Sanço’nun Sabah Yürüyüşü – Haldun Taner (seslendiren: Rüştü Asyalı)

tiki tiki praf tiki tiki praf
Bir uyuşuma varmanın tadını çıkara çıkara güneşli kaldırımda yürüyor, arada bir etrafa bakmıyordu. Mutluluğunun tam olması için bunu yabancı bakışlarda okuması gerekli idi.
Yanlarından güle oynaya üç kız geçti. Onları kokularından tanıyordu. Devlet Konservatuvarının bale öğrencileri idiler. Hülya burs alıp Londra’ya gitmeden önce sık sık eve gelir, birlikte çalışırlardı. Uzaklaşan kızların ayak bileklerine baktı. Geceleri bu ayaklar da Hülya’nınkiler gibi bale figürü seklinde mi uyur acaba?
tiki tiki praf tiki tiki praf
Alman Büyükelçiliğinin kapısında Graf’la selamlaştılar. Graf, son kaniş modasına göre gür kıvırcık tüylerini belden aşağı tıraş ettirip belden yukarısını aslan yelesi gibi kabartmış, feldmareşal Von Mackenzen’i hatırlatan beyaz bıyıkları ile sanki hiç de fena olmamış. Kaldırımın yanında Büyükelçiliğin Mercedes’i duruyordu. Şoförle bahçıvan arabanın ön sol lastiğini pompalıyorlar. Şişire şişire lastiğin moralini yerine getirdiler. Graf’la konsolos arkaya kuruldular. Dört lastik özel arabalara has şatafatlı bir hışırtı ile asfaltta uzaklaştı.
tiki tiki praf tiki tiki praf
Yağışsız bir havada yürümekten güzel şey var mı dünyada. Gel gör ki, kaldırımlar kaldırım değil. İnsanlar gibi köpeklerin de kültürü, görgüsü, düşünüş tarzı, hayat üslûbu, sıkı sıkıya kaldırımlarla orantılı.
Bir müteahhit malzemeden çalarsa.
tiki tiki praf
Önce yollar bozulur,
tiki tiki praf
Sonra topuklar çarpılır,
tiki tiki praf
Sonra kafalar yamulur.
Düzenler eciş bücüş olur.
Sonra müteahhitler malzemeden çalmaya başlar.
tiki tiki praf
Büyük Millet Meclisi’ne giden yolun önündeki açıklıkta Hedi ile gözgöze geldiler. Bu mahzun gözlü beyaz pekinuva her zaman olduğu gibi yine başına mavi bir ruban sarmıştı. Hedi’nin hanımı kışı Saint Moritz’de, yazı Biarritz’de geçirmesine rağmen kibrit çöpü gibi ince bacaklı, isterik bir kadındı. Zürich’li bir psikiyatr kadına “Canınız sıkılınca, bir şeye üzülünce bağırın, çağırın içinizi köpeğinize boşaltın” diye salık vermiş, kadın bu tedavi ile iyileşmiş ama şimdi de zavallı Hedi sinir hastası olmuştu. Hedi’nin bu talihsiz serüvenini bilmeyen sokak köpekleri onun olur olmaz göz kırpmak, poposunu hoplatmak gibi tiklerini yanlış yorumlayıp peşine takılıyorlardı.
tiki tiki praf tiki tiki praf tiki tiki tiki tiki???
Tiki tiki’lerini prafsız bırakan bu aksamanın farkına dalmış düşündüğü için Sancho hayli geç vardı. Olduğu yerde iki kere denendikten sonra başı yerde hızlı hızlı geri döndü. Hülya’nın babası durmuş biriyle konuşuyordu!.. Bu da kim ola? İyi bir terziden çıktığı halde çakşır gibi inen bu pantolonu, Avrupa malı olduğu halde mest hissi veren bu ayakkabıları ilk defa görüyordu. Başını kaldırıp baktı. Devetüyü palto ile siyah rölöve şapkayı görünce anladı. Bu adam kasaba avukatı yeni mebuslardan biri olmalı. Böyle tükrük saçtığına bakılırsa ya politikadan konuşuyor ya birini batınyordu. Hülya’nın babasının bir şey söylediği yoktu. Adamın sözleri arasında bir delik bulup Hülya’nın döviz işini açmak için pusuda bekler bir hâli vardı. Sancho kaldırımın kenarı ile iki adamın dört bacağı arasında çişi gelmi° gibi mekik dokumaya başladı. Hülya’nın babasının görüş alanı içinde bir sabırsızlık havası yaratmaya çalışıyordu. Gitti, adamın ayaklan dibinde hırladı. Kasaba avukatı mebus o kadar dalmıştı ki, korkmak aklına gelmiyordu. Ne çene, ne çene. Bu dünyada telepati diye bir şey var galiba. Altes’i tam aklından geçiriyordu ki onunla karşılaştı. Ama bu telapati değil de, daha çok Hikmet Beyin bir kilometre öteden duyulan pipo kokusundan gelen bir çağrışım da olabilirdi. Hikmet Beyin bu saf kan Pakistan tazısı, elektrik prizini yalayıp cereyana kapıldığı günden beri, kuyruk sokumu ile uyluklar arasında sürekli bir sızıdan yakınıyordu. Ne kadar da zayıflamış zavallı. Feri kaçmış gözleri, büsbütün sarkmış uzun tüyleri ile babasının bol ceketini giymiş istiska bir oğlana benziyor. Yine hastaneden geliyor olmalı. Sen, Londra’da özel bir klinikte sezaryenle dünyaya gel, sonra Hacettepe Baytar Okulu polikliniğinde sokak köpeklerinin peşinde saatlerce sıra bekle. Altes’i hastalıktan çok bu durum üzmüş gibi idi. Akla bak akla. İyi ol da nerde olursan ol baba.
tiki tiki praf
tiki tiki praf tak
Dövizi uzatma işi görüşülmüş olmalı ki, Hülya ‘run babasının bir keyfi gelmişti. Islık çalıyor ve evden çıktığından beri oklava tahtası gibi orta yerinden tuttuğu şemsiyesini şimdi iki adımda bir havada salla,yıp yere dayıyordu. Tiki tiki praflara, dört mezürde bir şemsiyenin tak sesi katıldığından yürüyüş uyuşumu böylece senkope bir ritm kazanıvermişti.
tiki tiki praf tiki tiki praf
tak
tiki tiki praf tiki tiki praf
tak
Güvenparkı’nın önünde Belçika Büyükelçiliğinin Greyhound’ları ile karşılaştı. Her zaman olduğu gibi arkalarında üniformalı kavas. Isabella ile Mirella, bu iki kız kardeş sade kordiplomatiğin değil, Ankara köpek sosyetesinin en rüzgârlı güzelleri idiler. İkisinin de karşı konmaz bir kokbenisi vardı. Ankara kalesini, Gençlik Parkının köprüsünü, Ulus alanındaki anıt,. yahut Operayı arka fon olarak alan birçok portreleri, uluslararası köpek dergilerine dört renkli kapak resmi olmuştu. Sancho’nun yanından geçerken belli belirsiz selam verdiler. Süzgün gözleri, çekik kannları ve upuzun bacaktan ile sanki yürümüyor, vücutlarına allegro moderato bir şarkı söyletiyorlardı. Sancho onları uzaktan görür görmez heyecanlanmıştı.’ Ama dalmış başka yere bakıyor da şimdi birden yanından geçerken fark etmiş gibi, ısrarsız, doygun bir selamla karşılık verdi. İki kız kardeş, köpek losyonu ile karışık dişi rüzgârlarını arkada bırakıp uzaklaşınca Sancho bir ağacın dibine yürümek ihtiyacını duydu. Ne var ki, bu hareketi deminki güngörmüş selamının üslûbu ile bağdaştıramadı. Daha doğrusu bir tanıdık görse beni, ağaç diplerini koklaya koklaya giden şehvet düşkünü köpeklerden sanabilir düşüncesi onu alıkoydu.
tiki tiki praf tak
Başka şeyler düşünmeli. Başka şeyler düşünme
tiki tiki praf tak
Sancho bu tak sesini vurgulamak için şemsiye yere değince ıslak burnunu sert bir baş hareketi ile havaya kaldırmaya başladı. Daha sonra bu vurgulamaya düğüm şeklindeki muzip kuyruğu da katıldı. İlk tak’da kuyruğunu sağa, ikincide sola büküp tempo tutuyordu. Sonra sonra başka varyantlar keşfetti. İki defa üstüste sol. İki defa üstüste sağ.
Gelip geçen ona bakmaya başlamıştı. Sancho onlan şaşırtmak için bu acayip vurgulamaya aşırı bir ciddilikle devam ediyor ama kendini deli sanan bu bakışlardaki şaşkınlık ifadesini çok iyi kestirebildiğinden gülmesini zor tutuyordu. Bir ara gözü Semiramis’e ilişti. Müsteşar beyin bu kahverengi buldoğu dilini çıkarıp kendi burnunun ucunu yakaladı. Aklı sıra onunla’alay ediyordu. Oysa kendi tüyleri ile hiç asorti olmayan ekose bir yelek giymiş, hava yağmurlu olmadığı halde ayaklarına gri şosonlar geçirmişti. Sen kendinle alay et rüküş.
tiki tiki praf tak
Gündoğusuna benzer acaip bir rüzgâr çıkmıştı. Güneş şimdi bir kapıyor, bir açıyordu.
Kızılay’ın önünde Kastor’u fark etti. Kastor ona önce hayretle, sonra ayıplayarak baktı. Başını iki yana salladı. Gözlerini yumdu yine açtı. Bunun bir rüya olmasını tercih ediyor gibi bir hali vardı. Kastor protokol kurallarını çocuk yaştan sindire sindire değil de, belirli bir çağdan sonra kitaptan ezberleyen yeni vekiller, senatörler ya da taşralı hariciyeciler gibi sivri derecede nazik bir Chow Chow’du. Ama buna rağmen, yine de, daldığı, ya da heyecanlı olduğu zamanlar, anasının, çoban köpeği diyalektini gizleyemediği anlar oluyordu. Sancho, Kastorun önünden geçerken onu daha çok şoke etmek için vurgulamasına bir de hırlama kattı.
tiki tiki praf tiki tiki praf hırrrrr tak tiki tiki praf tiki tiki praf hırrrrr tak
Sabah taliminden dönen Polis Koleji’nin stajyer köpekleri tam bu sırada karşıdan göründüler. Hepsi de kanlı canlı, iyi besili idiler. Sancho onları fark etmesine etmişti ama bu oyuna birden son vermeyi kendine yediremedi. Taburun önünde giden iki polis köpeği birden durdular. Bu işte bir iş var diye şüpheli şüpheli bakındılar. Son günlerde her şeyden daha kolay işkillenir olmuşlardı. Onlar durunca bütün tabur durdu. Hepsi başlarında giden iriyan, siyah bıyıklı polise bakıyor, ondan emir bekliyorlardı.
Sancho bütün köpekleri severdi. Bekçi köpeklerinin mitolojik atası Cerberos’tan, misyoner Saint Bemard’lara, örnek sadakati ile klasik okuma kitaplarının unutulmaz köpeği Yorkshire’li Lassie’den, Anafartalar Caddesindeki aşçı dükkânlarının dilenci köpeklerine kadar her köpeğin bir sevilecek yanını bulurdu. Ancak ve ancak illet olduğu iki cins köpek vardı. Av köpekleri bir, polis köpekleri iki. Kurbanlarını efendilerinin ayağına atıp, susta duran, ihsan bekleyen bu çanak yalayıcı, bu jurnalci, bu siftinik yaratıklar onca köpeklik tarihinin yüzkarası idiler. Bu küçümsemeyi bakışlarından gizleyemediği, daha doğrusu bilerek gizlemediği için, av’ ve polis köpekleri ile arası her zaman hırıltılı olmuştu.
tiki tiki praf tiki tiki praf hırrrrr tak tiki tiki praf tiki tiki praf hırrrrr tak
Polis köpekleri ön ayaklarını germiş duruyorladı. Sekizi bir tek koro halinde hırlamaya başladılar.
Sancho gittikçe yanlarına yaklaşıyordu. Önsezisi “kes artık bu oyunu” dediği halde erkeklik gururu “devam et aldırma” diyordu. Gözlerini kapadı. Ne olursa olsun. Değil mi ki, bir kere başlamış, ölürdü de tiki tiki praf hırrrr tak’ı kesmezdi.
Nitekim kesmedi. Köpeklerin öğretmeni iriyan, siyah bıyıklı polis birden tabura marş emri verdi. Polis köpekleri kurulu kaldılar. Homurdana homurdana yollarına devam ettiler. Yalnız taburun en arkasındaki abraş yüzlü, kanlı gözlü bir kurt köpeği dönüp dönüp Sancho’ya bakıyor, sanki tenhada görünce öcünü almak için yüzünü mimlemeye çalışıyordu.
Onlar uzaklaşınca Sancho rahat bir nefes aldı. Atatürk Bulvarının en kalabalık yerinde sosyete köpeklerinin piyasaya çıktığı bu saatte, polis köpekleri ile bir hırlaşma ve sonunda hırpalanma ayrıca prestijini de çok sarsabilir. Kalbi biraz önceki heyecandan boynunda atıyor, bu yüzden Hülyanın babasının praf’lanna ayak uydurabilmek için tıknefes oluyordu. Bereket Hülya’nın babası gazetecinin önünde durdu.
Sabah yürüyüşünün ilk aşaması Göreme Sokaktan Sıhhiye’nin köşesindeki bu gazetecinin önüne kadar uzanırdı.
Hülya’nın babası bir dergi, iki de gazete aldı. Sonra ayakkabılarını çingene bir boyacının önüne uzattı. Fırçalar gidip gelmeye başladı. Hülya’nın babası gazetesini açmış okuyordu. O sırada karşı sokaktaki kebapçı dükkânlarını sıyırıp gelen piyaz kokulu bir rüzgâr gazeteyi uçurdu. Sancho koşup gazetenin üzerine bastı. Tam ayağını bastığı yerde Maliye Vekilinin resmi vardı. Adam yüzünü sanki Amerikan yardımının yetersizliğinden değil de Sancho’nun yüzüne basıp canını acıttığından ötürü eksilmişti.
Çingene oğlan, Hülya’nın babasının ayakkabılarını kadife ile gıcırdata gıcırdata parlatıyordu. Bu iş bitince karşı kaldırıma geçip Kavaklıdere’ye doğru yürüyüşe koyuldular.
Bankan Otelinin sokağının önünde tesadüfen Sancho’nun sezisi bu tesadüfü pek yutmamıştı yaSelmin Hanımla onun kahverengi danuvası Diojen kaldırımda belirdiler. Selmin Hanım yürüyüş için, pantolonunun üzerine kalın bir dağ süveteri giymiş, ayaklarına ökçesiz spor iskarpinler geçirmişti. Birlikte yürümeye başladılar. Diojen, bütün danuvalar gibi sakin, uysal ve aşın derecede sabırlı bir köpekti. Sancho onunla ilk defa Selmin Hanımlann verdiği bir ziyafette masanın altında tanışmıştı. Selmin Hanım masasının altında sol iskarpinini çıkarmış, zarif ayağına biraz nefes aldırıyordu, Hülya’nın babası birden ayağını usulca onunkinin yanına kaydırdı. Kadın çoraplı ayağını kaçırdı. Ama adam öbür ayağını yakaladı. İki ayağının arasına âdeta hapsetti. Kadının dizi ürperdi. Diojen’le Sancho birbirlerine bakmışlardı. Hülya’nın babası iki diziyle kadının dizini kıstırmış, onu âdeta yatıştırmıştı. Masanın üzerinde konuşuluyordu. Sancho, Selmin Hanımın çıkardığı iskarpini yakalamıştı, tokası ile oynamaya başlamıştı. Ama gözü kadının hapsedilmiş bacağında idi. Diojen bacaklara sırtını çevirip ön ayaklarını uzattı, başını onlara dayayıp gözlerini kapadı. Uşak kuşkonmaz servisini bitirdiği sırada Hülya’nın babası, peşkirini düşürdü, eğilip alırken Selmin Hanımın ince ayak bileğini yumuşak bir el hareketiyle okşadı… İşte o anda Sancho ömründe yapmadığı bir şey yaptı. Hülya’nın babasının elini ısırdı. Adam canı yanmaktan çok, olmayacak bir şeyle, mesela yağmurun aşağıdan yukarıya yağması ile karşılaşmış gibi bir çığlık attı.
Eğildi, masanın altına baktı. Ama Sancho ordan hem de kadının iskarpinini de alıp çoktan sıvışmıştı. Selmin Hanım bunlar olurken ayak yordamı ile iskarpinini anyor ama masanın altına eğilip bakmayı nedense uygun bulmuyordu. Sancho saklandığı kanapenin altında bunu seyrederken ensesinde ılık bir nefes duydu. Diojen bir ayağı ile onun sırtını okşuyor, ağzı ile iskarpini çekiyordu. Sancho direnmek istedi. Sonra onun ıslak ve yalvaran bakışlarına dayanamadı. İskarpini bıraktı. Ve iri danuva dört ayaklı bir hoşgörü sembolü gibi götürdü, tam krem şantiyeli çilek yenilip de kalkılacakken hanımının ayağının ucuna bırakıverdi. Sancho kadının heyecandan ne kadar terlediğini gidip değişmesinden çok önce, yine kokusundan anladı, gülümsedi. İşte Şimdi Diojen’le yan yana yürürlerken bunları hatırlamıştı. Diojen’in bu hareketi, onun filozofluğuna olduğu gibi, kim bilir belki de buna benzer durumlara çok düşmüş olmanın alışkanlığına da verilebilirdi. Bu mesele kafasını çok kurcalamıştı. Arkalannda yine o dört bacağın yan yana yürüdüğü bu ortamda Diojen’e bunu soracaktı ki ama sorsa da Diojen’in açık bir cevap vereceği çok su götürür bir şeydi evet tam bunu soracaktı ki Hülya’nın babası ile Diojen’in hanımı el sıkışıp aynldılar.
tiki tiki praf tiki tiki praf
hani tak?
Selmin Hanımla beş yüz metre beraber yürümüş olmak Hülyaya iki yıl daha döviz sağlamaktan daha mı az sevindirici?
hani tak? hani tak?
Diojen kadar alçakgönüllülük gösterebilen, onun kadar alçakgönüllülük gösterebildiği halde bu kadar yapmacıksız kalabilen bir başka köpek tanımıyordu.
tak’dan umudu kesince tiki tiki praf’la yetindi.
Gerekirse praf’sız bile olabilirdi ama Hülya’nın babası tiki tiki’siz kalabilir mi acaba? Hiç sanmam. Dünyanın en nankör yaratığı insanla en sadık yaratığı köpek arasındaki, dünya tarihi kadar eski bu çözülmez sıkıfikilik, aslında köpeğin insana değil, insanın köpeğe muhtaç oluşundan geliyor.
tiki tiki praf
Bütün mesele bu. tiki tiki praf Bütün mesele bu.
Peki insan bu sadakate değer mi? O bambaşka bir konu. Diojen’in Selmin Hanıma bağlılığı sanır mısınız ki, sadakatin vaazlarda, okullarda bunca övülmesinden ötürüdür. Hahay. Güleyim bari.
tiki tiki praf
Güleyim bari.
Sadakat, biz köpeklere moral bir tümlük sağladığı için, kendi içimizde bizi çelişmelerden koruyan bir tutamak olduğu için, dengesi hiç bozulmayan bir ruh huzuru yarattığı için.
İnsan sadece bir araç.
tiki tiki praf
İnsan sadece bir araç.
İşte hepsi bu kadar.
Oysa insanlar çoğu zaman yaptıkları gibi, işi nasıl ters yorumlarlar. Köpeklerine kendi kişiliklerinin damgasını vurduklarını sanacak kadar. Oysa bir hariciyecinin köpeği hiç de snop olmayabilir. Bir askerinki pekâlâ filozof olabildiği gibi. Bir profesörün köpeği kütüphanenin yolunu bilmediği için ne kadar utandığını bizzat itiraf etmişti. Köpeklerin efendilerinden ayrı, hatta bazen onlann tam zıddı bir kişiliği olamayacağını savunmak köpekleri insan derecesine indirmek değil de ne?
Gökte siyah bulutlar kümeleniyordu. Çankaya tarafı gece gibi kararmıştı.
Rüzgâr birden çoğaldı.
Şimşek çaktı. Büyük bir gümbürtü ile gök gürledi.
Hülya’nın babası adımlarını sıklaştırmıştı.
tiki tiki tiki praf tiki tiki tiki praf
Hızlı yürümek Sancho’nun zihnine küşayiş vermişti. Bir şimşek daha çaktı. Bu havada bir ormanda olacaksın, san, kahverengi, kızıl, bakır rengi, açık yeşil nefti, kuru, kupkuru yaprakları çıtırdata çıtırdata yürüyüşe çıkacaksın. Tek başına. İhtişamlı yalnızlığın içinde her adımda daha yücelerek.
tiki tiki tiki praf
Hülya’nın babası yağmura tutulmamak için kaçıyor. Nerde biraz önceki kendine güvenli, güleryüzlü, yere sağlam basan hali.
Yağmur yağmayacak halbuki, öyle olsa kokusu Sancho’nun burnuna gelirdi. Sonra bu rüzgâr bulutları dağıtır, bu da besbelli. Ne var ki arka ayakları üzerinde ayağa kalktığından beri içgüdüsünü kaybedip akla özenen insan, bunu bile fark etmez olmuş işte. Akla tam varamamış, sezisinin köprülerini de yıkmış. ‘ Lök gibi ortada kalmış.
Tehlike yokken kasıla kasıla yürür. İki şimşek çakıp bir gök gürlemeye görsün, o zaman selâmeti kaçışta bulur.
Sıkıştı mı kaçar insan.
kaç babam kaç
kaç babam kaç
Pancurları sımsıkı kapayış. Hayallere, anılara sığınış. Ya da hayatını iki ucundan yakan bir orji içinde tüketiş.
koş babam koş.
kaç babam kaç.
Bahçe kapısına ilk varan Hülya’nın babası oldu. Bahçeyi aşıp merdivenleri çıktılar. Adam anahtarla kapıyı açtı.
İçerde radyo çalıyordu. Sıcağı iyice içine sindirmiş hereke halısının üzerinde ilerlediler. Hülya’nın annesi geldiklerini duymamıştı. Telefonda biriyle gevrek gevrek konuşuyordu. Onlan birden fark edince nedense çok korktu. Yine nedense telefonu hemen kapadı. Geldi kocasını öptü.
Adam her sokaktan gelişte bunu âdet edinmişlerdi. Sevgileri güya böylece perçinleşmiş oluyordu.
Sancho yere çömeldi. Sol arka bacağı ile boynunu kaşımaya başladı. Sonra Hülya’nın annesi ile
babasına uzun uzun baktı. Dilinin ucuna bir şey geldi ama… Havlamadı. Sıçradı, köşedeki kanapenin üzerine çıktı. Pencereden dışarı bir göz attı. Vakit öğle olduğu halde, her yer hüzünlü bir akşam loşluğu içinde. Çankaya tarafında şimşeklerin bini bir para…
Sanki bir dev, bu tepelerin ardında durmadan çakmağını çakıyor ama bir türlü sigarasını yakamıyordu…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir