1980 Sonrası Türkiye’de Roman – Doç. Dr. Mediha Göbenli

Genelde edebiyat bilimcileri ve eleştirmenlerinin 12 Eylül 1980 sonrası edebiyatla ilgili paylaştıkları ortak görüş, romanın bu tarihten sonra kökünden bir değişim geçirdiği ile igilidir. Romanın konusu artık toplumsal içeriklerden uzaklaşmıştır; genel eğilim psikolojik, fantastik, mistik, yani gerçek üstü süjelerden oluşmaktadır. Bunun toplumsal-siyasi ve de edebi nedenlerinden biri hiç kuşkusuz 12 Eylül 1980 darbesinde aranmalıdır. Nitekim bu darbenin hedefi siyasi solu zayıflatmakla beraber siyasetin dışında, toplumsal duyarlılıktan ve sorumluluktan uzak kayıtsız bir kuşak yaratmaktı. Bu açıdan bakıldığında darbenin başarılı olunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Ancak darbenin yol açtığı etkiyle beraber, 1980 sonrası edebiyat eğilimine dünya çapında eşlik eden postmodernizm de önemli bir faktördür. Postmodernizm, grotesk, alay, parodiden oluşan bir üslup yöntemiyle ben merkeziyetçi bir bireyciliği ve çoğulculuğu savunurken bütün evrensel idealleri ve insancıl değerleri reddeder. Bütün ?büyük anlatılar?ı, ki bu en başta Marksizm, tarih, ideoloji, aydınlanma ve evrenselciliktir, kara listesine alan postmodernizm bunların yerine yerelliği, bölünmüşlüğü, farklılığı, mistifikasyonu koymaktadır. Ancak öte yandan bir ?büyük anlatı? olan kapitalizme hiç dokunmaz. Çünkü postmodernizm kendini kapitalizmin hizmetine sunup, ondan başka seçenek olmadığını savunmaktadır. Bugün en son Irak örneğine baktığımızda bölünmüşlüğün, etnisitenin, farklılığın neye tekâbül ettiğini görmemek mümkün mü? Böl/parçala ve yönet yöntemi hep kapitalizmin uyguladığı yöntem olagelmiştir. Bu bağlamda postmodernizmin neye hizmet ettiği çok açıktır.

Türkiye?de 1980 sonrası roman açısından bunun anlamı: Etnisitenin yüceltildiği, farklılığın, marjinalliğin savunulduğu, eşitliğin ?aynılaştırıcı? olduğu için hiç sözünün bile edilmediği romanların yazılması demekti. 1980?den sonra çıkan romanları içerik açısından kabaca beş ana başlık altında toplayabiliriz: Tarihselcilik (Batılılaşma sorunsalı, tarihe kaçış), iç göç (kentleşme), ideolojik kimlik bunalımı (sol geçmişin tasfiyesi), emansipasyon (erkek ve kadın eşitliği, ilişkiler sorunsalı) ve kuşaklar arası çatışma. Bu beş başlıktan en çok ilgi göreni ise, ister öz eleştiri, ister teslimiyet/geriye çekilme, ya da inanç kaybının dillendirilmesi yoluyla olsun, sol geçmişle hesaplaşma olmuştur. 1980?lerde yazma motivasyonu 1970?lerde olduğu gibi toplumsal ve siyasal gerçeklerin nesnel anlatımı değildir artık. Bu romanlar arasında Ahmet Altan?dan ?Sudaki İz? (1985), Ayla Kutlu?dan ?Hoşçakal Umut (1986), Oya Baydar?dan ?Kedi Mektupları? (1992), Adalet Ağaoğlu?ndan ?Üç Beş Kişi? (1984) ve Latife Tekin?den ?Gece Dersleri? (1986) romanları sol hareket içinde yer almış karakterlerin inanç ve kimlik bunalımını anlatır.

Bu yazarlar romanlarında sol geçmişleriyle bir iç hesaplaşmayı anlatırken, 1990?lı yılların romancıları, öncelikle de genç kuşaktan olan ve 1990?larda ortaya çıkan ?fenomen yazarlar? -Elif Şafak?ın ?Bit Palast? romanında olduğu gibi- sol ile alay edip solun değerlerini ironikleştirecektir. ?Fenomen yazar?a daha yakından baktığımızda ilk bakışta toplumla uzlaşmaz gibi gözükür, ancak aynı zamanda ?best-seller? yazarlar kategorisine girer, yani edebiyat piyasasının ihtiyacını ve koşullarını çok iyi bilen bir yazardır. Ali Mert ?fenomen yazar?ın özelliklerini şu sözlerle tarif eder:
?Bugünkü ?fenomen yazarlar?ın 80 öncesi fenomenlerden (?kült yazarlar?dan ya da ?beat kuşağı yazarları?ndan) en önemli farkı ?imaj çağı?nda yaşamaları, kendilerini imaj değerleriyle konumlandırmalarıdır. […] örneğin Aslı Erdoğan ve Elif Şafak?ta, ortalığa saçılan bir kendini gösterme çabası hakimdir. Medyatik çıkışlar, pop imajlar ve zekice tasarlanmış uyumsuzluklar yazdıklarına ve yaptıklarına bulaşmaktadır. Yaptıkları dedik, çünkü yazdıkları kadar ve yazdıklarından çok, magaziner yaşam notları ve fotoğrafları önem taşımaktadır.? (Ali Mert, Omurgayı Çakmak: Türkiye?de Aydının ?Omurga Sorunu? Üzerine 30 Deneme, Gelenek Yay. 2002, s. 109-110) Yayın piyasası tarafından ?fenomen yazarlar? olarak sunulan (ki burada ?pazarlama? işlevini Radikal gazetesi üstlenmiştir) bu yazarları Marksist eleştirmenler ?sayıklamanın romanı?nın yazarları olarak eleştirir. Nedir sayıklamanın romanı? Yine Ali Mert?ten aktarıyorum:
?Gerileyen nesnelliğin, parçalandığı bilincin, serbest çağrışımlarla, saplantılarla ve kendi bedeniyle uğraştığı; kahramanı küçük sembollerle, örnek olsun cüce, fare ya da hamamböceği olarak kurgulandığı; genel olarak kurguyu öne çıkardığı; ne anlattığıyla değil nasıl anlattığı arasındaki bütünlüğü kopardığı; zeka oyunlarının, tarih gezintilerinin öne çıktığı ve genelde bütünlük ve süreç kavramlarına karşı durulan bir roman türü […]? (A. Mert, s. 98)
Bu yazarlardan Elif Şafak?a daha yakından bakacak olursak, Şafak bütün bu kriterlere uymakla beraber, 1980 sonrası Doğulu akademisyenlerin Amerikan üniversitelerinde ortaya atıp söylemleştirdiği ?postkolonyalizm? kriterlerine de uymaktadır: Elif Şafak Türkiye?deki Üniversitelerin yanında bir dönem Michigan Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak bulunmuş, Arizona Üniversitesi Yakın Doğu Araştırmaları bölümünde İslamiyet, kadın, mistisizm, kültüren kimlikler, Ortadoğu?da marjinal kimlikler hakkında dersler vermiş, Zaman gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır. Şafak?ın doktora konusunun başlığı ?Türk modernleşmesinin övdüğü ve sövdüğü kadın prototipleri ve marjinaliteye tahammül sınırları? dır. Bu doktora çalışmasının başlığında da işaret edildiği gibi Elif Şafak, romanlarında genellikle marjinalleşmiş insanların hikâyelerini, kimlik arayışlarını anlatır. ?Bit Palas? böcek, bit, hamamböcekleri ve çöp kokusundan geçilmeyen, İstanbul?un bir semtinde on apartmandan oluşan Bonbon Palas ve ortalama, saplantılı Bonbon Palas?ın sakinlerinin hikayelerini anlatır. Bu insanlar, iletişim kuramayan, yabancılaşmış, yalnızlık çeken, kopuk, nevrotik ve bir biçimde bağımlı ? alkol bağımlısı, hastalık derecesine varan temizlik yapma ihtiyacı veya çöp toplama güdülü insanlardır.
Anlatı süresi 1 Mayıs 2002 olup, olay örgüsü böcek ilaçlayıcısı Haksızlık Öztürk?ün kamyonetiyle yanlışlıkla bir Mayıs yürüyüş kortejinin içine dalmasıyla başlar. Haksızlık Öztürk Bonbon Palas?ı böceklerden temizlemek için yola çıkmıştır. Bonbon Palas 1966 senesinde ? Bolşevik Devrimi?n den sonra Türkiye?ye yerleşen ? bir Rus karı-koca tarafından yapılmıştır. Geriye dönüşlerle romanda Antipova çiftinin öyküsü, İstanbul?a gelişleri, ondan sonra Paris?e göçleri ve yeniden İstanbul?a geri dönüşleri anlatılır. Bonbon Palas?ın inşaası anlatıldıktan sonra tanrısal anlatıcı, kamerasını Bonbon Palas?ın sakinlerine çevirir. İlk başta yazar Bonbon Palas?ta yaşayan insanların ?küçük? öykülerini anlatmak ister sanki, ne var ki roman ilerledikçe ?Bit Palas?ın sindirilmesi zor, laubali bir dille, Osmanlıca sözcükler ve gündelik dilin karışımıyla, ?Bonbon Palas? ve sakinlerinin fatalist/kaderci çürümesini anlatan bir roman olduğunu gösterir. Bu anlatım özellikle insanların böceklerle özdeşleştirildiği ve karşılaştırıldığı bölümlerde görülmektedir. (Burada Kafka?nın ?Dönüşüm? öyküsüyle bir mukayese yapmak gerekirse, kapitalist üretim koşullarından dolayı kendi kendini böceğe dönüştüren Gregor Samsa?ya okur acırken, Şafak?ın romanında iğrenme duygusu uyanmaktadır.) Romanın sonunda okuru maskara bir sürpriz bekler: Birdenbire romanla hiçbir bağlantısı olmayan bir Ben-anlatıcı ortaya çıkar ve kendini haşarattan korkan bir devrimci olarak tanıtır. (Haksızlık Öztürk romanın sonunda bu devrimciyle tekrar sahneye çıkar, çünkü bir Mayıs Mitingi?nde yanlışlıkla gözaltına alınmıştır, ?Devrimcilikten göz altına alınan ilk böcek ilaçlamacısı?.) Ben-anlatıcı hapishanede can sıkıntısından böcek fobisini yenmek için Bonbon Palas?ın hikayesini kurgulamıştır zihninde. (s. 381) Roman, ?hayat saçma?, ?fortuna bıkkındır? tespitiyle son bulur. Bu bitişi edebiyat tarihçisi ve kuramcısı Ernst Fischer?in sözleriyle yorumlayabiliriz: ?Dekadanlık için boşluk duygusu, anlamsızlık, can sıkıntısı son derece önemli özelliklerdir.? (Ernst Fischer, ?Entfremdung, Dekadenz, Realismus?, Fritz Raddatz (Haz.), Marxismus und Literatur, Hamburg 1969, Cilt 3, s. 44)
Fortuna ve kadercilik Elif Şafak?ın romanının çatısını oluşturmaktadır. Romanın başında ve sonunda da belirtildiği gibi, hakikat yatay bir çizgiden, yalan dikey bir çizgiden, saçmalık ise bir çemberden oluşur. Yazar, ne bir sonu, ne de bir başlangıcı olan çemberi tercih eder. Oysa tarih, ?kontinite ve diskontinitenin, evrimin ve devrimin canlı diyalektik bütünlüğüdür?. (G. Lukacs, ?Es geht um den Realismus?, Raddatz (Hz.), age., Cilt 2, s. 83)
Zira Şafak dinler tarihine ve mistisizme eğilimini bu romanıyla da sergilemektedir. Şafak gerçekliği kendiliğindenlik temelinde soyutlamaktadır. Hatta Şafak bir söyleşisinde hiçliğin felsefesine karşı büyük bir ilgi duyduğunu ve ona saçmalığın verdiği özgürlüğü sevdiğinin altını çizer. (Radikal Kitap, 22 Mart 2002, s. 17) Kaldı ki, Elif Şafak için edebiyatın da bir işlevi yoktur, olması gerektiğine de inanmamaktadır. Bu duruşuyla da postmodernist bir yazar olduğunu gösteren Şafak için belirleyici olan ?mikrotarihçilik?tir.
Edebiyat eleştirmeni Nihat Ateş, Şafak?ın ?Bit Palas? romanında saçmalığın mistifikasyonunu yapıp çirkinliği estetize ettiğini yazarken Şafak?ı ve romanını ?çöküş romancısı? ve ?çöküş romanı? kategorisine yerleştirir. (Nihat Ateş, Çöküş Romanları, Papirüs Yayınevi 2003)
?Bit Palas mistisizm, bulamaçlı, insanın evren ve içinde yaşadığı sistem karşısında aciz bir canlı olduğunu, bunun sonsuza dek böyle süreceğininin estetize edildiği bir roman olmaktan öteye gidemiyor.? (Ateş, s.44
Yazan: Doç. Dr. Mediha Göbenli

1 Comment

  1. El koymaz olaydı da bugünleri görmeseydik. Şimdi sıkıntılarını çekiyoruz.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

İnsanı Aramak / Ayakların Sesi 1 – Nejdet Evren

Next Story

İlyada ve Odysseia / Homeros – Alberto Manguel

Latest from Ali Mert

Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ