Bireysel ve toplumsal yönlerden özgürlük, aydınlanma dönemi ile başlayan düşünce fırtınasına bağlı olarak her yönden ele alınmaya başlanmış ve haklar ve bildirgelere işlenip normatif olgulara dönüştürülerek işlevselleştirilmeye çalışılmıştır. Ne ki, bu tanım/olgu kimilerince bireyin her istediğini yapabilmesi, kimilerince zorunluluğun bilincinde olunması ve kimilerince de bir diğerinin haklarının başladığı yerde biten sosyal bir içerikte değerlendirilmiştir. Ötekileştirmenin özgürlük ile bağıntısı neredeyse görülemeyecek kadar sönük bırakılmış ve nedense fazla irdelenmemiştir; bu durum, özgürlük arayışlarının içtenliği konusunda ciddi bir şüphe olarak varlığını sürdürmektedir. Şüphe, her yer/zamanda düşünen, sorgulayan ve özne olmak isteyen bireyin dogmatik öğretilere kapalılığını, analitik düşüncesinde sürüden uzaklığını gerektirdiği için ?sürüden kopanı, kurt kapar misali- korkutucu olmuş ve her düşünürün durağına uğrayamamıştır. Öteki denilenin köleliği sürdükçe, beride olanın özgür olamayacağına ilişkin düşünceleri dile getiren/irdeleyen düşünürlerden Jean Paul Sartre sürüden kopan bir düşünür olarak der ki; ? Yahudiler bütün haklarına kavuşmadıkça hiçbir Fransız hür olamaz, Fransa?da ya da bütün dünyada bir Yahudi, hayat korkusu içinde titredikçe hiçbir Fransız kendini güven altında sayamaz?. 1870-1914 yıllarındaki Fransa ile ilgili antisemitik yozlaşmayı irdeleyen düşünürün bu tespiti neredeyse evrensel bir yargıyı içinde barındırmaktadır. Denmez mi ?Gülleri solduran gülebilmezmiş? ya da? komşusu aç olan uyuyamazmış?…Özgürlük söylendiği kadar kolay tanımlanacak/ortaklaşılacak bir olgu olmasa gerek! ?kralların tacına?(*) yazılan özgürlük despotizme/oligarşiye/diktatörlüğe karşı bir kazanım olsa da, ötekileştirmeyi sürdürdüğü sürece o despotik/oligarşik/diktatörlüğün yerine aday olmayı sürdürecektir.
?Düşünen insan bilir ki, düşünceler yalnız olanakları dile getirir, kesinlikleri değil.? (1) Fizik dünyadaki kesinliklerin bile göreceli olduğu tartışmasız iken, sosyal olgu ve olaylarda fizik yasalarının uyarlanarak kesinliğinden söz etmek/yargılarda bulunmak ve çıkarsamalar yapmak kelimenin tan anlamıyla diyalektik ve tarihsel tüm oluşumun yok sayılmasından/görülmemesinden/anlaşılmamasından başka bir şey değildir. Mumyalar ölüler üzerinde , tabular ise düşünceler üzerinde inşa edilmişlerdir. ?Antisemit yoketmek istediği bir düşman bulmadıkça, yaşayamayan bir tiptir? (2) Düşmana gereksinim duymak gizlenmiş bir tabudur. Tabulardaki mühür kırmızıdır ve göz-alır, cezbeder; oysa içindeki olgu, küflü bir yığından öte bir şey değildir. Tabuların insan düşüncesindeki ulaşılabilecek menzilleri düşünmek nerede ise olanaksız ve bir o kadar uçuk ve endişe verici olabilmektedir. Nasıl mı? ?Antisemit der ki: Yahudi, yahudi olarak kötüdür…Yahudi dokunduğu herşeye bir kötülük, ne bileyim ancak şeytanın bildiği iğrenç bir şey bulaştırır. Almanlar her yerde önce hamamlarla plajları Yahudilere kapamışlardı. Bir Yahudinin bedeni girerse, bütün su mundar oluyor sanıyorlardı. Yahudi soluklandığı havayı bile zehirler, vebalardı? (3) İnsana ne kadar aykırı, uç ve inanılmaz görünse de düşünsel gerçeklik kitleye mal olduğunda maddi bir güce dönüşüyordu diye boşuna söylenmemiştir. Kitleler halindeki imha süreci bu temel paradigma üzerinden meşrulaştırılırken aslında tüm muhalif düşünceler yok edilmekteydiler. ? Demek ki, bu akım teşvik gördüğü zengin sınıflara bir supap hizmeti yapmakta, rejim için tehlikeli olabilecek bir öfke ve kin dalgası bu suretle tek tek adamlara yöneltilerek savuşturulmaktadır?(4)
Özgürlük köleliğin başladığı yerde biter ve dünyada tek bir köle kaldıkça hiç kimse özgür sayılamaz. Demek ki özgürlük söylendiği gibi ne her şeyi yapabilmek, ne zorunluluğun bilincinde olmak ne de öteki denilenin haklarının başladığı yerde durmak değildir; o, en son kölenin zincirlerinin kırıldığı yer/zaman dilimindeki muştudur/sevinçtir. Afrika?daki bir insan açlıktan/susuzluktan ölüyorsa, bir çocuk napalm bombasıyla katlediliyorsa, bir orman koka için kökünden sökülüyorsa hiç kimse özgür değildir. Özgürlük tiyatrosunda figüranlar sürekli kostüm değiştirdikçe, kostümlere göre insan tiplemelerine gereksinim de var olacaktır; ?Bir tek sözün şevkiyle/ Dönüyorum hayata? (*) tanımı bu olmasa gerek. Kendini Yaratan İnsan durumu ile algılanmalı iken diğer yandan da durumuna anlam katan özne olmalıdır. Düşünceye ve eyleme anlam katmak ancak özgürleşmek ile olanaklıdır. Tüm anlamlar yığını ile çevrili olan birey onları kendi durumu ile farklılaştırabildiği ölçüde yeni bir anlam oluşturmayı sağlamış demektir. Bu durum, iletişim içerisinde olduğu ve olma olasılığı ve düşüncesi bulunan diğer tüm canlılar ile gerçekleştirebileceği bir öznelliktir. Devingen sosyal doku var olduğu için birey kendini gerçekleştirir; birey devindiği için sosyal doku oluşur; Nazım?ın dediği gibi ?Bir ağaç gibi tek ve hür/Bir orman gibi kardeşçesine?. Ağaçlar çıkardıkları özel kokular ile iletişim kurabiliyorlarsa insan bunun fazlasını yapabilecek yetkinliğe ulaşmıştır. ?İnsan her şeyden önce ?durumu- ile belirlenen bir varlıktır; biyoloji, ekonomi, politik, kültürel..vb…durumlarıyla bireşimsel bir, bütün oluşturur. İnsan üstüne yargı verirken durumu?nu gözönünde bulundurmak şarttır. Çünkü olanaklarını belirleyen, onu biçimleyen bu durumdur. Ama öte yandan tutum ve davranışlarıyla o duruma anlam kazandıran da kendisidir.? (5) Demek ki, bir yönüyle insan mevcut durumlara müdahil/etkiyen olduğu ölçüde insanlaşmaktadır ve bu bir sosyal/tarihsel sorumluluk olup ondan kaçmak sorumluluğunu kaldırmayacak, ?elle gelen düğün bayram? denildiği gibi teslim olduğunda ise sürüye sayılacaktır. Özgürlük bu yönü ile sürüleşmeye karşı-tez/eylem/düşünce/oluş/durum olarak gelişmektedir denilebilir.
İnsan yaptığı eylemi üstlenemeyecekse ondan kaçınmalıdır; buna rağmen yapıyor ve üstlenmekte zorlanıyor ya da ondan kaçıyor ise ya çocuksu bir tavır sergiliyor ya da tribünlere oynuyor demektir; beğeni kazanmak denir buna. Genel benimsemeye aykırı bir davranışı sergileyen birey doğurduğu sonuçları ön-görebildiği ve kanıksadığı ölçeklerde içtenlikli sayılabilir; değilse, o, tam anlamıyla bir yalancıdır. Yalan bir gizlenmedir; hem bir savunma hem de bir aldatma olarak kendini gösterir. Ancak öyle durumlar vardı ki bu yalan olmadığı gibi bir aldatmaca da değildir; olumsuzu kanıtlama çabasında bırakılan kişi ne yaparsa yapsın olumlama yapamayacak ve sürekli sahte davranışa sürüklenecektir. Bu sahtekarlığın asıl sorumlusu onu dayatan düşünce/kimlik olsa gerek. ? Ne İsa?ya, ne Musa?ya yaranamamak? sözü tam bu noktada ortaya çıkmıştır; İsa ve Musa bir rastlantı değildirler; on emir Tur Dağı?nda Musa ile, Yeni Ahit çar-mıh-ta İsa ile sembolize edilirken; geçmiş ve gelecekte tüm Yahudilerin lanetlenmesi ise putperestliğin yıkılması ile temsil edilecektir. Altın Hilal/(Berketli Hilal)Mezopotamya çocuklarını doğurmuş ve onları çiğ-çiğ yem etmekte tereddüt etmemiştir. Bu durum onun kendi var-oluşu-nu yeniden sorgulamasını gerektirmektedir. Ne tanrıların yerine aklı koyarak onu hiç-likten yaratmak olanaklıdır ne de, idealize ederek kendinden olan ile açıklamak olanaklı değildir. İlk çitin çekildiği yer/zaman, köleliğin başladığı yer/zamandır; ilk köle, üzerinde toplumsal egemenlik kurulan kadındır. Yer-yüzünde tek bir kadın bile baskı ve egemenlik altındaysa tüm insanların hepsi köledir. Egemenlik kuran, kendi özgürlüğüne çit çekmektedir. ?Hür olmak? sanıldığı kadar kolay değildir. Soyutlanarak gelen kölelik beyin dokusuna işlenmiş/örülmüş bir ağ gibidir; öncelikle o ağın sökülüp atılması gerekir.
İnsanın olumsuz bir sonuçtan dolayı sorumlu olması/böyle duyumsaması/algılaması için mutlak surette olumsuz olarak gerçekleşen olaya etkin/aktif/gönüllü katılması gerekmemektedir; hiç-bir-şey yapmayarak seyirci kalması, yeterlidir! ?…bu insan türünü biz yarattık ve ona, daha mantık tanımayan bir toplulukta şamar oğlanı rolü verdik. Hem bunu öyle bir insan materyalinden yarattık ki, başka bütün türlerden daha çok gerçek insanoğluna tanıklık etmektedir; etmektedir, çünkü insanlığın kucağında ikincil (tali) tepkilerden doğmuş ve oluşmuştur: bu horlanan, kökünden kopmuş olan, ta baştan beri gizlenmeye ya da ezgiye katlanmaya zorlanan insan türü!…Bu işte hiçbirimiz suçsuz değiliz. Suçluyuz, caniyiz, Nazilerin döktüğü suçsuz kanlardan sorumluyuz!…?(6)
Özgürlük sorumluluktur; taşıyamayan özgür olamaz!
Yazan: Nejdet Evren
Mayıs 2010, Batı
(*) Paul êluard, ?Hürriyet? adlı şiirinden
(1) Hür Olmak, Jean Paul Sartre, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2.Baskı Nisan 1995, Emin Türk Eliçin çevirisi, S: 16
(2) Age, S: 24
(3) Age, S: 28
(4) Age, S: 36
(5) Age, S: 50
(6) Age, S. 100
Alman Çevirmen Walter Schmihle?nin son sözü ile birlikte 149 sayfa