Öz ve Biçim – Nejdet Evren

A. Bitmeyen Sorular
Öz, genel olarak bir cismi/olguyu/nesneyi kendisi yapandır; biçim ise, sınırları belirlenmiş olmadır.
Gerçekte öz ve biçim nedir? Nasıl etkileşirler? Bir birini yok edebilirler mi? Dönüşüm ?öz? de mi ,?biçim? de mi oluşur? Bir bütünü temsil ediyorlarsa neden ayrıştırılmışlardır? Değilse, öncelikleri var mıdır? Bunların fizikte, uzay zaman diliminde ve sosyolojide anlamları aynı mıdır? Bir de sanatta -görsel ve yazınsal- bunların yapılarında bir değişme var mıdır? ?Öz? bir biçim midir? Biçimsiz ?öz? olabilir mi? Ya da ?öz? süz biçim var mıdır? ?şey? sürekli kullanılır da , nedir? ?şey? in öz ve biçim ile ilgisi var mıdır? Öz ve biçim bir sınırlılık hali midir yoksa sınırsızlık ve sonsuzluğun bir görünümü müdür? Düşüncenin temelinde ?akıl? varsa bu maddesel midir? Beyin hücreleri ve nöronlar arasındaki elektriksel akış öz ile mi biçim ile mi ilgilidir? Öz ve madde nerede birleşir ve nasıl ayrışırlar? Algılama ve boyut sınırlı mıdır ve öyle ise öz bundan nasıl etkilenir? Ya da etkilenen öz müdür, algılama mıdır? Algılamanın sınırları nedir? Sınırsız mıdır? Organik ve inorganik olgular ya da bileşkeler ya da dönüşüm zincirleri zorunlu bir zincirsel bağ ile mi bağlanırlar yoksa tercihler yapılabilir mi? Sarmal çoğalma ya da tersine çökme olasılıklar içerisinden seçme şansını kime tanır? Seçmecilik insan türünün doğaya bir başkaldırısı mıdır yoksa bir yönelimi mi ya da yabancılaşması mıdır? Sosyolojik çevreyle kuşatılmış birey ne kadar özgür olabilir? Bunun öz ve biçim-le ilgisi var mıdır? ?özü sözü bir ? tanımı ile ne anlatılmak istenir? İç,içten,sahte, biçimsel midir, yoksa öz-e ilişkin bir sosyolojik olgu mudur? Bilimin gözü-kara ya da kör müdür, başka bir deyimle değer yargısı içermez mi? Bilimde öz nedir? Bilimde biçim nedir? Bilim ne için araştırır? ?her -şey- insan içindir, insana ilişkin olan insana yabancı olmaz? neyi anlatır? İnsana ilişkin olanın hayvan, bitki ve cansız/devinimsel olanla ilişkisi yok mudur? Her şey devinir mi? Devinimsiz olan var mıdır? Devinen olgu canlı mıdır? Cansız denilen nedir? Değer ve yargı olguları öz ve biçimsel olarak ne zaman ortaya çıkmıştır? Evren-in başlangıcı büyük-patlama- ile açıklanabilir mi? Sınırlı iki ayna karşılıklı olarak sınırsız görüntüleri oluştururken başlangıç neyi anlatır?

Bu sorular bitmez.
Küçüksu,2007
Büyük bir patlama oldu mu? Bilim çevresi çoğunlukla ve neredeyse tartışmasız olarak büyük patlama ile uzay-zamanının genişleyerek savrulduğunu ve büyük patlama ile bilinen ve algılanan her ?şey ? in ?öz? ve ?biçimsel? devinimlerine başladıklarını benimsemiş bulunmaktadır. Samanyolu galaksisini de içine alan uzay-zaman eğrisindeki ateş-topu her şeyi savururken bu bildiğimiz dünyaların oluşması süreçlerini açıklar ise de ?ilk? olmayı açıklayabilir mi?

Algılanan ve görünen uzayın sürekli ve sarmal bir genişleme eğiliminde olması sonsuzluğu tanımlarken kendi içinde aynı zamanda ?ilk? olgusunu yoklaştırır. Elementlerin bölünme katsayılarından -yaşam süreçlerinden- hareketle ki genelde uzun ömürlü bir element olan uranyum elementinin bölünme katsayısından yer-kürenin yaşını hesaplamak mümkündür. Bu bilimsel veri bize yalnızca kronolojik bir bilgi sunar. Hangi zaman ölçeğini kullanırsak kullanalım buna göre yer-kürenin takvimlerimize göre yaşını bilmemizi sağlar. Ne kadar yaşayabileceği olasılıklarını içerse de kesin olarak bunu anlatamaz, açıklayamaz. Kronolojik bu tür veriler ?öz? ve ?biçim? hakkında bilgi vermezler. Uzay-zaman diliminde hacimsel olarak yer kaplayan her ?şey? bir maddedir. Fizik dünyada maddenin almış olduğu sınırları belli olan şekiller, görünen ve algılanan ?biçim?leri oluşturmaktadırlar. Bir cismin biçimini bilmek için o cismi göz ile görmek de gerekmemektedir. Radyo dalgaları ile yer-küreden binlerce ışık-yılı uzakta olan cisimlerin şekilleri çıkartılabilmektedir. Sonuçların gözlem ve deneyle doğrulanabilir ve tersinin kanıtlanmasına her zaman açık kapı bırakılan ve tersi kanıtlanıncaya kadar benimseme ilkesi bilimin geldiği son düzlemdeki bir açıdan ?öz?ünü oluşturmaktadır. Bilim bu yönüyle ütopyaya kapalı bir alandır. Algılamanın ötesi ya da bilinemezlik kendinin yadsımasıdır. Algılama ve bilinebilirlik de sonsuzluk içinde sonsuz bir devinim olarak yerini aldığında sürekli bir birlerine eklenerek sonsuzlaşırlar. Böyle olunca algılanan ve bilineni boyutlandırmak yerine bilinmeyeni araştırmak bir yönüyle boş bir uğraştır ve bilimsel olmaktan da uzaktır. Düşünce bunu da ilgi alanına sokabilir ve bunda sınır yoktur. Bu bilimsel ?öz? varılan sonuçların ?doğru? ya da ?yanlış? olması ile ilgilidir. Görünen ve algılanabilen biçimlerin hepsi organik ve in-organik özlerden oluşmaktadırlar. Biyo-kimyasal maddeler ve doğada saf şekillerde bulunan elementler değişik şekillerin/biçimlerin aslında özlerini/temel taşlarını oluşturmaktadırlar. Öz olanın yoğunluğu, özgül kütlesi, etkileme alanı karşılıklı bir etkileşim içerisinde sürekli bir devinimsel süreci yaratır. Mikro dünyadaki atom, elektron, proton daha da küçük kuarkların hareket tarzları özlerinde hep aynı olsa da sayısal olarak şekillendirdikleri biçimleri farklılaştırabilmektedirler. Bu farklılık şekillendirilen biçimin hareket tarzında açıkça görülebilmektedir. Öz olanın hareket tarzının bağlı bulunduğu doğrulanabilir kendi yasası bilindiğinde doğuracağı sayısal çokluklar üzerindeki farklılaşma süreçleri açıklanabilir duruma gelebilmektedir. Özün hareket tarzı ise kendince var olan olgusal bir özdür. Öyle olduğu için o öz o biçimlerin nedeni ve hareket tarzıdır, değilse kendisi olmayanın varlığı benimsenmiş olur ki, o zaman da olan hiçbir zaman doğrulanamaz ve bilinemez olur.

Öyle ise ?öz? hiçbir etken olmaksızın ?var olan? demektir. Sonsuzluk öz-ün en temel ve kendince biçimsiz durumudur. Böyle olunca, patlamaların çeşitli biçimlerinden söz edilebilirse de büyük-küçük, ilk-sonraki, genel-özel olarak sınıflandırılamazlar; bunlar aslında bir diğerine göre yapılmış değerlendirmeler olarak göreceli kalmaya mahkûmlardır. Her cisim hareket halinde olduğundan bir cismi sabitleyerek ona göre diğerinin durumunu açıklamaya çalışmak bir algılama, değerlendirme, sonuçlar çıkartma ve yaşanır olanı geliştirmeye yönelik bilgisel bir uğraş ve birikimdir. Bu şekildeki gözlemler öz olanın biçimlerle etkileşim ve yarattığı yasaların belirlenmesine olanak tanırlar. Ancak gerçek yasalar tüm cisimlerin devinim prensibine göre yapıldığında ortaya çıkarlar. Bu durum yönler ile koordinatlara benzetilebilir. Özün biçim aldığı şekiller arasında bir diğerini sabitlemeden ve tümünü bağlayan kütle çekim yasası bilimsel bilginin dönüm noktalarındandır. Bu veriyle yer-küre bir sabit olmaktan çıkmış diğer biçimlerle eşitlenerek hak ettiği yere oturtulmuştur. Bilim bu yönüyle ?öz? den hareketle ?biçim? leri ve biçimlerden hareketle öz olanı ve etkileşimlerini gözlemleyerek ve deneme yöntemiyle izleyip, oluşturduğu hipotezleri tersi kanıtlanıncaya kadar ya da geliştirilinceye kadar doğrulama esasına dayanır. Kütle çekim yasası da böyle bir doğrulamanın sonucu evrensel bir yasa olarak yol göstermeyi sürdürmektedir.

Algılanabilir uzayın/evrenin genişleme eğilimi ve bunun hızından hareketle zaman eğrisi geriye sarıldığında 14-15 milyar yıl geride şimdiki devasa uzaya dağılmış biçimlerin tek parça olacak şekilde bir arada olmaları gerektiği temel felsefesine dayanan büyük patlama teorisi, maddeye bağımlı kıldığı zaman sayacını bu noktada sıfırlamaktadır. Sıfır zaman dilimi hakkında hiçbir bilgi içermez. Ayrıca bu öz-ün ne olduğunu da açıklamaz. Yoktan var olan devasa bir patlama sonrasını açıklamaya çalışır. Ayrıca yıldızların tek atomdan oluşan hidrojen elementinin tepkime ile helyuma dönüşmesi şeklindeki radyo-aktif patlamalar ile ürettiği zincirleme sürece bakarak sonsuzluğu yok saymak suretiyle hidrojenin bitmemiş olmasına dayanır. Evren kadar devasa büyüklükte bir soru işareti kalır geriye. 100 Milyarları bulan galaksiler, ulaşılabilen evrenin 400 milyar ışık yılı genişliğindeki öteleri ve süren genişlemesi ile birlikte değerlendirildiğinde sonsuzluğun bilinmeyen bir noktaya indirgenemeyeceği görülecektir. Bilinmeyenden hareketle bilinen açıklanamaz. Evrende var olan genişlemenin tüm cisimlere uyarlanması gerektiğinde ay-ın dünya-dan, dünya-nın güneş-ten aynı oranda uzaklaşmaları gerekecekti ki böyle olmadığı bilinmektedir. Öyle ise, genişleme galaksiler arasında yaşanan bir eğilimidir ki bu aslında kütle çekim yasasında belirlenen kütle çekiminin cisimlerin arasındaki uzaklığın karesi ile ters orantılı olması ile açıklanabilecek bir olgudur. Görülmektedir ki çekim yasası göz-ardı edilemeyecek bir belirlemedir. Ki büyük patlama teorisi bu noktalarda kara delik ve karanlık madde-den medet ummaktadır. Ancak kara delik nedir? Sorusu da aynı şekilde yanıtsız kalmaktadır. Tüm enerjiyi yutan ne olduğu belirsiz bir kütle!? Öz aslında görünen biçimleri ile sınırlandırılarak açıklanamayacağını göstermektedir.

Öz ve biçim aynı anda vardırlar ve birinin varlığı diğerini zorunlu olarak içinde barındırır. Böyle olunca sonsuz öz-ün biçimsiz olması kendi biçimi olarak biçim ile örtüşmektedir. Aynı şekilde sınırları belirli maddeler de öz-ün sınırsız ve sonsuz biçimlerinden olmakla sonsuz dönüşüm ile öz-le örtüşmektedir. Öz ve biçim-in örtüştükleri, ayrışmadıkları görülmektedir. Biçimlerin öz-ü yok etme olasılığı yoktur. Maddenin temel taşları şekil değiştirseler de öz olarak aynı kalırlar. Isıya dönüşen enerji kimyasal tepkime ile suyu buhara dönüştürdüğünde oksijen ve hidrojen elementleri açığa çıkar, serbest kalırlar, şekil değiştirseler de öz olarak aynıdırlar. Biçimler yalnızca biçim olarak yok olabilirler.
batı-oryentalizminin mistifikayonları ile günümüze kadar yaratılan yaklaşık 500 yıllık emeğin/doğanın hunharca sömürüsü ile yaratılan kirlenmenin temelinde yatan retorik ile pratiğin çelişkisini gizlemek olmuştur. Bilincin sömürgeleştirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Öz ve biçim örtüşmesi aslında bu çelişkiye karşı gelişen bir söylemdir. Söylemden çok öz ve biçim gerçekten örtüşebilmektedirler. Global değil Yeni Bir Dünya hala mümkün ise bunun söylemi ve çıkarımlarının da kendince olması gerekmektedir.

B. Sonsuz/a Bakış

Sonsuzu gören bir dürbün ile baktığımızda doğrusal bir düzlemde eğriyi görürüz; karşısında olduğumuz biz bir yabancıdır artık. Bunun nedeni ise, kendince biçimsiz olan sonsuzun en temel öz olarak düz olmamasıdır. Sonsuzluk, ardışık ve boşluk bırakmayan içten dışa, dıştan içe ve tüm sarmal yönlerde tüm biçimlenmişleri biçimlendiren ve onlarla birlikte var olan bir devinimdir. Sonsuzluk biçimlendirdiği olgular ile görünür ve zaman ile eşitlenir. Maddenin zamanı vardır ancak zaman maddeye bağlı değildir; bu bağlamda zaman, sonsuzluk ile birliktedir ve biçimlendirilen olguların ardışık durumlarını gösteren sonsuz bir dilim ve boyuttur. Sonsuz olan öz dönüşümsel biçimlerle zamanı kendisine bağlar ve zaman boyutunu sonsuzlaştırır. Zaman bir öz olmadığı gibi bir belirleyen de değildir. Öz-ün dönüşüm evreleri ve geçirdiği süre zaman ile algılanır. Zamanın hiçbir olgu ya da özü değiştirmesi söz konusu değildir. Öz ile biçimlenen olgunun evreleri zaman boyutunu kendisiyle taşır ve yaratır. Ayrıca zaman bir biçim de değildir, sonsuz öz-ün dönüşüm halkası sayılabilir. Kendinden biçimsiz öz olmadan zaman var olamaz. Sonsuz öz sonlandırılamayacağı gibi aynı da kalmaz. Bu nedenle hiç değişmeyen temel bir öz-den söz etmek olanaklı değildir. Burada hemen şu sorular kendini göstermektedir. Sonsuz nedir? Nereden gelmiştir? Bu iki soru ilk bakışta çok masum gibi görünseler de aslında sınırlandırılmış ve yanıltıcıdırlar. Bir yerden gelmiş olmak ardışık bir durumu ifade eder ki o zaman ilk denilen yanıltıcı olgu ortaya çıkar. Nedir sorusu bir biçime ilişkindir ki sonsuz öz bu şekilde biçimlendirildiğinde yok olur. Öyle ise öz biçimsiz ve sonsuz olanı ifade eder, o-nun bir yerlerden gelmiş olması beklenemez ve bu sonsuzluk ile çelişir. Evrenin özünü sonsuzluk olarak görmek mümkündür. Evren kendince biçimli/biçimsiz sonsuzluğun kendisidir. Sonsuzluk temel belirleyendir. Öz-ün sonsuz yapısı doğal olarak biçimlerin de sonsuz olduğunu gösterir. Öz, şu an algılanan yapısı ile kuark/atom altı parçacıklar etrafında dönen proton, elektron ve bunların sayıları/nicel çokluk sonsuza doğru biçimlenirken bu biçimler sonsuz değişim ve dönüşüm ile öz ile örtüşürler; bu aynı zamanda öz-ün devinim yasası sayılabilir. Biçimler sonsuzluğu değiştirip/dönüştüremezler; denebilirse öz-ü yok etme şansları yoktur. Tüm bunlardan çıkan sonuç ise, temel belirleyenin sonsuz öz olduğu ve sonsuzun bir biçimi olan bir patlama zincirinin -big bang- zaman boyutu ile ilişkilendirilerek ilk oluş olarak açıklanamayacağıdır. Biçimler sonsuz öz-e göre daha somutturlar. Bu durum biçimler üzerinde inceleme yapma şansını verir.

C. Örtüşme

Bilim ?öz? den hareketle ?biçim? leri, biçimlerden hareketle öz olanı ve aralarındaki ilişki ile denetlenebilir yasaları gözlem ve deneyle araştırarak ortaya koyar. Önce hipotez olarak belirlediği teoriyi doğrulayacak kanıtlar bulduğunda tersi kanıtlanana dek ya da aşılıncaya kadar bunu doğru kabul etme felsefesine dayanır. Bilinen evrenin sınırları olmadığına göre evren öz olarak kendisidir ve keşfedilmeyi beklemektedir. Çok rahat söylenecek olursa bu keşifler de sınırsız olacaktır.

Kuantum fiziği atom altı parçacık düzeyinde fotonların hareketlerinde belirsizlik ve olasılık ilkesine göre bir gerçekliği ortaya koymaktadır. Kuantum fiziği ile makro ölçeklerdeki genel görecelilik teorisi çelişmemekte ve örtüşmektedirler. Aynı şekilde kütle çekim yasası ile de bir uyumluluk söz konusudur. Hiçbir şey yoktan var ve vardan yok olamayacağı bilimsel olarak benimsendiğinde 14-15 milyar yıl öncesinden kütlelerin zamansız birlikteliği yukarıdaki tüm teorilerin inkârı anlamına gelecektir.
Kimyasal tepkime ve çekirdek parçalanması ile oluşan fisyon bu günkü ölçeklere göre en büyük olan parçalanma şekli olsa da zamansızlık ve ilk olarak yorumlanamaz.

Görünen ve algılanan evrende boşluk yoktur. Güncel olarak kullanılan ?hava boşluğu? ise bir boşluk değil, hava akımındaki dengesizliğin anlatım şeklidir. Maddenin enerjiye dönüşmüş biçimi olan ışık ve fotonlar olmasaydı ne hava ne dengesizliği ne de başka hiçbir olgu görünür olamayacaktı. Uzay zaman bir eğri oluştururlar ve tüm maddeler kütleleri oranında bu eğime katılır. Tüm biçimler biçimlenmelerini hareket ve dinamik olarak sürdürdüklerinden dolayı boşluksuz uzay zamanda sürekli etkileşim içerisinde bulunurlar. Bu etkileşimler kimyasal tepkimeler ile maddeler arası atom düzeylerinin değişmesi şeklinde sonsuza doğru değişerek dönüşürler. Atom çekirdeğindeki ?öz?ün devinim şekli sınırsız olan şekle yönelik olarak döngüsel ve sarmaldır. Buna ?öz? ün devinim yasası denebilir. Atom altı parçacıklar bir gerekliliğe göre davranmazlar. Gereklilik sosyolojik bir kavramdır.

Amaç ve değer yargısı toplumsal-sosyolojik ve tarihsel içeriği ile insan türünün seçmeciliğinin bir sonucu oluşan sosyolojik bir olgudur.

Uzay-zaman eğrisinde tüm öz-ler ve biçim-ler sürekli devinim ve etkileşim içerisinde bulunurlar. Hiçbir cisim -uzay ötesi olmadığına göre- bu öz ve biçimden ayrılamaz ve bunun bir parçası olarak dönüşüm sürecini gerçekleştirirler. Uzay zaman eğrisi bu açıdan her yönüyle canlıdır. Zaman ilk olana değil sonsuza gider ve öz ile örtüşür. Tüm canlı cansız görünen cisimler evrenin özünü ve şekillerini barındırırlar ve hepsi istisnasız devinir ve dönüşürler. İnorganik maddeler organik maddelere dönüşürken tersi de yaşanmakta böylece tüm evren sürekli devinmektedir.

Genel anlamda ?öz? ün sonsuzluğun biçimsiz var-oluşu temelde olguların, onunla oluşan döngüsel süreçlerin, aralarındaki ilişkinin bilinemez, algılanmaz ve sistemleştirilemez olduğu anlamına gelmez.

Biçimler, ?öz? olanı içinde barındıran ve sınırları ayırt edilebilir canlı-cansız tüm nesneler, cisimler ve olgulardır. Biçimlerin benzerliklerine karşın sonsuz öz gibi sonsuz şekillerde belirginleşirler. Burada bir kez daha öz ve biçim-in örtüştüğü görülmektedir. Karbon elementi öz-ün biçimlendirdiği sınırları belirgin bir biçimdir. Tüm dış etmenler sıfırlandığında atom sayısı ve atom altı parçacıkları ile bu element diğerleri gibi yer ve zaman farkı ne olursa olsun aynıdır. Ne ki öz ve biçimin diyalektik etkileşimleri zaman boyutu ile birlikte sürekli devinim ve dönüşüm yaratarak var olurlar. Sıfırlama düşünsel bir süreçtir. Organik tüm canlıların -bitki, hayvan, insan- hücre dokularında temel belirleyen olarak karbon elementi bulunur. Sonsuz öz, hücrelerin molekül yapılarının şekillenmesinde içinde bulundukları tüm ortama göre biçimlenmelerine olanak sağlamaktadır. Bu nedenledir ki temel taşları aynı olsa da hücrelerin yapısı, bölünebilir olup olmaması, çok ve tek olmaları, bölünme biçimleri farklılık gösterir. Isı, ışık, yoğunlaşma kimyasal tepkimelerin farklılaşmasına neden olurken doku boşluk bırakmadan sarmal gelişir. Biçimlerin sınırları belirgin olmakla diğer biçimlere göre ayırt edilmekle kalmazlar aynı zamanda bir birlerinden ayrı olarak algılanabilirler. Bu algılama biçimi bir yanılgıdır. Uzay-zaman dilimi/eğrisi sonsuza dönüşen bir bütünlüğün etkileşimi ve devinimidir. Boşluk yoktur. Var olmak için solumak durumunda olan bir canlının dokusu sınırlıdır ve görünen bu yüzü onun soluduğu oksijen elementinden ayırt edilemez/edilmemelidir. Bunun gibi oksijen elementinin yanıcı ve yakıcı bir gaz halindeki element olması da şekilsel olarak ısı ve enerjiye dönüştürüldüğü organik-alevsiz yanma sürecinden ayrı değerlendirilemez. Ortam genişletildiğinde ve öğeler izlendiğinde görülecektir ki ortamda bir de fotosentez yapan yeşil bitkiler bulunmaktadır. Bu doku zincirleme olarak ve sarmal sonsuz ile eşitlenir. Biçimler bulundukları ortam ile değerlendirilmek durumundadırlar. Su buharı, fotosentez ve oksijen olmayan bir ortamda oksijen soluyarak var olan bir canlı formunun devinimini sürdürmesi ancak dışarıdan desteklenmesi ile mümkündür. Atmosfer dışına çıkan uzay-canlısının özel destekle yaşamını sürdürmesi gibi. Biçimler bulundukları ortam ve etkileşimlerinden ayırt edilemezler.

Biçimlerin şekillerine, yapılarına, temel taşlarına, üreme, dönüşme şekil ve süreçlerine vb. olgulara bakarak kategorize edilmeleri bu olguların algılanabilmesini, değerlendirilmelerini, süreçleri üzerine etkiler yaratılabilmesini sağlayan bilgisel ve düşünsel veriler olarak değerlendirilmelidir. Oksijen tüpüne bağlanarak yaşam formunun varlığını sürdürmesini sağlamak gibi tüpü kapatmak suretiyle dönüşmesini sağlamak böylesi bir bilginin doğurduğu bir sonu ve aynı zamanda bir değerlendirmedir. Bir yönüyle bir tercihtir.

D. Yaratıcı Akıl/Sentez-1
Dış nesnelerin/olguların özne tarafından içselleştirilmeleri, düşüncenin ilk evresini oluşturan algılama boyutudur. Algılama, duyu organları aracılığı ile gerçekleşir ve hepsi bellekte toplanır. Biçimsiz öz-ün sonsuz devinim sürecinde türler de birlikte devinir ve dönüşürler. Bu değişim/dönüşüm organlar için de geçerlidir. Kimi organların tarihsel süreçte geliştikleri kimilerinin de köreldikleri bilinen bir olgudur. İnsan türüne ilişkin elde edilen fosillerden et ve ot-obur olduğu belirlenen bu türün, çiğ yiyecekler ile beslendiği zaman dilimlerinde bu günden farklı olarak çene kas ve kemiklerinin ve dişlerinin iri ve daha güçlü oldukları gözlemlenmektedir. O dönemdeki fizyolojik yapısında beyin hacminin bugünkü hacimden daha küçük olduğu bilinmektedir.
Australopitecus Africanus?ların ? beşyüz santimetre küplü beyni ile bu insanımsı yaratığın, 30-20 milyon yıl kadar önceki doğa koşullarının değişmesi sonucu azalmaya başlayan tropikal ormanların dışındaki otluk bölgelerde yaşadığı, 120-150 cm boyunda olduğu, iki ayakları üzerinde rahatça durup yürüyebildiği, yeni başladığı zorlu yaşantı koşullarında salt bedensel yeteneklerinin dışında, savunmak ve avlanmak için geliştirmek, kullanmak zorunda kaldığı bazı aletleri de yapabildiği bilinmektedir? (1)
Beynin evrimleşme sürecini tamamladığını düşünmemek gerekir. Nasıl ki üretim aletlerinin gelişmesine koşut olarak insan türünün doğanın acımasızlığı karşısında dayanma gücünü artırmış olması ile birlikte her alandaki sevk zincirinin ?giyim,beslenme,korunma, barınma vs- sürekli değişmesi organel yapının bu değişimler ile birlikte sürekli değiştiğini, farklılaştığını da rahatlıkla söylemek mümkündür. Gen ve hormonlar üzerinde sürekli yapılan değişiklikler, tabiri caiz ise oynamalar bir yandan kaynak artırımını gündeme getirseler de besinlerin yeniden üretilmesi için tüketilmeleri zincirinde tüketen tüm canlıların biyo-kimyasal yapılarında zaman içinde kalıtımsal dönüşümler yaratacak şekilde bir değişim ve dönüşümü de birlikte getirdiği gözlemlenmektedir.
Öz, sonsuz dönüşüm sürecinin halkalarını şekillendirirken hiçbir süreç bu değişim/dönüşüm halkasının dışında kalamaz. Değişim ve dönüşümün biçimsel ve içeriksel evreleri incelendiğinde, türün öncesi ve sonrası ile bugünkü durumunun diğer türler ile olan ilişkisini ve kendi içinde kıyaslanmasını sağladığı görülecektir. Sonsuz biçimsiz olan öz-ün devinim/dönüşüm yasası türlerin ve olguların evrelerinin algılanmalarından bağımsızdır. Tek hücreli bir canlının ya da terliksinin bu değerlendirmeyi/algılamayı yapamıyor olması sonsuz biçimsiz öz-ün ve değişim dönüşüm sürecini ne ilgilendiriri ne de değiştirebilir. Olmayan bir olgunun algılanması söz konusu olamayacağı gibi algılanamamak da olanın yok olduğu/olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bu durum ayrıca algımızın sınırları/sınırsızlıkları ile ilgili bir durumdur. Nasıl ki Austrolopitecus Africanus?ların dış dünyayı algılama boyutları bizim algılama boyutumuzdan farklı idiyse, gelecekte de bizim algılarımızın aynı şekilde çok gerilerde kalacağını söylemek mümkündür. Çenesi kocaman ve beyin hacmi küçük insanın bugünkü yapıdan farklı olması hiçbir sürecin sonsuz devinim içersinde sabit ve değişmez kalamadığına güzel bir örnek teşkil etmektedir. Heraklit?in belirlediği ?akan suda iki kez yıkanılamaz? önermesi, hiçbir olgunun zaman boyutundan ayrıştırılamayacağına dair güçlü bir tanımdır. Demek ki, zaman boyutu olmadığında tüm cisimler durmak zorundadır. Devinim, cisimlerin derinliğine içerisinde bulundukları zaman boyutu ile mümkün hale gelmektedir.

D. Yaratıcı Akıl/Sentez-2 / yedinci Duyu
Tarihsel bellek ile doğan birey algıladıklarını toplumsal öğretiler ile birlikte tanımlamaya ve kavramaya çalışır. Kavramlaşan her olgu tarihsel belleğine eklemlenir. Kişinin üst-belleğe tırmanma derecesi iyi/kötü, doğru/yanlış, güzel/çirkin, haklı/haksız gibi olguların farklılaşmasına neden olur. Düşünce sınırlandırılamaz. Ancak yaratıcı akıl/sentezlerken sınırlı olan ile yetinmesini bilir. Düşünce, sınırları belirlenmiş bir biçim içerisinde doğar/yoğrulur ve fakat sınırsızlaşarak öz-e ulaşır. Beyin dokusu/sinir uçları/nöronlar ve aralarındaki elektriklenme/enerji akışı biçimlenmiş sınırlı bir alanı ifade eder. Ne ki, öz-ün parçası olmakla o, sınırları aştığında öz ile sonsuzlaşır. Yaratıcı akıl bireyin kendi sınırlarını zorlaması/aşması ile ortaya çıkar ve hem nesneyi hem de tini birlikte değiştirip dönüştürür. Demek ki düşünme zinciri hem öz hem de biçim ile sıkı bir bağ ile bağlanmıştır. Algıların beş duyu ile sınırlı olduğu düşünülmektedir. Oysa ki, algılamalar bu beş duyunun sentezlendiği düşünce ve tarihsel bellek ile yoğrulurken edindiği yeni biçim ile algılama biçimini değiştirir ve etkiler. Algılamaya katılan bu ögeler ile algılama biçimi ve içeriği değişir. Bu şunu gösterir. Algılarımız sadece beş duyu ile sınırlı değildir. Bunlara düşünce ve tarihsel belleğimiz de eklenerek yedi boyuta ulaşır. Tüm canlı türlerin farklı algılama ve değerlendirme biçimleri vardır. Ve bu algılama ve değerlendirme biçimlerine bağlı olarak da farklı tepkileri ortaya koyarlar. İnsan türünün algılama biçiminin farklılaşmasında yatan neden ise tür olarak başardığı/mutasyon-doğal seçmecilikteki geliştirdiği yetenekleri- olsa gerek. Öz, insan türünün bu mutasyonuna gereksinim duymasa da onun etkisinden kurtulamaz ve sonsuz biçimler içerisinde yaratıcı aklın/sentezleri ile yeni biçimler edinir.
Böylece insan biçimlendiği doğal ve toplumsal dokuya katılarak biçimleyen konumunu edinir. Bu aynı zamanda bireyin tarihin objesi olmaktan çıkarak öznesi olması demektir. Düşünce çıkış kaynağı itibariyle nesnel bir olgular zincirine dayanır ve fakat sonsuzlaşarak nesneli değiştirme gücünü elde eder. Yaratıcı aklın en büyük aracı gözlem ve deneydir. Gözlem ve deney ile vardığı sonuçları bir sentez olarak ortaya koyar.
../
Bilmem on üzeri bilmem kaç rakamlar içerisinde basınç,ısı,çekim vs.vs ile yine bilmem on üzeri bilmem kaç rakamlarla ölçülen dilimlerde bir portakal büyüklüğünden kocaman bir evrene doğru Büyük-ten Patlama ile zaman sıfırlanmış. Hiç- bu oyuncağın yanında bir ?hiç? kalıyor aslında/esamesi bile okunmaz. Büyükten bir patlama ile aydınlandı her görünen. Zamanı sıfırlamak da neyin nesiydi? Ne onsuz olunuyor nede onsuz olunuyordu. Ötesi mi zor bir soruydu. Hemen mistik çağrışımlar yapmasın; bu çağrışımlar değildir demek istediğim. Zamanı sıfırlar iseniz çoğaltamaz ve bu boyutu yok sayarsınız. Zaman boyutu var ise bunu da yok sayamazsınız. Demek ki bir denklem var çözülemeyen. Kimi cisimler aynı yöne kimileri ters yöne savruldular. Ters yöne savrulanların ışığın hızı sabitesine göre bir birlerini görmeleri aynı yöne savrulanlardan daha geç olmalıydı. Ancak sonuçta her cisim bir merkezden dışa doğru savrulduğuna göre merkezin yaydığı ilk ışın dalgasından daha öteye gitmiş olamazlardı. Gitmiş olsalardı onlar artık birer enerji/ışık olurdu, birer gezegen değil. Demek ki, keşfedilen ışık demetinin bize uzaklığı onun ilk oluşuma yakın olması ile ilgili değildir. İlk patlamayı görmek istiyor isek öteye/ileriye bakmalıyız. Ancak onun sonsuzlukta yayılma ve ilerleme hızına ulaşmamız bu gün için olanaklı görünmüyor. Bunun için ışık hızını aşmak gerekecek. Bu mümkün mü?
Savrulan gök adacıklar ve bilinen evrenin uzaktaki cisimlerinin uzaklaşma hızlar rakamlara sığmıyor. Hubble teleskopu ile görüntülenen geçmiş bir türlü ilk patlamaya/bing beng-e ulaşamıyor. Büyük patlama neden kendisini saklıyor dersiniz? ve neden onun türevleri yaratılarak sonuçları açıklanmaya çalışılıyor? Büyük patlama evreni açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Sorunu bu şekilde ortaya koyacak olduğumuzda Hubble’ın görüntülerini/gözlerini başka yöne çevirmek gerekecektir.
Ezber bozulacaktır…
Büyük denilen patlamanın bir başlangıç olmadığını düşünüyorum. Bu gün bilim insanları evrenin kapalı ya da açık olma olasılıklarına göre ya donacağını, ya da içine çökeceğini düşünmektedirler. Işık sabitesi henüz tersi kanıtlanmadığına göre geçerli olarak benimsenmek durumunda olduğuna göre saniyenin bilmem kaç-binde biri süresindeki savrulma ve günümüze kadar süren genişleme ışık hızından daha fazla olmasa gerek. Işık hızındaki yıllara göre artıştan söz etmiyorum. İlk patlamada tüm cisimler ışık hızında yayılmış ve daha sonra yavaşlayarak kütleler oluşmaya başlamıştır. Eğer tüm parçacıklar ışık hızı ile yayılmalarını sürdürmüş olsalardı enerji dışında hiç bir cisim oluşmayacaktı. İlk patlama anındaki bu enerji nerede gizlenmiştir. Hubble ile bunun resmini yakalamaya çalışmaktadır bilim insanları. Ne ki, bunu yakalayabileceklerini sanmıyorum. Hubble sabitesine göre uzak cisimlerin/galaksilerin uzaklaşma hızı uzaklıkları ile orantılıdır ve bu hız neredeyse ışık hızına varmaktadır. Böyle olunca neden bir ilk ve son düşünülüyor sorusu akla geliyor. İlk olmayınca formül tümden değişecek mi? son olacak olan nedir? Ve o son diyalektik olarak yeni bir olgunun başlangıcı olamaz mı? İlginç değil mi?

Kasım 2009, Batı

Yazan: Nejdet Evren

Kaynak
(1) Serol Teber, Davranışlarımızın Kökeni, Say yayınları 4.Baskı,1989 Sy:33

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir