“O bir roman değil. Bir destandan daha azı. Tarihsel bir günlükten de daha azı. Savaş ve Barış, ifade edildiği biçimle, tam da yazarın ifade etmek istediği ve edebildiği şeydir.”
Tolstoy, Savaş ve Barış’ı böyle tanımlıyor.

1.800’ü aşkın sayfa, iki ya da dört cilt.Bu devasa klasiğin yalnızca çocuklar için yapılmış versiyonları ya da kısaltılmış basımları yok, aynı zamanda Audrey Hepburn’lü bir filmi ve BBC yapımı, harika bir oyuncu seçimine sahip mini-dizisi de var. Harika değil mi? Ancak hiçbirinin bu yüzyıllık başyapıtı okumanın hazzını vermeyeceğine emin olabilirsiniz. Çünkü o bir roman değil, bir romandan daha fazlası: Savaş ve Barış’ı niçin okumalısınız?

1. Tarihe tuttuğu ışık için
1828 doğumlu Tolstoy, kendi doğumundan 20 yıl önceye, romanı yazdığı yıllardansa yaklaşık 60 yıl önceye gidiyor. Napolyon Bonapart’ın Avrupa’yı kasıp kavurduğu günlere. Napolyon, 1805 yılında Avusturya’nın arından Rusya’yı işgal girişimlerine başlıyor ve bunu takip eden yıllar için de, “Dedelerimizin zamanı” diyen Tolstoy, bu döneme ışık tutabilmek için bolca araştırma yapıyor. Başta Napolyon olmak üzere, romanda anlatılan birçok karaktere ait mektupları, biyografileri ve günlükleri okuyarak gerçekçilik kattığı Savaş ve Barış’ı her ne kadar bir tarih romanı olmasa da tarihle ilgisi olan herkesin okuması gereken bir kitap haline getiriyor.
Aslında tarih sevmeyenler için de dönemin Rusya’sını öğrenmek için en iyi yöntemlerden biri Savaş ve Barış. Çünkü tüm bu tarihi olayları ve geçmişi, birçok tarihçinin göz ardı ettiği küçük anlarla, gündelik hayatlarla, gerçek ve kurgusal karakterlerle ustaca harmanlayıp gün yüzüne çıkarıyor Tolstoy.
Zekice uygulanmış bir savaş taktiğini aydınlatıyor. Hatta Savaş ve Barış sayesinde birçok Rus, 1812 savaşını ve meşhur kanlı Borodino çatışmasını, büyük Rus zaferi olarak tanımlıyor. Yüzlerce yerlinin katledilmesine rağmen Borodino çatışması Napolyon’un hazin kaybı ve Moskova’dan geri çekilişiyle anılıyor. Avrupa tarihini değiştirecek bir dizi olayı Tolstoy, gelmiş geçmiş birçok tarihçiden çok daha güçlü bir biçimde anlatıyor.

2. Hayata bakışınızı değiştirmek için
Kitaplarla içli dışlı olan her insan bilir ki, bazı kitaplar vardır, hayatınızı değiştirir. İşte Savaş ve Barış da sizin kilometre taşlarınız arasına girecek ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Çünkü bu roman sizi çok insani bir duyguyla sınıyor, hayatta kalma güdüsüyle. Dünyevi dertleri bir kenara bıraktıran ölüm hissiyle, elindeki ve etrafındaki her şeyi kaybetme korkusuyla. Ve bu korkuyla yüzleştiğinde, insanın içinden çıkan insanlıkla.
Bu kitap vahşet ve kana bulanmış savaş alanlarıyla dolu. Ama aynı zamanda belki de edebiyat dünyasında karşılaşabileceğiniz en üstün mutluluk anlarıyla da: Prens Andrei’nin çatışma alanında yere yığılmış halde yatarken gökyüzüne bakıp evrenin muazzam enginliğine ilk kez tanıklık edişi. Ya da Natasha’nın etrafta kimse yokmuşçasına dans edip şarkı söylemesi.
Tolstoy’un bu muazzam romanda bize gösterdiği dünya, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı gizemli bir yer. “Bugünün trajedisi, yarının zaferini hazırlar”: En sevdiği kitabın Savaş ve Barış olduğunu söyleyen Nelson Mendela’nın da kitaptan aldığı ilham bu, kendi sıkıntılı zamanlarımızda bile ilhamla dolmak ve huzurlu hissetmek. Çünkü bu romandaki karakterlerin yaşantıları ve başlarından geçenlere, değişimlerine, sınandıkları duygulara bir bir şahit olmak, size hayatın yaşadığınız yerden ve hissettiklerinizden ibaret olmadığını hatırlatacak.

3. Yazım serüveni için
Her yazar yarattığı metinle elbette çok uğraşmış, çok emek sarf etmiştir. Şimdilerde bu emek zihinsel olarak doruklara çıksa da klavyenin verdiği rahatlık sayesinde artık fiziksel olarak pek de zorlandığı söylenemez. Ancak 1800 yılların yazarları arasında yer alan Tolstoy için durum başka. Bunca sayfanın yazım zorlukları bir yana, Tolstoy Savaş ve Barış metni üzerinde titiz araştırmalar ve sayısız değişiklik ve düzeltmeler yapmış.
Beş yıllık bir serüvene sahip romanın yazım süreci 1863 yılında başlıyor. Tolstoy aslında 30 yıllık sürgünün ardından affedilen bir grup soylu devrimcinin, Dekamberistlerin dönüşü hakkında politik bir metin yazma kararıyla masaya oturmuş.
Fakat Dekamberistlerin sürgünden dönüş hikâyesini tam anlamıyla anlatabilmek için önce Çar II. Nicholas’a karşı yapılan ayaklanmadan bahsetmesi gerektiğini fark etmiş. Ve bu ayaklanmayı tetikleyen olayı, Napolyon’un 1812’deki Rusya saldırısını anlatmanın şart olduğunu. Bunun için de her şeyin başlangıcına, Rusların Napolyon’un oluşturduğu tehdidi ilk öğrendikleri zamana, 1805’e dönmesi gerektiğini.
Yani Savaş ve Barış için, “Neden bu denli uzun” diyorsanız, sebebine Tolstoy’un bu titiz ve mükemmeliyetçi tutumunun, dağınık zihniyle birleşimi diyebiliriz.
Zaten tüm bu olayları çözümlemek için hem Fransızca hem de Rusça yazılmış birçok metin okumuş ve hakkaniyetli araştırmalar yapmış Tolstoy. Romanın ilk sürümüyse, 1865 yılında bölümler halinde, “1805” adıyla Rus gazetesinde yayınlanıyor. Fakat Tolstoy bu sürümden pek hoşnut kalmadığı için, çeşitli sonlarla yayınlanmasına izin veriyor. Daha sonraysa metin üzerinde yoğun ve ciddi bir çalışmaya girişen Tolstoy, 1869 yılında romanı son haline kavuşturuyor. Eşi Sophia bu dönem için Tolstoy’un yedi farklı kopyayla uğraştığını söylüyor.
Yani okuyucunun zihninde hiçbir boşluk kalmamasını adına amacından sapan, derin araştırmalara ve çalışmalara kapılan Tolstoy, bambaşka bir şeye, aşk, savaş, politika ve Rusya’yla dolu 1800 sayfayı aşkın, kendisininse yıllarına mal olmuş bir başyapıta imza atıyor.

4. Tolstoy için
Her romanda derinlere gizlenmiş de olsa yazarın hayatının etkileri vardır. Tolstoy’un Savaş ve Barış için yaptığı engin araştırmalar bir yana, bu eserde yazarın kendi yaşamının ve karakterinin etkilerini görmek de mümkün.
1828 yılında Rusya’nın Tula şehrinde Yasyana Polyana isimli görkemli köşkte –Savaş ve Barış’ı yazdığı yer– dönemin soyluları ve zenginleri arasında olan aristokrat bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Tolstoy, küçük yaşta annesini ve babasını kaybediyor. Gençlik yıllarını günlük tutarak, Avrupa’yı gezerek ve üniversiteyi yarım bıraktıktan sonra aile servetini kumarda harcayarak geçiren yazar, 1854 yılında Kırım savaşına subay olarak katılıyor.
Savaş ve Barış’taki çatışma alanı betimlemeleri de muhtemelen Tolstoy’un bu dönemdeki deneyimleri sayesinde bu denli muazzam bir hal almış. Hatta, İkinci Dünya Savaşı sırasında Savaş ve Barış’tan bölümler verilen Sovyet askerlerinin romanı barakalarında okuduktan sonra, bizzat gözleriyle şahit oldukları savaş alanındansa Tolstoy’un betimlemelerinden daha çok etkilendikleri söyleniyor.
Barış kısmı ise, Tolstoy’un anlattığı muhteşem kokteyl partileri, davetler, kadın-erkek ilişkileri ve onların dünyevi dertleriyle devreye giriyor. Romanın orijinal metni, Fransızca diyaloglarla başlıyor. Çünkü o dönemlerde Rus aristokratları için Fransızca bilmek ve konuşmak saygınlık kazandırıyor. Tolstoy da roman boyunca aslında aristokratları ve kendilerince kıymetli kaygılarını ve bu kaygıların savaşla çatışmasını çözümlüyor. En iyi bildiği, ortasına doğduğu insanları.
Ancak tüm bunlar bir yana, Tolstoy tarihe geçmiş bir karakter. Aileden kalan miras, kendisine tapan bir eş, 13 çocuk, kendi açtığı bir okul, sabah 5’te uyandıran disiplinli yaşam kuralları ve binlerce sayfa yazı. Sonrasındaysa tüm servetini dağıtıp kendini sokaklara vuran, uzun beyaz sakalları ve derbeder haliyle akıllarda kalan bir adam. Evet, Tolstoy alelade biri değil. Çünkü hayatı boyunca bir arayış içinde. Ve Savaş ve Barış’ta, özellikle Pierre karakterinde bu arayışın ve buhranların izlerini görmemek mümkün değil.
Hayatının hiçbir dönemini “boşuna” geçirmemiş Tolstoy gibi bir olağanüstü bir insanı tanımak için, yalnızca Savaş ve Barış’ı değil, tüm romanlarını okumak gerek.

5. Bugünün Rusya’sını anlamak için
Tolstoy, Savaş ve Barış’a yapılan “Bu bir roman değil” eleştirilerine şöyle yanıt verir: “Roman, bir Batı Avrupa tarzıdır. Rus yazarlar farklı yazmak zorundadır, çünkü Ruslar farklı yaşar.”
Eğer bugün siz de Rusların niçin hâlâ Batı’yla karmaşık ilişkileri olduğunu çözemiyorsanız, Savaş ve Barış’ı okumalısınız. Çünkü Rusya’nın çektiği acıyı ve yaşadığı kaybı anlamak ve kendilerini farklı görüp etraflarına bir çember örme nedenlerini kavramak için köklü geçmişlerini, Rusya’yı Rusya yapan olayları öğrenmek gerekiyor.
Romanda anlatılan, 1812’deki Napolyon’un başarısızlıkla sonuçlanan Rusya’yı ele geçirme girişimi; süregelen Rus liderlerinin, ülkelerinin büyüklüğünü ve dokunulmazlığını göstermek için kullanacakları derin ve köklü bir kültürel değişim yaratıyor.

6. Harika karakterler tanımak için
Savaş ve Barış temelinde, savaş, sosyoekonomik ve politik değişimler ve ruhsal karmaşalar nedeniyle hayatları alt üst olmuş, tutunacak bir yer arayan insanları anlatıyor aslında. Ancak bir baş kahramanı yok, yaklaşık 600 yan ve yaklaşık 10 ana karakter var. Bunların arasında Napolyon da var, Rus Çarı da, ve kim bilir kaç romana ve filme ilham olmuş toy Natasha ve kayıp Pierre de. Ve hiçbiri “iyi” ya da “kötü” değil aslında, ki bu da hepsini bu denli gerçek, bu denli insani yapıyor.
Üstelik bu karakterin bazılarının büyüyüşüne bile şahit oluyor, gerçekçi bir bağ kuruyorsunuz. Romanın uzun yıllara yayılması sayesinde onlarca insanın hayatının nasıl geliştiğini ve değiştiğini izliyorsunuz. Muhtemelen normal yaşamanızda tecrübe etmeye imkân bulamayacağınız sayıda ve ilginçlikte hayatları.
Bu karakterler sizi her duyguyla yeniden tanıştırıyor: aşk, hırs, ihanet, şehvet, kıskançlık, tutku, öfke. İnsana mahsus her duyguyla.
Ve Tolstoy’un karakterlerinin varoluşsal kaygıları, tümüyle biz 21. Yüzyıl insanıyla benzerlik gösterdiği için hem size hem de çevrenize ışık tutarak başka hiçbir romanın yaşatamayacağı deneyimi yaşatıyor.

7. 1800 sayfayı aşkın uzunluğu için
Bu özelliği Savaş ve Barış’ı okumama nedenleri arasında görebilirsiniz. Fakat yüklü ciltler gözünüzü korkutmasın. Evet bu roman uzun bir roman, ancak okunması güç bir roman değil.
Birçok insan Savaş ve Barış’ın ilk 100 sayfasındaki pek çok karakter ismini kavramakta zorluk çektiğini söyler. Ama roman, üzerinize yığılan karakterlerden sonra berraklaşıp yumuşuyor. Tolstoy, okurları için son derece özen göstermiş. Sizi zorlayacak şey çetrefilli anlatımlar, dallanıp budaklanan olaylar olmayacak, yalnızca empati kurmakta zorlanacaksınız. Boğucu ve ağır gelmeyecek, aksine kendinizi kaptırıp sayfaların su gibi aktığı, tıpkı bir sonrakini bölümünü merak ettiğiniz bir diziyi izler gibi, sonuna bir an evvel ulaşmak istediğiniz bir roman olacak.
İlk cildin sonuna geldiğinizde içiniz hayatın devam ettiğine dair yoğun bir hisle dolacak. Yeni ihtimallerin çoğalışıyla ve zihin açan olay örgüsüyle her okuyan gibi siz de bu harikulade romanın sonsuza dek devam edebileceğini hissedeceksiniz.

Denis Gürcü
oggito.com

Previous Story

Nabokov: “Bir çocuğa asla ve asla ‘çabuk ol’ demeyin.”

Next Story

Dünya’nın Çekirdeği Sıcak Olmasa Ne Olurdu?

Latest from Lev Tolstoy

Anna Karenina: Tolstoy’un En Büyük Romanı

Anna Karenina’yı edebiyat tarihinin en büyük romanlarından biri yapan etmenler arasında, roman sanatındaki iki önemli ayrılıktan birinin yaratıcısı olması da vardır. İnsanın neden olduğu
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ