Adil Okay ile sansürsüz söyleşi? Canan Başkaya – Musa Artar

Adil Okay

Musa Artar: Aydın, üretken sevdalı bir çınar Adil Okay, hepimizin bildiği üzere. Sevgili okurlarımız için sizi kendi anlatımınızla tanımak isteriz. Kimdir Adil Okay?

Adil Okay: Sevgili Musa en zor soru bu. Öncelikle ?herkes beni nasıl tanıyorsa öyleyim?. Ma-lum sevenimiz var ama sevmeyenimiz de var. Bu da doğal. Herkesin sevdiği bir insan da ol-mak istemem doğrusu. Dolayısıyla ?birileri?de beni sevmesin zaten. Zira bu ?herkes? homojen değil. Sonuç itibariyle ne diyeyim ?gezer-yazarım?, aynı zamanda şair olma serüvenine atılmış gidiyorum. Tiyatro oyunları yazıyorum. İnsan hakları mücadelesine ?önce insan? diyerek el veriyorum.

Canan Başkaya: Yazı yazmak düşüncesi, yazar olmak düşüncesi nasıl gelişti? İlk ürün-lerinizi nerelerde yayınladınız?

Adil Okay: Kırkından sonra şair olunmazmış derler. Tabi kırkından sonra şiir kitabı yayınla-yanları tenzih ediyorum. Yazar -şair-sanatçı iç dürtüleri sonucu denemeler yapar. Onları da er-geç paylaşma ihtiyacı duyar. Kitap veya gazete ve dergilerde. Benim de ortaokul öğrenci-siyken Antakya?da yayınlanan Kurtuluş adlı yerel gazetede şiir ve denemelerim yayınlanmıştı. Ayrıca ilköğretim çocuklarına yönelik bir dergi vardı, sanırım adı Doğan Kardeş?ti. Orada da çocuk şiirlerim yayınlanmıştı. Daha sonra uzun bir ara verdim. Neden mi: Üniversite, ha-pishane, Lübnan Filistin kampları, sürgün. Zor yıllardı. Tabi bu arada çok okudum. Hatıra bi-riktirdim. Bol politik makale yazdım.

M. Artar: Aydın bir kalem olmanın bedelini ağır ödemişsiniz. Bu durumun size olumlu ve olumsuz etkilerini soralım.

Adil Okay: Olumlu yanları demin dediğim gibi hatıra biriktirmek oldu. Bin hayatı bir hayata sığdırmak oldu. Yani malzeme sıkıntısı yok. Olumsuz yanları (Baskı-işkence-yargısız infazlar) mısralarıma-öykülerime yansımıştır. Bu ülkenin muhalif aydınları, yazar, şair ve sanatçıları çok çile çektiler. Öldürüldüler, hapishanelere tıkıldılar. Bu durum Sabahattin Ali?den günümüze kadar hemen her iktidar döneminde ? bazen az, bazen fazla- devam etti. Ben de payıma düşeni aldım. Oysa biz, baskı gören, tutuklanan, işkence gören, katledilen, sürgünde yaşamak zorunda kalan yazar şair ve sanatçılar kimseye kötülük yapmamıştık. İnsanlar daha iyi, özgür ve eşit koşullarda yaşasın diye kalemimizi, fırçamızı, notamızı konuşturmuştuk? Aşk, sevgi, eşitlik, özgürlük işte bunlardı aradıklarımız.

C. Başkaya: Sizi birkaç kelimeye sığdırmak hakikaten zor, çok yönlü bir aydın, siyasal eylemci, yazar, öykücü ve şair? Tiyatro yazarlığınızı da unutmamalı. Hangi kimliğinize baksak hayatın direnen nabzı atıyor. Ne söylemek istersiniz bununla ilgili olarak?

Adil Okay: Sevgili Canan, siz ve Musa arkadaş birkaç cümleyle çok şey anlatabiliyorsunuz. Sorularınızın içinde hem yanıt var, hem de yüzlerce sayfa yanıtı gerektiren değiniler. Bu şair yeteneği sizde fazlasıyla var. Mevlana ?Mesnevi? adlı eserinde yüzlerce sayfa boyunca insa-nın varoluşunu anlatmış. Rivayete göre bunu duyan Yunus Emre ?bu kadar söze ne gerek var? demiş, ?siz olsaydınız nasıl anlatırdınız? diye soran müritlerine şu yanıtı vermiş: ?Ete ke-miğe büründüm, Yunus diye göründüm.?

Yeni kaybettiğimiz son abdal Neşet Ertaş da ?yalan dünya? demiş. Ve gelen övgüler üzerine eklemiş: ?Estağfurullah?. Ben de ustalarımızın betimlemeleriyle yanıtlayayım sizi. Önce es-tağfurullah diyeyim Neşet Ertaş gibi. Ee mademki ete kemiğe büründüm ve Adil diye görün-düm ve doğa ya da Tanrı ya da Tanrıça bana akıl fikir, el kol verdi, ben de bu yetimi insanlık için kullanayım dedim ve yola çıktım. Ve bu yolculuk sürüyor. Şaka bir yana metinler arası geçiş var. Son yıllarda bunu deniyorum. Şiir -düzyazı- tiyatro oyunu? Tabi bu arada fotoğraf sergisi de açtım. Karma sergilerde de yer aldım. Kimi sergilerde de küratörlük yaptım. Ama toplumsal sorunlar önceliğimdir. Kürt şair Feqiye Teyra?nın dediği gibi ?Benim safım mirlerin, beylerin değil, mazlumların safıdır.? Dolayısıyla Emek sorunu, Kürt sorunu, iş cinayetleri, kadın sorunu, sokak çocukları, savaş mağdurları, mülteciler benim öncelik verdiğim konulardır. Tabi hapishaneler. Hapishaneler yine doldu, taşıyor. Bu ülkenin en karanlık yıllarında yani 1980 sonrası, hapishanelerde 80 bin insan vardı. AKP iktidarı döneminde bu sayı 140 bine yaklaştı. Politik mahpuslarla dayanışma çabalarım var. Yakın zamanda bir grup arkadaşla beraber mahpusların sanatsal ürün ve mektuplarına yer verebilmek için yeni bir web sitesi kurduk. Okuyuculara duyuralım isterim. Adresi www.gorulmustur.org.

C. Başkaya: Yazar M. Şehmus Güzel, heyecan, özveri, büyük insanlık aşkıyla dolu bir insanı, yani sizi kaleme almış. ?Adil Okay İle Geçerken?in yazılım hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?

Adil Okay: Evet Şehmus hoca, uzun sürgün yıllarımda edindiğim bir dost. Fransa?da çeşitli üniversitelerde akademisyen olarak görev aldı. Profesör ama bu ünvanı kullanmaz. O da ?es-tağfurullah? der. Bilge bir insan. İşte bu biyografik çalışma bir diğer değişle ?nehir söyleşiler? onun ısrarıyla gerçekleşti. Nedeyse zorla beni karşısına oturtup sorular sordu. Uzun sohbetler yaptık. Aylar, yıllar sürdü. Bunlar tabi kaydedildi. Sonuçta ?ete kemiğe büründü kitap, diye göründü.?

M. Artar: ?Hoşça kalın Dostlarım?, ?Hişşşt? desem Adil Okay neler söyler?

Adil Okay: Babam Süleyman Okay?dan söz edeceğiz demek. O halde onun bir şiiriyle başla-mak isterim bu soruya yanıta:

NERDE DEĞİLDİR
-Oğlum Adil?e-

Soruyorlar nerdedir diye
gizlerini dökerek dudaklarından

Neler götürdüğünü giderken
soruyorlar
karartarak bakışlarını

Oysa o
ölümü bir mendil gibi katlayıp
takarak göğsüne
giderken götürdüğü
acılarıydı

Şimdi
nerde değildir o??

İnsan kendine ithaf edilen şiire sevinir tabi? Bu yaşıma gelene kadar ben de birçok kadın-erkek için şiir yazdım, birçok insan da benim için şiir yazdı. Ama beni en çok etkileyen babam Süleyman Okay?ın yukarıda paylaştığım şiiri oldu. Süleyman Okay güçlü bir şairdi. Bizden- benden çok daha güçlü. İmgeleri, kurgusu, şiirlerindeki ses-müzik metaforlar güçlüydü. Aynı zamanda da yılmaz bir insan hakları savunucusuydu. Bu nedenle hem hapis yattı, hem de hapisteki oğlu yani benim için (ve gençler için) ?görüş kuyruklarında? bekledi. ?Hişştt? ise ba-bamın estetik boyutu yüksek, yalın ama derinlikli bir denemesidir. Ben ara sıra dönüp tekrar okuyorum şiir ve öykülerini? Babamın bana, ben ?kaçak? iken ilettiği mektuplar birer edebiyat şaheseridir. Ve Bu gün 12 Eylül müzesinde sergilenmektedir.

Canan Başkaya: Sanatçı olmak, insani ve vicdani bir sorumluluktur. Kafka “davası olan insan güzeldir” der. Hayatın içerdiklerinden ortaya çıkan sanatsal sonuçlar insanidir. Sanatçının sosyal duruş ve toplumsal sorumluluk içinde bulunması onun, öznel yaratısını ve özgürlüğünü sınırlar mı?

Adil Okay: Miguel de Cervantes?in bir sözüyle başlayayım bu soruya, Kafka?ya katkı olsun: ?Kalem aklın dilidir?. Buradaki ?kalem?i fırça, nota, kamera, fotoğraf makinesi v.b olarak da yorumlayabiliriz. Şimdi bu altını çizdiğiniz ?sosyal duruş ve toplumsal sorumluluk? tümce-sini açayım. Sanat- Edebiyat her dönem toplumsal altüst oluşlarda tanıklık yaparak, dolaylı da olsa tarihe not düşmüş ve ?kamunun vicdanı? olmuştur. Ancak sanatçılar her dönem ?sosyal duruş ve toplumsal sorumluluk? bağlamında onurlu duruş sergilememiştir. 12 Eylül?ün yarattığı karanlık ortamda ?anlaşılmamayı?, ?insansızlaşmayı?, ?apolitik olmayı? marifet sayan yazar ve şairler ?piyasa?ya sürülmüştür. İnsanı merkezine almaya devam edip, biçimde yenilikler yapan, kendi özgün dilini bulan şair ve yazarları tenzih ediyorum. Sonuç itibariyle: Şükrü Argın?ın ifadesiyle ?Kapitalizmin küresel düzeydeki zaferi sadece sol hareketleri değil, edebiyatı da krize sokmuştur. 12 Eylül?den sonra piyasanın edebiyatta belirleyici olduğu yeni bir güdük-çapsız kültürel atmosfer başlamıştır.?

Şimdi bu girişten sonra oto-sansür sorunsalını irdeleyeyim. Evet, haklısınız ama sözünü etti-ğiniz ?yaratıcılığın sınırlanması?, sadece ?toplumsal sorumluluk? nedeniyle gerçekleşmez. Devlet hukuku, din hukuku, mahalle baskısı da rol oynamıştır bu ?sınırlamada?. Özellikle kadın sanatçılar ne kadar zorlanmıştır insana dair bazı gerçekleri yazmakta. Örneğin aşk ve cinsellik de sanatın vazgeçilmez konularıdır. Ama taşlanma, yargılanma korkusu tüm sanatçıların özellikle kadın sanatçıların yaratıcılığını ?sınırlamıştır?. Bir düşünün, taşrada yaşayan bir kadın şairi, yazarı, foroğrafçıyı, ressamı, nasıl sayfalar boyunca sevişme sahnesi yazacak veya nü fotoğraflar çekecek veya doğum anını veya birleşme anını resmedecek, betimleyecek. Yüzyıllardır bu baskı var. Günümüze azaldı belki ama halen var. Sözüm ona ?laik? bir ülkeyiz ve kâğıt üzerinde ?özgürlükler? var. Ama bu ?özgürlükler? Sivas?ta yazar-şair ve sanatçıların zebaniler tarafından yakılmasını önleyemedi. Devlet hukuku ise bu sınırlamada en büyük rolü oynamıştır. Yazar ve şairler yazdıkları dolayısıyla hapse atılmamak için oto-sansür uygulamışlardır. Bir mısra, bir öykü ve makale dolayısıyla gazeteciler, şairler, yazarlar tutuk-lanmıştır. Tamam şimdi on yıllar boyunca sanatçıları yakan, anayasanın o meşhur 141 ve 142. maddeleri yok ama bu kez 301 gibi diğer özgürlüğü kısıtlayıcı maddeler var. Bu gün itibariyle Türkiye hapishanelerinde 83 gazeteci olduğunu unutmamalı. Gazetecilerin yanı sıra sadece ?konuşma ve yazma? fiili nedeniyle binlerce siyaset adamı hapishanede.

Diğer yandan sorunuzda altını çizdiğiniz gibi aynı zamanda toplumsal sorumluluk kaygısının da bu sınırlamada payı vardır. Örneğin benim kitaplarımda daha çok toplumsal şiirlerim yer alır. Zaten az olan aşk şiirlerimi erotik şiir olarak yorumlayıp ?keşke kitaba almasaydınız? gibi slogan yaklaşımlar her zaman olacaktır. Neden? Zira hâlâ cinselliğin estetize edilmesi ayıp sayılıyor? sanki bizi leylekler getirdi dünyaya?

M. Artar: Sizde öykü, deneme yazma süreci nasıl başlar, nasıl gelişir, nasıl yazarsınız?

Adil Okay: Bende genellikle bir şoktan sonra gelir şiir veya metin? gördüğüm bir olay, bazen bir gazete haberi o şoku yaratır. Bazen de o olayı günlerce düşünür, kafamda evirir çevirir ve sonra oturur yazarım. Kimi zaman da yazdığımı beğenmez, yırtar atarım. Sanatçılarda bu es-tetik kaygı var. Olmalı da. Yeni eserim bir öncekini aşmıyorsa veya en azından aynı düzeyde değilse yayınlamam. Kim diyordu anımsamıyorum: ?İlk dize tanrı vergisidir, gerisi çalışmayla olur?. Genç şair ve yazarlara bu sözü aktarıyorum. Tembellik yapmasınlar diye. Oturup yazı-yor sonra tekrar tekrar okuyup laboratuar çalışması yapmıyorlar. Ben bir şiir üzerine bazen aylarca çalışıyorum. Değiştiriyorum. Makale değil ki bu bir oturuşta yazılsın. Ayrıca çok ha-vaya da girmemek gerekir, zira hiç birimiz Arthur Rimbaud değiliz. Adam 18 yaşında yazdığı şiirlerle çığır açmış, 21 yaşında da şiiri bırakmış.

C. Başkaya: Dergiler edebiyatın mutfağıdır. Dergilere karşı hassas bir tarafımız vardır, yeni can bulan dergileri merak ederiz, iyi dergileri gördükçe heyecanlanırız. Yerel ve ulusal dergilere hayat veren bir kalem olarak siz neler söylemek istersiniz?

Adil Okay: Kitap yayınlamadan önce dergilere ürün göndermek önemlidir. Yani paylaşmak için mutlaka kitaplanmayı beklememek gerekir. Tamam, bazı dergiler sadece kendi ?yandaş-larına? yer veriyor, birbirlerini ağırlıyor ve pohpohluyor belki ama yine de istisnalar var. Dergiler hem şair ve yazar, hem de okuyucu için bir okul işlevi görebilir. Ben, ?vay ben ulusal yazarım, 14 kitabım var, eserlerim Fransızcaya, Arapçaya, Kürtçeye çevrildi, taşra dergilerine, gazetelerine yazmam? demem. Diyenleri de ayıplarım. Taşra dergilerini önemserim. Tekelci sermayeden uzaktır çoğu. Tamam taşra kokar, tamam çoğu acemidir, bazen de görgüsüz sponsorların kocaman reklamları görüntüyü bozar ama yine de desteklemek gerekir. Kimi zaman metropollerdeki popülizm ve postmodern söylemler, ?taşra? dergilerini de etkiler ama bu durum geçici olur. Onlar, güzeli, doğruyu, insansalı bulma iddiasıyla yayın hayatını sürdü-ren dergilerdir. ?Bu güzellikleri buluyorlar mı? diye bir soru geliyor hemen akla. Evet. Yerel dü-zeyde, taşrada evet. Örneğin Antakya?da Amik dergisi aksayarak da olsa yayın hayatını sür-dürürken, aynı zamanda bir okul işlevi gördü. İnsana sırtını dönmeyi reddeden yazar ve şairler doğdu, gelişti. Birbirinden güzel insanlar, pırıl pırıl gençler kendilerini Amik?te ve diğer taşra dergilerinde ifade olanağı buldular. Ben de öyle? Tabi Antakya?da başka dergiler de ya-yınlandı. Onlar da başarılıydı. Amik uzun soluklu olduğu için örnek verdim.

M. Artar: Türk yazınının bugün geldiği yeri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Adil Okay: Tamam tekelci sermaye sanatı ve sanatçıyı meta (mal) haline getirmeye çalışıyor. Tamam tekelci sermaye yanı sıra AKP politikası da ?böyle sanatın içine tükürürüm?. ?bu ucu-be heykeller tez yıkıla? cümlelerinde ifadesini buluyor, iç işleri bakanı ?sıra sanatçılarda? diye tehdit ediyor ama buna rağmen Türkiye?de yazın güçlü. Üstelik üretim yoğun. İyi eserler do-ğuyor. Sinemada da öyle. Romanda da öyle. Fatma Aliye?den, Ahmet Hamdi Tanpınar?dan, Sait Faik?ten, Nazım Hikmet?ten alınan miras geliştiriliyor. Deneysel edebiyat da söz konusu. Kimi zaman Marcel Du Champ?ın sidik örneklerinin kötü kopyaları ?yeni buluş? diye, Da-da?cıların 100 yıl önce söyledikleri post-modernizm adı altında yeni akım diye önümüze sürü-lüyor ama bu örnekleri genellememek gerekir. Yani arayışlar da, deneysel yazın da ciddi bir çalışma gerektirir. Başarılı örnekler de var. En azından benim keyif aldığım, beğendiğim di-yeyim. Sonuç itibariyle umutluyum zira Albert Camus?nün dediği gibi: ?Edebiyat olan her yer-de, umut vardır,?

Canan Başkaya: Sanat dış gerçeklikten daha fazla bir şeydir. Bu fazlalığı her sanatçı kendi anlayışlarıyla, arayışlarıyla, sezgileriyle çoğaltır. ideoloji insanı kavrayan her şe-yi, hayatı sürdüren bütün dinamikleri içerir. İdeolojinin de değerleri vardır, gelecek projesi çizer. Gelecek projesi şimdiki andır aynı zamanda. Çünkü biz geçmişle şimdi, gelecek arasındaki ilintilerin toplamıyız. Sanatsal bağlamda ideoloji deyince Sevgili Adil Okay?ın düşüncesi nedir?

Adil Okay: Canan hanım, inanın çok yoruldum. Çok derinlikli-zorlu sorular hazırlamışsınız. Bu soruya da bir gün buluşunca, örneğin Antakya Harbiye?de şelale altında sohbet ederken, bir kadeh şarap içerken yanıt versem diyorum. Zira bu sorunun yanıtı en az beş – on sayfayı ge-rektirir. Ama yine de şunu söyleyeyim. Neo-liberalizmin de, faşizmin de, komünizmin de, anarşizmin de bir ideolojisi var. Önemli olan sizin sorunuzdaki ?gelecek projesi çizen? ideolo-jinin kimin yararına-hizmetinde olduğunu kavramaktır. Günümüzde dünyada egemen olan neo-liberalizmin, daha bilinen adıyla kapitalizmin, emekçi halkların ve her geçen gün tahrip edilen, dengesi bozulan doğanın yararına olmadığı çok açıktır.

Sanat-edebiyat ise bir ideoloji değildir. Elbette etkilendiği ideolojiler vardır. Yaratılan sanat eseri bir düşüncenin ürünüdür; düşünce hangi ideolojinin etkisindeyse, eserde ?örtülü veya açık- ağırlıklı olan, belirleyici olan o ideolojidir. Yani anlatmak istediğim: Sanat bir ?izm? değildir. Ama daha güçlü bir etki alanı, sağaltan, düşündüren, sorgulatan gücü de var. Örneğin yüzlerce sayfa ideolojik yorumun, araştırma yazısının yarattığı etkiyi bir şair bir şiir ile yapabilir. Veya bir tiyatro oyunu, sinema, roman o binlerce sayfa araştırma yazılarının aktarmaya çalıştığı gerçekliği ?estetize ederek? birkaç sayfada, birkaç karede verebilir. Veriyor da. Biz yıllarca 78?liler dernekleri olarak 12 Eylül mezalimini anlatmaya çalıştık, yürüyüşler yaptık, yararı oldu ama sesimizi herkese duyuramadık. Yeni kuşağa ulaşamadık. Sırrı Süreyya Önder kalktı, ?beynelmilel? adlı bir film yaptı, milyonlarca genç ?12 Eylül? hakkında bilgi sahibi oldu. Benim yazdığım ?Karanlığın İçinde Aydınlık Yüzler- Ölülerimiz Konuşuyor? adlı politik-belgesel tiyatro oyunum sahneye konuldu, Tüm Türkiye?yi dolaştı, Antakya?da da oynadı. Ve inanın bu oyunla ben 10 yılda yapamadığımı yapmış oldum. Bir derdim-meramım vardı. O derdimi ? derdimizi oyunla anlatmış oldum.

M. Artar: Bugünlerde Adil Okay neler yapıyor, planları hayalleri neler? Ütopyalar konu-sunda ne söylemek istersiniz.

Adil Okay: Ferit Edgü ?Ders Notları?nda şunları söylüyor: ?Düş yoksa yazınsal yaratıcılık da yoktur.? Benim de düşlerim şunlar: Sınırsız, sınıfsız, savaşsız bir dünya. Kapitalizm, insanı ve doğayı tahrip ediyor. Kâr daha çok kâr uğruna dünyamız telef oluyor, insanlar da düşünsel dumura uğruyor. Buna karşı gerekirse iğne ile kuyu kazarım. Bildiğiniz gibi yeni şiir kitabım ?Eylül Kokusu? eylül ayında yayınlandı. Eski ve yeni şiirlerimden bir derleme oldu. Şu anda da elimde yeni bir kitap çalışması var. Konusu: ?Hapishane kapılarında büyüyen çocuklar?. Politik mahpusların mektuplarından yararlanarak hazırlıyorum bu kitabı. Daha önce işlenmemiş bir konu. Ayrıca yeni bir tiyatro oyunum hazır sayılır. Sahneye konulmasını bekliyorum. Masamın boş kalmasından rahatsız olurum. Mutlaka yeni bir projeye başlarım. Eh bir de imkan olsa, loto falan tuttursam da dünya turuna çıksam diyorum. Daha görülecek o kadar ülke var ki, tanı-nacak hayatlar, kültürler?

C. Başkaya: ?Bana bir şiir oku. Ya da şarkı söyle. Gitar çal, keman çal veya akordeon. Ya da dans et. Bir el ver bana. Çok geç olmadan. Elin, elime değerse belki canlanırım… Sesin, sesime değerse belki şiir dökülür dudaklarımdan… Bedenin bedenime değerse belki… Belki yeniden yakalarım düşen kadehleri… Ve seni… Yani hayatı…?Evet, Adil Bey, biraz da anlatımınızın yalınlığındaki güzelliğe değinmek isterim. Dil ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Adil Okay: Vay Canan arkadaş, sevdiğim bir denememden alıntı yapmışsınız. Her denemem bu kadar iyi olmadı tabi. Dil dediniz, Nuray Gök Aksamaz: ?Dil şiirin iletim biçimidir. Şiir de şa-irin ana dilidir. Bir şiiri özgün kılacak temel unsur, dönüşmüş dil ve belirli olmuş biçemdir.? der, bir yazısında. Aynı saptamayı öykü-deneme ve roman için de yapabiliriz. Dil, üslup, anlam ve biçem bunlar bir eseri değerlendirmede önemli kıstaslardır. Demem o ki en kısır, en zayıf ya da zayıflatılmış dille bile edebiyat şaheseri yaratılabilir. Ayrıca her dil dünya uygarlık hazinesi için hazinedir. Bu durumda nasıl biz ana dilimize sahip çıkalım diye çaba harcıyorsak, başka halkların da kendilerini ana dillerinde ifade etmelerini desteklemek görevimiz olmalıdır.

M. Artar: Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ediyor, sağlıklı günler diliyorum.

Adil Okay: Ben teşekkür ediyorum ama dediğim gibi beni çok terlettiniz. Alacağım olsun. An-takya?ya geldiğimde sizi arayacağım. Bu kez siz konuşacaksınız ben dinleyeceğim. Memle-ketimin havasına, dağlarına, bağına, bahçesine, sularına, köprüdeki martılara (yok ama martı kalmadı, vahşi kapitalizm Asi nehrini önemli ölçüde kuruttu, martılar da küstü.) dostlara se-lamlarımı, sevgilerimi yolluyorum?

Hazırlayan: Canan Başkaya- Musa Artar
Kasım 2012

2 yorum

  1. Canan Başkaya ile Musa Artar?ın dostum, iyi şair ve yazar Adil Okay ile yaptıkları yararlı, samimi ve şirin söyleşiyi okudum. Birçok açıdan öğretici. Adil?in babası çok yönlü yazar, gazetecilikte birincilerden ve çok iyi şair rahmetli Süleyman Okay?ı yeniden anımsatması bakımından da mutlaka okunmalı. Söyleşide Adil?in hareketli yaşam dilimlerinden bir bölümünü aktardığım Adil Okay İle Geçerken … (Ütopya Yayınları, Ankara, 2011) isimli kitaptan ve bu kitabın « nasıl kotarıldığından » da söz ediliyor. İyi de oluyor. Bu tür kitap yazmak isteyenlere veya benzer türde kitap kotarmak niyetindekilere mutlaka birkaç ip ucu verecektir. Bu konuyu tamamlayıcı olması arzusuyla eski öğrencilerimden Nilüfer Yalız?la yaptığım ve insanokur sitesinde yayınlanan söyleşimizi burada anımsatmak ve söyleşi yöntemiyle ama araştırarak ve sürekli tartarak kitap yazmak meraklılarına tavsiye etmek istiyorum. Rahmetli Süleyman Okay’a ve yapıtlarına ilişkin birkaç makalemi de yine insanokur sitesinden okumak mümkün. Başarı dileklerimle baki selam.

    M. ŞEHMUS GÜZEL

  2. Sayın M. Şehmus Güzel Hocam, içtenlikli değerlendirmeleriniz için teşekkür ederim. “Adil Okay İle Geçerken” adlı çalışmanızı, yazık ki bizim söyleşiden sonra okuyabildi(Sizin de emeğinize sağlık)
    Daha önce okuyabilseydim, söyleşimiz daha da verimli geçebilirdi. Sağlık olsun…
    Dost sıcaklığımla…
    Musa ARTAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir