Virginia Woolf ‘un “Kendine Ait Bir Oda” adlı kitabına dair – Bedriye Korkankorkmaz

Virginia WoolfÜnlü yazar ve eleştirmen Virginia Woolf’un Afa Yayınları arasından yayımlanan Kendine Ait Bir Oda adlı kitabını dilimize Suğra Öncü çevirmiş.
İnsan zihninin her hangi bir günde algıladıkları’yla ilgilenen “bilinç akışı” tekniğinin öncülerinden sayılan yazar Virginia Woolf, eleştirilerinde kullandığı sert dillin aksine roman kahramanlarına karşı oldukça anlayışlı ve sevecendir.
Kendine Ait Oda, Shakespeare gibi bir dehanın erkek olmasının nedenlerini, erkeklerin düşünce yeteneği bakımından kadınlardan daha üstün olduklarına olan inancı derinden sarsan, sorgulayan konuya farklı bir perspektiften yaklaşan bir eserdir.
Yazar Virginia Woolf, kadınların, erkeklerin boyunduruğundan, çeşitli önyargılardan, kendisini kuşatan esaretten kurtulmadan kişiliklerini kazanamayacağına inanır. Kadınlardan, “kendilerine ait bir oda” sağlayacak olanaklara sahip olmaları için para kazanmalarını ister. Woolf, kadınlardan ben’in gerçek kimliğini günlük yaşamlarının bir parçası haline getirmelerini, erkekler ne düşünür endişesi taşımadan yazmalarını, düşünme yeteneği bakımından erkeklerin gerisinde kalmadıklarını kanıtlamalarını ister.
Yazar, kadınların, erkeklere ne söylediklerinin değil; kendilerine ne söylediklerinin önemli olduğunu anlamalarını istiyor. Kadınların para kazanmak yerine erkeklere çocuk doğurduklarını ve dünyaya getirdikleri çocukların bakımlarıyla ilgilendiklerini ve bu nedenle aynı evde kadınların “aşağıdakiler”, erkeklerin ise “yukarıdakiler” sınıfını temsil ettiğini savunur.
“Neden erkekler şarap, kadınlarsa su içiyordu? Neden cinsiyetlerden biri öylesine varlıklı, öbürü öylesine yoksuldu? Yoksulluğun kurmaca yazın üzerindeki etkisi neydi? Sanat yapıtlarının ortaya çıkmasında gerekli olan koşullar nelerdi (s.31) ” gibi o güne değin sorulmamış soruları kadınların kendilerine sormalarını, yüzyıllık bir uykudan uyanmalarını, kendi gerçeklerine bu bilinçle sahip çıkmalarını istiyor. Bu soruların yanıtlarını salt cinsiyet farklılığında aramamak gerektiğine vurgu yaptıktan sonra kadına ve erkeğe tanınan olanakların eşit olmadığını, bu eşitsizliğin hangi aşamalardan geçerek toplumsal sorun halini aldığını erkeklerden ziyade kadınların bilmesini ve kendi gerçeklerine bu bilinçle sahip çıkmalarını istiyor. Yazar şu gerçeğin bilinmesini istiyor:-kadınların yazınla ilgilenmelerini isteyen ataerkil sistemin üyesi olan erkeklerin bu konudaki samimiyetsizliklerinin bir sonucu olarak kadın yazın sahnesinde değil de çamaşır leğeninin önündedir.
Yazar, eleştirilerinde sınıf, statü farkı gözetmiyor. Bir yazarın, salt içinde yaşadığı topluma karşı değil, o toplumu oluşturan sınıfa, o sınıfın toplumuna, o toplumun oluşturduğu ulusa karşı da sorumlu olduğunu anımsatıyor.
” Oxbridge’ de araştırma konusunda eğitim görmüş bir öğrenci, hiç kuşkusuz, sorusuna çobanlık edecek ve bir koyunun ağılına koşması gibi tüm engelleri aşarak yanıtına koşmasını sağlayacak yöntemi bilirdi”.(s.34)
Yazarın bu satırları bana Erasmus’un Deliliğe Övgü’sündeki filozoflarla ilgili şu satırlarını anımsattı: ?Fakat filozofu bir ziyarete oturtunuz, hüzünlü sessizliği ya da yersiz soruları, her an davetlilerin neşesini bozacaktır; dans ettiriniz, bir devenin sihrine ve hafifliklerine tanık olacaksınız; zorla bir temsile sürükleyin, onun yalnız varlığı hazları kovacaktır? ( 58)
“KADINLAR VE YOKSULLUK” konusu aydınlığa kavuşmadan ?kadınlar ve kurmaca yazın? konusu üzerine yapılan tüm konuşmaların ve çözüm önerilerinin amacına ulaşmayacağına inanıyor yazar. Yazar bu gerçekten yola çıkarak kadının dünü ile bugününe yolculuk yapmanın iyi bir fırsat olacağını düşünüp başta “Ortaçağ’da Durumları” olmak üzere 24 başlık halinde konunun çeşitli boyutlarını ayrı ayrı irdeliyor.
Woolf, soruna sorunsal yaklaşmanın aksine, sorun olan, neden ve niçinler üzerine düşünce üretmenin konuyu aydınlığa kavuşturacağına inanır.
Yazar, “Kadınlar ve Yoksulluk” konusunda erkeklere şu soruyu sorar: “Profesörler, okul müdürleri, sosyologlar, din adamları, romancılar, deneme yazarları, gazeteciler, kadın olmamanın dışında hiçbir nitelikleri olmayan erkekler, benim o bir tek sorumu-kadınlar neden yoksuldur? ? elli soru haline gelene, bu elli soru da çılgınca ana akıntıya atılıp uzaklaşana dek kovaladılar” (s. 35) Kadını insan olma gerçeğinden uzaklaştıran yaklaşımları tek tek irdeliyor V.Woolf. Kadın eğitilen bir canlı mıdır değil midir? sorusunun erkekler arasında tartışıldığını; Napolyon?un kadınların eğitilemeyeceğini, Dr. Johnson?unsa kadınların eğitilebilir canlı türü olduğunu savunmasını anımsatıyor.
Yazar başta kendi ülkesi İngiltere?de olmak üzere ataerkil düzende gücün, paranın ve yetkinin erkeklerin elinde olmasının, kadınları erkeklerin hayatlarına dahil olmak zorunda bıraktığını savunuyor. Asıl iç acıtıcı sorunun, kadınların bu zorunluluğu yazgıları olarak algılamaları ve gelinen bu sonuçtan erkeklerin memnun olduğunu bunun da sonucun tetikleyicisi olmaktan da öte sorunun belirleyicisi olduğuna inanıyor.
Yazar kadınların ataerkil düzene katkılarını ise şöyle özetliyor : ?Kadınlar yüzyıllardır, erkek görüntüsünü gerçek boyutlarının iki katında gösterebilen büyülü ve enfes bir güce sahip birer ayna görevini yerine getirmişlerdir. Bu güç olmasaydı, belki de dünya hâlâ bataklıktan ve sık ormanlardan ibaret olurdu( s. 43).?
Yazar, Elizabeth dönemini irdelerken bu dönemde sadece erkeklerin şiir, düzyazı vs. konularında yazınla daha çok ilgilenmemelerinin altında yatan asıl nedenleri araştırıyor doğal olarak. Yazar, Profesör Trevelyan?ın ?İngiltere Tarihi? eserinin ?Kadınların Durumu? bölümünde evli kadınların kocaları tarafından dövülmesinin erkeklerin yasal hakkı olduğunu ve bu yasal hakkın yüksek ve alçak sınıflarca utanç duyulmadan uygulandığı gerçeğine vurgu yaptıktan sonra kocası tarafından dövülen ve yemek yapmakla meşgul olan kadının yaşamının ve yaşadıklarının dayatması sonucu şiir, şarkı sözü yazmakla ilgilenmesinin mucize olduğunu belirtiyor ve Profesör Trevelyan?ın konunun vahametini gösteren şu satırlarından alıntı yapıyor: ?Aynı biçimde, anne babasının seçtiği beyefendiyle evlenmeye karşı çıkan kız çocuk, kamuoyunda hiçbir tepki uyandırmadan odaya kilitlenip dövülebiliyor, yerden yere savrulabiliyordu. Evlilik, özetle ?şövalye? ( nezaket ve cömertlik ) niteliklerine sahip yüksek sınıflarda, kişisel bir beğeni olayı değil, ailesel açgözlülük meselesiydi?? ( s.51)
Yazar evde dövülen kadının şiirde baş tacı edilmesi gerçeğine şu satırlarıyla isyan ediyor : ?? bunun sonucunda son derece garip ve karmaşık bir yaratık çıkıyor. Düşsel planda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz. Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte hiç görülmez. Kurmaca yazınında kralların ve fatihlerin yaşamlarına hükmeder; gerçek yaşamda ailesinin parmağına bir yüzük geçirdiği herhangi bir oğlanın kölesidir. Kurmaca yazında en esin dolu sözler, en derin düşünceler onun dudaklarından dökülür; günlük yaşamda hemen hemen hiç okuyup yazamaz ve kocasının malıdır (s.53).?
Yazar bu satırlarıyla kadının kurmaca yazındaki yeri ile gerçek yaşamdaki yerinin fotoğrafını çekmiştir adeta. Kurmaca yazında şiiri bir baştan öbür başa kuşatan kadın, gerçek yaşamda erkeğinin kölesidir.
Yazar Feridun Andaç?ın Dünya Kitapları / Tanıklıklar serisi arasından yayımlanan Edebiyatımızın Kadınları ( 1) kitabının “Modern Kadın Yazarın Toplumsal ve Sanatsal Konumu? başlıklı yazısından şu satırları anımsattı Woolf”un Kendine Ait Bir Oda’sı: (?)
Çiçekoğlu?nun şu düşünceleri: “Yaşadıklarımı paylaşabiliyor olmaktan hoşnudum ve bu kimliği korumak istiyorsam yazmalıyım?, diyebilirim ki, günümüz ” kadın yazarı’ nın ortak söylemidir bu! Yazmak, bugünün yazarı için paylaşmak kadar, kimliğini korumak, ait olduğu yeri, coğrafyayı betimlemenin / yansıtmanın bütün anlamlarını içeriyor. Yazarlığı, bu anlamda iki ayrı paydaya bölmek. (?Kadın yazar?, erkek yazar? demek ) pek doğru tanım değil, bence! Her iki kimliğin ? yazı? ya, ? yazarlık kurumu?na taşıdıkları önemli. Onların toplumsal/ sanatsal konumlarına da bu renkliliklerin penceresinden bakmak gerektiği kanısındayım? (s.28-29). Feridun Andaç’ ın görüşlerine katılıyorum. Bu gerçek saptama benim kendime sorduğum şu soruyu yanıtlamıyor: Türkiye?de neden kadın yazar az ” Türkiye’de hiçbir ebeveyn dünyaya gelen kız çocuklarının iyi yazar, şair” Olmasını temenni (yazına yakın ailelerin dışında) etmiyor. Hatta böyle bir isteği Anadolu?da duyumsayan ailelerin sayısı yok denecek değin az. Buna karşı Türk kadınının olmazsa olmazı olan şu sorumlulukların ağırlığını omuzunda taşımayan kadın var mıdır? : iyi aile kızı, fedakâr eş, iyi anne vs. vs. Tüm bu gerçeklerin yanı sıra yirmi birinci yüz yılda Türk kadınının profili gerçekten iç acıtıcı. Ayrıca,her gün gazeteler töre cinayetlerine kurban olan kadınların içimizi acıtan, Bizi insanlığımızdan utandıran haberleriyle dolu değil mi? Tarlada ırgat olarak çalışan kadınların, okuma- yazma bilmeyen kadınların, kocası tarafından dövülen kadınların, kocalarına ekonomik nedenlerden dolayı katlanan kadınların, her gece kocası tarafından tecavüz edilen kadınların sayısının tahminimden de fazla olması, giderek insanlık suçu halini alan işkencelerin kadını yazından uzaklaştırdığına ve Türk yazınında kadın yazarların sayısının az olmasında hatırı sayılır etkisi olduğuna yürekten inanıyorum. Ayrıca, kadını eksik etek olarak algılayan zihniyetin savunma avukatlığını yapan günümüz erkeklerinin sayesinde kadınlarımız yalnız yazın alanında değil, yaşamın birçok alanında hak ettiği yere gelememiştir. Bu duygularla ben çalışma masamdan kalkıyorum, Virginia Woolf oturuyor:
“Bütün bunlara karşın, yazı masasına giderek “Kadınlar ve Kurmaca” başlıklı yazıyı elime aldığımda buraya ilk yazacağım cümle, cinsiyetini düşünmek yazı yazan herkes için öldürücüdür olacak, diye düşündüm. Katışıksız ve basit bir biçimde kadın ve erkek olmak öldürücüdür; kişi erkeksi “kadın ya da kadınsı” erkek olmalıdır. Bir kadın için herhangi bir üzüntüye parmak basmak; bir davayı haklı olarak bile savunmak; bir kadın olmanın bilinciyle herhangi bir biçimde konuşmak öldürücüdür. Ve öldürücü sözcüğü bir eğretileme değildir; çünkü bu bilinçli önyargıyla yazılan her şey yok olmaya mahkûmdur.(?) Yaratma sanatı gerçekleştirilmeden önce akılda, kadın ve erkek arasında bir işbirliği oluşmalıdır. Karşıtların birliği gerçekleşmelidir. Yazarın deneyimini eksiksiz aktardığını hissetmemiz için akıl her şeyiyle apaçık ortaya serilmelidir. Bana en çarpıcı gelen ve günümüzde de gerçekçiliğini koruyan yazarın şu değerlendirmesine yürekten katılıyorum: ? Bir ulus olarak bizim için ne denli onur kırıcı olursa olsun, hiç kuşku yok ki, günümüz toplumunda yoksul ozanın en ufak bir şansı bile yoktur, iki yüzyıl da olmamıştır. ( ?) İngiltere?de, büyük yazınsal yapıtları doğuran zihinsel özgürlüğe kavuşma bağımsızlığını elde etmekte ancak Atinalı bir kölenin oğlundan biraz daha fazla umudu vardır (s.127).?
Kendine Ait Bir Oda, yazarın “kadınlar ve kurmaca yazın” üzerine, kadınların gerçek yaşamı ile kurmaca yaşamlarına dair yaptığı araştırmasının giderek kısa bir kadın edebiyatı tarihçesi halini alan konuşmasının okura sunulmasıdır. ?Kendine Ait Bir Oda?nın özlemini duyan tüm kadınlar okumalı Virginia Woolf’u.

(*) Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda, Çev.Suğra Öncü. İstanbul: Afa yayınları.
(*)  Bireylikler Dergisi Mart-Nisan 2007 ,s 38-39
Yapıt yayımı: Kitaplarla Söyleşi.Camgöz Yayınları. İstanbul. S.157-162.

Previous Story

Victor Hugo: “Korkutanlarla korkanlar arasında sessiz bir suç ortaklığı vardır.”

Next Story

Varoluşçu 10 roman karakteri

Latest from İnceleme

Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ