yemeği kendi haarfamayıp, lokanta
veya kantinde yiyeceği için, işletmeye %25 meşru kâr
hakkı tanınması gerekecektir.
2.25 T.L. olarak hesapladığımız bu çeşit harcamalar esas maliyete
eklenecek olursa o zaman:
6.80 + 2.25 = 9.05 T.L.
bulunur. Şu halde öğrencinin bir günde yiyeceği için sarfetmesi
gereken en az para miktarı 9.05 T.L. olacaktır. Aylık masraf ise:
9.05 X 30 = 271.50 T.L.
olacaktır. Oysa ki öğerncilerimizin %65’inin aylık gelirinin 250
T.L. veya daha az olduğu daha önce açıklanmıştı. Şu halde yüksek
öğrenim gençlerinin gelirleri yalnız karınlarım doyurmaları
için bile yeterli değildir. Öğrenci geliri ile barınma, giyinme, ısınma,
aydınlanma, sağlık, spor, dinlenme, eğlenme ve eğitim aracı
ihtiyaçlarım da karşılayacaktır.
Durum böyle olunca, Türkiye’de yüksek öğrenim çağındaki
gençlerin büyük bir çoğunluğunun aç oldukları söylenebilir.
(B) ? BARINMA İHTİYACI:

Barınma ihtiyacı, beslenme ihtiyacı gibi biyolojik etki sının geniş foir
shtiyaç değilse de, uygar insan için küçümsenmesi mümkün olmayan bir
ihtiyaç haline gelmiştir. Öğrenci durumunda olanlar, öğrenim süresince
sağlıklarını korumaya elverişli, iyi ısıtılmış (serinletilmiş), iyi havalandırılmış,
aydınlatılmış ve bütün yönleri ile bir öğrencinin barınmasına elverişli
konutlarda yasamalı, Fakülte dışında geçecek zamanlarının önemli bir kısmını
geçirecekleri barınaklar, çalışmalarına ve boş zamanlarını değerlendirmelerine
elverişli olmalıdır.
Yüksek öğrenim meselesini temel sorunları ile çözümleyebilmiş ülkelerde.
Üniversiteler, öğrencilerden başka, öğretim üyelerinin ve diğer görevli
personelin barınma ihtiyacını ön plâna alarak kurulurlar. Bizde bu durum
maalesef kanşıktır. Halkı gereği gibi barındırmayan ve çoğunluğun gecekondularda
yaşadığı Ankara şehrinde, Ankara Universitesi’nden sonra, lüzumlu
şartlar hazırlanmadan iki Üniversite’nin ve daha birçok yüksek okul
île akademilerin kurulmuş olması, Türkiye’de bu işlerin nasıl yürütüldüğünü
açık olarak göstermektedir.
(a) ? Öğrencinin Üniversite Öncesi Barınma Koşullan:
Türkiye’nin iyi bilinen kötü barınma koşullan, okul öncesi çağdaki
çocuklarımızın sağlıklı gelişmelerine engel olur. Birinci Beş
Yıllık Kalkınma Plânında :
? Şehirlerdeki konutların %3Ö’unun oturulamayacak
durumda oldukları, en büyük üç şehirde nüfusun,
% 30 kadarının tek odadan ibaret konutlarda barındıkları
açıklanmakta, şehirlerde, bir odada ortalama
olarak 2.7 ve köylerde 2.1 kişinin barındığı,
bildirilmektedir.
Bu rakamların geçen süre içinde değiştirilebildiğini pek zannetmiyoruz. Isıtma,
aydınlatma, akar su ve sıhhî tesisattan yoksun olan, ayni zamanda çoğunluğu
teşkil eden köy ve şehir konutlarından gelen gençlerimiz, ilk
ve Orta öğrenimini de bu koşullar altında tamamladıktan sonra, büyük şehirlerde
kurulmuş olan Üniversitelere girebilirlerse, yeni baştan çok çetin
barınma şartlan ile karşı karşıya kalırlar.
(b) ? Üniversite Öğrencilerinin Barınma Koşulları :
Ankara Üniversitesi’nin özel komisyonlara hazırlattığı ve senatoda
incelendikten sonra bastırılarak kamu oyuna açıklanan raporu,
barınmaya ilişkin bölümünde:
? 1966 -1967 istatistiklerine göre, yüksek öğrenim yapmakta
olan öğrenci sayısı 100.000’i geçmektedir. Bu
öğrencilerin % 32’si aileleri; % 7’si akrabaları yanında
barınarak öğrenimlerini devam ettirmekte, geri
kalanların % 12’si resmî yurtlarda; °/o 11.3’ü pansiyonlarda,
% 7.5’u özel yurtlarda; % 9.2’si vilâyet yurtlarında;
% 2.6’sı otellerde; % 9’u kiralık odalarda; °/o 8.6′-
sı kiralık apartman dairelerinde barınmaktadırlar, istatistikler
altı büyük şehirdeki 20 resmî yurtta 10533
öğrencinin bulunduğunu göstermektedir.
denilmektedir. Türkiye’nin tüm banıma koşulları ile ilişkili olarak,
yurtlarda, aile ve akrabaları yaranda kalan öğrencilerin büyük
bir kısmının yüksek öğrenimi sürdürmeye elverişli olmayan
koşullar altında bulnduklarını söyleyebiliriz.
Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından yapılan
bir anketli soruşturma sonunda, öğrenci yurtlarında kalan
öğrencilerin :
? °/o 54.5 kadarı, ışıkların yetersizliği, banyo için sıra
gelmeyişi, yurtta ders çalışacak bir yerin olmayışı…
? %61.5 kadarı yurtta ucuz ve temiz yemek yemeye
elverişli bir lokantanın bulunmayışı…
? Bir kısmı da yurtlarda günlük hayatın düzensizliği,
disiplinsizlik, idare sisteminin yetersizliği, yurda giriş,
çıkış ve gürültüden şikâyetçi oldukları ortaya çıkmıştır.
Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından yaratılan şartların,
özel yurtlarda,kiralık odalarda, pansiyon ve otellerde barınmakta olan
öğrencilerin sağlayabildikleri şartlara kıyasla, çok mükemmel olduğu
kabul edilecek olursa, genel durumun ne kadar üzücü olduğu kolayca
anlaşılabilecektir. 1966 istatistiklerine göre Türkiye’deki
sayılan 94 olan yüksek okul ve fakültelere devam eden 100.000’e
yaklaşık öğrencinin gelir durumları düşüktür. Bu düşük gelirle
Devlet yardımı görmeden elverişli barınma şartlarının yaratılması
beklenemez. Başka bir kaynağa göre öğrencilerin :
? % 20’sinin aylık gelirleri 150 T.L. veya daha az.
? %45’inin aylık gelirleri 250 T.L. civarında
? % 28’inin aylık geliri ise 400 T.L. kadardır.
Bugünkü konut maüyeti, kirası ve özellikle her ihtiyacın en pahalı
fiyatlarla karşılanabildiği büyük şehirlerdeki durum dikkate
alınacak olursa, öğrencilerimizin aç olmalarının yamnda, bir
de barınma olanağından yoksun oldukları acı bir gerçek olarak
ortaya çıkar. Yapılan bazı incelemeler sonunda :
? Ankara’da, Ankara Üniversitesi’ne kayıtlı 19420 öğrencinin
7570’inin (%39) aileleri veya akrabaları yanında
kaldıkları,
? Ankara yurtları kapasitesinin 4171 olması dolayısiyle,
özel yurt, pansiyon, oda, otel gibi yerlerde barınan
öğrenci sayısının yalnız Ankara Üniversitesi için
7700’e ulaştığı,
? Resmî yurtlarda kalan 4171 öğrencinin yedi ayrı
yurtta barındıkları, öğrencilerin, 4-8-16-30 kişilik
koğuşlarda ranzalar üzerinde uyudukları,
anlaşılmıştır. Diğer arkadaşlarına nazaran talihli kabul edilmeleri
gereken öğrenciler içinde bulundukları şartlardan şikâyetçidirler.
istanbul’daki durum hakkında ise, istanbul Üniversitesi
Mediko – Sosyal Merkezi’nin 1966 Yılı Çalışma Raporu ve 1967
Yılı Çalışma Programı’nda bilgi buluyoruz.
? İstanbul Üniversitesi’nde öğrencilerin, % 32.78’i ayda
50-200 T.L.; % 26.84’ü 200-300 T.L.; % 25.18’i
300-400 T.L.; % 13.20’si 400 T.L.’dan daha çok gelir
sağlayabilmektedirler.
? 1966-1967 ders yılında istanbul Üniversitesi’ne yeni
giren 6034 öğrenciden (% 35.85) anne ve babalan;
894’ü (% 14.81) akrabalan; 679’u (% 11.25) resmi
yurtlar; 515’i (%9.71) memleket yurtlan; 472’s’
(%7.14) özel yurtlar; 389’u (%5.12) pansiyonlar;
180’i (%2.58) oteller; 634’ü (% 10.85) kiralık odalar;
158’i (0/o2.20) apartman katlarında yaşamaktadırlar.
Öğrencilerin barındıklan konutlann % 17.45’i ahşap,
°/o 18.05’i kagir ve % 64.50’si beton yapılardır.
Bir örnek olarak değerlendirildiği zaman İstanbul’daki durumun
Ankara’ya benzediği ve diğer merkezlerdeki koşulların da pek
farklı olmadığı anlaşılmaktadır.
Bütün bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, bannma durumu, beslenme
durumundan daha iyi değildir. Yetkili çevrelerce işi hafife almış olmak için,
öğrencinin bannma ihtiyacı karşılığı olarak tanımlanan aylık 40-60 T.L. bu
ihtiyacı karşılamaya ekseriya yetmez.
(C) ? ISINMA, AYDINLANMA, TEMİZLENME:

Isınma, aydınlanma, temizlenme (banyo, lavabo, hela v.b.) sorunlan da
sağlığı etkileyen ihtiyaçlardır. Bunlar gereğince karşılanmadıktan takdirde
öğrencinin sağlığı bozulur. Isınma (yazın serinleme), aydınlanma ve tenüzleme
ihtiyaçlarının resmî yurtlarda bile gereğince karşılanmadığı anketler
ve müşahedelerle tesbit edilmiştir. Durum resmî yurtlarda böyle olunca,
özel yurtlar, kiralık odalar, ucuz oteller ve kiralık apartman katlannda kalanlann
daha iyi şartlar altında oldukları kabul edilemez. Bizim bildiğimiz
kadan ile öğrenci yurtlannda bu çeşit ihtiyaçlann gereği gibi karşılanıp,
karşılanmadığını denetleyen bir organizasyon yoktur. Üniversiteler de şimdiye
kadar bu sorunlan benimsememişlerdir. Tıpkı beslenme ve bannma
koşullarında olduğu gibi, kötü ısınma, , aydınlanma ve temizlenme şartlan
içinden gelen öğrenciler, çocukluklarında uyduklan kötü koşullara üniversite
çağında da uymaya mecbur kalırlar. Bizim öğrenciliğimiz sırasında Ankara
Hukuk Fakültesi’ne devam eden ve daha sonra yüksek rütbeli bir zat
olarak Devlet yönetiminde önemli görevler almış bir arkadaşımızın, arkadaşlan
ile birlikte fındık alıp yediklerini ve kabuklarını ceplerine biriktirdiklerini
hatırlıyoruz. Arkadaşlar bu fındık kabuklannı geceleri kiralık odalanndaki
saç sobada yakarak ısınmaya ve 25 mumluk bir lâmba etrafında birkaç
kişi ders çalışmaya uğraşıyorlardı. Paraları olursa ayda yılda bir umumî
hamamlara gidebilen o zamanki öğrencilerin, katlannda müşterek kullanılan
susuz bir helaları ve ibrikli bir yüz yıkama yerleri vardı. Bu koşullar içinden,
gelerek daha sonra Avrupa’da eğitimini tamamlama ve yönetime katılma imkânı
bulmuş olan arkadaşımız, iktidar sahibi olduktan sonra öğrencilere daha
iyi yaşama koşulları hazırlamak için belirli bir çaba sarfetmemiştir. Aradan
30 yıl geçmiş olmasına rağmen, bugün de benzer koşullar içinde yüksek
öğrenimini yapmaya çalışan pekçok öğrenci bulunduğuna inanıyoruz.
Öğrenciyi insan gibi yaşatmak ve bu çeşit ihtiyaçlannı gereğince karşılık
sağlığını korumanın-öteside bir eğitim değeri taşır, iyi ısıtılmamış, aydınlatılmamış
bir yerde yaşayıp, banyo yapamayan, kirlenince çamaşır değiştiremeyen,
yüzünü yıkayacak su bulamayan insanın, Üniversiteyi bitirip
hayata atıldıktan sonra, bu kötü şartlarla savaşması ve ülkesine ileri koşullar
getirmesi beklenemez. Bu temel medenî ihtiyaçlar, ya aile içinde, yada
okulda öğrenilir ve alışkanlık haline getirilirler. Biz öğrencilerimize bu koşulları
hazırlayamıyorsak, onlardan bazılarının daha sonra atom bilgini olmaları
ile öğünmeye hak kazanmış olamayız. Üniversite idareleri, öğretim
ve araştırma görevleri yanında öğrencilerin bu çeşit ihtiyaçlarını karşılamayı
da bilmeli ve insan haysiyetine yakışır bir ortam hazırlamak için gayret
sarfetmelidirler.
(D) ? GİYİNME İHTİYACI:

Uygar insanın önemli temel ihtiyaçlarından biri de giyinme ihtiyacıdır.
Geri ülkelerde belirli bir ihtiyacı karşılamaktan çok, modayı ve dış görüntüyü
koruma meselesi haline gelmiş olan giyinme, önemli bir masraf konusu
haline getirilmiş ve geri ülkelerin yoksul halkları bu yoldan sömürülmeye
başlanmıştır! Toplumdaki genel akımların dışında kalamayan, aileden başlayarak
öğrenim süresince de çevre tarafından etkilenen gençler ve genç öğrenciler,
giyinmeyi en önemli ihtiyaç kabul etmeye ve gelirlerinin büyük bir
kısmını bu ihtiyacı karşılamak için harcamaya yönelmişlerdir. Öğrenciler
stil ve şekil bakımından zaman zaman yabancı etkilerin baskılarına mâruz
kalmakta, bir süre Amerikalılar gibi mavi pamuk pantollar, bir süre de gerilla
ceketleri giymektedirler. Bu etkiler kız öğrencilerde daha belirgin ve çok
daha yaygın bir hal almaktadır. Bir toplumun kültüründe giyinme tarzının
da önemli bir yeri olduğunu kabul etmek lâzımdır. Giyiminde devrim yapmış
ve batının giyim tarzını benimsemiş olmasına rağmen, Türk toplumunun
kendi ekonomisine, yerli tekstil endüstrisinin üretim takatına, sağlık
ve çalışma kurallarının gereğine uyarlı bir giyinme politikası olması gerekiyor.
Böyle olmasına rağmen, belki de bu amaçla kurulmuş olan kız enstitüleri
ile olgunlaşma enstitüleri ve benzeri kuruluşlar, bugüne kadar bu alanda
hemen hiçbir hizmet yapmamışlardır. Halkın giyimi ile gerçekçi açıdan
ilgilenmesi gereken bu kurumların yabancı moda dergilerinin taklitçisi, propagandacısı
ve uygulayıcısı olmaktan ileri gidemediklerini biliyoruz. Emperyalistlerin
moda dergilerini, ve bazı moda yaratıcılarını araç gibi kullanarak
giriştikleri propagandalarla yabancı ülkelere pekçok suni elyaf sattıkları,
Avrupa ve Amerika’ya gidenlerin de bavullarını bu çeşit giyim eşyasiyle doldurarak
yurtlarına döndükleri malûmdur. İşte bu durum sınırlı geliri olan
Üniversite öğrencisini de etkilemekte, onların hayatında çeşitli problemler
yaratmaktadır.
(a) ? Üniversite Öncesi Çağın Giyim Sorunları:
Öğrenciler, giyinme olanağı bakımından, beslenme, barınma,
ısınma, aydınlanma, temizlenme durumuna benzer koşullar
içinden gelirler. Çoğunluğu köylü, işçi ve dar gelirli aile çocukları
olan öğrenciler, okul öncesi çağ ile ilk ve ortaöğrenim süresince,
ayıplarını kapamayı hedef edinmiş bir giyim tarzına uyarlar.
İç çamaşırları genel olarak yetersizdir. Türk anasının görenekleri
ile korunan gelenekler giyimin temiz kalmasını sağlarsa
da, fukaralık çok zaman şartlan etkiler. Bazı ailelerde sabun
almak ve su ısıtmak için yakıt tedarik etmek bile mesele haline
geldiği için, çamaşırı temizlemek zor olur. Böyle olmasına rağmen
dış görüntünün korunması esastır. Dinî görenekler icabı,
özellikle bayramlarda çocuklara bir kat elbise ile bir çift ayakkabı
almaya çalışılır. Görenekleri korumak, dosta düşmana karşı
giyimli görünebilmek için, giyinmeye nazaran çok daha önemli
olan temel ihtiyaçlardan alabildiğine fedakârlık edilir. Taksitle
mal satan mağazalara borç taksitlerini ödeyebilmek için,
çoluk çocuğunun boğazından kesen pekçok insan tanıyoruz.
İlkokullarda giyim meselesi “Önlük” ile bir dereceye kadar
çözümlenmiştir. Böyle olmasına rağmen fakir ve çok çocuklu aileler,
bazen çocuklarının bu ihtiyaçlarım bile karşılayamazlar.
Öğretmenler yurt gerçeklerini bildikleri halde, bu kdnularda eğitilmediklerinden
giyim üzerinde lüzumsuz bir titizlik gösterirler.
Çocuklar bazen ayakkabıları boyasız ve yakalan biraz kirli
olduğu için okul kapılanndan çevrilirler. Kıyafetleri düzgün olmayanlar,
ağır muamelelere mâruz kalırlar.
Giyimin çok önemli bir ihtiyaç olduğu kanısı, çocuğun kafasına
daha ilkokulda iyice yerleştirilir. Oysa hemen hiç bir öğretmen
öğrencilerine kahvaltı yapıp yapmadıklarım, kannlannın
aç olup olmadığını sormaz ve bunun için kimseyi okul kapısından
geri çevirmez.
Ortaöğrenimde tek kıyafet uygulanmadığı için şartlar daha
da bozulmaktadır. Ailenin gelirine ve takatlim göre giyinme
durumunda olan çocuklar, karışık ve yetersiz bir giyim tarzına
uyarlar. Sınıflarda üstü başı paramparça çocuklarla, bir kont
gibi giyinmiş mahallebi çocuklan birlikte oturur ve arkadaşlık
ederler. Özel ilkokul ve liselerde, bazı yabancı okullan taklit ederek
geliştirilmiş olan tek tip giyim bir soygun sorunu haline getirilmiştir.
Bu konuda pek çok şey söylenebilir. Ankara’da örnek
bir ortaöğretim kuruluşunun müdürü okula kravatsız Eğelen öğrencilerini
okulun kapısından çevirmektedir. Böyle bir düzen
çocuklarının karnım gereğince doyurmuş, barınma ihtiyaçlanm
karşılamış, okulların ve konutların tümünü ısıtmış ve aydınlatmış,
temizlik sorununu çözümlemiş bir toplumda uygulanabilir.
Aslında uygulanması gerekir de…
Geri ülkelerde çocuklara giyimin ve dış görüntünün böylesine
önemli olduğu zannı yaratıldıktan sonra, onlar temel ihtiyaçları
gereğince karşılanmamış zavallı yaratıklar olarak kendi
hallerine bırakılmaktadırlar. Bu yanlış uygulamaya okullar ve ailelerden
başka yardım dernekleri de uyarlar. Bayramlarda fakir
semtlerin, fakir öğrencilerine birkaç elbise alıp giydirdikten sonra,
onlarla resim çektirerek gazetelere bastıran hayırsever vatandaşlarımız
ve varlıklı hanımefendiler, çocuklarının doyurulmasının,
giydirilmesinden çok daha önemli olduğunu ekseriya
bilmezler. Bir teşhire vesile olduğu için yardımı yapan da rahatlık
ve yardım görende aşağılık duygulan yaratan bu kabil davranışlar,
giyim meselesini batılaşan Türkiye’nin en önemli sorunu
haline getirmiş, bir inanç olarak yaşayan kuşağın kafasına
yerleştirmiştir. Böyle bir düzenin yetiştirdiği aydın kişiler bile,
giyimde rahatlık ve sağlık kurallanna uymaktan çok dış görüntüye
önem verir, bunu korumak için pahalı elbiseler giyme pahasına
aç dolaşmaya razı olurlar. Üniversiteli gençlerimiz de işte
böyle bir düzen ve anlayış içinden gelmektedirler.
(b) ? Üniversite Öğrencilerinin Giyim Sorunları:
Üniversite öğrencilerinin gelirlerinin sınırlı olması dolayısıyle
giyim için harcayabilecekleri paranın sınırlı olması küçük harcamalarla
temiz, kusursuz, şık olmasa da çağın gereğine uyarlı
bir şekilde giyinmelerini gerektirir.
Böyle bir amaca Üniversite öğrencilerine üniforma giydirerek
ulaşamayız. Belirli bir çağı aşmış ve kişilik kazanmış olan
bu insanlar elbette istedikleri biçimde gîyinebileceklerdir. İlkokul
öğrencileri gibi onlara da önlük giydiremeyiz. Böyle olmasına
rağmen Türk tekstil endüstrisi, hazır elbise üzerine çalışan
kurumlar. Örneğin Sümerbank bunu bir millî sorun olarak el&
alabilir. Serbest pazara öğrencinin severek satın alabileceği iç ve
dış giyim eşyası sürerek ve bunun propagandasını yaparak ilk
adımı atabiliriz. Fakat Türkiye’de yalnız margarin fabrikalan
ile gazoz firmalan reklâm yapmakta ve bu sayede hiç kullanma’
dığımız yiyeceklerle içecekler, Türk mutfağına sokulmaktadır.
Sümerbank’ın imâl ederek 35 T.L. perakende fiyatla pazara sürdüğü
halk tipi ayakkabılar ‘gibi, Öğrencilerin rahatça ve beğenerek
giyecekleri bir ayakabı çeşidi üzerinde de durulabilir. Böylece
Amerikan öğrencileri ile halkının giydiği ve maalesef Türkiye’ye
de kabul ettirilmiş olan mavi pamuk pantollar gibi, Türk
tipi bir pantola, bir cekete geçebiliriz.
Geri ülkeleri moda ceryanlarmm at oynattığı bölgeler haline
getirerek, kendi halkı için rahat ve sağlam bir giyim tarzını benimsemiş
olan İngiltere, Fransa ve Birleşik Amerika gibi hareket
etmek lâzımdır. Yurt gerçeklerini dikkate alarak yapılacak
bü çeşit çalışmalar bütün yönleri ile faydalı olacaklardır. Amerikan
Üniversitelerinde öğrenci ile profesörü, profesör ile görevliyi
farketmek mümkün olamamaktadır. Ekserisi yaz aylarında
keten bir gömlek ile, keten bir pantol giyen bu insanlar,
tam bir rahatlık içindedirler ve giyim eşyaları alabildiğine ucuzdur.
Bizde ise bir insanın profesör olabilmesi için, muhakkak iyi
giyinmiş olması gerektiğine inanılmıştır. Öğrenciler de çevrede
gördüklerinin etkisi altındadırlar. Saçlarını berbere yaptırın
kız üniversite öğrencilerini, bu yanlış davranıştan kurtarmak
ve onların tabiî halleriyle çok daha güzel olabildiklerini kendilerine
hatırlatmak lâzımdır. Erkek öğrenciler, bir erkek gibi giyinmeli
ve saç-sakal uzatarak, şu veya bu artiste benzemekten
vazgeçmelidirler. Giyim eşyası rahat, sıhhî, ucuz ve dayanıklı
olacaktır. Bizim gerçeklerimiz bunu gerektirir. Türkiye’yi bozmak
ve böylece ellerine geçirmek isteyenler olumsuz moda ceryanları
yaratarak gençlerimizi giyinme bahasına aç bırakıyorlar.
Bizim kuşak iyi örnekler vererek, onları bu yanlış davranıştan
kurtarmaya çalışmalıdır.
(E) ? SAĞLIK KORUMA İHTİYACI:

Genç insan, genel olarak sağlıklı insandır. 0 -1 yaş arasındaki tehlikeli
devreyi atlatıp yaşamaya devam edebilen geri ülke çocukları, gereğince beslenecek,
barınma ve diğer temel ihtiyaçları karşılanacak olursa, ileri ülkelerin
çocukları gibi zeki ve sağlıklı yaratıklar haline gelebilirler. Fakat buraya
kadar açıklanan kötü koşullar içinden gelen gençler ekseriya sağlıklarını koruyamamakta
ve sağlıklarını korumak için ne yapacaklarını bilmedikten
başka, hastalandıkları zaman lüzumlu ihtimamı görememektedirler. Durum
böyle olunca toplum hesabına büyük kayıplar ortaya çıkmaktadır. Uzun süre
Devletin ve ailenin harcamaları, öğretmenlerin emekleri ile yetiştirilmiş
ve ülkenin en değerli varhklan olarak tanımlanan bu insanların sağlık koruma
olanağının yetersiz olması dolayısiyle hastalanıp ölmeleri veya sakatlanmaları,
kısacası verim ve yaşama imkânlarının kısıtlanması, topluma pek çok
şey kaybettirir. Fakat geri ülkeler bu çeşit hesapları yapamadıklarından çocuklarım
bakımsız bırakır, sağlık koruma imkânlarından parası olanları yararlandıracak
bir düzen kurarlar.
Üniversiteye kadar ulaşabilmiş ‘genç insanlara yaşadıkları süre içinde
yapılan masraf 250.000 ? 300.000 T.L. arasında değişmektedir. Eğitim bir yatırım
olarak kabul edilirse bu miktar para harcayarak yetiştirilmiş insanların
tıpkı, binalar, barajlar gibi korunmaları gerekir. Oysa ki geri toplumlar
canlıları korumaz, cansız yatırımların üzerine titrerler, insan hayatı genel
olarak küçümsenir. Türkiye’mizde bu geri anlayış hakim olduğu için okul
öncesi çağdan Üniversiteye kadar gençlerimiz tam bir ihmal ve bakımsızlık
içindedirler. Yurdumuzda yeteri kadar hekim bulunmaması, Tıp Fakültelerini
ikmal edenlerin daha çok gelir sağlama amacı ile 2/3 oranına göre
yabancı ülkelerde görev almaları ve nihayet Üniversite yönetiminden ilkokul
yönetimine kadar bütün eğitim örgütlerinde sağhk hizmetlerinin en son plâna
atılmış olması, hasta öğrenci sayısını her gün biraz daha artırmaktadır.
Türkiye’nin sahipsiz kalmasını ve böylece savunmasız olarak ellerine geçmesini
arzulayanlar, icra ünitelerine cansız yatırımları artırmaları için baskı
yapıp yol gösterirlerken canlıların ve genç kuşakların korunması için hiç
bir yardımda bulunmazlar. Çünkü ‘bunlar otellerin, barajların, sahil yollarının
kendilerini savunamayacağmı ve kimin yönetimine girerse ona yararlı
olacağını iyi bilmektedirler.
Çocuklarımızı yoketmek için onlar ana rahmine düşmeden işe başlanmakta
ve yabancı parası ile desteklenen doğum kontrol projeleri Türkiye’nin
her yanında, uygulanmaktadır. Sağlık Bakanlığı hepimizin sağlığını tehlikeye
sokan gıda kontrolundan, konut meselesinden ve diğer sağhk sorunlarından
çok doğum kontrolü ile meşgul bir hale getirilmiştir. Böylece yabancının
spiralinden (gebeliği önleyici bir araç) ve doğum kontrol haplarından
kendini kurtararak gözlerini Dünya’ya açabilen çocuklarımızı daha pek çok
tehlike bekler. Türkiye’de doğan 1000 çocuktan 176’sı daha bir yaşına basmadan
ölmektedir. Çocuklar 12 yaşma basıncaya kadar ölen çocuk sayısı 450’ye
yükselik. Biz buna iki çocuktan biri 12yaşına kadar ölüyor diyebiliriz. Bulabilirse
bulgur yiyerek beslenen, mağaralarda ortaçağ koşulları içinde yaşayan
çoğunluk çocuğunu kızıl, kızamık, ishal gibi öldürücü hastalıklardan koruyamaz.
Bütün bu badireden kendini kurtarıp yaşayabilenlerin %2.5’u veremlidir.
Hastahanelerde hastalarla baş edilemez. Bir yatakta sırasına göre 2-3
insan yatırılır. Görüldüğü gibi beslenme, barınma, ısınma, aydınlanma, temizlenme
imkânı olmayan insanlar, sağlıklarını koruyamamakta ve hasta
olmaktadırlar. Bunların çoğu da bakımsızlıktan ölürler. Hasta olanları tedavi
ederek sağlığa kavuşturmak, yaşayanların sağlığını korumaya nazaran daima
daha pahalı bir uygulamadır. Böyle olmasına rağmen bu sakıncalı şekil
ekseriya tercih edilir. Çünkü ülkemizi bir hasta insanlar ülkesi haline getirerek
ilâç pazarı olarak kullanmakta yaran ve çıkan olanlar koruyucu hekimliği
baltalayarak tedavi hekimliğinin gelişmesini arzularlar. Öğrencinin
sağlık sorunu ayn bir bildiriye konu teşkil edecek kadar önemlidir. Fakat biz
sının aşmış olmamak için meselenin aynntılanna girmeksizin, yüksek öğrenim
çağındaki öğrencilerimizin sağlık sorunlanna kısaca değinmek ve bununla
yetinmek istiyoruz.
(a) ? Yüksek Öğrenim Çağında Sağlık Sorunları:
Yüksek öğrenim çağma kadar gelebilmiş öğrenci, çetin sağlık irntîhanlan
vermiş, fakat her defasında sağlığından birşeyler kaybederek
bu çağa ulaşmış insandır. Bu çağda iyi bakılır ve sağlık
yönünden kontrol altında bulundurulacak olursa, hem öğrenimin
sonuçlan ve hem de eğitilen kişinin Türkiye’ye daha uzun
süre hizmet etmesi olanağının yaratılması bakımından elverişli
sonuçlar alınabilir;
İstanbul ve Ankara Üniversitelerinin yayınlanmış raporları-
319
nı inceleyince, bunun yapılmadığı sonucuna varıyoruz, istanbul
Üniversitesi Mediko – Sosyal Merkezi’nin 1966 yılı Çalışma Raporu
ile 1967 Yılı Çalışma Programı incelenince, durumun çok ciddi
olduğu anlaşılmaktadır.
1 Ocak 1966 – 1 Ocak 1967 tarihleri arasında yalnız Mediko –
Sosyal Merkeze, çeşitli münasebetlerle baş vuran öğrenci sayısı
41459’dur. Çeşitli Fakültelerdeki öğrenci sayıları ile bir yıl içinde
müracaat eden hasta ve muayene adedi aşağıdaki tabloda açıklanmıştır.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ MEDÎKO – SOS YAL MERKEZİNE
MÜRACAAT EDEN ÖĞRENCİ SAYISI
Fakültesi
Tıp
Hukuk
Edebiyat
Fen
İktisat
Orman
Eczacıhk
Diş Hekimliği
T o p l a m
Öğrenci
Mevcudu
3850
10550
6097
3373
3334
1242
1083
518
30047
Hasta
Adedi
1365
2874
1660
996
925
428
304
199
8751
Muayene
Adedi
4955
8527
5227
2835
25861
1389
842
607
28297
Mediko – Sosyal Merkezde 6034 kişiye tüberkülin testi yapılmış
ve % 94.68 nisbetinde (5713) müsbet sonuç alınmıştır. Mediko –
Sosyal Merkeze 1962 yılında 5082, 1963 yılında 13872, 1964 yılında
23815, 1965 yılmda 22618, 1966 yılında 28297 öğrenci muayene için
baş vurmuştur. Bir yönü ile merkezin imkânlarının geliştiğini
gösteren bu, rakamlar, bir yönü ile de öğrenci arasında hastalık
vakalarının arttığını göstermektedir. Hasta öğrenciler arasında
enfeksiyonlar (% 12.04), Göz Hastalıkları (% 11.70), Sindirim
Hastalıkları (o/o9.88) olarak en çok görülen hastalıklardır. Bu
duruni beslenme, ısınma, aydınlanma şartlarının iyi olmadığını
göstermektedir.
Özellikle beslenme koşullan son derece fena olan öğrenciler
tüm olarak hastalıklara karşı direnme kabiliyetini yitirmiş durumdadırlar.
Diş hastalıkları ile ruhî hastalıklar da dikkati çekecek
kadar yüksektir. Bir bunalım içinde yaşayan gençlerin pek
çoğu mevcut şartlara dayanamadıklanndan, ruhen de hasta
insanlar haline gelmektedirler. İstanbul Üniversitesi Mediko – Sosyal
Merkezi elindeki bütün imkânları seferber ederek, ihtiyaca
cevap vermeye çalışıyorsa da, hizmetin yeterli olduğu iddia
edilemez.
Ankara Üniversitesi son boykot ve işgallerden sonra Prof.
Dr. Lütfü Tat başkanlığında bir heyete öğrencilerin sağlık durumunu
inceletmiş, Haziran 1968 içinde rektörlüğe sunduğu bir raporda
meseleyi üç açıdan incelemiştir.
1. Hasta öğrencileri nmuayene ve tedavisi ile ilgili sağlık
; hizmetleri.
2. Öğrencilerin hasta olmalarını inceleyecek veya hastaların
erkenden teşhisini sağlayacak koruyucu tedbirler.
3. Öğrencilerin yaşama şartlarının düzenlenmesi ile onların
beden ve ruh açılarından daha sağlam, daha dengeli
gelişmelerini sağlayacak hizmetler.
Komisyon bu amaçlara ulaşabilmek için Mediko – Sosyal Merkezin
ek ödenek kanun tasarısının kanunlaşmasını, döner sermaye
yönetmeliğinin kabulünü, Tıp Fakültesi ile Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanlığı arasında öğrencilerin yatak tedavisi için protoko
? ; ? ? yapılmasını, ruh sağlığı çalışmalarının genişletilmesini, beslenme,
barınma, sportif faaliyetler ve dinlenme kampları konularına
önem verilmesini tavsiye etmektedir. Bu tavsiyelere Senato,
: Üniversite mensupları için sağlık sigortası sisteminin kurulması,
fakülte ve öğrenci yurtlarında sağlık istasyonları kurulması,
yüksek öğrenim öğrencileri için özel bir hastahane kurulması,
Mediko – Sosyal Merkezin ihtiyaçlarına ilişkin hususların acilen
ele alınması hususlarım eklemiştir. Bu ülkede kişiler, komisyonlar
ve senatolar pek çok rapor hazırlamışlardır. Bunların yeterli
bir şekilde uygulanıp uygulanamayacaklarını bize zaman gösterecektir.
Öğrencilerimizin sağlık sorunlarını temelinden çözümlemek ve Devrimci
bir görüşe uyarak, eğitim için yapılan yatırımları toplum yararına işletmek
düşünülüyorsa, öncelikle çocuklarımızın karınlarının doyurulmasına; müsait
bir yerde barındırılarak öğrenime elverişli bir ortam hazırlanmasına ihtiyaç
vardır. Temel ihtiyaçlar karşılanmadan, hastalananları hastahanelere sevketinek,
ve ithl malı pahalı ilâçla Türk toplumu sırtından tedaviye çalışmak kalburla
su taşımaya benzer. Bundan olumlu bir sonuç almak mümkün değildir.
(F) ? SPOR, DİNLENME VE EĞLENME İHTİYACI:

Fizik yapı ile entellektüel yapı arasında denge tutmak ve sağlığı korumak
için spor yapmak lâzımdır. Genç insanların dershanelere kapatılarak
321
potansiyel fizik güçlerini içlerine hapsetmeleri beklenemez. Bunun için Üniversitelerde
yemekhane, yatakhane gibi spor tesisleri, dinlenme ve eğlenme
tesisleri de düşünülmelidir. Yaşantısı bir bunalım haline gelmiş olan çocuklarımız,
küçükken mahalle aralarında bir topun peşinden koşarak spor yaparlar.
Eğlenme imkânları hemen hiç yoktur. Köylerde ve gecekondularda
yaşayanlar daha pek küçükken bunalıma düşerler. Bilhassa kış mevsiminde
bir odaya tıkılarak oturduğu yerde oturması istenen bu çocuklar, Dünya’nın
en mutsuz çocuklarıdır. Üniversiteye gelmiş olmak şartlan pek değiştirmez.
Sağlık tesisleri gibi, spor, dinlenme ve eğlenme tesisleri de parası olana
açıktır.
Spor, dinlenme ve eğlenme konulan, Ankara Üniversitesi’nin yayınladığı
“Üniversite Sorunlannı İnceleme Komisyonu Raporlan ile Ankara Üniversitesi
Senatosu Kararlan” isimli kitapta incelenmiştir. Rapor, sporu, kişiliği
geliştirmek, toplum dayanışması fikrini kuvvetlendirmek, sağlığı korumak,
yurt savunmasında başarıyı kolaylaştırmak, Üniversiteyi tanıtmak gibi
amaçlara yönelmiş kabul etmekte bazı önemli tavsiyelerde bulunmaktadır.
Üniversite’de sporun geri kaldığına değindikten sonra 580 sayılı kanunun 21
nci maddesi gereğince, memur ve işçi sayısı 500’den fazla olan müesseseler,
fabrikalar ve diğer yerlerde spor tesisleri kurulması gereğinden bahseden
komisyon, Ankara Üniversitesi’nin durumu ile alâkalı bazı tavsiyelerde bulunmaktadır:
Komisyonun, tiyatro, sinema, kütüphane, okuma odaları, folklor,
müzik, konferanslar, meslekî kurslar, lokal ve toplantılar, kamplar, gönüllü
çalışmalar, seyahatler üzerinde görüşleri ve önerileri vardır. Olanaklarla
kısıtlı olan bu önerilerin yerine getirilmesi herhalde güç olacak ve diğer
Üniversiteler de dikkate alınınca, malî imkânlarımız içinde gayri mümkün
hale geleceklerdir. Böyle olmasına rağmen ihtiyacın yetkili bir komisyon
tarafından ortaya konmuş olmasını olumlu bir gelişme olarak sevinçle karşılıyoruz.
Burada değinilmesi zorunlu önemli bir nokta vardır.
Kannları aç, bannaklan yetersiz insanları spor tesislerine, müzikhollere
ve sinemaya kavuşturmak hiç bir anlam taşımaz.
Rapor tümü ile tetkik edildiği zaman her komisyonun ayrı ayn çalıştığı
ve alman kararların birbiriyle karşılaştınlması suretiyle bir koordinasyona
gitmenin mümkün oljnadığı görülmektedir. Beslenme ve barınmaya ilişkin
komisyonun hazırladığı rapor çok sathi ve yetersiz olduğu için, spor, dinlenme
ve eğlenme üzerine rapor hazırlayan komisyonun önerileri dayanaktan
yoksun kalmaktadır.
Boş zamanlan değerlendirme, spor, dinlenme ve eğlenme şüphesiz çok
önemli bir sorundur. Fakat toplum hayatımızda olduğu gibi, üniversite çevrelerinde
de insanlann karnını doyurmadan futbol sahalannda koşturmaya
başlayacak olursak, gençlerimize iyilik değil kötülük yapmış oluruz. Boş zamanlan
değerlendirme sorununun yabancılardan yardım görerek, bir yabancı
propaganda aracı haline getirilmemesi de hayli önemlidir. Ankara, izmir
ve İstanbul gibi kalabalık öğrenim merkezlerinde teşkilâtlanmış olan
yabancı kültür merkezleri, pek çok öğrencimizi üyeleri haline getirmiş ye
daha şimdiden beyinlerini yıkamaya başlamıştır. Bu mesele önemle ele alınmalı
ve incelenmeledir. Çocuklarımızı yabancının elinden kurtararak kendi
kültür, dinlenme ve eğlenme merkezlerinde meşgul etmenin en pratik çaresi,
daha yeterli kuruluşlara gitmek ve millî sporu ihya etmektir.
KONUNUN TARTIŞILMASI:

Devrimci Eğitim Şûrası’nın öğrencilerin ihtiyacına ilişkin ve biyolojik temel
ihtiyaçlarla alâkalı bölümü üzerine bir bildiri hazırlarken, çok ayrıntılı
bir konuya belli sınırlar içinde değinme zorunluğunda kaldık. Temel ihtiyaçların
başında gelen “Beslenme Sorunu” na geniş yer ayırmamız, bu konuda
ihtisas yapmış bir kimse olmamızdan çok meselenin önemiyle alâkalıdır.
Türkiye gibi insan başına düşen yıllık gelirin son derece düşük ve beslenme
olanağının yetersiz olduğu bir toplumda, diğer ihtiyaçlara fazla yer ayırıp
da, bugüne kadar yaptığımız gibi beslenmeyi ikinci plâna atmak ve bir lokma,
bir hırka felsefesine uymak yanlış olur.
Öncelik sırasına göre beslenme başta gelmesine rağmen, spor, dinlenme
ve eğlenme gibi beşinci, altıncı plânda kalması gereken konular, toplum hayatımızda
ön plâna geçmiştir. Kanunlar hazırlanırken 500 kişiden fazla işçi
çalıştıran merkezlerde spor salonları bulundurulması düşünülmüş, fakat
binlerce insan çalıştıran merkezlerin hattâ üniversitelerin besin ve beslenmeye
ilişkin sorunlarına hiç yer verilmemiştir. Bu savunmamızdan yanlış bir
anlam çıkarılmamalı ve spora karşı olduğumuz anlaşılmamalıdır. İnsanlar
beslenme gibi spor yapmaya, dinlenme ve eğlenmeye de muhtaçtırlar. Fakat
bîr ülkede milyonluk stadyumlar yapılır, spor toto millî bir kumar haline
getirilir, oyuncular para karşılığı transfer edilir ve spor günlük gazetelerin
bir sahifesiiii tahsis ettikleri bir sorun olarak değerlendirilirken, üniversite
öğrencileri aç bırakılırlarsa o zaman bir aksamanın mevcudiyetini kabullenmek
gerekir. Halkımız makine yağı karıştırılmış zeytinyağı ile beslenmekte,
kontrolsuzluktan yararlanan hilekârlar ât ve eşek etlerini üniversiteli gençlerimize,
döner kebap, sucuk ve salam halinde yedirmektedirler. Üniversiteli
genç bazen bunları satın almak için de olanak bulamadığından tost, sandviç,
simitle beslenmektedir. Böyle bir toplumda kanun maddelerinden söz ederek
milyonluk spor yatırımlarına ıgidilmesi, sinematekler kurulup fakülte fakülte
gezdirilmesi bir fantazi olur.
İşi incelerken uyduğumuz sıraya sadık kalarak öncelikle beslenme sorunundan
işe başlamalı ve bunun biraz gerisinden, barınma, ısınma, aydınlanma,
temizlik, sağlık, spor, dinlenme ve eğlenme sorunları ele; alınmalıdır.
Daha doğrusu bunların tümünü önemleri ile dengeli bir şekilde ve ayni zamanda
ele almaktır.
Devrimci Eğitim Şûrası, bugüne kadar alabildiğine ihmal edilmiş ve son
günlerde boykot zorlamaları ile teorik alanda incelenmiş olan temel sorunlara
hızlı bir çözüm getirecek olanaktan yoksundur. Bununla beraber, göre-
vimizi yapmış olmak için bu önemli sorunlara kısaca değinmiş ve âdeta bir
fihristini yapmış bulunuyoruz. Aslında burada sözü edilen her konu ayrı bir
tebliğ konusu olarak ele alınacak ve yetkili kişiler tarafından uzun uzun incelenecek
konulardır. Birçok meselenin bir arada ele alınması ve kısa bir sürede
yoğun olarak incelenmesi bazen yanılmalara da sebep olabilir. Bütün bu
sakıncaları hatırlamakla beraber, meselelerimizi kamu oyuna ve Türk öğretmenine
hatırlatmak için bildiklerimizi özetlemeye çalıştık.
Türkiye’nin en önemli meselesinin, bizi temel meselelerimizden uzakta
tutmaya çalışan emperyalist etkiler olduğuna inanıyoruz. Çabucak batılaşma
ve hızlanma psikozuna sokulmuş, bu yoldan sömürüye itilmiş olan Türkiye’-
de sayısız millî sorun vardır. Bu sorunlara çare bulacak ve Türkiye’yi içine
düşmüş olduğu bunalımdan kurtaracak şüphesiz yaşlı kuşak değil, bu kuşağı
izleyecek genç kuşaklardır. Bundan dolayı yönetimi devralacak ve Türkiye’-
ye devrimci bir yol açacak olan yüksek öğrenim gençliğinin temel sorunları
ile herşeyden önce ilgilenmek ve bunları çözümlemek için var gücümüzle çalışmak
durumundayız. Tebliğimizde yüksek öğrenim gençlerinin sorunlarına
bundan dolayı öncelik tanıdık. Rapor hacminin sınırlandırılmış olması dolayısiyle
ilk ve orta öğretim sorunlarına yeterince değinemedik. Esasen bu girişim
bir denemeden ibarettir. Devrimci Eğitim Şûrası’nı yeni şûralar ve
yurt sorunlarına çözüm arayan konferanslar, seminerler, incelemeler, yayınlar
izleyecektir. İskeleti ile ortaya konmuş bir meselenin, hiç değinilmemiş
bir meseleye nazaran daha kolay çözümleneceğine ve yeni katkılarla tam vo
mükemel bir hale, geleceğine inanıyoruz. XX nci yüzyıl bir sntez yılıdır. Bundan
dolayı sorunlarımızı analitik bir görüş içinde çözümlemeye çalışmaktan
artık vazgeçmeliyiz. Üniversite sorunu bir toplum sorunudur. Türk toplumunun
ürünü olan Üniversiteli gençlerin meseleleri, çözümlenmeden çözümlenemeyecektir.
Türk toplumunun sorunlarını çözümlemek için de Üniversiteler
Kanununun (3) ncü maddesindeki ilkelere uyarlı, çağın müsbet görüşü
ile donatılmış, gerçekçi ve devrimci aydınlara muhtacız. Bunların yapılabilmesi,
bugün iş başında bulunan kuşağın artık bencillikten vazgeçmesine ve
kendi rahatından fedakârlık ederek hayatının bundan sonrasını gençliğe
adamasına bağlıdır. Esasen Dünya’nın her yerinde birden patlak veren Üniversite
olayları belirli bir sistem veya siyasete karşı değil, yaşlı kuşağın vurdum
duymazlığına karşı duyulan hınç ve tepkinin yoğunlaşmasından ibarettir.
Anneler, babalar, hocalar, yöneticiler olarak derin derin düşünmemiz
gerekiyor. Bizden olanlara karşı böylesine lakayt ‘kalmamalı ve imkânlarımızı
harekete getirmeliyiz. Bu imkânlar harekete getirtir ve yabancı uzman raporlarına
değil de, Türk aydınlarının önerilerine .kulak verilecek olursa,
Türkiye’de çözümlenemeyecek sorun yoktur. Kurtuluş Savaşında olduğu gibi,
ulusça omuz omuza vermeli ve var gücümüzle çalışmalıyız. Bugünkü kuşağı
bir rahat düşkünü insanlar sürüsü haline getirip, onlara çocuklarının sorunları
ile ilgilenmeyi unutturanlann kimler olduklarını artık iyi biliyoruz.
Genç kuşaklara ana rahmindeyken el atıp, helezonlar ve doğum kontrol hapları
ile Dünya’ya gelmeden yoketmeye çalışanlar, doğanları ilkokulda, ortaokulda,
lisede ve üniversitede yıpratarak yaşayan ölüler haline getirmek
istemektedirler.
Dişimizden, tırnağımızdan artırdıklarımızı, inşa ettiklerimizi ve kanımızı
dökerek sahip çıktığımız topraklar üzerinde gerçekleştirdiğimiz değerleri korumak
istiyorsak, bilgili, vatansever ve sağlıklı genç kuşaklar yetirtirmeliyi/
Bunu yapamazsak tarih bizi affetmeyecektir.
ÖNERİLER:

İncelememizi bazı öneriler ile sonuçlandırmak istiyoruz. Bu önerilerin
ilgili komisyon ve Şûra Genel Kurulu’nda benimsenmesi halinde, kamu
oyuna yansıtılması ve örgütlere mal edilmesi mümkün’alacaktır. Bundan
dolayı gerçekleri incelemede açıklanmış önerilerimizi, konuların öncelik sırasına
göre aşağıda açıkladık.
(a) ? Besin ve Beslenmeye İlişkin Öneriler:
1. Genç kuşakların besin ve beslenmeye ilişkin sorunlarını çözümlemek
için işe hamile ve sütveren kadınların beslenmesi
ile başlamak ve bunu bir öğrenim konusu haline getirmek
lâzımdır. Bu hizmeti Sağlık ve Millî Eğitim Bakanlıkları birlikte
yürütmelidirler.
2. İlkokullarda beslenme eğitimi önemle ele alınmalı ve millî
bir karakter kazanmalıdır. ÇARE teşkilâtınca yapılan süttozu
ve yiyecek yardımına derhal son verilmeli, çocuklarımıza
tarhana ve benzeri millî gıdalar verilmelidir.
3. Orta öğretimde öğrenciye öğle yemekleri parasız verilmelidir.
Okullarda muntazam yemekhaneler yapılmalıdır. Yatık
okularda yemek işleri île ilgilenecek ve bu konuda bilgi sahibi
bir eleman bulundurulmalıdır. Öğretmen okullarında yemek
işleri bir eğitim konusu olarak ele alınmalıdır.
4. Tarım politikamız yabancı etkilerden kurtarılmalı ve yurt ihtiyaçları
ile gerçeklerine uydurulmahdır. Daha çok et, daha
çok süt, balık ve yumurta üretilmeli, tahıl tüketimini kısıt
lıyacak tedbirler alınmalıdır.
5. Besin kontrol işlerine önem verilmelidir. Yiyeceklerin satış
fiyatlarının alabildiğine yükselmesine sebep olan çıkarcı ve
aracılarla mücadele edilmelidir.
6. Üniversitelerin ilgili fakültelerine (Tıp, Veteriner, Ziraat, Eczacılık,
Eğitim, Kimya v.b.) Beslenme kürsüleri kurulmalı
ve bir taraftan da yurt çapında kullanılacak teknik elemanlar
yetiştirilmelidir. İlk, ortaokul ve liselerde beslenme dersi
okutulmalıdır.
7. Üniversitelerde öğrencilere besin ve beslenme ihtiyaçlarını
karşılayacak seviyede burs ve kredi verilmeli, bu mümkün
olamıyorsa, bir öğün parasız yemek verme çareleri araşturlmalıdır.
8. Kısa vadeli bir tedbir olarak üniversite merkezlerinde bazı
lokantalarla anlaşma yapılarak öğrenciye ucuz ve kaliteli yemek
verilmesi ve bu lokantaların üniversite ve öğrenci kuruluşları
tarafından denetlenmesi sağlanmalıdır.
(b) ? Barınmaya İlişkin Öneriler:
1. Barınmaya ilişkin sorunların yurt çapında ele alınmasını ve
gençlerin okul öncesi çağdan itibaren bütün öğrenim süresince
olumlu şartlar içinde barınmalarına çalışmak lâzımdır.
2. Üniversitelerde yurtların kuruluş sırasında dershanelerle ve
lâboratuvarlarla birlikte ele alınması gerekir.
3. Ankara’da olduğu gibi bir şehirde üç üniversite kurmaktan
vazgeçilmeli ve üniversiteler yurt sathına dağıtılmalıdır. Bunun
çok çeşitli faydaları vardır. Bu takdirde barınma imkânları
açılacak ve kolaylaşacaktır.
4. Şatafatlı ve gösterişli öğrenci yurtları inşa etmekten sakınmalı
ve buna karşılık, ucuz ve ihtiyaçları karşılayacak şekilde
donatılmış öğrenci yurtlarına gidilmelidir.
5. Öğrenci yurtları inşa edilirken, üniversitelerimiz özel kesime
bol miktarda teknisyen yetiştirmekte olduğu gerçeği dikkate
alınarak özel kesimin de yurt yatırımlarına iştiraki sağlanmalıdır.
Yurtların işletilmesi işi, Üniversitenin denetiminde
öğrenci kuruluşlarına verilmeli ve gerekiyorsa “mülkiyeti
bunlara devredilmelidir.
6. Yurt yöneticiliği bir öğrenim konusu haline getirilmeli ve öğretmenler
belirli bir kurstan geçirildikten sonra yurt yöneticisi
olarak istihdam edilmelidir. Bu yöneticiler emekli ve gücünden
yararlanılması mümkün öğretmenler olabilir.
7. Yurtların ücretleri öğrencinin geliri ile orantılı olmalıdır.
Yurt ücretleri ucuzlatılamıyorsa, öğrencinin geliri artınl-
‘ malıdır.
8. Öğrenci yurtlarının özel kesim tarafından işletilmesi smırlanmalıdır.
Buna müsaade edildiği takdirde bu yurtlarda belirli
nitelikler aranmalı ve bir yönetmelikle tesbit edilecek olatı
bu niteliklere sahip olmayan yurtlara açılış müsaadesi verilmemelidir.
9. Yurtlar, üniversite idareleri, Sağlık Bakanlığı ve Millî Eğitim
Bakanlığı tarafından çok taraflı bir denetim altında bil
lundurulmahdırlar.
326
(c) ? Isınma, Aydınlanma, Temizlenmeye İlişkin Öneriler:
1. Isınma, aydınlatma, temizlenme meseleleri bir eğitim konusu
ve yurt çapında bir mesele olarak ele alınmalıdır.
2. İlkokuldan başlayarak Üniversiteye kadar bütün eğitim kuruluşlarındaki
şartlar yeniden gözden geçirilmeli ve belirli standartlar
vazedilerek, bunların uygulanıp uygulanmadığı Millî
Eğitim ve Sağlık Bakanlıklarınca, Üniversitelerde Üniversite
idarelerince denetlenmelidir.
3. Banyo, lavabo, çamaşır meselesi yurtlarla yatılı okullarda
önemli bir mesele olarak ele alınmalıdır.
4. Özel okullar, özel yurtlar belirli standartları sağlamadıkları
takdirde açılışlarına izin verilmemelidir.
(d) ? Giyinmeye İlişkin Öneriler: ;,
1. Öğrenciler giyimin dış görüntüyü korumak veya modayı izlemek
için değil, sağlığı korumak ve rahat etmek için yapılan
bir girişim olduğunu anlamalıdırlar. Bunun için eğitim ve
propaganda faaliyetine girişilmelidir.
2. Okullarda öğrencilerin yabancıları taklit edecek şekilde giyinmelerine
engel olunmalı, fakat bu uygulama bir yasaklama
şeklinde yürütülmemelidir. Telkin ve millî duyguları harekete
getirerek öğrencilerimizin medenî bir Türk gibi giyinmleri
temin edilmelidir.
3. Giyimin beslenmeden önemli olmadığı öğrenciye öğretilmeli
ve öğretici durumunda olanlar, davranışları ile öğrencilerinene
örnek olmalıdırlar.
4. Yerli malından yapılmış giyim eşyası kullanılmalıdır.
5. Sümerbank ve benzeri kuruluşlar, kız enstitüleri ile işbirliği
yaparak öğrenci tipi -giyim eşyası üzerinde araştırmalar yapmalı
ve pazara ucuz iç ve dış giysiler çıkarmalıdırlar.
(e) ? Sağlık Korumaya İlişkili Öneriler:
1. Öğrencilerin sağlığını korumak için tedavi’ çalışmalarında»
çok temel ihtiyaçların yeterli bir şekilde sağlanmasına ve karşılanmasına
ihtiyaç vardır.
2. Üniversitelerin hepsinde bir Mediko – Sosyal Merkez açılmak
ve bu merkezler emrine yeteri kadar kadro ile para verilmelidir.
Merkezler bir dispanser ve lisan okulu olarak kalmamalı
lüzumlu araştırmaları yapabilmelidir.
3. Türkiye’nin tüm sağlık sorunu, çocuk ölümleri, hastalıklar,
sosyal hekimlik meseleleri çözümlenmelidir.
4. Hastalanan öğrencilerin tümü lüzum görüldüğü takdirde Devlet
ve Üniversite hastahanelerinde parasız olarak tedavi edilmeli
veya bunların tedavi masrafları Devlet tarafından kar
şılanmahdır.
5. İlâç meselesi incelenmeli ve Türkiye bir ilâç pazarı olmaktan
kurtarılmalıdır.
6. Her Üniversitede bir öğrenci hastahanesi kurulması için imkân
araştırılmalıdır.
(f) ? Spor, Dinlenme ve Eğlenmeye İlişkin Öneriler:
1. Spor, dinlenme ve eğlenme sağlığı korumak için lüzumlu
ihtiyaçlardır.
??????. 2. Öğrenimin her safhasında çocuğa, çağı ile uyarlı dinlenme,
eğlenme ve spor yapma imkânları hazırlanmalıdır.
3. Boş zamanlan değerlendirme işi ele alınmalıdır.
4. Spor, dinelnme ve eğlenme imkânları hazırlanırken, beslenme,
barınma gibi daha önemli ihtiyaçların öncelikle karşılanması
unutulmamalıdır.
5. Yabancı kültür merkezlerinin faaliyetini aşan millî bir kültür
faaliyetine ihtiyaç vardır.
incelememizi böylece sonuçlandırıyoruz. Mesele tümü ile sınırlı bir haeim
içinde incelendiği için bazı önemli noktalara hiç değinilmemiştir. Böyle
olmasına rağmen konu özel komisyonda ve genel kurulda daha da olgunlaştınlacak,
bundan sonra yapılacak katkılar sayesinde öğrencilerimizin temet
ihtiyaçları hakkında bildiklerimiz çoğalacaktır.
BİLDİRİ ÜZERİNE TARTIŞMALAR:

Konuyu eleştirmek üzere söz alan delegeler genellikle “Öğrencilerin
temel ihtiyaçlarını beslenme, barınma, giyinme gibi basit ve doğal olaylarla
sınırlamak yeterli değildir. Bizim öğrencilerimiz beslenme, barınma ve giyinme
yönlerinden içinden çıktıkları halktan, kendi ana ??. babalarıyla yakınlarından
çok daha elverişli ve mutlu durumdadırlar. Bizim öğrencilerimizin
temel ihtiyaçları, öğretim sistemini toplumun ekonomik ve sosyal yapısında
yenilikler yaratacak biçime getirmenih en etkili yolunu bulmaktır.” yönünde
konuştular. “Türkiye’nin gerçekleriyle bağdaşır bir mücadele sisteminin ne
olabileceğinin belirtilmesi gerektiğini” ileri sürdüler.

“Öğrencilerin Biyolojik Temel İhtiyaçları olarak sadece beslenme, barınma
ve ötekiler ele alınırsa çok sığ bir görüş ileri sürmüş oluruz. Söz gelimi
bir okul müdürü öğrencilerin giyim ihtiyaçlarını sağlamak endişesiyle Teksaslı
kovboyların cinayet artığı, kanlı elbiselerini kabul etmek ve bunları
masum Türk çocuklarına dağıtmak gibi ağır bir durumla karşı karşıya
bırakılmıştır.”
Eleştirilere karşılık vermek üzere söz alan bildiri sahibi Doç. Dr. Osman
N. KOÇTÜRK durumu şöyle açıklamıştır:
“? Halkımızın beslenme, giyinme ve barınma bakımından ne kadar yüz
kızartıcı durumda olduğunu yakından biliyoruz. Ancak biz bu durumun sadece
öğrencilerle ilgili kesimine değindik. Arkadaşlarımızın eleştirilerinde
bildirimizin bu sınırını düşünmeleri gerekir.
Bizim kanımız ve özlemimiz odur ki, genç kuşaklar temel yapıyı etkileyen
biyolojik yıkıntılardan kurtarılsın, yönetime katılacaksa bu şartlar altında
katılsın. Temel ihtiyaçları, örneğin beslenme ihtiyacı yeterli bir şekilde
karşılanmayan, barınacak bir yeri olmayan bir insanın yönetime katılsa
da egemen grupların baskısından kurtulması düşünülemez. Fazla olarak bu
gencin sağlığı esaslı şekilde bozulur, fizik ve entellektüel gücü ters yönde
etkilenir. Ben sadece öğrencilerin temel ihtiyacı üzerinde durdum ve özellikle
beslenme durumuna değindim. Barut olmayınca tüfek patlatılmayacağı
gibi, ekmeği olmayan genç kuşaklarla devrim yapmak zor olur. Bu temel konuları
öncelikle çözümlememiz gerekir kanısındayım.
Genç arkadaşların değindikleri konulara sosyal ihtiyaçları (B) bölümünde
inceleyecek olan arkadaşımızın değineceğini tahmin ediyorum. Bütün
bu aksaklıklar ancak burada sesini yükselten devrimci arkadaşların işbaşına
gelmesi ve sorumlara el koyması ile düzeltilebilecektir. Şimdjlik hiçbirimiz
bu güce sahip değiliz. Bütün mesele demokratik yoldan gücümüzü ortaya
koyup, bozuk düzene şekil verebilecek noktalarda sorumluluk almamıza ve
bunun için çalışmamıza bağlı kalıyor.”

BİLDİRİ;
ÖĞRENCİLERİN SOSYAL İHTİYAÇLARI
VE RUH SAĞLIĞI

Bildiriyi sunan:
Atalay YÖRÜKOĞLU
Hacettepe Üniversitesi
Çocuk Psikiyatrisi Bölümü
Çocukların Sosyal1 İhtiyaçları:

Gelişme dönemlerine göre çocukların temel ihtiyaçları şöyle özetle
nebilir:
I. Bebeklik veya Süt Çocukluğu Dönemi:
İlk bir, birbuçuk yılı içine alan bu dönemde çocuğun en önemli
ihtiyacı sevgi ve bakımdır. Süt çocuğu tam bağımlı, alıcı, pasif ve
asalak yaşayış içindedir. Katıksız sevgi, sürekli ilgi bekler.” Ağlamaktan
başka önemli bir ifade aracı olmayan bebeğin fiziksel vs
duygusal bütün gereklerini anne karşılamak zorundadır. Beden ihtiyaçları
doyurulmuş bir bebek duygusal uyarılma ve duygusal ilişkiler
varsa gelişebilir. Bu bakımdan çocukla ananın sevgi bağını zayıflatan
her engel ruh ve beden gelişmesini bozar. Anasız büyütülen
Yuva çocukları üzerinde yapılan gözlemler bu gerçeği kesin olarak
ortaya koymuştur. Her türlü fiziksel bakımın yerinde olduğu yuvalarda
ve kurumlarda böyle çocuklar, ruhsal dengesizlikler, zekâ
küntlükleri ve büyüme gerilikleri göstermektedirler. Daha önemlisi
bu ilk çağda çocukların uğradığı yoksunluklar ve çeşitli örselenmeler
kalıcı olmakta, ilerde giderilememektedir. Süt çocuğunun
anasını yitirmesi ve ana yerine geçebilecek birisinden yoksun kalışı
ruh sağlığı yönünden en ağır örseleme olmaktadır. Ülkemizde düşük
sonucu on bine yakın ana öldüğü düşünülürse anne yoksnuluğunun
ne denli bir sosyal sorun olduğu ortaya çıkar.
II. Tuvalet Eğitimi Dönemi:
İkinci ve üçüncü yaşlar çocukların yürümeye, konuşmaya başladıkları
hareketli bir çağdır. Bu dönemde çocuklar çevrelerini tanımak,
yeni kazandıkları yetenekleri her fırsatta denemek isterler. Elleyerek,
karıştırarak, bozarak bağımsızlık geliştirmenin tadma varırlar.
Her şeyde Ben olayım, ben yapayım çabasındadırlar. Almakla vermek,
uymakla uymamak arasında bocalarlar. Her söze hayır derler.
Tuvalet eğitiminin uygulandığı bu dönemde çocukla anası arasında
çatışmalar çok görülür. Aslında olumsuz (negatif) bir çağ
olarak bilinen bu dönemde çocuğun inadını kırma yolunda girişilerı
çabalar çocuktaki huysuzluğu büsbütün artırır. Çocuğu disipline
sokmak için başvurulan korkutma ve baskılar yanında her dediğini
yerine getirme biçiminde tutumlar da aşırı sonuçlar doğurur. Bu
dönemde çocuk sevgi ihtiyacı ile zorunlu disiplini uygun ölçülerde
alabilmelidir. Bu ölçü çocuktan çocuğa değişebilir. Bağımsız davranışlar
olumlu yöne çevrilebilmeli, kendine ve çevreye zararlı olabileceği
yerde ise sınır çekilebilmelidir. Tuvalet eğitimi zor ve baskı
kulanılarak uygulanmamalıdır.
III. Oyun Dönemi (3-7 yaş arası):
Bu dönemde çocuk aile çevresinden arkadaş çevresine adım atar.
Kızlar kız oyunlarına, oğlanlar da oğlan oyunlarına yönelirler. Karşılıklı
ve birlikte oyun oynama, yani sosyalleşme başlar. Cinsel kimlik
ayırımı bu dönemde gelişir. Oğlanlar babayı, kızlar anayı örnek
alarak özdeşim yaparlar ve karşı cinsten ana-babaya ilgileri artar.
Cinsel merak uyanmaya başlar. Ana-babayı bocalatan her cinsten
sorular sorar ve doyurucu karşılık beklerler. Hayalleri geniş olup,
hayalle gerçeği zor seçerler. İyiyle kötüyü, yanlışla doğruyu ayırdetmede
yöneltilmek ihtiyacmdadırlar. Superego denen vicdanî değerlerin
kazanılması ve sindirilmesi bu yıllarda oluşur. Çocuk her dönemde
olduğu gibi bu temel yetenekleri ve güven duygusunu dengeli
bir aile ortamında edinebilir. Ana-baba davranışlarının tutarlı
ve aile yaşamının da aşırı yoksunluklardan uzak bulunması gerekir.
Cinsel kimliğin yolunda gelişebilmesi için babanın erkek, anamn
da kadın özelliklerini taşıması şarttır. Silik, güçsüz bir baba ile
zorba bir ana yanmda büyüyen çocuklarda cinsel kimlikte çeşitli
bozukluk ve yetersizlikler görünebilir.
IV. İlkokul Dönemi (7-12 yaşlar arası) :
Çocukların zihin gelişmelerinin olduğu kadar duygusal özelliklerinin
de öğrenime en elverişli olduğu çağdır. Bu yaşlarda çevreyi tanıma,
araştırma, soruşturma, yeni beceriler kazanma hevesi çok
artmıştır. Beğenilme, bildiğini hemen uygulama, yaşıtlarıyla yarışma
eğilimleri hızla gelişmektedir. Hayat gerçeklerini ve dış dünyayı
somut olarak tanıma çabasındadırlar. Buna karşılık dikkatleri
az, oyuna düşkünlükleri çoktur. Sosyal ilişkilerinde acemi ve bencildirler.
Evdeki yetişmelerine bağlı olarak okulda ya sessizN ve güvensizdirler,
yada kurallara uymakta zorluk çekerler. Okul öncesi
331
dönemde arkadaş ilişkileri zayıf kalmış, yada çok korunmuş çocuklar
yaşıtlarına uymakta geri kaldıkları gibi zekâlarına uygun
bir başarı da gösteremezler.
Çocuklar öğrenim için gerekli ruhsal özellikleri, okula ya birlikte
getirirler, yada okulda kazanmak durumundadırlar. Bu özellikler
şöyle sıralanabilir:
a ? Biyolojik Bütünlük:
Çocuk zekâ gelişmesi, duyu organları ve beden sağlığı yönünden
eksiksiz olmalıdır.
b ? Yeterli Uyarılma (Stimulation):
Çocuk önceki dönemlerden başlıyarak öğrenme yönünden sürekli
olarak uyarılmış, merakı desteklenmiş olmalıdır. Ananın,
babanın okumuş kişiler olması bu uyarılmayı kolaylaştıran bir
etkendir.
c ? Güdülme (Motivasyon):
Çocukta öğrenmek için bir istek ve çaba gelişmiş olmalıdır.
Sadece öğrenme merakı öğretim için yeterli değildir. Bu merakın
amaca yöneltilmiş olması ve bir itici gücü bulunması gereklidir.
Bu itici güç kaynağını çoğu zaman çocuksu heveslerden
alır. Babası gibi güçlü olabilmek, öğretmeni gibi «bilgili olabilmek,
tanıdığı bir doktor gibi hasta iyileştirmek… Bu gibi
özenmeler sonraları unutulsa bile bilinç dışı olarak etkilerini
sürdürürler.
Tabiidir ki, okumanın, yazmanın günlük yaşayışa girmediği
topluluklarda bu öğrenme güdüleşıesinin yani istek ve çabasının
okulda yaratılması zorunluğu vardır. Evde olduğu gibi
okulda da bu istek ve çabanın doğması herşeyden önce çocukla
çevresindeki yetişkinler arasında olumlu bir ilişki kurulmasına
bağlıdır. Aslında iyi öğretmen müfredat programını
eksik uygulayan değil bu itici gücü yaratan ve sürdüren öğretmendir.
Bu yetenek her öğretmende ayni ölçüde bulunmazsa
da öğrencileri kişisel olarak tanıyıp değerlendirmek bu açığı
kapatan tek tılsımlı çözüm yoludur.
V. Ergenlik ve Delikanlılık Dönemleri:
Orta öğrenim yılları için bu uzun dönemler bilindiği gibi fırtınalı
çağlardır. Bir yandan cinsel olgunlaşma, öte yandan hızlı beden gelişmesi
gençleri yeni uyumlar yapmaya iter. Bu çağ çocukları çocukluğun
güvenli bağımlılığı ile yetişkinliğin özgürlüğü arasında bir
seçme yapmaya çabalarlar. Bazan çocuksu, bazan olgun davranır-
lar. Davranışlarındaki tutarsızlık ana-babayı olduğu gibi öğretmenleri
de çelişik davranışlara iter. Duygulan sürekli dalgalanış içindedir.
Hevesleri çok çeşitli ve kısa sürelidir. Bağlılıkları aşırı hayranlıklardan
birden soğumalara kadar değişir. Ana-baba etkisinden
kurtulma; bağımsız bir kişilik geliştirme çabası içindedirler. Bu
yolda durmadan denemelere girişirler. Ana – babamn görüşlerini,
zevklerini beğenmez olurlar. Bu dönemde arkadaş guruplarının ortak
düşünceleri, beğenileri onlarca daha önemlidir. Öğretmenlerini
katı, ana – babalarım geri düşünceli bulurlar. Bir birini tutmaz ülkülere
bağlanır, ama çabuk bırakırlar. Ancak ülkülerini savunurken
içten ve kesindirler. Bu dönemde cinsel sorunlar, okul başarısının
düşmesi, içine kapanıklık, başkaldırma gibi çeşitli bocalamalar olağandır.
Ancak çoğu geçicidir.
Bu dönemlerde gençlerin en önemli ihtiyacı özgürlük kazanma,
kişilik geliştirme yolunda çabalrına destek olunmasıdır. İstekleri
bitmez görünürse de yerinde dur denilmesine tepki göstermezler
hattâ frenlenmeyi beklerler. Evden kopmaya çabalar görünmekle
birlikte bocaladıkları zaman destek olacak bir yetişkin ararlar. Daha
doğrusu aramaz göründükleri anlarda bile anlayış ve özel konuşmaya
olumlu tepki verirler. Topluluk içinde azarlanan veya eleştirilen
bir genç buna başkaldırma ile cevap verirken özel bir ilgi
karşısında beklenmedik biçimde yumuşar.
Beden gelişmesine paralel olarak spora düşlriinlükleri artar. Bu
ihityacın uygun yolarla giderilmesini, karşı cinsle arkadaşlık kurma
eğilimlerinin hoş karşılanmasını beklerler. Genel zihni uyanıklılığı
sonucu dersten çok çağdaş sorunlarla ve dünya olaylarıyla ilgilenirler.
Dinlemekten çok tartışmayı severler.
ÖRNEK BİR KÜLTÜR EVİNDE ÇOCUK NASIL BÜYÜTÜLÜR?
Buna geçmeden önce Türk kişilik yapısının aşırı batılı ve aşın doğulu
mizacı arasmda yer aldığını ve daha çok doğulu mizaca yakın düştüğünü belirtmek
gerekir.
Geleneklere bağlı bir Türk evinde doğan çocuk önce kundaklanır. Çok
uzun bir süre, genel olarak 2-3 yaşına kadar emzirilir. Bol bol ve bir düzene
bağlı kalınmaksızın beslenir. Oğlanlar babadan daha çok ilgi görürlerse
de genellikle kız erkek bütün çocuklar ilk yaşlarda ana ve nine elinde büyütülür.
Tuvalet eğitimi pek erken başlatılır. “Kırkında öğretilen şeyin kırk yaşma
kadar unutulmayacağı” inancıyla çok erkenden çişini, kakasını söylemesi
istenir. Bu amaca korkutmalar ve sıkıştırmalarla ulaşılır. (Bir çok yer
lerde, özellikle köylerde tuvalet eğitimi baskısız, çocuğun keyfine bırakılarak
2-3 yaşından sonra tamamlanır.) Okul öncesi yıllarda geniş bir davranış
serbestliği içinde olan çocuk, “aklı ermeye başlayınca” baskı altına girer.
333
Akıllı, uslu olması, büyüklerine karşı gelmemesi öğretilir. Küçüklüğünü bilmesi,
büyüklerin yanında ağzını açmaması istenir. Bol bol el öptürülür. Baba
genetikle az konuşan, sözü mırıltısız dinlenen, sevgisini belli etmeyen yıldırıcı
bir insandır. Ana ise şefkatli, sessiz, çilekeş ve silik bir kadındır. Babaya
karşı çocuğun koruyucusu ve dert ortağıdır. Ancak çocuk büyüdükçe anasına
buyurmaya başlar, babasından ağabeyinden gördüğü gibi. İlk yaşlarda
usluluk ve sessizlik, girişkenlik ve atılganlıktan daha çok mükâfatlandırılır.
Aza kanaat etmesi, yediği her lokma için Tanrıya ve ana-babasına şükretmesi
öğretilir, kız çocuk ise daha zor durumdadır. Yarı köle alışkanlıklarını
pek küçükten kazanır. Ev işlerine ve kardeşlerine bakmaya alıştırılır. Erkek
lerden aşağı olduğunu her gün yeniden öğrenerek tanımadığı bir erkeğin hizmeti
için yetiştirilir. Erkekler de çoğunlukla ana – babalarının seçtiği kızı
alır, baba ocağında kalır, baba toprağında çalışırlar.
Okul çağında, “eti senin, kemiği benim” denerek hocaya, öğretmene teslim
edilir çocuklar. Orada da baba korkusunu geride bırakan bir hoca korkusuyla
eğitim devam ettirilir. ,
Öğretmen, çoğunlukla geleneksel bir aile eğitiminden geçtikten sonra zor
şartlar altında okumuş, memur uysallığı aşılanmaya çalışılmış bir kişidir.
Yetersiz öğrenimini kendi çabasiyle bütünlemeye çalışan, çevresinin olduğu
kadar kendi bakanlığının da cesaret kırıcı tutumu karşısında ülkücü bir öğrenim
uygulainakla evini geçindirmek arasında bocalayan bir aydındır. İstese
de, istemese de yetiştiği ortamın ürünüdür. Kendini aşma çabalarına rağmen
bilinç dışı olarak kendisine uygulanan eğitim tarzının etkisi altındadır. Kendi
uğradığı baskı, tek kalıp içinde düşünme alışkanlığından sıyrılması büyük
çabalar gerektirir. Yaptığının ters anlaşılması tehlikesi, beğenilme beklediği
yerde kınanması onu boşverme ile başkaldırma şıklarından birini seçmeye
zorlamaktadır… Öğretmenin yetişmesi ve çalışması sorunlarını ilgilendiren
bu tartışma çok uzatılabilir.
Delikanlılık çağında çocuklardan geleneksel eğitimimiz yine usluluk
ağaya, ataya tam bağlılık; minnet bekler. Kızlarla, sporla fazla vakit öldürülmesin
ister. Ata ocağına bağlılık bekler. Ekmeğini başka kentlerde çıkarmak,
kendi başına ev açmak hoş karşılanmaz. Genel olarak gençleri bir an
önce üretici kılmak ve daha çok ataya bağımlı kılmak için bu dönem kısa
tutulur ve oğlan erken evlendirilir.
Bizce Türk ailesinde çocuk eğitimini etkileyen başlıca tutumlar ki bunların
çoğu bilinçsiz olarak babadan oğula, anadan kıza aktarılırlar, şöyle
özetlenebilir. Baba otoritesinin çok baskın, ananın çok silik kaldığı bir ortamda
yıldırıcı, korkutucu, kısıtlayıcı ve her çocuğu aynı kalıplara sokmaya
çalışan bir eğitim anlayışı. Bağımsız, girişken, benlik yerine uslu, saygılı,,
aza-kanar kişilikleri besleyen davranışlar.
Savaşçılıkta gösterdiğimiz başarılar, baba evinde edinilen, büyüklere
gözü kapalı inanış ve saygıya bağlanabilir. Bir uğurda öjebilme, hocanın, subayın
her dediğini yapabilme gibi özellikler, bir önder çevresinde toplanabilme
baba ocağında kazanılmış karakter çizgileridir.
Ama bu çeşit bir eğitimin aksayan yönlerini de incelemek zorunludur.
Evde uslu, aşırı saygılı bir Türk genci için psikiatri diliyle söylemek gerekirse,
saldırganlık dürtülerini serbestçe kullanabileceği yer ya güreş yada savaş
meydanıdır.
Geleneksel eğitimimizin izleri yanlız köyde değil büyük kentlerimizde de
kolayca görülebilir: Üneversitelinin tek bir kitaba, tek bir hocaya bağlı kalışı,
Aydınların bağımsız düşünemeyişleri köylünün bir ağaya, bir partiye bağlı
kalışından pek farklı tutumlar olarak sayılmamak gerekir. Bilim adamlarının
şüpheci, araştırıcı kafa geliştirmemeleri de bu eğitimin kalıntılarıdır. Demokrasi
düzeninde geçirdiğimiz bocalamalarda, evden başlayarak buyrulmaya
alıştırılmış olmamızın azımsanmayacak bir etkisi vardır.
Pek öğündüğümüz konuk severliğimiz kişi ve ulus ölçüsünde, gelirimizle
orantısız cömertliklere götürüyor bizi. Düşküne, güçsüze yardım duygumuz
ise pek ilkel kalmakta. Sadakadan öteye geçmemiş. Dostluk anlayışımızın bile
aksayan, geri tepen bir yanı var. Saflıkla karışık bu dostluk anlayışı bizi
sömürülmeye kadar götüren hovardalıklara itiyor. Girişken olmayışımız
ticarette, ekonomide geri kalmamız sonucunu doğurmuş. Türklerin bu gibi
serbest yarışma alanlarında pek bilinen küçümseyici tutumları, beceremeyişimize
karşı bir duygusal tepki olsa gerek.
İkinci derecede bir kişilik çizgimiz de kurnazlıktır, işin kolayına kaçmak
kestirmeden gitmek, üstümüzden baskı kalkınca işte, çalışmada, “kaytarma”
köylünün “çarıklı kurmay” davranışları, bu özelliğimizin birkaç belirtisidir.
Otorite, karşı çıkılamıyacak, baş edilemeyecek kadar güçlü olduğu
zaman kurnazlık elde kalan tek silâhtır…
Eğitimin çağdaş uygarlığın gereklerine uydurulması ancak ulusal kişilik
özelliklerimizin derinliğine incelenmesiyle mümkün olacağı açıktır Yukarda
kısaca özetlenen geleneksel eğitimimizde isteyelim istemeyelim son
iki üç kuşakta önemli değişiklikler olmuştur. Ancak bu değişikliğin bilinçli
olarak işlenmesi modern yaşayış gerekleri ile ulusal kişiliğimizin olumlu bir
biçimde bağdaştınlmasına bağlı olacaktır.
EĞİTİMDE RUH SAĞLIĞI

Konunun önemi:
Ruh sağlığı, XX. yüzyılda Halk Sağlığı’nın en başta gelen sorunu
olmuştur. Bulaşıcı, hastalıkların ve başka pek çok hastalığın yenilmesinden
sonradır ki ruh hastalıklarının yaygınlığı göze çarpmaya başlamıştır. İnsanın
çalışmasını ve mutluluğunu beden hastalıklarından daha derin ve daha
uzun süreli etkileyişleri önemle ele alınma zorunluğunu ortaya koymuştur.
İstatistikler ruh sağlığının ne kadar ciddi bir toplum sorunu olduğunu
belirtmektedir.
Hiç şüphesiz ailede ruh sağlığı ve okulda ruh sağlığı genel ruh sağlığının
en önemli kesimleridir. Öğrenciler arasında ruh hastalıkları oranı hep yük-
sek bulunmuştur: Bu oran incelenen öğrenci sayısına ve inceleme yerine göre
yüzde 10 ile 50 arasında oynamaktadır ve ortalaması yüzde 25’dir. Bu yüzdenin
bir parçası (yüzdelO) psikiyatrik tedaviyi gerektiren ruhsal belirtileri
ve geri kalan yüzde 15 de orta derecede uyumsuzlukları kapsamaktadır.
Eğitimin Amaçlan:
Bugünkü modern eğitim anlayışı bir çok dönemlerden geçerek son biçimini
almıştır. Eğitimin tarihine girmeksizin bu donemler şöylece özetlenebilir:
1. Okumuş, bilen adam yetiştirme dönemi.
2. Çok öğretmek yerine neyin öğrenileceğini öğretme dönemi. (Bu dönem
ileri bir aşama olmakla birlikte öğrenme ve araştırmanın: ne
yönde geliştirileceğinin iyice bilinmediği dönemdir)
, 3. Son veya bugünkü dönem.
Bu dönemde bilgi ve hüner kazanmak amaç olmaktan çıkmamak-
1 la birlikte çok değişmeye uğramıştır. Öğrenmek kadar öğrenme oluşumunun
canlı tutulması ve öğrenmenin gelişme, olgunlaşma dönemlerine
uydurulmaya çalışılması bu dönemde başlamıştır. Kişilik gelişmesiyle
öğrenmenin ayrılmazlığı bu dönemde kristalleşmiştir. Çocuğun
hayata hazırlanması, insanlararası ilişkilere önem verilmesi,
hür düşünmenin kazandırılması gibi ülküler eğitimde ve öğretimde
yeni araştırma ve denemelere yol açmıştır. Hiç şüphesiz hümanizma
akımları ve demokratik yaşayış düzeni bu alandaki gelişmeleri hızlandırmıştır.
John Devvey gibi eğitimcilerle Sigmund Freud’un çığır
açan katkıları eğitimi gerçek yörüngesine oturtmuştur. UNESCO’nun
eğitim programlarıyla ilgili değişiklik tavsiyeleri bu modern eğitim
anlayışını yansıtmaktadır.
Bugünkü eğitim görüşlerine ve modern psikiyatrinin etkilediği ruh sağlığı
ilkelerine uygun düşen ve her ülke için geçerli olabilecek eğitim amaçları
şöyle sıralanabilir:
1) Kendine karşı olumlu duygular geliştirme:
Eğitim, çocuğun kendisine güven duygusu geliştirmesini sağlamalıdır.
Genç kendi yeteneklerini, becerilerini, üstün taraflarını bilmeli
bunları kınanmaktan zevk almalıdır. İlerisi için kurduğu plânlarında
bu gücünden yararlanacağını bilmelidir.
2) Başkalarını ve kendini gerçekçi bir açıdan değerlendirebilme:
Eğitim kişiyi bir amaca yöneltebilmeli ve bunun gerçekleştirilmesinde
ne ölçüde başarı sağhyabileceğini kestirmeye yardımcı olmalıdır.
Başkaların duygularını, niceliklerini ve yetişme şartlarını göz-,
önünde tutarak ölçme ve tartma yeteneği kazandırmalıdır.
3) İnsanlarla ilişkiler kurup sürdürme:
Eğitim (veya okul) öğrenciyi teke tek ve gurup halinde ilişkiler kurmayı,
yakınlık geliştirmeyi ve ortak çalışmalara girmeyi öğretebilmelidir.
Bunu dengeli ve esnek bir biçimde yapabilmelidir.
4) Çevreyle ilişkiler kurup sürdürme:
Genç kendi yakın çevresini aşıp uzak çevrede ve dünyada ne olup
bittiğini öğrenmeli, düşünce akımlarından haberdar olmalıdır. Yeteneklerini
kendi çevresini aştığı zaman da etkili bir şekilde kullanabilmelidir.
Kendi dar çevresi dışında sorumluluklar alabilmelidir.
5) Bağımsızlık geliştirme:
Eğitim, hür düşünmeyi, hür davranabilmeyi ve bağımsız olarak yargılara
varmayı geliştirmelidir. Her konuda çevreye veya o topluluğa
uymanın, inançlarını paylaşmanın gerekmediği öğretilebilmelidir.
Toplumla çatışmaya girince o andaki durumla uzun vadeli kişisel
amaçlar karşılaştırılıp gerçekçi açıdan durum değerlendirilebilmelidir.
6) Merak ve yaratıcılık geliştirme:
Eğitim, okulda ve okul ötesinde merakı derinliğine ve genişliğine
çanh tutabilmeli, hayal gücünün yaşantıları ve denemeleri daha yapıcı”
yolda geliştirmek için nasıl kulanılacağmı öğretebilmelidir. Bilinmeyene
nüfuz ve araştırma yeteneği kazandırmalıdır.
7) Başa çıkma ve savaşma yeteneği geliştirme:
Eğitim, kişiye ruhsal, bedensel sarsıntılar, bunalımlar, beklenen ve
beklenmeyen engeller karşısında yolmamasını, yedek güçlerini harekete
getirerek eski dengesini nasıl kurabileceğini öğretmelidir.
Kolayca görülebileceği gibi amaçlar genel tutulmuş ve en geçerli erdemlerin
veya kişilik özelliklerinin bir listesi durumuna getirilmemiştir. İstenirse
toplumdan topluma değişebilen erdemler bu genel amaçların birine veya
ötekine katılabilir.
Bu amaçların başka bir özelliği de birbirine sıkı bağlantıları oluşudur.
Yani bir dereceye kadaîr hepsinin birlikte, ahenkli bir biçimde kazandın’
ması gerekir. Arada bir dengesizlik olursa kişinin uyumu bozulur. Örneğin
bağımsız davranış ve hür düşünüş çok ileri götürülürse kişiyle toplumun
çatışması kaçınılmaz olur. Ayni şekilde topluma uymayı köleliğe vardıran
bir tutum kişiliği siler. Eğitimde fou amaçların dengeli bir gelişmesine yönelmelidir.
Her bir amacın en iyi şekilde gerçekleştirilmesi kişisel yeteneklere
bağlı kalacaktır.
Bu amaçlar her yerde geçerli olmakla birlikte, gelenek ve görenek farkları,
çevre şartlan, ulusal ülküler eğitime yerel üslûbunu kazandırırlar.

Modern eğitim anlayışına uygun örgütlerin kurulması, yeni öğretim va
eğitim metotlarının geliştirilmesi eğitimcilere düşer. Bu yapılırken ruh sağlığı
ilkeleri öğretim tekniğiyle kaynaştmlabilmelidir.
Dinamik Psikiyatrinin (özellikle psikanalizin) eğitim ve öğretime
kazandırdıkları:
insan davranışının büyük ölçüde bilinç dışı etkenlere bağlı olduğunun
ortaya çıkması, iç tartışmaların varlığı, kişilik gelişmesinin aydınlanması
yanlız ruh hastalıklarının açıklanmasında faydalı olmakla kalmamıştır. Uygun
ruhî gelişme ve ruh hastalıklarından korunma gibi konularda da yepyeni
gerçekleri ortya koymuştur. Tartışılması çok uzun sürecek bu konuyu özet
olarak incelemeden önce şunu belirtmek yerinde olur: Psikanalizin getirdiği
ruhsal hayatımızla ilgili buluşlar henüz eğitimde hakettiği uygulamaya kavuşamamışlardır.
August Aıohhorn gibi eğitimcilerin psikanalitik eğitimden
geçtikten sonra suçlu çocukların yetiştirilme ve tedavilerine getirdikleri yenilikler
çığır açıcı olmuşlardır.
Hiç şüphesiz psikanalizin psikiyatri bakımından olduğu gibi eğitim yönünden
de en önemli buluşu bilinç dışı’nın varlığıdır. Ruhsal çatışmaların,
ve genel olarak davranışların yüzeysel olarak değil derinliğine açıklanabilmesi
çocukların daha iyi tanınmasına yol açmıştır. Her gelişme döneminin
ayrı özellikler ve çatışmaları olduğunun anlaşılması eğitimin ihtiyaçlar ve
güdüleme (motivation) yönünden ayarlanmasına yardımcı olmuştur.
îçe alım ve Benimseme kavramları, öğrenci ? öğretmen, ilişkisinin hem
öğrenmede hem kişilik gelişmesindeki hayati önemini ortaya koymuştur.
Yüceltme ve zıt tepkiler kurma gibi mekanizmaların ortaya çıkarılması,
dürtülerin yumuşatılması ve dolaylı yollardan doyurulması gibi bulgular
uygun olan, uygun olmayan eğitim yollarına ışık tutmuştur.
Psikiyatri diliyle söylemek gerekirse eğitimin amacı egonun yeteneklerini
işlemek egoya güç ve esnelik kazandırmaktır. Egonun çevreye uyumunu,
zevk ilkesinden gerçeklik ilkesine doğru yönelterek sağlamaktır. Eğitim Superego’yu
geliştirmede de rol oynarsa da daha çok ego’yu işleyerek amacına
ulaşmalıdır.
Öğrenme projesi eskiden sanıldığı gibi öteki zihin faaliyetlerinden ayrı
bir yetenek değildir. Başka bir deyişle düşünme, uslamlama, algılama gibi
yetenekler duygusal, yani affeetive yaşayışımızdan bağımsız olarak çalışmazlar.
Öğrenme için yeterli ıbir zekâ şart olmakla birlikte öğrenme fırsatının
yaratılması, uygun uyarılmalar, öğrenme istek ve çabasının varlığı gereklidir.
Bunlar ancak çocuğun güdülerine ve duygu hayatına bağlıdu\ Çocuğun
içten güdüleriyle, dıştan güdüleme uygun düştüğü zaman öğrenme
oluşumu en iyi çalışır. Hele ilk çağlarda çocuğu öğrenmeye iten en önemli
etken ana-babasma benzemek, onların sevgisini ve övgüsünü devam ettirmek
çabasıdır. Başka bir gerçek de iç çatışmalara karıştığı zaman öğrenaıenin
aksadığı gerçeğidir. Çoğunlukla iç çatışmalar öğrenmeyi olumsuz
yönde etkilerler.
338
Öğrenmeyle ilgili başka bir gerçek de öğrenmenin yalnız bilinçli yürüyen
bir olay olmayıp bilinç öncesi araçlarla da sağlanmasıdır. Sonra öğrenme,
primer proçes denen düşünme tarzından (yani zevk ilkesinin ve dürtülerin
emrinde düzensiz düşünme faaliyeti, rüyalarda olduğu gibi), sekonden
proçes denen düzenli, mantıklı, gerçeğe yönelmiş düşünme tarzına geçiştir
diye de tanımlanabilir.
İyi Öğretmen ve Öğretmen ? Öğrenci İlişkisi:
Herşeyden önce iyi bir öğretmen, çocuklarla çalışmaktan zevk alan vs
öğretmenlik mesleğini isteyerek seçen bir insan olmalıdır. Bu seçiminde ül
kücü oluşla gerçekçi oluşu bağdaştıran bir kişi olmalıdır. Öğretmenin olgun
bîr kişiliği olmalıdır. Yani davranışı ve tutumu denge, tutarlılık ve esneklik
göstermelidir. Bunaltılar, aşırı sinirlilik ve gerginliklerin etkisinde bulunmamalı,
özel yaşayışında öğretim ve eğitimi aksatacak gerginlik kaynaklan
olmamalıdır. (Parasızlık, bozuk şartlar altında çalışma, yönetimsel baskılar
gibi). Zayıf ve güçlü taraflarıyla kendi kişiliğini tanıyabilecek duyarlığı olmalı
ve bunun için ruh sağlığı eğitiminden geçmiş bulunmalı. Günlük yaşantılarının,
duygu ve düşüncelerinin öğretmenlik fonksiyonuna karışıp karışmadığını
görebilmeli, davranışım buna göre ayarlıyabilmelidir.
İyi bir öğretmende hayal gücü ve seziş temel özelliklerdir. Çocukların
duyuşları, tepkilerini anlamlı bir şekilde yorumlayacak duyarlığa sahip olmalıdır.
Bu yeteneğini çocuk psikolojisi bilgisiyle kuvvetlendirmelidir. En
yaygın ruhsal problemleri ve belirtilerini çocuklarda erkenden tamyabilmelidîr.
Çocuk ruhsal gelişmesinin düz bir çizgi üzeirnde gitmediğini, inişler ve
çıkışlar gösterdiğini bilmelidir. Büyüme ve gelişme projesine sıkı sıkıya bağlı
çatışmaların çözümlenmesinde çocuğa yardımcı olabilmelidir. Çocukların
bocalamalarını, utançlarını, bunalımlarını anlayışla karşılayıp onlara açılma
ve iç dökme fırsatı verebilmelidir. Dinlemesini bilen bir öğretmen çocuklara
şaşılacak derecede destek olabilir.
Hiç şüphesiz öğretmen eğitici olmakla birlikte ruh hekimi değildir. Ruhsal
bozuklukları olan çocukları iyileştirmeye ne vakti, ne de gerekli meslek
hüneri vardır. Ancak unutulmamalıdır ki, her eğitimde biraz ruhsal tedavi
vardır, nasıl ki her psikoterapi biraz da eğitim demektir.
Yukarda sayılan nitelikler, öğretmene normal çocukların gelişmelerini
aksatmadan yürütmek imkânı verdiği gibi uyumu bozuk çocukları da uygun
gelişme yoluna çekmekte faydalı olacaktır. Öğretmenden yetkili bir psikoterapist
gibi başarı beklemek haksızlık olur. Ancak ruhsal uyumsuzluk
gösteren çocuklara nasıl davranışların iyi, ne gibi tutumların kötü etki yapacağını
bilmeli, tedavideki çocuklara ruh hekimi ile işbirliği yaparak destek
olmalıdır. Ancak öğretmenin en çok desteğine muhtaç olan gurup sınırda
bir uyumsuzluk gösteren çocuklardır. İyi öğretmenle yetersiz öğretmen arasındaki
fark bu çocuklara yardımda kendini belli eder. Bu çocukların daha
iyi uyum sağlamaları da, okulu bırakacak ölçüde ruhsal uyumsuzluğa düşmeleri
de öğretmene bağlıdır.

Psikoterapist gibi öğretmenin de en etkili aracı kendi kişiliğidir. Bu şu
demktir: Öğretme’n sözleriyle olduğundan çok davranışlarıyla öğretici va
eğitici olur. Çocuk iyi ve kötü yanlarıyla öğretmenin kişiliğini benimser. Eği
tim bilinçli ama daha çok bilinçdışı sürüp giden bir alış – veriş işidir. Bundan
çıkacak sonuç öğretmenin kişiliği kadar öğretmenle öğrenci arasında nasıl
bir ilişki kurulduğunun önemidir. Bu ilişki, iletişimi kolaylaştıracak yönde
gelişmelidir ki, olumlu eğitim yürüyebilsin. Bu son nokta ile ilgili olarak öğretmenle
öğrenci arasında bir karışıklığın gelişmesi önemlidir. Başka bir deyişle
öğretmen her bir öğrenciye ayrı bir kişi olarak davranabilmelidir. Bu
çocuğa kayırıhyormuş duygusu verilmeden yapılmalıdır.
Öğretmen yanma yaklaşılmaz, korkutucu bir otorite temsilcisi gibi değil,
duyguları ve tepkileriyle canlı bir insan gibi görünebilmelidir öğrenciye.
Bu duygu bilinçli olarak sözlerle ve sözsüz anlaşma araçlarıyla da iletilebilir.
Bununla birlikte öğretmen çocuğun kişiliğini yoğuran, ona istediği bici
mi verebilecek bir kimse olmadığını bilmelidir. Olsa olsa öğretmen çocuğun
c-kul öncesinde ana çizgileriyle belirmiş olan kişiliğinin olumlu yönlerini
destekleyip, olumsuz yönlerini beslemeyerek yardımcı olabilen kişidir. Bunu
yapabilmek her çocuğun ayrı ayn ele alınıp üstün yetenekleriyle, kusurlarıyla
değerlendirilmesine bağlıdır.
Eski tip öğretmenin en etkili silâhlan ceza, yıldırma, ayıplama, aşağıla
ma, tehdit gibi yollardı. Bu silâhlar kısa vâdede verimli olabilen, ancak öğrenme
çabasını beslemeyen, kişilik gelişmesini aksatan araçlardır. Öğretmen
? öğrenci arasında korkudan çok saygı ve anlayışa dayanan ilişki en
iyi eğitim ortamı yaratır. İyi öğretmen çocuğu güdüleyebilen, yani onun doğal
eğilimlerinden yararlanıp öğrenme istek ve çabası uyandırabilen öğretmendir.
Bu yol sınıfta disiplin sağlamanın da en kestirme yoludurr. Yasaklar,
kurallar, sınırlamalar bu yoldan zorlamasız benimsetilebilir. Süperego
denen iç frenleme sistemi, çocuğun yıkıcı olabilecek dürtülerinin olumlu ve
yapıcı yollara çevrilmesiyle daha kolay geliştirilir.
Öğretmen ? öğrenci ilişkileri konusunu anlamlı bir sonuca bağlayabilecek
şu gözlemi belirtmek yerinde olacaktır: Öğrenciler arasında “en beğenilen
öğretmen” niteliklerini araştıran anketler sözü edilen niteliklerin öğrençilerce
de en çok aranan özellikler olduğunu ortaya koymuştur.
Bu tartışmalar öğretmen seçimi ve yetiştirilmesinde nelerin üstünde durulması
gerktiğini de açıklamktadır: Öğretmenler ruhsal dengesi yerinde
olan kişiler arasından seçilmelidir. Bu seçim ilkokul öğretmenleri için daha
titizlikle yapılmalıdır. Öğretmenin yetişmesinde çocuk gelişmesi ve ruhbilim
baş yeri tutmalıdır. Böyle eğitim görmemiş öğretmenler için aralıklı seminerler
düzenlenmelidir.
Gerçekte öğretmen yetiştirme ve seçiminde en az titizlik ilkokul öğretmenlerine
gösterilir. Halbuki bir ilkokul öğretmeni yetersiz veya ruhsal den»
gesi bozuksa, öğrencilerine vereceği zarar orta öğretim öğretmenlerinin
yapabileceğinden kat kat fazladır. Orta öğretimde öğrencilerin egosu olum-
340
suz etkilera dayanabilecek güçtedir. Ayrıca öğretimi bir değil bir çok öğretmen
yürütür. Liselerde alay konusu olan dengesiz bir öğretmen ilkokullarda
bir çok öğrencinin ruhsal uyumunu sarsabilir.
Şimdiye kadar iyi bir öğretmenin öğrencilerin ruh sağlığını nasıl olumlu
yoldan etkileyebileceği anlatılmaya çalışıldı. Ruh sağlığı dolaylı ve dolaysın
olarak bir çok yollardan geliştirilebilir:
Dolaylı yoldan ruh sağlığının geliştirilmesi:
a) Dikaktle seçilmiş veya özel olarak yazılmış kitapların (romanların,
hikâyelerin) okutulup tartışılmasıyla.
b) Müzik, resim, heykel ve temsiller aracıyla ruhsal boşalım sağlama,
duygusal ifade yoluyla gerginlikleri azaltma.
c) Kompozisyon yoluyla duygusal ifade ve boşalım sağlama.
d) Uygun fiziksel çalışma ve enerji boşalımı imkânları hazırlayarak ruh
sal gerginlikleri giderme.
Bu yollarla öğrenciler bir çeşit ruhsal tedavi görmekten başka, öğretmenin
onları daha iyi tanımasına fırsat verir. Bunlara, cümle tamamlama testi,
hikâye tamamlama testi gibi testler ve öğrencilerle sınıf dışı konuşmalar da
eklenebilir.
Dolaysız yoldan. ruh sağlığının geliştirilmesi:
Ruh sağlığı ayrı bir ders konusu veya ünite olarak öğretilebilir, tartışma
konusu yapılabilir. Böyle bir konuya yer verilmesi hiç şüphesiz nehir
uzunluklarını, dağ yüksekliklerini ve şehir nüfuslarını ezberletmekten çok
daha hayatidir.
a) Ruhsal hayatımız ve davranışlarımızı işleyen kompozisyonların sınıfta
tartışılması. .
b) Gelişme dönemlerine uygun biçimde cinsel konuların tartışılması.
: c) Ruh sağlığı ve cinsel eğitimle ilgili filmlerden ve özel kitaplardan
yararlanılması.
d) Ana – babalarla öğretmenlerin küçük guruplar halinde çocukların
ruhsal sorunlarını tartışmaları.
e) “Tartışma Kutusu” tekniği ile doğrudan doğruya çocukların getirecekleri
ruhsal sorunların, kaygıların, çatışmaların sınıfta tartışılması.
İsteyen öğrenci tartışılmasını istediği bir konuyu adını bildirme
den kutuya atıp sınıfta serbestçe konuşulmasını sağlayabilir.
Okulda Ruh sağlığı Örgütü:
Sınıfta en iyi öğretmenin bile başa çıkamıyacaği davranışlar, veya ruhsal
uyumsuzluklar olacaktır. Bu’durumda öğretmenin başvurabileceği veya
işbirliğini sağlayacağı personel bulunmalıdır:
341
a) Okul Danışmanı:
Okul danışmanı, tecrübeli bir öğretmen, sosyal hizmetler uzmanı
veya okul psikologu olabilir. Çocuklarla görüşme yoluyla, testlerle
problemlerini aydınlatmak ve çareler aramakla görevlidir. Gerekirse
ruhsal uyumsuzluk gösteren çocukların, Çocuk Kılavuzluk Merkezlerinde
veya Çocuk Psikiyatrisi Kliniklerinde inceleme ve tedavilerini
sağlar.
b) Ziyaretçi Öğretmen:
Ruh sağlığı konularında ayrıca eğitim görmüş bir öğretmen veya
bir sosyal hizmetler uzmanı olabilir. Görevi problemli çocuklara
okulla ail earasında direkt bağ kurarak yardım etmektir. Ziyaretçi
öğretmen bunu daha çok bozuk aile şartlarını ve olumsuz çevresel
etkenleri ortadan kaldırmaya çalışarak yapar.
c) Ruhsal uyumsuzluk gösteren çocuklar için özel sınıflar:
Ruhsal dengesizlikleri sınıfta öğretimi aksatan veya bu yüzden kendileri
özel öğretime muhtaç olan çocuklar için özel sınıflar açılabilir,
özel öğretmenler aracılığıyla öğretimleri devam ettirilir.
Öğretmenlerle çocuk psikiyatristi bir araya gelip problemli
çocukları birlikte tartışıp çözüm yolları araştırmaları da faydalı
olan bir yoldur. ?
Sonuç olarak eğitimde ruh sağlığının çok yönlü bir konu olduğunu söylemek
yerinde olacaktır. Yukarda konunun ancak çerçevesinin çitilmesine
çalışıldı. Her bir bölümün ayrıntılarıyla tartışılması bir yazı değil bir kitap
fişidir. Konunun önemi ruh hekimini eğitim sorunlarına ilgi göstermeye, eğitimcileri
de ruh sağlığını eğitimden ayrı bir konu gözüyle bakmaya zorlamaktadır.
Eğitimci modern ruh sağlığı görüşlerine uygun öğretim teknikleri
geliştirebilmek amacıyla ruh hekiminden yararlanabilmelidir. Ayni şekilde
eğitim sorunlarının ruh hekimlerince iyi bilinmesi ruh hekimi ? öğretmen
işbirliğini etkili kılmak için kaçınılmaz olmaktadır.
BİLDİRİ ÜZERİNE TARTIŞMALAR:

Eleştiricilerin sözleri genelikle bildiri parelelinde oldu. Necdet Kemal
AKALIN, Hilmi ŞİMŞEK ve Himmet ÎNCE, “Hastahanelerde ve cezaevlerinde
birer kitaplık kurulmasını” önerdiler. Himmet İNCE ayrıca:
“? Teksas ve benzeri kötü çocuk yayınlan, kontrolsüz sinemalar, çocuklarımız
için zararlı olmaktadır. Bu zararlı yayınların önlenmesi için kanun
hükümlerinin uygulanması gereklidir.” dedi. Bakanlığın bu konuda dikkatinin
çekilmesini istedi:
“? Çocuk ve aile ilişkilerinde çocuğun daima itaate, evet efendimciliğe
aliştırılması nedeninin altında büyüyünce çocuğa hükmetme duygusu vardır.
Aileyi, özellikle köydeki aileyi buna yönelten sebep ihtiyarlıkta bakımını
sağlamaktır.
Köylünün sigortası erkek çocuğudur. Onun için de kadınlarımız mutlaka
bir erkek çocuk yapmağa zorlanmaktadır. Yetersiz beslenme, kötü sağlık
koşulları yüzünden bu durum anayı harap etmekte, öteki çocukların eğitimlerini
olumsuz etki altında bırakmaktadır.
Anayasamızın 48. maddesi “Herkes güvenlik hakkına sahiptir” dedikten
sonra, “Bu hakkı sağlamak için Sosyal Sigortalar ve Sosyal Yardım Teşkilâtı
kurmak” la devleti ödevlendirmiştir. Bu maddenin işletilmesi gereklidir.”

BİLDİRİ:
ÖĞRENCİLERİN OKUL İHTİYAÇLARI

Bildiriyi sunan :
M. Âdem SOLAK
Gazi Eğitim Enstitüsü
Pedagoji Bölümü

Giriş:

Eğitim, insan gücünü değerlendiren bir yatırımdır. Eğitimi temel bie
yatırım kabul eden çağdaş görüşe göre eğitim, toplumun bugünkü ve yarınki
üyelerini yetiştirmek görevi ile yükümlüdür. Ve toplumu meydana getiren
bireyleri yeterli kılmak yoluyla kalkınmayı desteklemek zorundadır. Bu görevi
başarabilmek için eğitim; amaçlan, ilkeleri, kurumlan ve niteliğiyle
ÖĞRENCİ adını verdiğimiz yetişen kuşaklara yönelmiştir. Bir başka deyişle
eğitim, öğrencilere yönelmeyi, insan gücü israfından kaçınmak için yeğ tutmuş,
böylece de ağırlığını sınırlı bir alana oturtmuştur. Öğrenciler, eğitimde
üzerlerinde titizlikle durulan ve eğitim yoluyla yeniden yaratılmak istenen
ana öğedirler. Bu anlamdaki eğitim ise, bir etki ortamı olarak öğrencilerden
yetişkinlere ulaşan ve toplumun yakın ve uzak ereklerini gerçekleştiren
önemli bir organ yada sosyal bir kurumdur. Geri kalmış bir ülkede eğitimin
insan gücünü değerlendirme görevi aksamamalıdır. Ancak bu takdirde.
eğitim kalkınmayı destekler ve kalkınmanın bir alternatifi olabilir. Bu demek,
eğitim fire vermemeli, başarısızlık ve çeşitli imkânsızlıklar yoluyla
insangücü kaybında bulunmamalıdır. Diğer bir deyişle eğitim; hem toplum
ihtiyaçlarını karşılayamaz durumda, hem de öğrenci ihtiyaçlanna doyum
sağlayamamaktadır. Eğitimdeki kısır döngüyü bir eğitimci – yazar gerçekçi
bir tutumla şöyle betinlemektedir.
“Türkiye’de temel sorun “karın doyurabilmek” anlamından
başlar, okur – yazarlıktan geçer, aile eğitimine, okul ihtiyacına,
en basit sağlık işlerine gelip dayanır… Dünya döner, döner,
döner; bizim temel sorunlarımızda çözümlenmeye doğru bir arpa
boyu yol ya alınır, ya alınmaz.. Çünkü bizim dönüşümüz, öyle
dünya ile birlikte güneş etrafında değildir. Biz, kendi “fasit
dairemiz” içinde döneriz. Şöyle ki: Bütün bu ve diğer sorunlann
çözümlenmesi için para gerekir. Ama paralı olmak için de
sorunların çözümlenmesi lâzımdır. “Biz fakiriz, çünkü bizde in-
san gücü israf edilmektedir; çünkü topluma gereken eğitimi veremiyoruz;
çünkü fakiriz…” Ve böylece boşuna dönen çark içinde
harcanıp giden çocuklar, gençler, genç kuşaklar..” (1)
Görüldüğü gibi durum, acı gerçeklerden örülen bir karamsarlık tablosudur.
Oysa ki ülkemiz, eğitime çağdaş gözle bakmak zorundadır. Geri kalmışlıktan
kurtulma savaşı için kalkınmayı destekleyen bir eğitim düzeni
kurmak ve bundan en yüksek verimi sağlamak durumundayız. Ancak böylesine
görevsel bir eğitimle toplum ihtiyaçları karşılanabilir ve öğrenci kitlesinin
ihtiyaçları doyurulabilir. Böylelikle de ulusal amaçlara doğru hızlı ve
kararlı yol alınabilir.
Biz burada öğrenci kitlesinin ihtiyaçları üzerinde duracağız. Onun için
konumuzla ilgili bazı kavramları öncelikle tanımlamak gerekmektedir. Sık
sık karşılaşacağımız başlıca kavramlar:
1) ÖĞRENCİ,
2) ÖĞRENCİ İHTİYAÇLARI,
3) ARAÇLAR
biçiminde sıralanabilir.
ÖĞRENCİ diye adlandırdığımız kitle, yetişmekte olan kuşaktır ki, bunları
şöyle sınıflandırmak olanaklıdır:
a) Okul öncesi döneminde olanlar; 2-6 yaşlarında bulunan bu küme
en son sayımlara göre oldukça kabarık bir sayıya ulaşmakla birlikte
kreşler – ana okulları ve benzeri kurumlara kavuşma, yada okullaşma
oranı en düşük olan bir kümedir.
b) Temel eğitim döneminde olanlar; 7 -14 yaşlarında bulunan bu kitlenin
1966-67 ders yılındaki toplam sayısı 4 233 000 idi. (2) İkinci Beş-
Yılhk Kalkınma Plânı’nm bu kitle için gösterdiği % 90’hk okullaşma
oranı bilimsel araştırma raporları ile çatışmaktadır. Gerçek olan,
bu nüfusun üçte ikisinden biraz fazlasının okula kavuştuğu, ama
üçte bire yakın bir kısmının okuldan yoksun bulunduğudur.
c) Gençlik döneminde olanlar; 15-24 yaşlarında bulunan bu kitlenin
genel nüfusa oranı % 19,1’dir. Ortaokul çağmdakilerin ancak sekizde
birinin okula devam edebildiği, lise çağmdakilerin ise ondörtte birinin
okula devam ettiği araştırmalarla saptanmıştır. (3) Ve bu dönemdeki
nüfusun okullaşma oranı toplam olarak % 11.3’tür. (4) Her
(1) KÜR İsmet, “Gençlik Sorunu”, Cumhuriyet Gazetesi, 15.6.1968
(2) T. C. Başbakanlık Devlet Plânlama Teşkilâtı KALKINMA PLÂNI İkinci
Beş Yü Ankara, 1967, s. 160
(3) JEFFERSON N. E., “Türkiye’de Eğitim İmkânları” M. E. B. Test ve Araştırma
Bürosu Ankara, 1964, s. 4
(4) KÜR İsmet, “Gençlik Sorunu”, Cumhuriyet Gazetesi, 15.6.1968
345
üç kümede söz konusu edilen çocuklar, gençler ve genç kuşakların
başta okul ihtiyacı olmak üzere, çok yönlü ve doyuma kavuşmamış
ihtiyaçları vardır. Kaldı ki, yirmidört yaşının ötesinde de sürüp giden
ve yetişkinlere ulaşan bir eğitim söz konusudur. İşte bütün buçağlarda
olup, eğitim almakta bulunan nüfus ÖĞRENCİ KAVRAMFmn
kapsamı içindedirler.
ÖĞRENCİ İHTİYAÇLARI KAVRAMI ise, yukarda belirtilen öğrenci
kitlesinin:
a) Temel biyolojik ihtiyaçlarını,
b) Sosyal ve Psikolojik ihtiyaçlarını,
c) Eğitim amaçlarına götürmede öğretim kesimine düşen öğrenmeyle
ilgili olan ihtiyaçlarını kapsar.
Biz öğretim ve öğrenme süreci ile ilgili ihtiyaçları ele alarak, bu ihtiyaçları
gidermede kullanılan eğitim malzemelerinin tümüne birden ARAÇLAR
diyeceğiz.
ARAÇLAR kavramı ile eğitimde şu sorunları kapsayan bir konu karşımıza
çıkmaktadır:
1. Ders kitapları sorunu,
2. Genel kırtasiye ve laboratuar araçları sorunu,
3. Kültür araçları ve kitaplıklar sorunu,
4. Dinlenme – değerlendirme araçları sorunu.
Öncelikle belirtilmelidir ki, bu inceleme yukarıda özetlenen görüşler ışığında
ARAÇLAR konusuna çözüm yollan aramak amacının sınırladığı gerçekçi,
devrimci ve bilimsel bir tutuma sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Kuşkusuz
eksiklikleri ve hataları vardır. Dileğimiz, Devrimci Eğitim Şûrası’nın ülkücü
iradesine olumlu ipuçları verebilmek ve bunların en iyi biçimde değerlendirilmesidir.
GENEL EĞİTİM DURUMU ve “ARAÇLAR”
Bugünkü eğitim düzeninin bozukluğu ve sorunların karmaşıklığı kendiliğinden
oluşmuş, yapmacık bir durum değildir. Kökleri dün de, daha önceki
gün de olan tarihsel bir akışın aksamış sonuçlandır. Batıda ve doğuda uzun
yıllar insanlığın yaşayışını baskı altında tutan iskolastik, yine batıda RÖNESANS
VE REFORM hareketleri ile kınlırken, yakın doğuda dinsel tutku vs
dinci eğitim alabildiğine yayılmıştır. Bu ortam üzere Osmanlılara bakacak
olursak, ‘Osmanhlann batıdaki gelişmelere kulaklarını tıkadıklannı, şer’i bir
düzenin katı ölçüleri içinde yerlerinde sayıp durduklannı görürüz. Oysa batıda
bir yanda Rönesans ve Reform olayı, bir yandan Comenius’la beliren
346
araçlara dayalı eğitim görüşü, giderek Bacon ve J. J. Rousseau gibi öncülerle
gerçekçi doğaya dönük bir gelişmeyi hızlandırmıştır. Çağımıza ve bugüne
doğru ise Kerschenstihteiner, Pestalozzi, Decroly ve Dewey gibi öncüler batıda
eğitimi, işe – üretime ve yaşamaya dönük bir niteliğe ulaştırmışlardır. Bu gelişmeler
sonucu batıda :
a. Ders kitaplarının hazırlanışı, basımı, dağıtım ve kulanılışı bakımından
yenilikler görülmüş ve birçok ulus, tutumluluk ilkesi ışığında
ders kitaplarını ekonomik politikayı destekler biçimde kullanmıştır.
b. Genel kırtasiye, ders ve laboratuar araçları, eğitim – öğretimin yeni
bir nitelik kazanmasına yol açmış, böylece bir çok ulus eğitim düzenini
işe, üretime ve hayata uygun biçimde işletmişitr.
c. Rönesanstan çağdaş kültüre doğru bir kültür hazinesi birikmiş, evrensel
ve ulusal nitelikte yeni gelişmeler ortaya çıkmış ve uluslar bu
hümanist hazineye katkıda bulunma yarışına girmişlerdir. Bu yarış
birçok ulusun kültür ve eğitim hayatını zenginleştirmiş, ekonomik
kalkınmaya geniş ölçüde destek olmuştur.
Ne varki, bu hızlı gelişmeye ayak uyduramayan Osmanlı dönemi, günden
güne çağ dışına düşmüş ve teokratik bir eğitimin katı saplantısında kalakalmıştır.
Osmanlı dönemi özelliğini göstermek bakımından şu noktalar
ARAÇLAR SORUNU ile ilgili ve önemlidir:
1. Bilindiği üzere Osmanlılarda tam anlamı ile bir MEDRESE EĞİTİ-
Mİ vardı. Batıya karşı alabildiğine kapalı bir tutumu benimseyen bu
eğitim, ders kitaplarının geliştirilmesine, yeni görüşlere uydurulmasına
izin vermemiştir. Biçimsel bir ezberciliği üstün tutan öğretim
asıl alınmıştır. Selim Sabit Efendi’den Emrullah Efendi’ye uzanan
yenilikçi kıpırdanışlar da medrese eğitiminin kalın duvarlarını yıkamamış,
ders kitapları ilkel bir yöntemi yaşatan nitelikte kalakalmıştır.
2. Medrese eğitiminin “Şer-i şerife uygunluk” ilkesi aslında tüm eğitim
ve kültür yaşayışını baskı altında tutmuştur. Ama ders araçları
konusundaki baskısına tipik bir örnek üzerinde özellikle durmak isteriz.
Bundan 80 yıl önce Maarif Nezareti, Bab-ı fetvaya resmî bir yazı
ile “Coğrafya derslerinde harita göstermek suretiyle öğretim yapılıp
yapılamayacağı hakkında ve bunun şer-i şerife uygun olup olmadığı
hususunda” soru sormaktaydı. (1) Bu yazışma, ders araçları
ve öğretim yöntemleri bakımından Osmanlı döneminin ne denli geri
ve köhne bir tutumda olduğunun belgesidir.
3. Bilindiği üzere Kepler daha 7 yaşında iken İstanbul’da bir hava gözlem
evi (rasathane) vardı. Şer-i şerifin bağnazları, gericiler “gökleri
(1) Ekonomik ve Sosyal Etüdler Konferans Heyeti, EKONOMİK GELİŞ-
MEYİ HIZLANDIRAN ETKEN OLARAK EĞİTİM İstanbul, 1966, s. 86
347
tarassut eden uluslar kısa zamanda zeval bulacaklardır.” diyerek, bu
gözlem evini yerle bir ettiler. Aslında bu olay, pozitif bilimlere ve
bilimsel buluşlara karşı Osmanlı döneminin’ karekteristiğini gösterin
Ancak, eğitim bakımından ve özellikle eğitim araçları bakımından
da ilkelliğin tipik bir görüntüsü sayılabilir.
Bu küçük örneklerden şu sonuç çıkmaktadır: Osmanlı dönemi; Cumhuriyet
ve Atatürk dönemine katı bir tutum, karmaşık ve çağdan uzakta bir
eğitim, özden ve gerçeklerden yoksun bir kültür hazinesi bırakmıştır. Cumhuriyet
dönemi eğitim sorunları bakımından büyük boşluklarla karşı karşıla
kalmıştır. Bu bakımdan eğitimsel girişimler ve ileri atılımlar -ıbirçok devrimi
gerçekleştirmesine karşın- önemli konularda yetersiz kalmış, yada sorunları
derin temelleriyle çözüme kavuşturamamıştır.
Kırkbeş yıllık dönemde okur – yazarlık düzeyi % 13’ten ancak % 48”?
ulaşmıştır. Eğitimin teknik sorunları geçici tedbirlere, yada dış etkilere açık
çözüm yolarına terkedilmiştir. Özellikle öğretmen istihdamı konusunda dünyadaki
dört geri ülke ile, Ekvator gibi tipik ülkelerle aynı çizgide bulunmak;
öğrenci – öğretmen oranında hergün biraz daha büyüyen bir boşluğa sahip
olmak; ders kitapları, öğretim araçları ve kültür araçları sorunlarına çok
fazla ağırlık vermeyi gerektirmektedir. Eğitim masraflarının çok yüksek oluşu,
toplumsal dengesizliklerin eğitimde uçurumlar yaratmasından doğan durumlar
hep araçlar sorununun titizlikle ele alınmasını içermektedir. BÖyle
olunca en kullanışlı okuldan en iyi ders kitabına ve en olumlu okuliçi etkinliklerine
doğru araçlar sorununu incelemek, çözüm yolları araştırmak kaçınılmaz
bir görev olmaktadır.
Şimdi şu ana görüşü çıkış noktası seçerek, yukarıda sınıflandırdığımız
biçimde araçlar konusuna dönelim.
1 ? DERS KİTAPLARI SORUNU

Ülkemizde eğitim sorunlarının çok ve karmaşık nitelikte olduğuna
yukarıda kısaca değinmiştik. Bu sorunlar çıkmazının yanısıra, daha acı olan
durum ise, eğitimin pahalı ve lüks görüntüsüna karşılık verimsizliğidir. Yurttaşları
doğdukları yerlere göre kara cahillik içinde yaşamaya tutsak eden
ülkemiz, saman alevi örneği sessizce parlayan ve günden güne büyüyerek
devleşen bir eğitim ticaretine de göz yummuştur. Bu ortamda, eğitim amaçlarını
gerçekleştirmede kullanılan ders kitapları: A) Eğitim ticaretini destekler
durumdadır; B) Ülkü ve Kültür birliği sağlama bakımından yetersizdir;
C) Dil birliği bakımından çelişkilerle doludur ve D) Temel alışkanlıklar
kazandırma bakımından da görevsel olamamaktadır. Şimdi bu ana çizgiler
ışığında DERS KİTAPLARINI inceleyelim.
A. Eğitim Ticareti ve Ders Kitapları:
Ülkemizde eğitim gerçekten pahalı, yurttaşların ortalama yaşama
standartlarının çok üstünde bir masraf gerektiren biçimde yürütül-
mektedir. Yalnız ilkokulda Devletin bir öğrenciye yaptığı yıllık carî
harcama (1965 fiatları esas alındığında 250 Türk lirasıdır. Ve bir çocuğun
yıllık öğretimi Devlete en az 1200 Türk lirasına mal olmaktadır.
(1) Öte yandan ortaokulda ıbir çocuğa Devletçe yapılan yıllık
carî harcama 1000 Türk lirası, lisede ise 1250 Türk lirasıdır. Sağlık Koleji,
Köy Ebe Okullan, Eğitim Enstitüleri gibi kurumlarda ise Devletin
bir çocuğa yıllık carî harcaması 3000 Türk lirasını aşmaktadır. (2)
Bir çocuk okutmada’ bu masrafların en az 2 – 3 mislini de aileler yapmak
zorundadır. Bu pahalı durumu yaratan birçok etmenler vardır.
Bu etmenlerin başında da DERS KİTAPLARI gelmektedir.
Ders kitapları, eğitimi pahalı kılar, çünkü; ülkemizde uygulanan
ders kitaplan politikası “çok ve çeşitli kitap” esasına dayanır. Çok
ve çeşitli kitaplar kullanma, ders kitaplarının fiatlarını ailelerin ortalama
yaşama düzeyinin çok üstüne çıkmaktadır. Kitaplar yoluyla
zengin olma tutkusu bulunanlar, kitaplannı Bakanlığa kabul ettirer
bilmenin bayağı hesaplan içindedirler. Bakanlığın düzenlediği seminer
ve kurslarda birtakım dergi ve kitaplar, deste deste dağıtılmaktadır.
Ve bunlar için para söz konusu değildir. Ve birçok kitap ortaya sürülebilmektedir.
Atatürk’ün devrimci ve lâik Türkiye’sinin ilkelerine
bağlı ve bilimsel gerçeklere dayalı olmak yerine, siyasal ortama şerbet
veren kitaplar çıkmaktadır. Öyle ki, Anayasa dışı eğilimlere ve
teokratik doğmalara açık kitaplar bile satılabilmektedir. Böylece yeni
yeni yayınevleri türemektedir. Türeyiş, kitap çokluğu ve çeşidi ile
doğru orantılıdır. Ve gerçekten bu durum, ülkemiz için bir ekonomik
külfet, bir lüks tüketimdir. Denilebilir ki, ders kitaplan yoluyla
yayılan eğitim ticareti, özel okul yoluyla gelişen ticaretten daha büyük
ve daha yıpratıcıdır. Çünkü Edirne’den Hakkâri’ye uzanan yaygın
bir anlam taşımaktadır.
B. Kültür Birliği Bakımından Ders Kitapları:
Çok ve çeşitli kitap kullanma politikasının doğal bir sonucu da ülkü
ve-kültür birliği sağlayamamasıdır. Bugün, özellikle Yurttaşlık Bilgisi
ve Tarih kitaplarında nesnel ölçüler kullanılmaktadır. Her yazar
kendi özel tutumu ve çıkan ışığında kitap ortaya koymaktadır. Kamu
oyunun çok iyi bildiği gibi, Yurttaşlık Bilgisi ve Tarih Kitaplanndaki
bazı konular, siyasal gazetelerin fıkra konusu bile olabilmektedir.
iki ayn yazarın iki ayn kitabı incelendiğinde, çelişkiler ve kültür
birliğini sarsıcı durumlar görülebilmektedir. îşin bir başka yönü de
çok ve çeşitli kitapların eğitim amaçlannı ve ulusal ülkümüzü ne defi)
T. C. Başbakanlık Devlet Plânlama Teşkilâtı, İKİNCİ BEŞ YILLIK
PLÂN HAKKINDA KONSORSİYUM RAPORU Ankara, 1968, s. W
(%)?? T.C. Başbakanlık Devlet Plânlama Teşkilâtı KALKINMA PLÂNI – İkinci
Beş Yıl Ankara, 1967, s. 179
349
rece gerçekleştirebildiğidir. Eğitim amaçlarını gerçekleştirme bakımından
kitapların değerlendirilmesi yapılmamaktadır. Talim ve Terbiye
Kurulu ders kitaplarına ilişkin bir değerlendirme yapmadığı
halde, ders kitabı kabul etmenin sorumluluğunu hangi ölçülere dayandırır,
bilinmemektedir. Ve kitaplar sorununu çözümleme yönünde
hiçbir atılım görülmemekte, eğitim ticareti sürüp gitmektedir
C. Dil Birliği Bakımından Ders Kitapları:
Dil konusunda da ders kitaplarının çok ve çeşitli oluşu, birçok sorunları
doğurmaktadır. Atatürk döneminin devrimci tutumu ile özleşmekte
olan bir dile doğru bir hayli yol almış olan ders kitapları,
demokratik denemelerle birlikte birdenbire dönüş yapmıştır. Demokratik
yaşayışa uyma döneminde kitaplar, Osmanlıca, farsca,
arapça ve frenkçeden devşirme sözcüklerle dolmuş; böylece bir “terimler
çıkmazı” yaratılmıştır. Dil devrimini destekleyen, “müselles” i
atıp “üçgen”i getiren ders kitapları; her yazarın her dilden yazabilmesi
özgürlüğünde (!) yitip gitmiştir. Ve sonuç olarak bugün terimler
çıkmazının ortasında milyonla çocuk ve genç kalakalmıştır. İlköğretimden
ortaöğretime ve oradan da yüksek öğretime uzanan, değişen,
çok renkli terimler ortalığa doluşmuştur. Örneğin: “İçlem ?
Kaplam” gibi pırıl pırıl terimler, “şumûl” gibi her anlamda yabancı
olan terimlere kurban gitmiştir. Tartışmasız diyebiliriz ki, çok ve çeşitli
kitap sistemi dil birliğinden ve dil devriminden ödün veren, karanlık
bir çığın açmış ve geliştirmiştir.
D. Temel Alışkanlıklar Kazandırma Bakımından Ders Kitapları:
İlköğretimden başlayarak orta öğretim ve meslekî teknik öğretim
aşamalarında kullanılan ders kitaplarının çeşiti arttıkça, alışkanlık
lar kazandırma görevselliği de yitmiştir. Bir başka deyişle, çok ve
çeşitli kitap sistemi, okul yoluyla kazandırılacak toplumsal, kişisel
ve evrensel değerleri öğrenciye aktarmakta etkin değildir. Alışkanlıklar
vermede yetersizdir. Sözgelimi, bugün bir “okuma alışkanlığı
verme sorunu” vardır. Ne acıdır ki, okullarımız bu alışkanlığı yetişen
kuşaklara kazandıramamaktadır. Bu alışkanlığı vermede ders
kitaplarının olumlu etkisi olmadığı gibi, tersine olumsuz etkisi söz
konusudur. Çünkü ders kitapları nedenli çeşide sahip olursa olsun,
bugünkü biçimleri ile tekdüze (monoton) bir dil kullanmakta, sıkıcı
bir hava ve renk taşımaktadırlar.
YÜKSEK ÖĞRETİMDE DURUM:

Üniversite ve yüksek okullarda ders kitapları sorunu ise eğitimin ilk aşamalarındaki
kargaşalığın bir uzantısıdır. Astronomik fiyatlı ders kitapları, bu
uzantının ilk görüntüsüdür. Çünkü astronomik fiyatlı ders kitabının yazarı,
özel okul, özel iş, özel muayenehane v.b. gibi yollarla ticaretin içine kaymış-
350
tır. Bu tip öğretim üyesinin, kitabıyla ilgili özürleri ise şöyledir: “İngilizce,
Fransızca, Almanca gibi yabancı dildeki eserleri güç koşullar cinde ve yüksek
fiyatlarla edinmekteyiz. Yaptığımız derlemeyi teksir durumuna getirip, uzu»
süre ve çok emek vererek geliştirmekteyiz. Basım ve yayım işleri çok. pahalı
ye çok güç olmaktadır”.. Sonunda ortaya konulan kitap, küçük memur aylığının
.1/5 ne eşit fiyatı taşır. Bu fiyat öğrenci gelirlerini hiç önemsemeyen, gerçek
üstü bir fiyattır. .
Üniversite ve yüksek okullarda bir de TEKSİR EDİLMİŞ DERS NOTU
sorunu vardır. En yaygın biçimiyle bu notlar, herhangi bir bilim dalında
özetli olarak ders içi konferanslarını kapsamaktadır. Ve kuşkusuz bu notlar:
a) İlişkin oldukları bilim dalını yüksek öğretim ve üniversite düzeyinde
tanıtmak, araştırmalara yöneltmek bakımından yetersizdirler.
b) Genellikle bir yabancı kaynaktan, yada birkaç kaynaktan derlemedir
ki, belirli bir yabancı dile ve kültüre bağımlılık söz konusu edilebilir.
ç) Üniversel, yada uzmanlık eğitimi bakımından genç zekâları engelleyici
nitelik taşırlar. Çünkü yüksek öğretim ve üniversite, öğrencisini ilgili
bilim dalında, yada disiplinde araştırmaya, incelemeye ve bu yolla
kültürünü geliştirmeye yöneltir. Oysaki teksir edilmiş not, sınavda başarı
göstermenin reçetesidir. Öğrenciyi bağlar ve araştırma yeteneklerinin
gelişmesini engeller.
d) Ayrı bir özellikleri de, ucuza mal edilerek pahalı satılmak yoluyla bir
ticaret aracı durumuna gelişleridir. Yani eğitimdeki çok yönlü ticaret,
teksir edilmiş, notlarla da yapılagelmektedir.
TEK KİTAP SİSTEMİ

Ders kitapları konusunda yapılacak ilk iş, çok ve çeşitli kitap sisteminden
ivedilikle vazgeçmek olmalıdır. Bunun yerine TEK KİTAP SİSTEMİ benimsenmelidir.
Nitekim, ülkemizin bazı zengin kentlerinde yapılan bir ankette:
“Okullarda tek ders kitabına dönülmesini ister misiniz?” sorusu sorulmuş, alınan
karşılıkların % 99,8’i “evet” olmuştur. Anketin sonuçlan ise şöyle özetlenebilmiştir:
(1)
a) Yetkili bir komisyonun hazırlayacağı kitaplarda, bugünkü kitaplarda
rastlanan kusurların pek çoğu bulunmayacaktır.
b) Fiyatlar ailelerin ortalama hayat seviyelerine göre ayarlanacaktır.
b) Fiytlar ailelerin ortalama hayat seviyelerine göre ayarlanacaktır. Çünkü
devletin yazdırdığı, bastırdığı, sattığı kitaplar üstünden zengin
olma kaygısında olanlar bulunmayacaktır.
(1) KÜR İsmet, EĞİTİM DÜZENSİZLİĞİ Cumhuriyet Gazetesi 17.7.1967
351
c) Aile ve devlet, değişik kitap sisteminin omuzlarına yüklediği ekonomik
Joilfetten kurtulacaktır.
d) Bunlar kadar önemli bir başka yön de okullar arasında kültür birliğinin
sağlanması olacaktır.
Görülmektedir ki, aileler, çocuk babaları çok ve çeşitli kitap sisteminin
açmazlar yarattığım açıkça ‘belirtmişlerdir. Tüm bu sakıncalar karşısında TEK
KÎTAP SİSTEMİNE dönmek Türk eğitimcilerine düşen önemli bir görev olmaktadır.
Aslında Türk eğitim düzeninin (MERKEZÎ KONTROL SİSTEMÎ-
Nî BENİMSEMESİ DOLAYISIYLA) merkezden – bakanlıktan hazırlanmış, tutarlı
tek kitaplar kullanması çok olağandır.
YARDIMCI KİTAPLAR SORUNU

Tek kitap, Bakanlıkça kurulan özel kurullarca ve yetkili uzmanlarca hazırlanan
kitaptır. Tek iktaba dönüldüğünde, yeni bir sorunla karşılaşmak olanaklıdır.
O da: Yetenekli öğretmenlerin deneye ve yaratıcılığa dayanan çalışmalarını
kitap halinde yayınlayıp, kullanmak sorunudur. Öyle olumlu başarılar
ve deneyler vardır ki, yaratıcı kalemlerce kitap haline getirilir. Bu durumda
eğitimde ve öğrencilerin ihtiyaçlarını doyurmada bu tip kitaplardan
da yararlanmak olanaklıdır. Gerçek yaşantılardan, günlük olaylardan, en son
bulgulardan ve yaratıcı güçten örülmüş bu tip kitaplara YARDIMCI KİTAPLAR
adını verebiliriz. Yardımcı kitaplar, tek tip kitap sisteminin bağlı olacağı
devlet örgütünce basılıp, kullanışa sunulacağından eğitim ticareti söz konusu
edilemez. .
Yardımcı kitaplarla birlikte, yine devletçe ele alınması gereken bir konu
da DERGİLERDİR. Çeşitli okullara bölgesel, evrensel, ulusal, yada ansiklopedik
bilgi ve olanaklar sunması gereken, bugün bir ticaret alanı durumundadır.
Ve eğitimin verimine hiçbir katkıları yoktur.
2. KIRTASİYE, DERS ve LABORATUAR ARAÇLARI SORUNU

Bugün ülkemizin kırtasiye politikası, kitaplar bölümünde belirttiğimiz
eğitim ticaretine alabildiğine açık durumdadır. Buna “pahalı bir kâğıt tüketimi,
kırtasiye tüketimi politikası” da diyebiliriz. Defter, kalem, mürekkep
ve kâğıt gibi genel kırtasiyenin önde gelen ihtiyaçları öğrenci eline dört-beş
aracıdan geçtikten sonra ulaşabilmektedir. En küçük mahalle ve köy bakkalından
büyük şirketlere doğru yayılan kâğıt ve kırtasiye ticareti eğitimin aslında
pahalı olan yapısını daha da yüksek bir düzeye çıkarmaktadır.
Ders araçları ve laboratuar malzemeleri konusunda da durum aynıdır. Öyle
ki, okullar araç gereç yoksunluğu içinde kalakalmışlar; kuru bir öğretimde
köylere, fakir bölgelere, doğuya ve güney doğuya doğru gidildikçe bu
yoksulluk şiddetini arttırır. Örneğin: işlikler boştur. Laboratuar yoktur. Mutfaklar
işlemez. Uygulama bahçeleri kullanılmaz. Ve en acısı, basit airtmetik –
geometri araçlarını tanıtacak olanak bulunmaz. Haritah, grafikli, levhalı etkinlik
yerine “boşluk içinde lâfh öğretim” yapılmak zorunluluğu vardır. Bu
kesimde öğrenciler resim – iş, sosyal bilgiler, fen ve tabiat bilgileri, matema^
tik için ayrı nitelikleri olan, özel defterler – dosyalar alamazlar. Bir defter almak
büyük ekonomik başarıdır.
Orta öğretimde de “boşluk içinde laflı eğitim” söz konusudur. Halk orta
öğretimde yoksunluğu bir özdeyişle anlatmıştır. Daha doğrusu geleneksel
Türk tekerlemesini eğitime yakıştırrruştir: “Bir müdür, bir mühür”. Bu deyim,
Anadoluda yaşamdan düşmüş, araçsızlıktan dolayı iş eğitimi yapamayan,
her anlamda yoksul ortaokul, lise ve dengi okulların tanımıdır.
Yüksek öğretimde ise, araçlar ve kırtasiye sorunları bir zincirin halkaları
örneği, diğer kesimlerdeki çıkmazları aynen kendine mal etmiştir. Yüksek
öğretim için sınıflandırılmış araç ve gereçlere bir göz atalım: (1)
1. Mikrofilm ve mikrokartlar,
.. 2. Harita ve dokümanlar,
3. Teksir edilmiş diğer basılı materyaller,
4. Televizyon,
5. Öğretici filmler,
6. Şerit filmler,
7. Fotoğraf ve resimler,
8. Slaytlar,
9. Geniş transparan materyaller,
10. Levha ve grafikler,
11. Yazı tahtası illüstrasyonlar,
12. Sergiler,
13. Teyp ve teyp -bantları,
Ülkemizde öğrencilersini böylesine bir araç gereç bolluğu içinde etkin kılmış
yüksek öğretim için de bir “yoksulluk tablosu” söz konusu edilebilir.
Öğrenciler ise, bu tür araçlardan yararlanamadıklar gibi, bu araçların tanıtacağı
kaynakları bile bulma – tanıma olanaklarından yoksundur.
Tüm bu gerçekler karşısında devletin bazı örgütleri de “salla başını, al
maaşını” sessizliğine gömülmüş; sorunlara hiçbir çözüm yolu, hiçbir gerçekçi
ve ilerici uygulama getirmemiştir. Adeta adı var kendi yok gibidirler
bu örgütler. Yayımlar ve Basılı Eğitim Malzemeleri Genel Müdürlüğü, Ders
Araçları Yapım Merkezi ve Radyo ile Eğitim Örgütleri hep bu cümledendirler.
Ve öte yanda, gereç ticaretine el koymuş Öğretmenler Bankası ile
özel şirketler yaşayıp durmaktadır.
(1) JAMES W. B, JAMES W. T. Jr. YÜKSEK ÖĞRETİM Millî Eğitim Basımevi
Ankara, 1965 Sayfa: 214

3. KÜLTÜR ARAÇLARI ve KİTAPLIKLAR SORUNU
Ülkemizde araçlara dayalı olarak gerçekleşmesi gereken bir “ESTETİK
EĞlTlMl” konusu vardır. Estetik eğitimi iki yönlüdür. Birinci yönü estetik
değerleri kazandırmak ve duygular geliştirmektir. İkinci yönü ise yetenekleri
geliştirme, beceriler kazandırma ve kültür yaşamına yeni değerler
katma ile ilgilidir. Bu yönüyle estetik eğitim, kültür araçlarını tanımaya ve
kullanmaya dayanmaktadır. Bunun için olcularımızda kültür araçları türünden
olmak üzere şunlar bulunmalıdır:
1. Müzik araçları ve etkinlik ortamı,
2. Resim araçları ve etkinlik ortamı,
3. İş araçları ve yaratıcı (zihinsel) iş etkinliği ortamı,
4. Yazı araçları,
6. Edebiyat, tiyatro yada sahne sanatları araçları,
Kaba bir sınıflandırma ile belirttiğimiz kültür araçları bakimından okullarımız
tam anlamıyla yoksuldurlar. Okullarda bir mandolin, bir blok flüt,
bir keman bulunması söz konusu değildir. Aslında devlet olarak bu nokta,
okullar için benimsenmemiştir. Resim araçları konusu ise daha fazla umursamazlığa
uğramıştır. Resim – müzik konusunda bir sorumlunun verdiği demeç,
bir müzik öğretmeninin öldürülmesine kadar varmıştır. Bu olay devletin estetik
eğitime ve bunu sağlayacak araçlara verdiği önemi gösteren tipik bir
belgedir. İş araçları ile yazı araçları da önemsenmemiş, tüm bu araçlar ailelerin
omuzuna yüklenmiş bir ekonomik külfet olarak bırakılmıştır.
Başta edebiyat ve sonra da sahne sanatları ile ligili araçlar için de okullar
esas alınmamış, çocuk kitaplıkları, halk kitaplıkları kurulması yönüne
kayılmıştır. Özellikle çocuk kitaplıkları; resim-iş ,müzik, tiyatro ve sinema
-projeksiyon etkinlikleri için esaslı amaçlara oturtulmuş; ancak uygulamada
başarı elde edilememiştir. Kitaplıkların öğrenci ihtiyaçlarını sağlayama
dığmı aşağıdaki tabloya bakarak söylemek olanaklıdır. Şöyle ki; gerek halk
kitaplıklarında, gerek çocuk kitaplıklarında yıllık okuyucu sayısı 2-2,5 milyon
kadardır. En son 1965 istatistikleri toplam okuyucu sayısının 5 milyon
civarında olduğunu göstermektedir. Oysa ülkemizde salt ilköğretim alanındaki
nüfus 5 milyonu aşmaktadır.
Kitaplık sayıları ise yerleşme merkezleri sayılarına göre çok gülünç bir
düzeyde kalmaktadır. Halk kitaplığı olarak 253, çocuk kitaplığı olarak da
178 kitaplık var iken yerleşme merkezleri sayımız 44 binin üstündedir. Demek
oluyor ki, köylere, bucaklara ve birçok ilçelere hiç kitaplık düşmemekten
dîr. Ve devlet salt kentlinin, kentli çocukların devletiymiş gibi, kültür araçları
olanaklarını belirli merkezlere yığmaktadır. Tablo titizlikle incelenirse,
kitap sayıları bakımından da acı gerçeklerle karşılaşılır. Onun için tabloyu
aynen alıyorum.

KİTAPLIKLAR – KİTAP VE OKUYUCU SAYILARI 1962 – 1965 (1)
Yıl
1962
1963
1964
1965
Halk Kitaplıkları
Kitaplık
sayısı
189
222
229
253
Kitap
sayısı
1.950.929
1.896.121
2.034.069
1.922.026
Çocuk Kitaplıkları
Okur
sayısı
2.211.824
2.216.059
2.788.508
2.333.904
Kitaplık
sayısı
141
157
162
178
Kitap
sayısı
181.768
263.709
366.435
395.501
Okur
sayısı
3.064.668
2.791.968
2.848.547
2.756.783
Kültür araçları sorununa ilişkin diğer bir konu da hümanizma açısından
karşımızdadır, Türk hümanizması Tahsin Saraç’m deyimiyle “Mustafa Kemal’-
in batıya yönelmesinden sonra” başlamıştır. Çünkü Mustafa Kemal batının
emperyalizmini silkip atarken, yine o batının yaratıcı usçuluğuna saygı duymuştur.
Bu tutumu daha sonra Türk hümanizmasının öncüsü Hasan – Âli
Yücel ortaya çıkarmıştır. 2.Mayıs. 1939 da “Garp Kültür ve Tefekkür camiasının
seçkin bir uzvu olmak dileğinde ve azminde bulunan Türkiye Cumhuriyeti,
medeni dünyanın eski ve yeni fikir mahsullerini kendi diline çevirmek
ve o âlemin duyuş ve düşünüşü ile benliğini kuvvetlendirmek mecburiyetindedir.
Bu mecburiyet bizi geniş bir tercüme seferberliğine davet ediyor.”
diyen Yücel, açtığı hümanizma çığırı ile evrensel kültürün hazinelerini ülkemize
getirmede ulaşılmaz bir başarı elde etmiştir. Ne yazık ki bu başlangıç,
hızını çok çabuk yitirmiştir. Örneğin: 1946 da çevrilen yapıt sayısı 165 iken,
1957 de 15’e düşmüştür. Kuşkusuzdur ki, bu klâsikler yayını “devrimci bir
dönemin düşünce yankısıydı..” (2) Yankısıydı çünkü, bu dönemin hemen ardından
köreltme – uyutma dönemi başlamış ve Millî Eğitim Bakanlığı kendi
yayınladığı klâsikleri, kendi okullarında yasaklamaya başlamıştır.
Görüldüğü gibi devlet, kültür araçlarını Türk hümanizması açısmdan
ancak bîr dönem ele alabilmiştir. Ardından gelen yeni dönemlerde bu devrimci
tutumdan vazgeçilmiştir. Ve Türk hümanizması öğrenciler açısından
zenginleştirilip, öğrencilerin kültür değerlerinden yararlanması yönünde uygulamaya
konmamıştır.
4. DİNLENME – DEĞERLENDİRME ARAÇLARI SORUNU

Öğrenci kitlesinin okuldan çıktıktan sonra karşılaştığı dinlenme zamanıyla
ilgili birtakım sorunlar da Türk eğitiminin çözüm araması gereken
sorunlarıdır. Örneğin: Bir öğrencinin, dinlenmek üzere elde ettiği boş zamanı
nerede geçecektir? Bu zamanı değerlendiren kurumlar nelerdir? Bu
(1) T.C. Başbakanlık Devlet İst. Ens. MÎLLÎ EĞÎTÎM İSTATİSTİKLERİ
1961 – 1965 Ankara, 1967 Sayfa: 501
(2) SARAÇ Tahsin, TÜRK HÜMAİNZM SERÜVENİ İlgaz Dergisi sayı .7S
Ankara, 1.3.1968 Sayfa: 4-5
355
kurumların ne gibi eğitsel ve ulusal özellikleri olmalıdır? Bu sorunları öneme
alarak konuya eğilecek olursak, bugün için öğrencilerimizin gidebileceği
yerleri şöyle sıralayabiliriz:
1. Kahvehaneler,
2. Sinemalar,
3. Gençlik kulüpleri,
4. Genel parklar,
5. Spor salonları ve alanları,
6. Kitaplıklar.
KAHVEHANELER, gençliğin ve halkın boş zamanlarını değerlendirebilecek
birer dinlenme kurumu değildir. Değildir, çünkü ulusal bir kurum
niteliği taşımazlar. İthal edilmiştirler. Zamanı değerlendiremezler, öldürürler.
Eğitimsel hiçbir tutar yönleri yoktur. Ve bir ticaret alanıdırlar. Kahvehaneler
Berkeley idealizmi ve Piyer Loti romantizmi ile nargileli, teşbihti
bağdaş kurup uzun oturuşlu doğu mistikliğinin oluşturduğu birer çağ tek-»
keşidir. Türkiye’de dinlenme zamanlarını öldürme ve uyuşturmaya yöneliktirler.
Batının kâğıt oyunları ile daha da ilginçleşen bu kurumlar yerine Mustafa
Kemal Türkiye’si HALKEVLERİ ve HALKODALARI adıyla tam bir değerlendirme
merkezi olan, ulusal kurumlar meydana getirmişti. Halkevlerinin
kapatılmasından sonra kahvehane ticareti aldı yürüdü. Edirne’den –
İzmir’den doğuya doğru hızla ilerledi ve köy köy, kasaba kasaba konaklayarak
ilerlemektedir. 260 evlik bir köyde 9 tane kahvehane olması, Türk eğitimcisini
düşündürmelidir.
Sinema ve kitaplıklar ise ancak belirli süreler için genç kuşaklara dinlenme
– değerlendirme olanakları tanımaktadır. Sinema alanında yayılan Bond’-
lu, Gangester’li yerli – yabancı filmlerin eğitici yönü umut verici değildir. Çocuklara
iyi alışkanlıklar yerine batının Bondunu ve doğunun kabadayısını
benimsetmektedir. Dünyada film çevirme bakımından en yüksek tüketimi
yapan ülkemiz, geri kalmış bünyesi içinde sinemayı bir eğitim aracı olarak
kullanmamaktadır.
Gençlik kulüpleri ile spor salon ve alanları da eğitici, dinlendirici nitelikten
yoksundurlar. Gençlik kulüpleri aslında birer kahvehane durumuna gelmiştir.
Spor salon ve alanları profesyonellikle başlamış olan, ticaret için,
genç kuşakları öğüten bir değirmen olmuştur. Ve Amerika’da 4 H kulübü
olduğu için, bizde de kurulması gereken 4 K kulüpleri, yeni bir çığır biçiminde
köylere doğru yayılmaktadır.
Parklar da dinlenme ve değerlendirme alanı olmaktan çıkmıştır. Taşrada
hemen her park, kulakları tırmalayan gürültülü bir gazino kişiliğine bürünmüştür.
Sonuna dek açılmış bir radyo ve alabildiğine yavan bîr plak sesi
ortalığı kaplamıştır. Bu gürültülü ticaret ortamında parklar ne gençliği, ne
de halkı dinlendirebilir. Çocuk parkları ve oyun bahçeleri ise, salt belirli kentleri
kapsayan birer imtiyaz kurumudur.
356
Öğrencilerin temel ihtiyaçlarını giderme bakımından ülkemizin Araçlar
sorunu yada sorunları işte böylesine yüz üstüdür.
NELER YAPILABİLİR?

Araçlar sorununu eleştirisel açıdan incelemiş bulunuyoruz. Şimdi eğitim
devrimi açısından, bu konuda neler yapılabileceği konusunu gözden geçirelim.
Diğer bir deyişle, incelemenin ışık tutuğu yöndeki önerilerimizi,
belirtelim.
1. DERS ARAÇLARI KONUSUNDA ÖNERİLERİMİZ

a) Çok ve çeşitli kitap sisteminin ortaya çıkardığı eğitim ticareti,
kültür birliğini aksatıcı durumlar, dil devriminden ödün veren tutumlar ve
benzeri sakıncalar ortadan kadınlmalıdır. Bunu kaldıracak olan yeni uygulama
TEK KİTAP SİSTEMİDİR.
b) TEK KİTAP herkese açık genel eğitim kurumlan için özel bir
örgüt tarafından yönetilmelidir. Bakanlık tek kitabı yöneten örgüte; yardımcı
kitap ve dergiler yayınlama – dağıtma olanağı tanımalıdır.
c) Ders kitapları ne denli yetkili kurullar ve özel uzmanlar tarafından
hazırlanırsa hazırlansın, eğitim araçlarını ve ulusal ülküleri gerçekleşti
rip, gerçekleştirmediği yönünde değerlendirilmelidir.
d) Yüksek öğretim ve özerk üniversitede ise ders kitabı hamsa yayma
ve kullandırma yöntemi, devletin uyguladığı politikanın benzeri olmalıdır.
Ancak, bu kurumlar için TEK KİTAP SİSTEMİ, buradaki eğitimin özel dokusu
ile çatışır. Bu nedenle Yüksek Öğretim ve özerk üniversite basım va
yayım olanakları ile donatılmalıdır.
e) Teksir edilmiş ders notları ise maliyeti çok ucuz olduğundan,
devletin yardımları ışığında öğrencilere bedava olarak dağıtılmalı, bunların
kullanılış politikası paraya dayatılmamalıdır.
i) Tüm eğitim kurumlan eğitim – öğretim araçlan yapma yönündü
üretici çalışmalara ve iş eğitimine açık bulunmalıdır. Bunun için okul matbaalan
kurma yoluna gidilmesi düşünülmelidir.
2. KIRTASİYE ve DERS ARAÇLARI KONUSUNDA ÖNERİLERİMİZ:

a) Okullar, işlikli – mutfaklı – uygulama bahçeli – laboratuarh ve
çağdaş görüşlere uygun biçimde yapılmalı; bina ve. eklentiler bakımından
öğitsel ölçülere itibar edilmelidir.
b) Ders ve okul içi etkinliklerinin verimli olması için gerekli temel
kırtasiye ve araçlar devletin yardımı ve Bakanlığın dağıtımı ile her okula
ulaşacak biçimde kullanışa sunulmalıdır.
c) Araç – gereç bakımından üretici etkinlikler, okullardaki iş eğitiminin
ağırlık noktası olmalıdır.
357
d) Ders araçları yapım merkezi bir ünite olarak geliştirilmeli, araç
gereç ticareti eğitimi kemirmemelidir.
3. KÜLTÜR ARAÇLARI KONUSUNDA ÖNERİLERİMİZ:

a) Kültür araçları çocuk kitaplıkları gibi dar bir alan içinde düşünülmemeli,
her okul yeterince kültür aracına ve kitaba sahip kılınmalıdır.
b) Hızı kesilmiş bulunan Türk hümanizma devrimi yeniden canlandırılmalı
ve klâsiklerle birlikte çağdaş yabancı ve yerli yazarların yapıtları
yeterince bastırılıp, okullara, kitaplıklara ve halka sunulmalıdır.
c) Kültür ve sanat araçları yapım ve dağıtımı, okulların bu araçlarla
donatımı konusu hemen planlanmalı, uygulama bu plân ışığında olmalıdır.
4. DİNLENME – DEĞERLENDİRME ARAÇLARI KONUSUNDA ÖNERİMİZ:

a) Kahvehaneler sistemli bir biçimde tasfiye edilerek yerlerine
Halkevleri uygulamasının ışık tutacağı yeni kurumlar getirilmelidir. Piyer
Loti ile nargileli doğu mistikliğinin sarmaş dolaş olduğu bu ticaret alam,
üretici bir alana devredilmelidir.
b) Halkın ve öğrencilerin dinlenme ihtiyaçlarını giderecek yeni kuruluşlara
kayılmahdır.
c) Amerika’da olduğu için bizde de olması yararlı sanılan 4 K kulüpleri
yerine, okullarda ve halk eğitimi çalışmalarında üretici – değerlendirici
çalışmalara kayılmalı ye asla taklit yoluna gidilmemelidir.
BİLDİRİ ÜZERİNE TARTIŞMALAR:

Söz alan M. Rauf İNAN, bildiri sahibini kutladıktan sonra dedi ki:
“? Türkiye Anayasa’sını tamamlayan, fakat ondan önce çıkan 222 sayılı
kanun vardır. İlköğretim ve Eğitim Kanunu adını taşıyan bu kanunun 78.
maddesinin (b) fıkrasında “Yoksul öğrencilere parasız olarak verilecek okul
kitapları ve ders levazımı bedeli, öğrencilerin yiyecek, giyecek noksanlarının
telâfisi, esaslı hastalıklarının tedavisi devlet bütçesinden karşılanır.” denilmektedir.
Bunun için de 76. maddenin (a) fıkrası ile “Her yıl devlet gelirinin
% 3 ünden az olmamak üzere devlet bütçesinden yardım yapılması” hükme
bağlanmıştır. Ama bu hükümle ne Bakanlık, ne milletvekilleri ilgilenmemektedir.
Bu yüzden yuvarlak hesap 700 milyon lira olması gereken yardım yarıya
indirilmiştir. Bunun aksatılmasında parlementoda bulunan öğretmen
üyelerin vebali vardır.”
M. Rauf İNAN bundan sonra kitap konusuna değindi, tek kitabın yararlarını
anlattı ve dedi ki:

“? Resmî bilim kurullarımız dünyanın hiçbir yerinde tek kitap sistemi
yoktur diyorlar. Bu iddia doğru değildir. Bildiğimiz pek çok gelişmiş ülkelerde
tek kitap sistemi uygulanır, ilk, orta ve lise öğrencilerine parasız verilir
Bu iş bizde bir ticaret konusu olmuştur. Aynı sınıfın aynı kitabı 145, 170,
180, 190, 195, 210 ve hattâ 245 kuruşa satılmaktadır.”
Prof. Dr. Muammer ARSOY, İnan’in görüşüne katıldı:
“?? Norveç, İsveç, Finlandiya ve Danimarka gibi gelişmiş zengin ülkelerde
öğrencilere kitaplar ve ders araçları devlet tarafından parasız verilmektedir.
Hattâ Danimarkada her gün yarım litre süt de buna dahildir. Anayasamız
2. maddesiyle “Sosyal devlet” ilkesini devletin nitelikleri arasına almıştır.
Çoğunluğu yoksul halkın teşkil ettiği bir memlekette ilköğretimin
bütün araçlarını devletin parasız olarak sağlaması şarttır.”
Bilâl BİLMİŞ:
“? Ülkemizde eğitim ve öğretim fırsat eşitliğini sağlamak bakımından
okul kitap ve araçlarının da eşitlikle dağıtılması gerektiği”ni savundu.
Yalçın KÜÇÜK:
* “? Yeni deyimler bulmağa çalışmayalım. Toplum lokomotifleri yaratmağa
çalışmak, topluma öncü yaratmak demektir. Devrimci öğretide toplum
öncüsünün kim olduğu meydandadır. Bu bakımdan ilke, toplumcu öğreti ile
çelişki halindedir. Fen lisesi ve Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırmalar Kurumu
tipi organların yapmak istedikleri elit yaratmaktır. Elit yaratmakla ne
toplum kalkınması ne de devrimci eğitim olur. Bunun örnekleri vardır. Hatırlarsınız
Hüseyin Yılmaz diye üstün zekâlı bir çocuk çıktı. Teknik Üniversitede
okutuldu. Bugün Amerika’da ağır silâh sanayiinde çalışmaktadır. Türkiye’de
tek tük üstün zekâlıların yetiştirilmesine ihtiyaç yoktur. Bu Türkiye’yi
kalkındıracak yol değildir. Bu sadece tutucuların gücünü artırmağa yarar.
Bunu tehlikeli bulduğumu söylüyorum. Lütfen bildiriden çıkarılsın/1
dedi.
İsmet KÜR karşı tezi savundu:
“? Hüseyin Yılmaz, Hasan Kaptan ve daha birçok değerlerimiz memleketimizde
böylelerini yetiştirecek eğitim kurumlan olmadığı için Amerika’-
ya gitmişlerdir. Bu yüzden yurt dışına gitmekte ve orada kalmakta haklıdırlar.
Gerçekten üstün zekâlı çocukların parasız bir eğitimle yetiştirilmesi gerekir.
Ben bu maddenin aynen kabulünü rica ediyorum.”
Bildiri sahibi M. Âdem ıSOLAK söz aldı:
“? Bizim bildiride sözümü ettiğimiz kurum Fen Lisesi ve Türfkiye Bilimsel
ve Teknik Araştırmalar Kurumu değildir. Komisyonumuz bu gibi uygulamanın
karşısındadır. Beyin ihracı yapacak ve buna alet olan bütün yetenek
ve zekâ ihracı kurumlarının karşısındayız. Bizim toplum lokomotifleri,
yahut toplum öncüleri yetiştirmek için önerdiğimiz kurum, Türkiye
gerçekleri ışığında, Türkiye’nin üstün zekâlarını, Türkiye için yetiştirmek
amacına yöneliktir. Biz kendimiz için kurulmuş ulusal nitelikte kurumlar istiyoruz.
Türkiye artık kendi değerlerine sahip çıkmalıdır”, dedi.

Millî Eğitim Bakanı İUıami Ertem, Devrimci Eğitim Şûrası’
na gönderdiği telgrafta; “Çocuklarının şahsında, milletin bütününe
yararlı olma gibi şerefli ve sorumluluğu son derece ağır
bir görev yüklenmiş olan öğretmenlerimizin, kişisel çalışmalarında
olduğu gibi, toplu çalışmalarında da basarının sırrım,
herşeyden önce memleket menfaatlerinin isabetli takdirinde ve
Atatürk’ün milleti birlik ve beraberlik içinde bulundurma idealine
samimiyetle bağlılıkta bulacaklarından şüphe” etmediğini
söylüyor. Bakanın her kasabada bir imam-hatip okulu açma yarışma
girişmesi, bizim, uğurunda savaş verdiğimiz bu ilkelere,
onun inanmadığını gösterir.
“Türk eğitiminin millî kültür ve değerlerimize bağlılıktan”
asla şaşmayan öğretmenlerine karşı, insan olanın vicdanını ürperten,
kanunsuz olmaktan öte, insafsız bir kıyım ugulama görevi
yapan Bakanın, “milletlerin, demokratik düzen içinde, insan
haysiyetine yakışır şekilde yaşama arzulannın bile engellerle
karşılaştığı bir dünya”dan söz etmeğe hakkı olmamak gerekir.
Bakan gelmediği Şûra’mızı, genel müfettişlerle izletti. Biz
onun, “eğitim meselelerini bir bütün olarak elealacak.. VIII. Eğitim
Şûrasına bütün meslek kuruluşlarımızın yapıcı fikirlerle
katkıda bulunmalarım temenni” edişini, resmî bir çağın sayarak
Şûra’ya katılacağız ve görevimizi yapacağız.

KOMİSYON RAPORU:
ÖĞRENCİLERİN TEMEL İHTİYAÇLARI
A) BİYOLOJİK İHTİYAÇLAR:

a) Besin ve beslenmeye ilişkin öneriler:
1. Genç kuşakların besin ve beslenmeye ilişkin sorunlarını çözümlemek
için işe hamile ve emzikli kadınların beslenmesi ile başlamak ve
bunu bir öğrenim konusu haline getirmek lâzımdır. Bu hizmeti sağlık ve
Millî Eğitim Bakanlıkları birlikte yürütmelidirler.
2. İlkokullarda beslenme eğitimi önemle ele alınmalı yabancı yardımlar
propaganda niteliği taşıdığından ve onur kırıcı bir hal almış olmaları
dolayısıyle beslenme çalışmalarına millî bir karekter verilmelidir. ÇARE teşkilâtınca
yapılan Süttozu ve yiyecek yardımına derhal son verilmeli, çocuklarımıza
tarhana ve benzeri millî gıdalar yedirilmelidir.
3. Bütün öğrenim safhalarında (ilk, orta ve yüksek) devletin ve
mahallî idarelerin imkânlarından yararlanarak öğrencilere öğle yemekleri
parasız verilmelidir. Okullarda muntazam yemekhaneler yaılmahdır. Yatılı
okullarda yemek işleriyle ilgilenecek ve bu konuda bilgi sahibi yeteri kadar
eleman bulundurulmalıdır. Öğretmen okullarında yemek ve beslenme işleri
bir eğitim konusu olarak ele alınmalıdır.
4. Tarım politikamız yabancı etkilerden kurtarılmalı ve yurt ihtiyaçları
ile gerçeklerine uydurulmalıdır. Daha çok et, daha çok süt, balık vs
yumurta üretilmeli tahıl tüketimini kısıtlayacak tedbirler alınmalıdır.
5. Besin kontrol işlerine önem verilmelidir. Yiyeceklerin satış fiatlarımn
alabildiğine yükselmesine sebep olan çıkarcı ve aracılarla mücadele
edilmelidir.
6. Üniversitelerin ilgili fakültelerinde (tıp, veteriner, ziraat, eczacılık,
eğitim vb.) Beslenme kürsüleri bulunmalı; bir yandan da yurt çapında
teknik elemanlar yetiştirilmelidir. İlk okul, orta okul ve liselerde beslenme
dersleri okutulmalıdır.
7. Üniversitelerde ve yüksek okullarda öğrencilere besin ve beslenme
ihtiyaçlarını karşılayacak seviyede burs ye kredi verilmeli ve mümkün
olamıyorsa bir öğün parasız yemek verme çareleri araştırılmalıdır.
8. Kısa vadeli bir tedbir olarak üniversite merkezlerinde bazı lokantalarla
anlaşma yapılarak öğrenciye ucuz ve kaliteli yemek verilmesi ve
bu lokantaların üniversite ve öğrenci kuruluşları tarafından denetlenmesi
sağlanmalıdır.

b) Barınmaya İlişkin Öneriler:
1. Barınmaya ilişkin sorunların yurt çapında ele alınmasına ve
gençlerin okul öncesi çağdan itibaren bütün öğrenim süresince olumlu şartlar
içinde barınmalarına çalışmak lâzımdır.
2. Üniversiteler açılırken öncelikle barınma ihtiyaçlarının giderilmiş
olup olmadığı araştırılmalıdır. Ankara’da olduğu gibi bir şehirde üç
üniversite kurmaktan vazgeçilmeli ve üniversiteler yurt yüzeyine dağıtılmalıdır.
Bu takdirde barınma imkânları meydana gelecek ve kolaylaşacaktır.
3. Şatafatlı ve gösterişli öğrenci yurtları inşa etmekten sakınmalı
ve buna karşılık ucuz ve ihtiyaçları karşılayacak şekilde donatılmış yurtlara
gidilmelidir.
5. Öğrenci yurtlan inşa edilirken üniversitelerimiz özel kesime bol
miktarda teknisyen yetiştirmekte olduğu gerçeği dikate alınarak özel kesimin
de yurt yatırımlarına iştiraki sağlanmalıdır. Yurtların işletilmesi işi,
üniversitelerin denetiminde öğrenci kuruluşlarına ve gerekiyorsa mülkiyeti
bunlara devredilmelidir.
^ 6. Yurt yöneticiliği bir öğrenim konusu haline getirilmeli ve öğretmenler
belirli bir kurstan geçirildikten sonra yurt yönetcisi olarak görevlendirilmelidir.
Bu yöneticiler emekli ve gücünden yararlanılması. mümkün
olan öğretmenler olabilir.
7. Yurtların ücretleri öğrencinin geliri ile orantılı olmalıdır. Yurt
ücretleri ucuzlatıl amıyorsa öğrencinin geliri artırılmalıdır.
8. Öğrenci yurtlarının özel kesim tarafından işletilmesi smırlanmalıdır.
Buna müsaade edildiği takdirde bu yurtlarda belirli nitelikler aranmalı
ve bir yönetmelikle tesbit edilecek olan bu niteliklere sahip olmayan
yurtlara açılış müsaadesi verilmemelidir. Verilmiş olanlar da geri alınmalıdır.
9. Yurtlar, üniversite idareleri, Sağlık Bakanlığı ve Millî Eğitim
Bakanlığı tarafından çok yönlü bir denetim altında bulundurulmalıdırlar.
c) Isınma, Aydınlanma ve Temizlenmeye İlişkin Öneriler:
t
1. Isınma, aydınlanma, temizlenme meseleleri ve B eğitim konusu
yurt çapında bir problem olarak ele alınmalıdır.
2. İlkokuldan başlayarak bütün eğitim kuruluşlarındaki şartlar yeniden
gözden geçirilmeli ve belirli standartlar vazedilerek bunların uygula
mp uygulanmadığı Millî Eğitim ve Sağlık Bakanlarınca, üniversitelerde üniversite
idarecilerince dentlenmelidir.
3. Banyo, lavabo, çamaşır meselesi yurtlarla yatılı okullarda önemli
bir problem olarak ele alınmalıdır.
4. Özel okullar, özel yurtlar bu belirli standartları sağlamadıkları
takdirde açılışlarına izin verilmemelidir.

d) Giyinmeye İlişkin Öneriler:
1. Öğrenciler giyimin dış görüntüyü korumak ve modayı izlemek
için “değil, sağlığı korumak ve rahat etmek için yapılan bir girişim olduğunu
anlamalıdırlar. Bunun için eğitim ve propaganda faaliyetine girişilmelidir.
2. Okullarda öğrencilerin yabancıları taklit edecek şekilde giyinmelerine
engel olunmalı fakat bu uygulama yasaklama şeklinde yürütülmemelidir.
Telkin ve ulusal duyguları harekete getirerek öğrenciledimizin uygar
bir Türk gibi giyinmeleri sağlanmalıdır.
3. Giyimin beslenmeden önemli olmadığı öğrenciye öğretilmeli ve
öğretici durumda olanlar davranışları ile öğrencilerine örnek olmalıdırlar.
4. Yerli malından yapılmış giyim eşyası kullanılmalıdır.
5. Sümerbank ve benzeri kuruluşlar, Kız enstitüleri ile işbirliği yaparak
öğrenci tipi giyim eşyası üzerinde araştırmalar yapmalı ve pazara
ucuz iç ve dış giysiler çıkarmalıdırlar.
6. Kız enstitüleri yurt gerçeklerine uymayan modanın yayıcısı olmaktan
kurtarılmalıdırlar.
e) Sağlık Korumaya İlişkin Öneriler:
1. Öğrencilerin sağlığını korumak için tedavi çalışmalarından çok
temel ihtiyaçların yeterli bir şekilde korunmasına ve karşılanmasına ihtiyaç
vardır.
2. Üniversitelerin hepsinde orta öğretim kuruluşlarının belirli meryezlerinde
bir Mediko – Sosyal merkezi açılmalıdır. Millî Eğitim Bakanlığı vs
Sağlık Bakanlığının sağlık örgütleri güçlendirilerek ilkokul, ortaokul ve
liselerde sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine ilişkin dispanserler kurulmalıdır.
3. Türkiye’nin tüm sağlık sorunu, çocuk ölümleri, hastalıklar ve
sosyal hekimlik porblemleri çözümlenmelidir.
4. Hastalanan öğrencilerin tümü lüzum görüldüğü takdirde devlet
ve üniversite hastanelerinde parasız olarak tedavi edilmeli veya masrafları
devlet tarafından karşılanmalıdır.
5. İlâç meselesi incelenmeli ve Türkiye ilâç pazarı olmaktan kurtarılmalıdır.
6. Her üniversitede bir öğrenci hastanesi kurulması için imkân
araştırılmalıdır.
f) Spor, Dinlenme ve Eğlenmeye İlişkin Öneriler:
1. Spor, dinlenme ve eğlenme; sağlığı korumak için lüzumlu ihti
yağlardır.
2. Öğrenimin her aşamasında çocuğa, çağı ile uyarlı dinlenme, eğlenme,
spor yapma olanakları hazırlanmalıdır.
3. Boş zamanları değerlendirme işi ele alınmalıdır.
4. Spor, dinlenme ve eğlenme olanakları hazırlanırken beslenme,
barınma gibi daha önemli ihtiyaçların öncelikle karşılanması unutulmamalıdır.
363
5. Ulusal spor ve kültürün etkinliği yabacı kültür merkezlerinin
Türkiye’deki etkinliğini aşmalıdır.
B) SOSYAL İHTİYAÇLARLA İLGİLİ ÖNERİLER:

1. Türk eğitim sistemi öğrencileri gelişme dönemlerine göre aşağıda
belirtilen temel ihtiyaçları ile bir bütün kabul etmelidir. Şöyle ki:
a) Bebeklik ve süt çocukluğu dönemi,
b) Tuvalet eğitim dönemi,
c) Oyun dönemi (3-7 yaş)
d) İlkokul dönemi (7-12 yaş)
e) Ergenlik ve delikanlılık dönemlerine ilişkin ayrı ayrı sosyal
ihtiyaçlar bilimsel bulgulara ve yurt gerçeklerine göre doyuma kavuşturulmalıdır.
2. Geleneksel aile eğitimini ve okul eğitimini, çağdaş uygarlığın gereklerine
uydurabilmek için ulusal kişilik özelliklerimizin incelenmesi gerekmektedir.
Bu bakımdan öğretmen yetiştiren kurumlar ile üniversitelerin ilgili
fakültelerinde ulusal kişilik özelliklerimizi derinlenmesine inceleyerek a
raştırmalar ve değerlendirmeler yapılmalıdır.
3. Her aşamadaki okularda öğrencilerin sosyal ihtiyaçları “Okul
ve Ruh Sağlığı Örgütü” tarafından karşınlanmalı, bu konuda görevsel çalışmalara
gidilmelidir.
Ruh Sağlığı ile İlgili Öneriler:
1. Eğitim düzeni; kurumlan, işleyişi ve niteliği ile öğrencilerde:
a) Kendine karşı olumlu duygular geliştirmelidir.
b) Başkalarını ve kendini gerçekçi açıdan değerlendirebilir durumu
yaratmalıdır.
c) İnsanlarla ilişki kurup bunu sürdürme alışkanlığı kazandırmalıdır.
d) Çevre ile ilişki kurup bunu sürdürme alışkanlığı kazandırmalıdır.
e) Bağımsızlık duygu ve davranışı geliştirilmelidir.
f) Merak ve yaratıcılık geliştirilmelidir.
h) Başa çıkma ve savaşma yeteneklerini geliştirmelidir.
2. Sosyal ihtiyaçlar ve Ruh sağlığı açısından ğretmen öğrenci ilişkileri
incelenmeli yeniden bir plânlama ve uygulama işine gidilmelidir.
3. Okullarda ruh sağlığı örgütünün bir bölümü şeklinde işleyen birer
“Ruh Sağlığı Örgütü” bulunmalıdır. Bu örgütlerde:
a) Okul danışmanları bulunmalıdır.
b) Ziyaretçi öğretmenler çalışmalıdır.
c) Ruh sağlığı ve zekâ uzmanları bulunmalıdır.
4. Okullar ruh sağlığı hizmeti olarak sistematik çalışmalarla, zekâ
ölçme araçları, kişilik envanterleri ve özel bilgi dosyalan geliştirmeli; okul
uyumsuzluğu yoluyla açılan insan gücü israfları önlenmelidir.

5. Üstün yetenekli, üstün zekâlı çocuklar için özel okullar açılmalıdır.
6. Geri zekâlı ve uyumsuz öğrencileri yurttaş olarak kazanmak ve
onları da üretim alanlarına sevk etmek için özel geri zekâlılar eğitimi yapılması
düşünülmelidir. Yine kör, sağır ve sakatlar için de özel yetiştirme
kurumlan ile rehabilitasyon merkezleri açılmalıdır.
7. Ruh sağlığı hizmetlerini geniş bir çevrede örgünleştirmek ve denetlemek
üzere “Bölge Rehberlik Merkezleri” kurulmalıdır.
C) ARAÇLAR:
a) Ders Kitaplarına İlişkin Öneriler:
1. Halen uygulanmakta olan çok ve çeşitli kitap sisteminin ortaya
çıkardığı “Eğitim ticareti”, “Kültür birliğini sarsıcı durumlar”, “Dil devriminden
ödün veren tutumlar” ve benzeri sakıncalar ortadan kaldırılmalıdır.
?? 2. Çok çeşitli kitap sistemi kaldırılarak tek kitap sistemine
gidilmelidir.
3. Tek kitap herkese açık genel eğitim kurumlan, için Bakanlıkça
basılır, dağıtılır ve kullanışa sunulur biçimde özel bir örgüt tarafından
yönetilir, tek kitabı yöneten örgüt yardımcı kitaplar ve okul dergileri yayınlama
olanaklanna da sahip bulunmalıdır.
4. Ders kitaplan, yetkili kurullar ve özel uzmanlar tarafından
hazırlanmalı, öğretimde kullanıldıktan sonra Bakanlıkça özel olarak değerlendirilmelidir.
5. Yüksek öğretim ve özerk üniversitede ise ders kitabı basma,
yayma, ve kullanma yöntemi devletin uyguladığı politikanın benzeri olmalıdır.
Ancak bu kurumlar için tek kitap. sistemi buradaki eğitimin özel
dokusu ile çatışır. Bu nedenle özerk üniversite basın yayın olanaklan ile
donatılmalıdır.
6. Teksir edilmiş ders notları, maliyeti çok ucuz olduğundan
devletin yardımlan ışığında öğrencilere parasız olarak dağıtılmalıdır.
7. Bölgesel okul matbalan kurma yoluna gidilmelidir.
b) Kırtasiye ve Ders Araçlarına İlişkin Öneriler:
1. Türkiye okullan Hakkı Tonguç’un açtığı çığır ışığında, işlikli,
mutfaklı, uygulama bahçeli, lâboratuarlı ve çağdaş görüşlere uygun biçimde
yapılmalıdır. Binalar ve eklentilerde eğitsel ölçülere itibar etmelidir.
2. Eğitim ve öğretimde fırsat eşitliğini gerçekleştirmek için
herkese açık genel eğitim kurumlannda kırtasiye ve ders araçlan devlet tarafından
parasız olarak sağlanmalıdır.
, 3. Araç ve gereçler bakımından üretici etkinlikler okullardaki
iş eğitiminin ağırlık noktası olmalı ve sanat enstitüsü gibi teknik kurumlarda
..ders araçlan devletçe yaptırılmalıdır.
4. Ders araçlan yapım merkezi bir ünite olarak geliştirilmeli
ve gereç ticareti durdurulmalıdır.
365
C) Kültür Araçlarına İlişkin Öneriler:
1. Kültür araçları, çocuk kitaplıkları ve halk kitaplıkları gibi
dar bir alan içinde düşünülmemeli; her okul yeterince kültür aracına sahip
kılınmalıdır. Bu cümleden olarak her okul:
; a) Müzik araçları
b) Resim ve iş araçları
c) Yazı araçları
d) Edebiyat, tiyatro ve sahne sanatları
e) El sanatları araçları ile donatılmalıdır.
2. Hızı kesilmiş bulunan Hümanizma hareketi, bu hareketin
büyük öncüsü Hasan Âli Yücel’in açtığı çığır ışığında yeniden canlandırılmalıdır.
Klâsiklerle birlikte çağdaş Türk ve dünya yazarlarının yapıtları yeterince
bastınlmalı, okullara, kitaplıklara ve halka sunulmalıdır.
3. Kültür ve sanat araçları bakımından devletçe ( bir merkez
kurulmalı, yapılan araçların okullara dağıtımı Bakanlıkça plânlamalı ve
yürütülmelidir.
4. Teksas, Pekoss Bili, Nat Pinkerton gibi zararlı çocuk yayınları
ile Anayasa dışı teokratik yayınlar durdurulmalıdır.
5. Ders kitapları, ders araçları ve kültür araçları konusunda
seçim yapmaya yetikili Bakanlık komisyonlarında, en yetkili öğretmen örgütünün,
temsilcileri bulunmalıdır.
C) Dinlenme Araçlarına İlişkin Öneriler:
1. Kahvehaneler, sadece dinlenme yeri olmaktan sistemli bir
biçimde kurtarılmalıdır. Buralar tasfiye edilerek yerlerine halkevleri uygulamasının
ışık tutacağı kurumlar çoğaltılmalıdır.
2. Halkın ve öğrencilerin dinlenme ihtiyaçlarını karşılamak
için:
a) Yaz okulları ve kampları,
b) Çocuk bahçeleri,
c) Genel parklar,
d) Okul parkları,
e) Çocuk kitaplıkları,
f) Bölge tiyatroları, ‘
g) Çocuk tiyatroları,
h) Müzikevleri,
i) Resim ve plâstik sanatlar etkinlik merkezleri,
j) Emeklilik evleri gibi kuruluşlar çoğaltılmalıdır.
3. Amerikada olduğu için bizde de bulunması yararlı sanılan
4 K Kulüpleri yerine, okullarda ve halk eğitimi çalışmalarında üretici, değerlendirici
çalışmaları kayılmahdır. Bu konuda asla taklit yoluna gidilmemelidir.
Rapor okundu oybirliği ile kabul edildi.

DEVRİMCİ EĞİTİM ŞURASI
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ Sayfa(Bş-Bt):5-8

GENEL BAŞKAN FAKİR BAYKURT?UN DEVRİMCİ EĞİTİM ŞÜRASI?NI AÇIŞ KONUŞMASI Sayfa(Bş-Bt):15-28

KOMİSYON – 1 DEVRİMCİ EĞİTİMİN AMAÇLARI İLKELERİ YÖNTEMİ Sayfa(Bş-Bt):29-36

KOMİSYON – 2 GERİ KALMIŞ ÜLKELERİN EĞİTİMİ ÜZERİNDE EMPERYALİST ve KAPİTALİST ETKİLERİ Sayfa(Bş-Bt):37-115

KOMİSYON – 3 ANAYASADA EGlTİM İLKELERİ ve ÜLKEMİZDEKİ TEMEL ÇELİŞKİLER Sayfa(Bş-Bt):117-138

KOMİSYON – 4 BUGÜNKÜ EĞİTİM KURUMLARI ve YENİ KURUMLARA İHTİYAÇ Sayfa(Bş-Bt):139-250

KOMİSYON – 5 TÜRK TOPLUMUNUN KÜLTÜR ve SANAT SORUNLARI Sayfa(Bş-Bt):251-300

KOMİSYON – 6 TÜRK EĞITIMINDE ÖĞRENCI SORUNLARI Sayfa(Bş-Bt):301-366

KOMİSYON – 7 KÖY ENSTİTÜLERİ UYGULAMASINDAN ÇIKAN SONUÇLAR Sayfa(Bş-Bt):367-394

KOMİSYON – 8 EKONOMİK ve TEKNOLOJİK AÇIDAN DEVRİMCİ EĞİTİM Sayfa(Bş-Bt):395-422

KOMİSYON – 9 TÜRK EĞİTİMİNDE ÖĞRETMENİN YERl ve SORUNLARI Sayfa(Bş-Bt):423-474

KOMİSYON – 10 TÜRK EĞİTİMİNİN PLANLANMASI Sayfa(Bş-Bt):475-498

ŞÛRA BİLDİRİSİ Sayfa(Bş-Bt):499-502

TÜRKİYE ÖĞRETMENLER SENDİKASI GENEL BAŞKANI FAKİR BAYKURT?UN KAPANIŞ KONUŞMASI Sayfa(Bş-Bt):502-505

DEVRİMCİ EĞİTİM ŞÜRASI’NDAN NOTLAR Sayfa(Bş-Bt):507-508

ŞÜRA’YA KATILANLAR Sayfa(Bş-Bt):509-521

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir