Yenilerde, yüz yüze değilse de yazışarak, telefonda konuşarak tanıştığımız benim bir ?kekom? oldu: Fesih Vural?
1970?te, Van?ın Muradiye?sinde doğmuş. Orada da öğretmen? Lise çağlarında tutulmuş şiir ve öyküye. Bir antoloji niteliğindeki ?Solan Gülümün Matemi Var? ve ?Askıya Alınan Sözcükler? adlı iki şiir, diğeri bir öyküler toplamı olan ?50birinci Öykü?den sonra, 2012?nin Ocak ayında da son yazdıklarını içeren ?Ten ve Tül?*ü kitaplaştırmış.
Yayınevinin, Vural için yazdığı kısa tanıtımda, onun (zaten olması gerektiği gibi) , ??günlük hayatta yaşanan travmaları, yaşantıları dikkatli bir gözlemci edasıyla keşfedip yazdığı? belirtilmiş.
İçinde 16 öykü barındıran ?Ten ve Tül?ün daha ilk öyküsü ?Onda Bir?in yedinci satırbaşı bittim bitecekken; ?Toplanan kalabalık birer gönüllü şahit gibi günün ortasına düşen acıya bakıyordu.? ve az sonra da, ??Kerim ise su kokuyordu.? biçiminde şiirli bir dille karşılaşmasam, yalnızca ?okuru? olmayı düşündüğüm bu öykü kitabı için belki de böylesi bir yazıyı yazmayacaktım.
Dahası; geçen yıl ilk kitabını çıkaran (yine keko, yani ?kardeş? bildiğim) genç bir şairden; kitabı için yazdığım ve yayımladığım yazıya karşılık olarak ?kuru bir teşekkürü? bile aylarca boş yere umup durduktan sonra, bu işe yeniden kalkışmamın çok önemli nedenleri olmalıydı.
Kırıp dökmeden, tatlı sert olduğunca da alçakgönüllü bir biçemle; bizden daha genç arkadaşlarımızla deneyimlerimizi paylaşmak, yer yer yazdıklarından yararlanmak, gördüğümüz en küçük bir ışıltıdan edebiyatımız, şiirimiz adına umutlanmak, karşılıklı gönül uçuşturmak; günümüzde uzak kaldığımız, özellikle son yıllarda fazlaca gereksinilen ve onlara çok görülen heyecanlarını diri tutmak; bir yerde ?görev? olarak algılanmamalı mıydı?
Genç insanların edebiyata, sanata aşkla bağlı olduğunu görmek mutluluk, esenlik vericiydi. Üstelik onlar bir de öğretmense, yetiştirecekleri gül fidelerinden ileride neden iyi birer şair, tiyatrocu, sinemacı, öykücü, ressam vb. çıkmasındı.
Fesih Vural?ı okudukça; yaşadığı coğrafyadan, yoğrulduğu kültürden beslenen öykü dili, Türkçeye ya da en azından bana kimi kazanımlar armağan edecek gibi görünmüyor da değildi. Örneğin ?son çocuğu? diye tutsağı olduğum bir ezberi ?son beşiği? biçiminde, çok da güzel bir söyleyişle bozuyordu Vural.
Aynı öyküde, yani ?Onda Bir?de; Bedimahi akarsuyunda ölen Kerim?in annesi ?yazarın gözünden? anlatılırken, kurgudaki ustalığın sonucu çok değişik ve çarpıcı bir şey oluyor: O satırlara kadar okura duyumsatılmayan; boğulan çocuk ve annesinin, ?kadının daha önceki beşiklerinden? diğer bir kardeşince betimlendiği ortaya çıkıyor.
Ama sonraları, ?Ten ve Tül?ün kıyıdaki öykülerinden açıklara kulaçladıkça, yer yer, anlatım tekniği ve öykü dilinin şiirinde kimi kılçıklar belirmeye, su yüzüne çıkmaya başlıyor! O yaşta bir genç yazarın kalemine, biz çağdakilerin bile diline yakışmayan ?güve etmek, telkin etmek? gibi kullanımdan düşmüş sözcüklerin pası bulaşıyor!
?Münakaşa, müsaade, teşhis, tebessüm, muallak, daim, mahrum, iştigal, sima, telakki, muteber, sabi, ifa, havale, safha, musibet, nüfuz? benzeri sözcükleri şu anda yazarken, yinelerken bile tüylerim diken diken oluyor! Hele, ?güve etmek?, ?erkeği evlendirmek? anlamında kullanılıyor ki, bunun doğrusu ?güveyi vermek / etmek? olmalıdır?
?Kerpiç Zaman? kitabın ikinci öyküsü. Ülkemizde yaşanan, somut olduğunca da sancıtan zamanlar yer yer başvurulan soyut bir anlatımla belleğimizde yeniden netleşiyor:
?Kış mevsiminin ağır yükünü sırtından atmaya hazırlanan toprak bedenli evimizin duvarlarından dökülen sıvaların altındaki kerpiçler, birer protestocu çıplak vatandaş gibi ortada kalmışlardı. (?) Duvarın dökülen sıvası karşısında kendi çıplaklığımı bile unuttum. Kerpiçler, bilmediğim zamanların hüznü ile bana bakıyorlardı. Küçük parmaklarımla yüzlerine dokunduğumda geçmiş yılların içine korsan bir gösterici gibi dalıyordum.? (s. 22)
?Ten ve Tül?deki öyküler okuyana; dünyanın sanatla, öykü ve şiirle de güzelleşebileceğini, insanca yaşanılabilir düzeye gelebilmesi için savaşan aydınlık insanların varlığını, hiçbir zaman da eksilmeyeceğini duyumsatıyor? Kendileri, ateşin tam ortasında olsunlar olmasınlar, böylesi insanlar ?Dünyayı güzellik kurtaracak? diye şarkılar söylemeyi sürdürüyorsa, umut hiç tükenir mi?
Sizler de okuyunca göreceksiniz; ocakları söndürülüp yürekleri dağlanan insanların coğrafyasında böylesine derin, insancıl ve ipek yumuşaklığında bunca öykü nasıl yazılır / yakılırmış?
Az geride, iki sözcük öncesi ?öykü yakmak? diye yazdığımın farkındayım! Bu olur mu? ?Türkü yakmak, ağıt yakmak? gibi ?öykü yakmak?; yıllar yılı kanayan, yarası kabuk tutmayan bir ülkede olur; olursa da?
?İtiraf Hapı?nda; birlikte yaşamış ve artık kan kardeşi olmuş halkların ?Sen kâfirsin, Ermenisin!? diyerek bir gün birbirlerini boğazlamaya vardırılan düşmanlıkları yaşlı annelerinin dilinden anlatılır:
?Lâkin Hosrof?u öldüreceklerini bilmiyordum. Üçü bir olup ?Bir Fıle?yi öldüren cennete gidecektir! Onlar bizim düşmanlarımız, kâfirdirler!? gibi şeyler söylüyorlardı?? (İtiraf Hapı, s. 112)
?Ceset? adlı öyküde, acıyı; askerde mayına basarak ölen sevdiği gençle, aynı yazgıyı benzer bir ölümde, düğün alayında, yine mayın patlaması sonucunda paylaşan genç bir kızın dilinden okuruz. Toprağa sığınışın hazin öyküsüdür bu? Sevdiği, ölümünden sonra, ailesine teslim edilen giysisinin cebinden çıkan mektupta şöyle seslenmiştir gerideki annesine:
?Bazen toprağa sığınıp beni kucaklamanı istiyorum. Bir tek o, senin yumuşak bedenini bana anlatıyor. Onun bedenine kendimi teslim etmek istiyorum, bir daha uyanmamak üzere.? (Ceset, s. 119)
Şimdi, birazcık kavga etmenin tam sırası?
?Şahit olmayı? çok seviyor Fesih Vural? Bu nitelendirmenin, tanımlamanın geçmediği hiçbir öyküsü yok! Ama, insan kendi eylemine de ?şahit olamaz? ki kardeşim ; öyle değil mi?
?Kendimi karanlık bir mezarda cansız uzanmış, ölümün sıcak (!) yüzüyle buluştuğuma şahit buldum.? (Kapı, s. 40)
?O an ruhumun yıllar önce burada kaldığına şahit oldum.? (Oyalı Yazma, s. 132)
?Uğultuları ile avuçlarına aldığı Kenan?ı yeniden yitirdiğine şahit olmaya başlayınca?? (Saat 22.05?i Gösteriyordu, s. 67)
Kalemine çivilediği bir de ?adeta?sı var ki, başlarda hepimizin vazgeçilmeziydi bu sözcük. Sahi, bir de, ?Film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmek!? gibi bir şablonumuzun olduğu anımsanmalı işte şimdi, tam burada? İşin rengini değiştiren bunların dördüncü kitapta yapılmış olması!
?O ise adeta yılların tüm sırlarını tek tek itiraf ederek bir anda yanı başındaki ilaçları bile unutmuştu.?
??Tüm acılarını anlattıklarıyla adeta itiraf ediyor??
?Saçlarımın arasında dolanan parmakları tenimi okşuyordu adeta.? (İtiraf Hapı, s. 110-111)
Anlatımın yer yer teklediği, cümle kurgusunda aksamalar yaratan;
?Ama her nedense kendisinden birer parçayı orada bırakmış olmanın sıkıntısı sarıyor kendisini.? (Çöp Hayatlar, s. 73) gibi, daha da çoğaltılabilecek örneklerin yanı sıra:
?Ah Serap? Lise son sınıftayken onun kokusunu kucaklar, öyle eve gelirdim.? (Çöp Hayatlar, s. 74),
?Serap düşüyor dudaklarına, dudaklarındaki gece serinliği yanıyor.? (Çöp Hayatlar, s. 75),
?Yıkılan düşlerimin cenazesinde en ön saftaydım.? (Hazine, s. 84) biçimindeki, Vural?ın şairliğinin altını çizen anlatımlar da gözlerden kaçmıyor.
?Son Çığlık? adlı öyküsündeyse neyi, nasıl anlatacağını çok iyi bilen, firesi giderek azalan bir öykücüyle karşı karşıya olduğumuzu algılıyoruz. Vural, her şeyden önce ?anlatacağı bir hikâyesi olan? ve ?anlattıklarını hikâye etmesini bilen?, öykünün derin sularında soluğunu sınamayı göze almış bir öykücü? Söz konusu ?Son Çığlık?tan kopartacağım şu parçalar sizce de bunun kanıtı sayılmaz mı?
?Gökyüzü başımda parçalandı? Kırıkları saçlarımın arasına gizlenmiş, avuçlarıma arsızca dokunuyor. (?) Gözlerim, başımda gri bir şemsiye gibi gölgesini aşağıya sarkıtan bulutların tenine takılıp gidiyor. (?) Sesler? Uzaklara savrulmuş birer akraba gibi yaklaşıyorlar bana. (?) Şimdi o saçlar; unutulmuş, terk edilmiş ve can çekişen bir bedenin eski bir süsü olarak duruyor.? (Son Çığlık, s. 89)
?Ten ve Tül?ün yine başarılı bulduğum bir öyküsü ?Cenazesi Ortada Kalan Yol?da, ölen annesi, babası ve köyden birkaç komşusunun körlenen acısı ve yitirdiği koluyla bacağını öyküler Fesih Vural. Öyküde, öğrencisi Ceylan?la, ?örtmeni? arasında sözcük sözcük gelişen, birleşen bir dünyaya konuk oluruz. Sonlardaysa Ceylan; ?Evet örtmen, bak görisen işte bu yol düşman gibidir. Ama dost, arkadaş olan yollar da vardır, değil mi örtmen? Baktığım yol budur işte.? ( Cenazesi Ortada Kalan Yol, s. 104) der ve yerdeki kolu ve bacağı alıp ?eski yerine? yerleştirir.
Gördüğümüz, okuduğumuz gibi dünyamız öykülerle, şiirlerle, filmlerle, türkülerle? soluk alıp veriyor hâlâ.
Hayatımızı kirletenlere, çekilmez kılanlara Fesih Vural da öyküleriyle, şiirleriyle yanıt vermeyi düşünmüş. İyi de etmiş.
Elleri, emekleri, yürekleri dert görmesin böylesi insanların; hayatı ?iki kez? hak ediyorlar?
(*) Ten ve Tül, Fesih Vural, öyküler.
Scala Yayıncılık, Ocak 2012, İstanbul.
Fesih VURAL’ ilk şiirle tanıdım.Onun sesinde can bulan dizeleri dinlediğimde çok etkilenmiş şiiri sevmiştim. Çünkü onun o buğulu sesi yüreğin derinliklerinde sevgiyi aktarıyordu.Daha sonra öyküleriyle tanıştım.Hep satırı bizleri anlatan ,insanların dertleriyle dertlenen bir kalemi görüyorsunuz.Dili çok akıcı ve okuyanları şaşırtan bir aktarımı var.Roman bekliyoruz kendisinden.