Kaybedenlerin Öyküsü (Rock?n Roman) İstanbul Dörtlüsü 1 ? Hikmet Temel Akarsu

“Kaybedenlerin Öyküsü”, bir dörtlünün ilk kitabı. Hikmet Temel Akarsu, İstanbul Dörtlüsü adı altında toplayacağı bu çalışmasında, İstanbul’un belli çevrelerini şimdiye dek belki de hiç ele alınmadığı biçimde, alışılmadık, çarpıcı, hatta irkiltici bir açıklıkla işliyor. Konuya yabancı olunsa da insanlar, olaylar tanıdık geliyor. Yaşanmışlık üzerine kurulu bu dörtlünün ilk kitabı olan “Kaybedenlerin Öyküsü”, Kadıköy ve çevresine odaklanmış. Underground mekanlarda dolaşan, Dekadans Bar’da bir araya gelen ve umutsuz bir başkaldırıyı sürüklerken Kaybedenler Kulübüyle özdeşleşen insanların yaşamından bir kesit. Kulaktan kulağa yayılan inanılmaz bir çekicilikle, kendi kozasında efsanesini ören, aydın çevrelerce dışlanan bu sanal kulübün, “Kaybedenler Kulübü’nün söylem ve duruşunun bütün kenti kasıp kavurduğu, etkisi altına aldığın zamanların anısına kaleme alınmış olan bu romanda, o çarpıcı insanlık durumları ancak birkaç yaralı karakterin perspektifinden verilmiştir diyor yazar. “Kaybedenlerin Öyküsü”nü okurken, belki de yabancısı olduğunuz çevrelere ve hayatlara girerken, onca çarpıcılığı ve ürkütücülüğü yanında bu romanı; yine de yürek burkan, hüzünlendiren bir yanı olduğunu göreceksiniz.
(Arka Kapak)

Emre Aköz ‘ün Kitap Üzerine Hikmet Temel Akarsu ile Söyleşisi
(15 Kasım 1998 tarihli Milliyet Gazetesinin “Gazete Pazar” Eki)

Emre Aköz: Kadıköy son yılların “yükselen” semti. Peki, nasıl oldu da karamsar, umursamaz “Kaybedenler” böyle bir bölgede yeşerdi?
H.T. Akarsu: Aslında konunun püf noktasından başladınız. İşin şifresi burada. Tıpkı 50’li yıllar Amerika’sında olduğu gibi. Beat kuşağının çıkışında olduğu gibi. Kadıköy gençliği çok kalitelidir. Hepsi bilgisayar kullanır, yabancı dil bilir, sanata ve edebiyata düşkündür. Yabancı literatürü takip eder. Müthiş duyarlı ve birikimli bir gençlik. Bunların bize anlatılan Türkiye’nin dışında bir Türkiye olduğuna uyanmaları ve bunu araştırmaya koyulmaları bana çok doğal hatta kaçınılmaz geliyor. Zaten tıpkı “Baby Boom” esprisinde olduğu gibi hepsi çok sağlıklı, yakışıklı, güzel, uzun boylu… Masal gibi çocuklar… Bizim zamanımızda böyle miydi?..
E.A.: Peki böyle bir yaklaşımın rock’la ilgisi ne? Kitaptan okuduğumuz kadarıyla bütün bu fikriyat rock ruhuyla birlikte gelişiyor. Hatta kitapta son derece canlı bir motosiklet kapışması sahnesi var. Sanırım bu olay gerçek…
H.T. Akarsu: Söz konusu metin bir roman. Roman fiction’dır. Kurgudur yani. Ama orada benim anlattığım motosiklet sahnesinin çok daha dramatiklerini neredeyse her gün yaşıyoruz Kadıköy’ün rock çevrelerinde. Tabii ki ben bir ‘rocker’ olarak aralarında değilim. Ama bu işe, bu akıma merak sardıktan sonra oralardan eksik olmadım. Ve onlardan çok şey öğrendim. Baştaki sorunuza gelince, rock müziği aslında işçi sınıfının müziğidir diyebiliriz. Ya da sanayileşmiş toplumun müziği. Kentli karamsarlıklar, kükürt kokan sabahlar, soluk aldığınızda metal yuttuğunuz sokaklar, sertlik, kırılganlık, duyarlılık, düzenin sıkıştırması, buna geliştirilen isyan duygusu, kaçma, kurtulma arzusu, özgürlüğe, pastoral mecralara özlem. Bütün bunlar sanayileşmesi hızla gelişen ülkemizde, gerçek Türkiye’yi gerçek yüzüyle görmek için kafa yoran gençlerimizin yüz yüze kaldıkları şeyler. 50’lerde Amerika’da da öyle olmamış mıydı?
E.A.: Kaybedenler neden çevrelerindeki kadınları yerden yere vuruyorlar? Hiç beğendikleri kadın yok mu?
H.T. Akarsu: Bu aslında bir simülasyon. Yani paralelleme. Kadın düşmanlığı, özellikle radyo programında büyük bir eğlence halinde yürüttükleri bir şeydir. Mesela radyoyu arayanlara Sibel Can’ın göğüs ölçüsünü sorarlar. Yanıtlayamıyorsa onunla konuşmazlar. Yanıt yetersizse, karşılarındaki kişi ilginç ve hakaretamiz bir söylem geliştirmediyse onu aşağılarlar. Oturup saatlerce örümcek ruhlu Vivaşamdangala kadınlarıyla dalga geçerler. Bu beğenmek ya da beğenmemekle ilgili değil, sadece aşağılamak. Ama bunu kadınlardan değil, bu sistemin getirdiği sahtekarlık, ikiyüzlülük, çıkarcılık gibi tutumlardan nefret ettikleri için yaparlar. Burjuva toplumun getirdiği güce tapma, para için olmadık alçaklıkları yapma, servet avcılığı, riyakarlık Kaybedenler’in nefret ettikleri şeylerdir. Diyeceksiniz ki, bunun kadınlarla ilgisi ne?.. Kaybedenler güce, paraya ve menfaate tapmanın, büyük oranda kentimizdeki kadının önemli bir özelliği olduğunu düşünürler. Haysiyetsiz ve alçak olsa da güç, para, karizma, şöhret gibi şeylere sahip olan erkeklere her şeyleriyle teslim olmalarını bu sistemin bir izdüşümü olarak görürler. Ve bunu bir metafor olarak ele alıp kadın düşmanı bir söylem geliştirirler. Ama aslında bunun o metaforik, anlatımcı yönünden başka bir anlamı yoktur. Çünkü kendi özel yaşantılarında çok görkemli aşklar yaşadıklarını ben biliyordum. Bir de benzer karakteristiği gösteren sahtekar, alçak, çıkarcı, haysiyetsiz erkeklerden de en az o kadar nefret ederler.
E.A.: Kaybedenler Kulübü’nü bir “edebi sound” olarak tanımlıyorsunuz. Nasıl oluyor bu?
H.T. Akarsu: Şu anda Kaybedenler Kulübü’nün radyo programlarında telefonlar kilitleniyor. İnsanlar Kaybedenler’i taklit eder gibi konuşuyorlar. Sabahlara kadar radyo başında içip gözyaşı dökenler var. İntihara kalkışanlar, bu kenti terk edip Doğu’ya, Güney’e gidenler var. Kulübün bir tribi olan Altı Kırkbeş Yayınevi’nde kitap yayınlatmak için yarışıyor bütün entelijansiya. Haklarında çok sayıda roman yazılıyor. Beşini ben biliyorum. Benim kitabımın piyasaya verildikten sonra hakkında tek bir yazı çıkamış olmasını rağmen birinci baskısı tükendi. Fanzinler, dergiler, albümler çıkıyor. Dahası insanlar artık Kadıköy’de Kaybedenler gibi bakıyor. Cool, gülümsemeksizin, pasif, fakat sert. Daha başka ne gerekebilir bir akım adını almak için?..
E.A.: “İstanbul Dörtlüsü” ile “İskenderiye Dörtlüsü” arasında hiçbir benzerlik var mı?
H.T. Akarsu: Bana göre yok. Hiç yok. Ama yine de bu sorunuzun yanıtını eleştirmenlere bırakmak gerekir derim.
E.A.: Sahi, Enis Batur’u niye bu kadar önemsiyor Kaybedenler?…
H.T. Akarsu: Bu benim de kafama takılan bir soru aslında. Çünkü Enis Batur onların temsil ettiği her şeyin tam tersini temsil ediyor. Bir banka yayınevinin başında. Trilyonlarla oynuyor. Edebiyatta kendi imparatorluğunu kurdu. Oradan arzu ettiği kişilere iyilikler saçıyor. Zengin, müreffeh, duayen, bomba gibi hayat sürdürüyor. Ama Kaybedenler’le ilişkisi hiç kesilmiyor. Kitaplarından bir bölümünü bu marjinal grubun yayınevinde yayımlıyor. Kaybedenler onun bazı metinlerine hasta. Zaman zaman kavga dövüş ediyorlar. Ama sonuçta birbirinden vazgeçmiyorlar. Kaybedenler’le benim aramdaki önemli sorunlardan biri de budur. Bu çifte standardı hiçbir zaman kabullenmemişimdir. Sen underground’um de, marjinalim de, git sonra edebiyat iktidarının en büyük Tycoon’u ile haşır neşir ol. İster istemez insanlar kuşku duyar. Fakat bu işin nedenlerini irdelediğimde bazı ilginç bulgularla karşılaştım. Enis Batur başlarda bizler gibi biriydi. Edebiyatın iktidar ve güç odaklarına savaş açmış, onlara rağmen var olmaya çalışan biriydi. O yıllarda muhteşem işler yapmıştır. Hepimiz onu çok sevmişizdir. Kendini bir taşıyıcı olarak adlandırırdı. Kültürü Türkiye’ye taşımak gibi mütevazı bir görevi üstlendiğini söylerdi. Bayılırdık onun bu tarzına. Müthiş saygı duyardık. Ne vakit ki, edebiyat iktidarlarına karşı savaşını kazandı, gitti kendi iktidarını kurdu, yani bir Zapata hikayesi gibi. Egosantrik ve müphem bir kişiliğe geçti. Yazdıklarında hikmet varmış gibi davranmamızı bekledi. Bazıları öyle de davrandı. Böyle davrananlar ödüllerini aldılar. Onları burada zikretmek uygun düşmez. Ama eski harika adam Enis’i özleyen bizlerden nefret etmeye başladı. O yüzden ben Kaybeden felsefesinin Enis’in tam karşısında olmasını isterdim. Ama kulübün totemleri onun Richard Brautigan’ın metinlerini andıran ayrıntıcı, didikleyici, anlara konsantre olmuş, derinlemesine inceleyici tarzına bayılıyorlar. Bu Brautigan düşkünlüğünden olmalı diye düşünüyorum. Doğrusu bunu yine de bağışlamıyorum.

Kitabın Künyesi
Kaybedenlerin Öyküsü (Rock’n Roman) İstanbul Dörtlüsü 1
Hikmet Temel Akarsu
Can Yayınları
1998
139 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir