Gaye Petek, babasının, annesinin ve kendisinin hayat hikayesini anlattığım Fahri Petek : Bir Hayat, Üç Can isimli kitabımın tanıtılması için Elele?de, 28 Kasım 2009 cumartesi öğleden sonra düzenlenen tanıtım ve sohbet toplantısını yönetmesinin hem hakemlik hem oyunculuk anlamına gelebileceğini düşündüğü için maçın pardon sohbetin yönetimini Uğur Hüküm?den rica etti. RFİ?de (Radio France İnternatonale), yayın yaptığı diğer radyolarda ve yayın organlarında « aracılık », « kolaylaştırıcılık » (bu lafa bayılıyorum), hadi uzatmayalım «köprü » ve « örücü » rolünü her zaman en zarif biçimde yerine getirmesiyle bilinen ve hepimizin iki gözümüzün akı gibi sevdiğimiz Uğur bu işi üstlendi. Her şey saat 16.30?da başladı.

Uğur, kitabın kısa tanıtımını yaptı, yazarını ve kitabın « asıl kahramanını » yani Fahri Petek?i, Fahri Abi?yi, Fahri Baba?yı tanıttı. Sonra topu bana uzattı. Pasını aldım ve çalım üstüne çalım, çalım üstüne çalım kaleye doğru koşturmaya başladım.

Kitabı tanıtıcı konuşmamı yarım saatle sınırladım. Sonra soruları yanıtladım. Sonra kitapları imzaladım. Sonra sonra…

Ama bidakka bunları anlatmak yerine size misafirlerimi takdim etmeliyim : Sahneye giriş sırasına göre : Nor Radyosunun eşsiz güzellikte sunucusu ve her cuma akşamı Avrupa (Ah !rupa) saatiyle 22-24 arasında söyleşileriyle gecemizi aydınlatan değerli gazeteci Anjel Dikme. Diyarbakır?lıdır. Zakar?ın baba tarafından ve iki gözüm Keko Udi Yervant?ın da yakın akrabasıdır.. Yanında Saime Hanım ve bir dostu daha…

« Masum erotizmin » ressamı Remzi Raşa ve eşi Viviane. Remzi : Hayat, Renk, Işık isimli kitabımda anlattğım ve henüz bitiremediğim bizim Remzi. Her zamanki gibi hem bizimle hem de sanki başka bir yerde. Bu yer mutlaka Kürt Dağı?dır. Hani yarısı burada yarısı orada kalan Kürt Dağı. Hatay?ı ve Halep?i bilen bunu da bilir…

Kendisini ve Tülay German?ı temsilen gelen ve bir Karadeniz havası gibi tiz ve tez, şirin ve hoş esip içimizi ve dışımızı ısıtan kadim dost, Paris?i Paris yapanlardan ve bize daha çok yaklaştıranlardan Faruk Tepe… Aldığı kitapları imzalatır imzalatmaz koşarak gitti ve okumaya başladı… Serçelerin Özgür Paris Radyosu 22 haberlerine bakılırsa… Edith Piaf yaşasaydı Faruk?la çok iyi arkadaş olurdu diye düşünüyorum. Bilmem tanıyanlar ne der ? Siz ne dersiniz ? Ama söyleyin kardeşlerim Tülay German bizim Edith?imiz ve bizim Piaf?ımız değil midir ?

Enis Coşkun, sevimli eşi Andrée ve yakınları. Tiyatrodan çıkmış, bizim için Elele?ye geldiler. Onları görmekten çok mutlu oldum. Enis Coşkun « Yakında İstanbul?a dönmem lazım çünkü davam var » deyince yaşamı boyunca bir kuruş para almadan ve ayrım mayrım gözetmeden bütün devrimcilerin davalarına avukat olarak giren, Barış Derneği kurucularından ve Barış sevdalısı Enis aniden aklıma düştü. 1960?lardan günümüze davasına inanan dostları görmek her zaman iyi geliyor :İman tazelemek için « ilaç » çünkü.

Paris?in en şirin esnaf ve emekçi lokantası, aşevi en harbisinden, en güzel ev yemeklerinin yapıldığı, seyredildiği ve mideye indirildiği, yanında yoğurdu « şirketten », « çaylar da şirketten abiler » «Restaurant Gemlik » in yüzü hep gülen, herkesi, her müşterisini kırk yılllık dost gibi karşılamayı öteden beri içersemiş, benimsemiş ve sıladaki garsonluk günlerinde « öğrencilere » zuladan nasıl ekmek verdiğini unutmamış, o nedenle herkese ama bilhassa evlerinde sıcak yemek yemediklerini sandıklarına bol kepçe Hüseyin Usta… İmza ve sohbet toplantılarımı kaçırmaz. Yılmaz Güney okur, Fahri Petek?e çalışır…

İşte Gökşin giriyor salona. Yanında eşi. Veya eşlerinden ikincisi mi demeli ? Gökşin Sipahioğlu canım. İstanbul?un ilk basketbolcularından. Uzun saçları her zamanki gibi dalgalarda. Bu dalgalar arkadaşlarım İstanbul dalgaları değildir sadece, bu dalgalarda Atlantik Okyanusu ve Pasifik dalgaları da vardır. Ve kolay kolay durulmazlar. Gökşin her zamankki gibi gerçek bir İstanbul Efendisi. Abidin Dino?yu anımsatmıyor değil hani. Bu iki iyi insanın zamanında ne kadar yakın dost olmalarından da belli bu. Gökşin, Fahri Petek?in moralinin en bozuk olduğu zamanda, hadi 1965 yılı diyelim, yanı başında bitiveren insandır. Genç ve Petek?le o günlerde yaptığı söyleşiyi virgülüne dokunmadan ve dokundurtmadan yayınlatan cesur gazetecidir. Evet Gökşin de geldi, güzelce söyleştik ve sözleştik, güldük, ağlamadık…

Uğur Hüküm?den biraz önce söz etttim. Evet sohbet toplantısını en iyi biçimde yönetiyor. Eşi Defne Gürsoy da bizi can kulağıyla dinliyor. Hemen karşımızda zaten. Onu böylesine can kulağı, onu böylesine her zamanki gibi sevecen ve dost görmekten ne kadar mutlu olduğumu yazmakla ifade edemem doğrusu isterseniz, ama yazmadan da olmaz. Defne?siz bir Paris kendi ruhundan bir şeyler yitirmiş bir Paris?tir. Kanımca.

Biraz önce kitaplarını imzalayan iki genç kadın yazar Kezban Yıldız ve Sema Kılıçkaya da bizimle kaldılar, sohbeti dinlediler. Daha önce ikisiyle de kitapları ve edebiyat dünyası üzerine söyleşmiş, ikisine de kısa makale ve metinlerini, şiirlerini ve denemelerini internet sitelerinde paylaşmalarını önermiş bizzat yazılarımı yayınladığım kitap dostu iki sitenin adreslerini vermiştim. Umarım bunu yaparlar ve böylece bu iki genç yazarın yapıtlarını daha çok sayıda insan okumak ve tanımak olanağı bulur.

Anna Koçumiyan. Günün ve gecenin en önemli sürprizi. Bakın neden ? Elele?nin komşusu Maria Hanım, vitrindeki afişte Fahri Petek : Bir Hayat, Üç Can başlığını görünce, hemen Anna?ya telefon ediyor, « Yahu bu sizin sık sık söz ettiğiniz Petek olmasın ? » Evet ta kendisi. Gaye Petek?in çoçukken trotinet merakı, ne merakı canım basbayağı aşkı ve bunun üzerine Republique Meydanı?nda kendisine Türkçe hitap eden şık kadını, sonra bu kadınla Les Lilas?da komşuluklarını anlattığım safyalarda (s. 301-305) adı geçen sevimli insan Marie Koçumiyan Anna?nın annesinden başkası değildir. Ve kitapta ismini andığım Anna da Petek ailesinin bütün üyeleriyle o zamanlar en sık ve en iyi ilişkiler örmüştü. Aradan zaman geçince esneyen ve sonra yitirilen ilişkiler, kardeşlerim bu kitabın tanıtım toplantısı vesilesiyle yeniden tutuşturuldu. Bir kitap sadece böyle sevimli bir işe yarıyorsa görevini yerine getirmiştir diyorum. Bize, yayınevine, editörüne yani TÜSTAV « Sarı Defter » dizisini yöneten Ersin Tosun?a, Erden Akbulut?a ve diğer arkadaşlara örneğin Aziz Çelik?e ve elbette yazarına artık sevinmek kalır. Anna Koçumiyan işte hemen karşımızda oturuyor, Neriman Petek?in solunda. Anna Hanım ne Türkçesini unutmuş, ne Ermenicesini. Fransızcaya gelince o zaten çantada keklik. Şık ve şirin bir Macarla evlenince de Buda senin Peşte benim derken « Kössenem »li filan bir Macarcayı da hatmetmiş. Annesinden miras iyi yemek yapma ustalığı da sürüyor. Ağzınıza afiyet annesinin en ünlü yemeği su böreği için sözleştik. Şimdi Anna Hanım?ın Petek?leri ve bizi davet edeceği su böreği günümüzü bekliyoruz. Sizi de bekleriz. Ama söylemeden geçmeyeyim Antalya?nın, Diyarbakır?in ve İstanbul?un böreklerinin tadı da damağımda…

Aaaa tam o anda Abidinik bir müzik eşliğinde Güzin Dino çıkageldi. Hoppp çekilin azbuçuk şöööleee abiler, chaud devant sesleri arasında ona bir yol açıldı ve Güzin geldi geldi geldi yanımda hemen boşaltılan koltuğa oturdu. Uğur Hüküm saygıda asla kusur etmez, yerini Güzin?e bırakıverdi. Güzin oturdu ve derin bir nefes aldı. Tamam kadim dostu Fanchette Vafiadis ile gelmiş ve dostların sofrasındaki yerini almıştı. O memnun, dostları mutlu, Fahri ve Neriman Petek güller ve tebessümler içinde.

Yirmi veya yirmibeş yıl nedir bir insan hayatında ? Çeyrek yüzyıldır. Balık arası çeyrek ekmektir. Madem öyle al sana pat diye Galata. Çat diye Eminönü balıkçıları akın ederler Paris?e. Balık Pazarı eski Balık Pazarı, Pera eski Pera, Beyoğlu eski Beyoğlu olmayabilir ama Ayşegül Yaraman, bu sakin ve sevimli ve kendine güven dolu bilim kadını, 1980?lerin sonunda bıraktığım Ayşegül. Üniversitede doktora öğrencilerim arasında kendisini, eşi Cüneyt Başbuğu ve kızları bir içim Su?yu çok sevdiğim üç insandan biri. Evet kızlarının ismidir Su. Su şimdi artık bir genç kadın. Bir hanımefendi. Annesi anlattı. Fotoğraf sanatının inceliklerini öğreniyor bugünlerde. Bilgi Üniversitesi?nin insansal envanterini çıkardıktan (bu sözçüğün bütün anlamlarıyla), öğretim üyelerinin boyunun ölçüsünü aldıktan ve gereken dersleri hocalarına verdikten sonra şimdi yeni bir yolda. Ayşegül Paris?te Didier?siz olamaz. Çok sıkı ve hakiki arkadaştırlar. Bu ikisine Kenan Öztürk?ü da katmak isterim. Fidele Castro kadar vefalı olmaları açısından. Dostlarına ve ikelerine. Ayşegül ve Didier, bu iki eski ama asla eskimemiş öğrencimin ve iyi iki dostumun birlikte Paris?te, Pazar günleri (trafik çünkü daha sakindir ve cumartesi sarhoşları henüz uyanmamış, yollara düşmemiştir) yaptıkları motorsiklet turu artık bir « clasico » boyutunu kazanmıştır. Didier yani Didier Billion işi artık azıtmıştır ve Kazakistan?da bile yaprak kıpırdayınca her türlü radyo, gazete, dergi, televizyon hattından düşüncesi sorulan ve ücretsiz alınarak paralı okutulan bilim adamıdır. Türkçe konuşamıyor olması bir engel değildir. Hatta kimi açılardan bu bir avantaj bile olabilir…

Sonra sahnemizde sinema delisi, İstanbul?daki ilk Sinematek kurucularından günümüzün öğretim üyesi ve en iyisinden bir Türkçe-Fransızca sözlüğü bir süre önce yayınlayan ve bu vesileyle epey rahatlayan Jak Şalom, ve ailesi…

Heykeltraş Handan Börüteçene (sarmalarını, 1980?lerin başında evinde yaptığı ve cömert davetlerinde karnımızı doyurduğu yaprak sarmalarını unutmam mümkün değil) , Catherine Godon, Elele?nin « president »ı (« başkanı) Claude, eşi ve eşinin kızı Vanina…

Petek?lerin kadim dostu Janine Doly… Fahri Petek?ten başka kimseyi görmez o güzelim gözleriyle. Ne şans ama ! Janine ve Yılmaz Güney?in Umut?u…

Türkiye Cumuriyeti UNESCO daimi temsilcisi, SBF mezunu, kız kardeşim Serap?ın sınıf arkadaşı Gürcan Türkoğlu : Biraz daha bekleseydi SBF?de öğrencim olacakmış. İlk kez bu vesileyle gördüm ve tanıştım. Abidin meraklısı sanat sever genç diplomatın geleceği parlak olmaya aday.

Adem, Mustafa, Zafer, Erdal ve yoldaşları, Horen, Sarkis, Cumali, Hasan ve Hüseyin, Ali ve « Sarı » Mustafa, Safiye ve Suna, Feride ve Ayfer, Elele?nin ortadirekleri Zeynep, Serap, Nejat, Murat, Pınar, yeni ve genç çalışanları, Helene ile İrfan derken alkışlar koptu aniden… O ana dek tıklım tıklım dolu, saat 19 olmalı, salonun önünde alkışlar sürüyor. Bu gelen Yaşar Kemal halayıdır. Belli oldu. En başta kasketiyle herkesten yirmi santim kadar farkla başı ve yüzü görülen ve sanki küçük insan denizinde bir Kağıthane kayığı gibi anlı ve şanlı, asil ve sevimli, halktan, bizden, dünyadan Yaşar Kemal Usta. Yanında eşi, hepimizin sevgilisi Ayşe Baban. İkisi de haşmetli. Yaşar Abi?nin sesiyle salonda bir Toros rüzgarı esti ki sormayın kardeşlerim : Mis gibi kekik kokusu. Yoğurt buz. Yılanların her biri bir köşeye kaçıştı. Alt kata inmeleri mümkün değil. Alt kat kitaplar ve kitapseverler tarafından doldurulmuş. Ragıp Duran ve Altan Gökalp, Yaşar Kemal ve Ayşe Baban?ın arkasındalar ve her yönden, ama bilhassa soldan gelen dalgalarla baş etmeye çalışıyorlar. Bu halay kardeşlerim salonun ana kapısından girdi… Güneş Karabuda da orada ve « Elli Yıldan Bugüne Portreleriyle Yaşar Kemal » sergisinin açılışını böylece Yaşar Abi?yle birlikte yapıyor. Bu son derece başarılı, kimi ortak hafızamıza mal olmuş fotoğraflara baka baka bir tur attı Yaşar Kemal. Turun hemen ilk yarısında önce Gaye Petek, Elele adına, bir nutuk patlattı. Sonra Yaşar Kemal, hayranı olduğumuz davudi sesiyle duvarları aldı şöyle bir silkeledi ve titrettti. Eyfel Kulesi selama durdu. Kalk lannnn Champs-Elysées kalk !! Seine Nehri kulak kesildi. Akıntı durdu. Bateau Mouche?larda o saatte akşam yemeğine hazırlanan ve ilk « kir »lerini atmakta olan tekçiler ve « çiftçi »ler « aman ne güzel sessizlik ayol »lara yattılar… İnce Memed atının sırtında ve çakar almazı omuzunda, tırıslarda, Sorbonne taraflarından indi Adalet Sarayı?na doğru. Nöbetteki polisler trafigi durdurdular, İnce Memed bu abiler, burada onu herkes tanır… Paris havasında yıldırımlar şakırdadı… Elele?ye yetişmesi lazım…

Elele duvarlarında asılı bir fotoğraftaki Adana Taş Köprü, uzandı, evladını, İnce Memed?i ve Yaşar Kemal?i, yoksa ikisi aynı kahraman mıdır, abiler ne olur söyleyin, aynı ve tek adamı, aldı ve bağrına bastı hemen: « Gel Yaşar?ım gel Memed?im » dedi. Yaşar Abi atladı İnce Memed?in kısrağına ve birlikte geçtiler köprüyü. Bize doğru yöneldiler. Herkes ayakta. Kamera ve fotoğraf sanatcıları topluluğu akıntıyla birlikte sürükleniyorlar, onlar da kitleyi, birleşmiş ve yapışmış bu can ve insan kitlesini sürüklüyorlar. Önümüzdeki alçak masanın üstene çıkan bir fotoğraf sanatcısı delikanlı (AA?nın acar fotoğrafcısı olmasın ?) fena halde kaptırmış, omuzundan sarkan ikinci fotoğraf makinasıyla az daha Güzin?in kaşını yaracak… Sağ elimle tutuyorum. Yaşar Kemal herkesin elini sıktı. Tanıdık, eş, dost, arkadaş ve yoldaşlarıyla sarıldı. Türklerle Türkçe, Kürtlerle Kürtçe konuştu. Ermeni arkadaşlarının boynuna sarıldı. Hrant hepimizin aklından geçti. Hrant?ın o güzelim masum yüzü duvarlara yansıdı. Hrant?ın gülüşünde bütünleştik. Sevimli bir akşam yıldızı gibi Hrant kardaşım.

Yaşar Kemal Fransızlara « Arif olan anlar » gibi baktı. Ragıp ve Altan bu bakışı mümkün mertebe Fransızca telafuz ettiler. Yaşar Abi Remzi?ye takıldı ve « Kürtçen gevşek » dedi. Remzi « Yaşar acaba beni kardeşim Uğur?la mı karıştırdı » diye düşündü… Fahri Petek?le birlikte durduğumuz köşeye yanaştı Yaşar Abi, « Şehmus ! » dedi ve bana bir « Ça vani kurban ? Başe ? » savurdu, ayaklarım yerden kesildi bizim taraflara doğru havalandım. « Başe Babo » dedim ve sarıldık. İbrahim Öğretmen, Gökşin?in öğrencisi, kaçırır mı ? Bastı deklanşöre, Tansu Sarıtaylı « Şehmus ille Yaşar Kemal?i bana doğru baktır » dedi, Paris?in en kıdemli gazetecisi ve fotoğrafcısını ve kadim dostumuzu kıracak halimiz yok ya, Yaşar Abi?ye « Abi bak, dedim, bu Tansu Paris?in en ünlü gazetecisidir ve basın onur kartını hakkıyla taşır cebinde ». Tansu birbiri peşi sıra çekti fotoğraflarını…

Fahri Petek ve Yaşar Kemal, Abidin?li Paris günlerini ayak üstü konuştular. Sonra akşam yemeği yenilen « Derya » da konu derinleştirildi. Altan?ın kaç şişe rakıyı tek başına ve hangi koşullarda « sorguladığı » ise polis raporlarına ulaşılamadığı için henüz bilinemiyor ama bu asla bilinemeyecek anlamına da gelmez…

Gider ayak Yaşar Kemal?in lokanta emekçileriyle toplu fotoğrafları ve buna dayanamayarak bu topluluğa katılan ve fotoğraflarda birer anı olarak yer alan genç davetlilerden Feride, Ayfer, Hasan ve Hüseyin?in fotoğrafları ise tarihe kaldı. Arka planda kısrağını şaha kaldırmış İnce Memed ise ortak hafızamıza bir kez daha yazıldı…
Yaşar Kemal bizlerden ayrılırken güleç, şen ve gençti. Sarıldık. O gitti, biz kaldık. Artık hiç yalnız olmadığımızı ve yalnız kalmayacağımızı da böylece anladık.

Yazan: M. Şehmus Güzel

Previous Story

Marksizme Sıra Dışı Bir Giriş – Bertell Ollman

Next Story

Hiç-Bir-Şey ? Nejdet Evren

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ