Darağacı Avı – Osman Şahin

“Darağacı Avı, yüzyirmi öyküm içinde, beni en çok uğraştıran, en çok çalıştıran öykümdür, başyapıtımdır…” Osman Şahin

Değerli öykücümüz Osman Şahin, Toros köylerinin yaşanmış öykülerini anlatmaya devam ediyor. Şahin, yaşadığı, tanık olduğu olayları, tanıdığı kişileri ölümsüzleştirirken gerçekçiliği, inandırıcılığı elden bırakmıyor. Darağacı Avı, birbirinden çarpıcı öykülere yer veren bir kitap. Kitaba adını veren öykü, düşmanını öldürmekle yetinememiş, onu bir darağacına asarak çürümesini beklemeye durmuş Miran’ın ürpertici dramını konu ediniyor. Şahin, Bamedi köylülerini, sözlü halk anlatım geleneğinin Toroslardaki son temsilcileri olan Bey Analar’ı, onların ağıtlarını ustalıkla taşıyor okura.

Pastadan Bir Dilim – Suat Duman
(17/09/2010 tarihli Radikal Kitap Eki)

Hitchcock, filmlerinin ‘pastadan birer dilim’ olduklarını söylüyordu. Pastadan bir dilim, her açıdan anlatıyor Osman Şahin’in ‘Darağacı Avı’nı. Türkçeden bir dilim, hayattan bir dilim!

Yaklaşık kırk yıldır yazıyor Osman Şahin. Sıradan insanların tarihsel yalnızlıkları kadar onların en dişli direnişlerinde bile gözlenebilen çocuksuluklarını anlatıyor. Gaddar adamların köhne despotlukları kadar baskıyı, ezilmeyi, gururu unutmayıp aktaran ermiş kadınları da. Geleneği ve töreyi, imeceyi ve sinsiliği, yitip giden ile coşup geleni yazıyor Osman Şahin?in kalemi. Yaklaşık kırk yıldır dili kınından yeni çekilmiş gibi ince ve keskin, eskiye çentik atıyor, yeniye yol çiziyor… Osman Şahin?i okurları iyi tanıyor. Eh, ne kadar tanısanız da yola koyulurken yanına aldığı dil çıkınında hep yeni bir deyiş, iştah kabartan yeni bir sözcük oluyor işte.
Osman Şahin?in öykülerini bir araya getirdiği, Darağacı Avı dört öyküden oluşuyor. Kitabın ilk öyküsü ?Darağacı Avı?, ?Bey Analar? hikâyesiyle birlikte denebilir ki tam bir dil macerası vaat ediyor okura. Kuşkusuz aynı lezzet diğer hikâyelerde de alınıyor. ?Darağacı Avı?, ilk bakışta bir kan davasını anlatıyor. Başkarakter Miran, babasının ve amcasının canını alan kanlısı Hamey?i öldürmek için pusuya yatıyor. Miran?ın bunun dışında başka bir sebebi daha var ama. Gönlünü kaptırdığı Hori kızı kaçırıp, kendine karı yapmıştır Hamey. Sonuç olarak Miran intikam solumakta, kin içmektedir uzun süredir. Hikâyenin odaklandığı asıl mesele ise, bir sosyal arıza olarak kan davası değil. Yazar, daha ziyade, öldürdüğü hasmını gömmeyip, çürüyüp kurtlanana, eti dökülüp kemiği iliğinden ayrılana dek bir ardıç ağacında sallandıran Miran?ın ruh haline yoğunlaşıyor. İhtiyar bir köylü de aynı şeyi söylüyor Miran?a, öz anası da. ?Ölü toprağa aittir, göm O?nu? diyorlar. Fakat O dinlemiyor.

Ölmeden önce bir kez kazanmak
Otuz yaşlarında, orta boylu, şaşı gözlü Miran, düzgün yüzlü, iri kemikli, yakışıklı, kaşları yay gibi Hamey?den yalnızca atalarının intikamını almamaktadır çünkü. Yalnızca yavuklusunun hesabını sormamaktadır düşmanına. Bu, her şeyiyle karşıtı olduğuna inandığı adamın, gözlerinin önünde kendisinden daha değersiz, daha rezil bir mala dönüşmesini seyretmek istemektedir. Ölmeden önce bir kez olsun kazanmak istemektedir Miran. Sorunlarını algılayacak araçlardan mahrum bırakılmıştır Miran. Hayatı çözümleyemeyecek kadar hırsla doludur. Bir anlatan olsa da dinlemeyecektir artık. Sonuçta, bir yere oturtamadığı, kendisini sıkıştıran, ezen çaresizliğinin oyuncağına dönüşüyor. Öyle ki, canını alıp, günlerce dalda sallandırıyor Miran hasmını ama düştüğü çukur, ölü Hamey için kazılacak mezardan daha derin oluyor. Bir iskelete dönüşen Hamey?den daha değersiz, daha lanetli bir canlıya evriliyor.
Kitabın ikinci öyküsü ?Sarı Yatak?, alttan alta bir cinayetin çözümlendiği, katilin ve cinayet sebebinin araştırıldığı polisiye soruşturmalarını anımsatıyor. Yine de temel olarak hikâye, feodal sistemin çekilmez hale getirdiği insanlık hallerine odaklanıyor.
?Bey Analar? hikâyesi üç bölümden oluşuyor. Her bölüm sözü geçen, anımsayan ve aktaran, ortak tecrübeleri unutulmasın, ders olsun diye özlü biçimlerde dile getiren bilge kadınların adıyla imlenmiş. Ağıtlar yakan, ilenen, kelimeyi yeri geldi mi bir tuz gibi yaranın üzerine döken, yeri geldi mi bir kaşık bal gibi ağzımıza çalan bu kadınlar toplumsal belleğimizin en arı, en şiirsel ifadesine dönüşüyorlar hikâyede. Bu yönüyle harika bir dil işçiliğine, yerinde duramayan, ışıl ışıl parıldayan deyişlere, sözlere hazır olunmalı. Bir yanıyla da yaşadığımız toprağın bize yalnızca zevk vaat etmediğini hatırlatıyor: hâsılı memleket, acısı tatlısıyla memlekettir, ayıklanmış bir gül bahçesi değildir. Birinci Dünya Savaşı?na denk gelen yıllarda yaşanan tehcir ve ölümler gibi, her daim kanayan, kanatılan açık yaralarımızdan kimilerini de bu vesile ile yeniden, insani boyutuyla düşünme fırsatı yakalıyoruz.
Son öykü Çatal Celal . Bir dayı yeğenin birbirlerini ağırlayışı, zorlu bir kar atmosferi içerisinde anlatılıyor. Tonu diğer öykülere nispetle daha açık, yaklaşımı daha kapsayıcı bu öykünün. Hınçla yağan karın altında birbirlerini yalnız bırakmamak adına yürüyüp duran dayı yeğenin, ısınmak için rakı içip kar yutuşu, muhafazakâr komşularına takılmaları, nihayet yine karın içinde yürüyüp kaybolmaları hikâyeyi keyifle okunur kılıyor. Kitaba adını veren hikâyeyi, Alfred Hitchcock?un anısına ithaf etmiş Şahin. Hikâyenin sınırlı mekân ve az sayıda karakter üzerine inşa edilen, durağanlıktan beslenen gerilimi göz önünde bulundurulunca, sinema sanatının tekinsiz ustasına çıkarılan şapka yerine oturuyor. François Truffaut?yla yaptığı söyleşisinde, Hitchcock, filmlerinin ?pastadan birer dilim? olduklarını söylüyordu. Pastadan bir di- lim, her açıdan anlatıyor Darağacı Avı?nı. Türkçeden bir dilim, hayattan bir dilim!

Kitabın Künyesi
Darağacı Avı,
Osman Şahin,
Can Yayınları,
2010
110 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir