Abidin Dino ya da Kanatlanan El, Jean-Pierre Deleage

Türkiye edebiyatı üzerine çalışmalarıyla tanınan Fransız yazar Jean-Pierre Deleage?dan Abidin Dino üzerine bir yaşamöyküsü denemesi: Abidin Dino ya da Kanatlanan El.
Abidin Dino?nun Cenevre?deki çocukluğu, İstanbul?a dönüşü, Moskova, Paris ve Adana yılları; ressamlar, yazarlar, ozanlar, dostluklar, çalkantılar, savaşlar ve bitmek bilmeyen bir resim tutkusu…
Çocukluk yıllarında “İlk siyasal girişimi?olan, 1. Dünya Savaşı sıralarında Cenevre sokaklarında, aç Çinli çocuklar için para toplayan Abidin Dino, sadece bir ressam ya da karikatürist değildi. Hem bir heykeltıraş hem bir yazar hem bir dekoratör hem bir gazeteci hem bir seramikçi hem bir siyasetçi… Hem tüm bu işleri layığıyla yapan hem de ?Bugün gerçekten bir ressam mıyım? Ressamlık her ne kadar en büyük tutkum ise de, bugün bile ressamlık denen uğraşın sınırlarında bir yerlerde görüyorum kendimi, o da güçlükle? diyebilecek kadar alçakgönüllü…
Abidin Dino?yu hemen hemen herkes Nazım dolayımıyla tanımıştır. Nazım?ın ?Saman Sarısı? şiiridir, pek çoğumuza çağdaş Türkiye resminin öncüsü Abidin Dino?yu tanıma gerekliliği hissettiren:
“sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
1961 yazı ortalarında Küba?nın resmini yapabilir misin
çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının
resmini yapabilir misin üstat
yazık yazık Havana?da bu sabah doğmak varmışın resmini yapabilir misin

?Mutluluğun Resmi?ni yapamadım?
Bir radyo söyleşisinde, Nazım?ın bu sorusuna ilişkin olarak ?O gün bugün, bu soru sökülüp atılması olanaksız bir biçimde bedenime yapışmış gibidir? diyor ve mutluğun resmini yapamadığını da ekliyordu sözlerine Abidin Dino. Sadece Nazım da değildi Abidin Dino?yu böylesine derinden etkileyen. Pek çok ülkede, pek çok şehirde, İsviçre?de, Fransa?da, Türkiye?de, İtalya?da, Rusya?da, kısacası gittiği ve yaşadığı her yerde çok önemli dostluklar kurmuştu. Fransız komünist şair, romancı ve deneme yazarı Louis Aragon, Dadacılık akımının kurucularından Rumen asıllı Fransız şair, yazar Tristan Tzara, dünyaca ünlü İspanyol ressam ve heykeltıraş Pablo Picasso, büyük romancı Yaşar Kemal, Rus sinemasına yeni ve geri dönüşsüz bir yön veren ?Grev?, ?Potemkin Zırhlısı?, ?Ekim? gibi filmleriyle tanıdığımız Sovyet sinema yönetmeni ve kuramcısı Sergey Eisenstein bu sıkı dostluklardan sadece birkaçı…
Deleage, Abidin Dino?nun yaşamının ve sanatsal yaratısının izlerini sürerken, bir yandan da o dönemde, genç bir cumhuriyetin bağrında genç bir sanatçı olmanın, hayal kırıklıklarının ve umudun hikayesini anlatıyor. Deleage?ın titiz çalışması, dünyaca ünlü ressam Abidin Dino?nun, neredeyse 20. yüzyılın kültür belgeseli olan yaşamını okuyucuya sunuyor.

Jean-Pierre Deleage, Abidin Dino?nun yaşamının ve sanatsal yaratısının izleklerini sürerken, bir yandan da değişim sürecindeki Türkiye?ye ilişkin kesitler sunuyor.
Abidin Dino?nun yaşamı, sürgünler arasında ?mutluluğun resmi?.

Çok dilli resim ve çok dilli sanat
Jean Pierre Deleage ?Abidin Dino ya da Kanatlanan El? kitabında; ?Bir dil ressamıydı Abidin ve tam bir renk dilbilimcisiydi? diyor. Abidin Dino doğuştan üç dilde birden düşünebilen, konuşabilen şanslı bir çocuktu. Evinde hem Türkçe hem Rumca konuşuluyor, ailesinin Cenevre?de yaşaması sebebiyle Fransızcayı da öğreniyordu. Bu durumu ?Dünyayı sanki üçle çarpıyordum. Resimde de birkaç dil (ya da tür) kullanmam bu yüzden mi dersiniz?? diye anlatır. Abidin Dino daha sonraki yaşamında İngilizce ve Rusçayı da öğrenmiştir; ve başlamıştır dünyayı beşle çarpmaya… 90?lı yıllarda Abidin yine bu konuyu, şöyle anlatır: ?Bu çok dillilik sanıyorum resmimde de var. Resmim de birçok dilden konuşuyor. (…) Eğer elimden gelseydi, ben de ünlü Portekizli Ozan Pesoa gibi yapardım. Biliyorsunuz o, şiirinin her yeni döneminde adını da değiştiriyordu. Ben de her dönemim için ayrı bir ad seçseydim, yirmi-otuz adım olurdu bugün?. Abidin Dino?nun sadece resmi değil, sanatı ve yaşamı da çok dilliydi. Desen onun için bir tutkuydu. Çocukluğundan beri çizim yapıyordu. Genel olarak desene renklerden daha büyük önem veriyordu. Desen çizmek onun için yaşamsal bir ihtiyaçtı: ?Çizgi de sözcükler gibi, çizmek de konuşmak gibi, bir gereksinmedir, kaçınılmaz hatta organik diyebileceğim bir gereksinme?. Anlatmak istediğini, onu çizmeye yönlendiren düşünceyi tekniğin önüne koyuyordu. Yağlıboya, karakalem, guaş, çini mürekkebi… Hepsi sadece bir araçtı. Sadece bir ressam ya da karikatürist de değildi. Hem bir heykeltıraş hem bir yazar hem bir dekoratör hem bir gazeteci hem bir seramikçi hem bir siyasetçi… Hem tüm bu işleri layığıyla yapan hem de ?Bugün gerçekten bir ressam mıyım? Ressamlık her ne kadar en büyük tutkum ise de, bugün bile ressamlık denen uğraşın sınırlarında bir yerlerde görüyorum kendimi, o da güçlükle? diyebilecek kadar alçakgönüllü… Başlı başına bir dünya olan bu adamı ve hem sanatıyla hem diğer uğraşlarıyla yarattığı dünyayı, düşlediği ve teşhir ettiği dünyaları biraz keşfetmeye çalışacağız bu yazıda.

Siyaset-Sanat İlişkisi
Abidin Dino?nun yaşamı tam bir yaratma çabasıdır, sanatla iç içe ve ne bulursa onunla, ne görürse onu ve ne görmek istiyorsa ötesini yaratma çabası. Abidin Dino?nun ilk çizimlerine çocukluk yıllarında başladığını söylemiştik. Kendi sözleriyle ifade edersek ?ilk siyasal girişimi? de yine çocukluk yıllarına denk düşmüştü. 1. Dünya Savaşı sıralarında Cenevre sokaklarında, aç Çinli çocuklar için para topluyordu. Bu denklik Abidin Dino?nun tüm hayatı boyunca yükselen, hep ileriye giden bir şekilde yeniden ve yeniden kurulacaktı. Picasso da tam bu durumu anlatır aslında ?tamamladığım ve tamamlayamadığım bütün tuvaller günlüklerimdir? derken.
Örneğin 40?lı yıllar? Nazizim yükseliyor. Abidin Dino İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından gönderildiği Adana?da, sürgünde. Bu dönemde yaptığı iki önemli resim dizisi var ressamın: ?Partizanlar? ve ?Yörükler?. Partizanlar, SSCB?deki Nazi işgaline direnen, meşale taşıyan, güçlü kollarıyla dikkat çeken kadınlar, ellerinde Molotoflar olan devrimciler. Partizanlar dizisi, Türkiye?de militan gerçekçiliğin ilk örnekleri. Yörükler, emektar Çukurova köylüleri. Abidin Dino belli ki Yaşar Kemal?in ağıtlarından etkilenmiş; resimlerine sarılar hakim. Abidin bir yandan sürgünde dokunduğu, dost olduğu, acımasızca ezilen tarım işçilerini resmediyor, bir yandan faşizme direnen Rus devrimcileri selamlıyor. 1944 yılında ?Toros Destanı? adlı senaryosunu yazıyor bir de. Başrolde yine Çukurova köylüsü; Fransız işgal askerlerine karşı kazanılan Gülek Zaferi anlatılıyor. Tüm bunlar bir arada değerlendirildiğinde Abidin Dino?nun verdiği mesaj, aldığı tutum öylesine berrak ki, Sinema Sansür Kurulu senaryoya yasak koymakta gecikmiyor.
50?ler? 2. Dünya Savaşı sona ermiş ama halkların acıları daha taze, Abidin Dino, ünlü İspanyol ressam Goya?dan esinlenerek Savaşın Vahşeti?ni çiziyor. Atom Korkusu da bu dönemde resmediliyor. ?2. Dünya Savaşı? adlı dizisi de 1952?de ortaya çıkıyor. 1955 yılında ressamın Paris?te açtığı ilk sergi ?İşkenceler Dizisi?nden oluşuyor. Türkiye?de 51 Tevkifatı olarak bilinen en kapsamlı tutuklamalar yaşanmış, Abidin Dino işkence edilen adlı-adsız yoldaşlarını çiziyor. Teşhir etmek, unutturmamak için, belki de sadece nefes alabilmek için. 1955 yılında Çin?deki Uzun Yürüyüş?ü resmediyor Abidin Dino, bu dizi de genelde kağıt üzerine lavislerden oluşuyor, Çin resimlerine benziyor. Onların dilinden, onların hikayesini anlatıyor. Çin halkına yirmi yıl sonra resimleriyle güzellemeler yapıyor. 1950?lerin sonları, Paris ayakta. Abidin Dino sokakta, elinde kalem-kağıt, Paris?te gösteri yapan kalabakları çiziyor, öfkeli kalabalıkları, ayaklanmaları? 68?de Abidin Dino yine Paris sokaklarındaki eylemcileri çiziyor, öğrencilerin işgal ettiği Sorbonne?un avlusunu çiziyor.
60?lar? ?Acının Resimleri? dizisi; hayatının her döneminde sağlık sorunları yaşayan Abidin Dino hastaneleri, hasta insanları, çıplak korkulu gözleriyle hastaları, eline serum bağlı Abidin?i çiziyor. Dünya?da Vietnam Savaşı. Hasta adamın acısıyla Vietnam halkının acısı birbirine karışıyor bu resimlerde adeta. 60?lar ve 70?lerde düşsel çiçek resimleri çizmesinin sebebini de, ?Acının Resimleri?nden sonra bir tür görsel sağlığa kavuşmak istedim. Çiçek resimleri yaptım. Var olmayan ve hiçbir zaman var olmayacak çiçeklerin resimlerini? açıklıyor.
Çernobil faciasını da unutmuyor ressam. Siyah ve beyaz renkler, ölü balıklar ve sonluluk duygusu hakim resimlerde. ?Pencereler/Sonsuzluk? döneminin zıttı bu dizi, çağımızın kıyametini resmediyor bu sefer Abidin Dino.
Abidin Dino hayatı boyunca çevresindekilerin resmini yapmıştır. Konusunu kendisi seçmemiştir çizdiklerinin, resmettiklerinin; tüm dünyada ve Türkiye?de yükselen faşizm ve antifaşist mücadeleler ?Partizan?ları, Adana?da pamuk işçilerinin sömürüsü ?Yörükler?i dayatmıştır ona konu olarak; Dünya Savaşı, Çin halkının devrimci mücadelesi, Paris?teki kitlesel eylemler, kendi bedensel acıları, yoldaşlarının gözaltında, işkencede çektiği acılar, Vietnem halkının acıları, Çernobil faciası yön vermiştir kalemine-fırçasına? ?Çiçekler? ile arınma duygusu, ?Adalar?la başka bir dünya özlemi, her yandan kuşatılmışlığın içinde? Elleri su gibi akmıştır, yaşam nasıl aktıysa. Ve ressamın bütün hayatı boyunca çizdiği, kendi deyimiyle ona ?kartvizit? işlevi gördüren el ve parmak desenleri. Birbirine dolanmış parmaklar, çalışan, sevişen parmaklar? Picasso?nun deyimiyle doğru düzgün el ve parmak motifi çizebilen iki kişiden biri Abidin Dino, sadece resimlerini de değil, seramiklerini, heykellerini de yapmıştır parmakların. Belki de kendi parmaklarıdır bunlar, belki de acılarını, umutlarını, mücadelelerini paylaştığı ezilen halkların, emekçilerin elleridir bunlar. Kim bilir. Belki bir harmanlanma, bir kardeşlik özlemidir birbirine sıkı sıkıya sarılmış, nerede bitip nerede başladığı belirsiz olan bu parmaklar. Belki de ?Mutluluğun Resmi?ni yapamadığını itiraf eden Abidin Dino?nun, bir gün büyük bir netlikle ve coşkuyla çizebileceğine inandığı gelecek nesillerin parmaklarıdır bunlar.

Çevirmen Samih Rifat’ın Yaşam Öyküsü

1945’te İstanbul’da doğdu, Saint-Benoît Lisesi’ni ve İTÜ Mimarlık Fakültesi’ni bitirdi. Üniversite yıllarından başlayarak çeviriye yöneldi; ilk çevirilerini 80’li yıllarda Yazko Çeviri dergisinde yayımladı. René Char, Jacques Prévert, André Verdet, Jean Follain, Paul Valéry, Kavafis, Le Corbusier gibi ozan/yazar’lardan çeviriler yaptı. Yine üniversite yıllarında fotoğrafçılıkla ilgilendi. 80’li yıllardan başlayarak çeşitli dergilerde, yazdığı yazılara eşlik eden fotoğraflar yayımladı; belgesel filmler çekti. 4 Ağustos 2007 tarihinde hayata veda etti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir