Acının AntropolojisiAcının ritüelleşmesi
Çekilen acıya bir anlam vermeyi istemek anlık acının ötesine gider, hastalık, yaşamı dünyayla karmaşık bir ilişkiye sokunca daha derin bir anlam içerir. İnsanın acısını anlaması yaşamını anlamasının başka bir biçimidir. Bütün toplumlar acıyı dünya görüşlerine entegre ederlerken ona, çoğu zaman çıplaklığını hatta keskinliğini azaltan bir anlam, giderek bir değer verirler. Acıyı, kökenini açıklamaya yönelik nedensellik ağlarının içine yerleştirirler ve özellikle de her toplum, kendine göre geliştirdiği özel tıp teknikleriyle, onunla mücadele etmenin sembolik ve pratik olanaklarını bulmaya çalışır.

İnsanın acısına bir anlam vermesi, onun nesnelere pürüzsüz bir biçimde bakmasını sağlar, hastalandığında paniklemesini ya da yaşamsal fonksiyonlarının durmasını engeller. Anlam örgüsü dünyanın ham ve kaba yanım koruyan bir kalkan işlevi gören kültürün ham maddesidir. İnsanı minimum bir korkuyla tutarlı ve kestirilebilir bir dünyaya sokar. Acının, ona bir anlam ve değer veren bir kültür içine entegre edilmesi şiddetini azaltır; bu durumda acı az ya da çok kaçınılmaz bir olgu gibi görülür ve insanın onunla, toplumsal ilişkinin sıradan biçimlerine göre yani toplumun beklentilerine cevap vermeyerek saygınlık ve onurunu tehlikeye atma riskinden uzak durarak uyuşması gerekir. Acıya yüklenen kolektif anlam ve onu başkalarına anlatan ritüelleşmiş işaretler sembolik teşhirlerdir ve insan bunlar aracılığıyla hastalığının kaderini elinde tutarak yaşamının kaderini de elinde tutar. Böylelikle acının dünyasına olası bir giriş alanı önerilir ve her aktöre belli bir denetim olanağı sağlanmış olur. İnsan kendi direnme gücünü öncelikle başkalarının acılarıyla ilgili bilgilerinde bulur: Bu direnme gücü ait olduğu sosyal grupla ilişkilidir.

Bütün toplumlar, örtük bir biçimde, zor olduğu kabul edilen sosyal, kültürel ya da fizik koşulları dikkate alarak acının doğruluğu ve haklılığı konusunda bir tanımlama yaparlar. Toplumun yaşadığı deneyler, bireylerini, bu olaylara mal edilebilen bildik bir acı beklentisine götürürler. Bu bağlamda doğum olayı bir örnek oluşturur. Acının tahmin edilen şiddeti ve bilinen direnme biçimleri kuşaktan kuşağa ya da da aynı koşullan yaşayan insanlar aracılığıyla aktarılır, hastabakıcıların, ebelerin ya da hekimlerin tanıklıklarıyla öğrenilir. Cerrahi müdahale ya da diş çekme ya da tedavisi, yaralanmalar vb’leriyle ilgili olarak bu olayları daha önce yaşamış olanlar ve bu konuda tavsiyelerde bulunmak isteyenler çeşitli yorumlar getirirler. Hekim hastanın sürekli biçimde çektiği acının şiddeti hakkında tahminlerde bulunabilir. Her deneyim, her hastalık, her hasar gittikçe yayılan bir acı alanına dahil olur. Toplum sembolik olarak meşru olanın sınırlarını belirler ve bunu yaparken de olası aşırılıkları engellemeye çalışır. Acının bireysel ifadesi tanıkların beklentilerini besleyen ritüelleşmiş biçimler içine sızar. Belli edilen bir acı bu acıyı doğuran
100
nedenle orantılı gibi gözükmediğinde ve klasik çerçevenin dışına taştığında bir oyundan ya da sahtekârlıktan kuşkulanılır. Bu durumda aktörün şöhreti tartışılmaya başlar. İnsanın, acısına sabırla ve dirençle katlanmak zorundayken, teslim olması, ağlayıp sızlayarak çevresindekilerin beklentilerini boşa çıkarması sessiz bir ayıplama ve kmamaya ya da üstü örtülü bir biçimde daha metin olması yolunda isteklere yol açar. Yakınları acılarını hafifletmenin çarelerini arasalar bile sıkıntı verir çevresine. Alışılmış ve beklenen ağırbaşlılıktan sapma hastanın beklediği tavırların zıddı tavırlar doğurur: Duyarlık ve merhametin yerini sıkıntı ve anlayışsızlık alır. Buna karşılık, acının ritüelleşmesi dramatikleşmeye yol açtığında acısmı içselleştiren ve bu konuda kimseye bir şey söylemeyen hasta zor anlaşılır. Yakınma, ağlama, sızlanma hastanın başucunda- ki insanların varlığını doğrulayan bir dil değeri taşır, buna karşılık kendini tutması, gösterilen ilgiyi, duyarlığı reddedici bir tavır içinde olduğu anlamına gelebilir. Çektiği varsayılan acıya rağmen kendisiyle yakınlık kurulamayan hasta, etrafında koşuşturan insanlara önem vermediğini göstermek ister sanki. Acısını tek başına ve sessizce çekme gücü… Bu sözde güç onun alışılmış sızlanma ve yakınmalarıyla çelişir: Destek ve teselli vermek için sadece yakınma bekleyen aileyi düş kırıklığına uğratır. Sıkıntı hastanın yakınlarının göstermek zorunda olduklarını hissettikleri duyarlığı anlamsız kılan anormal bir durumdan doğar. Acının, kendine özgü ritüelleri vardır ve bunların, iyi niyetlilere sıkıntı ve rahatsızlık verme riski olmadan aşılmaları mümkün değildir. Acı çeken insan, o dehşet verici koşullarda bile geleneklerin, kendisi için çizdiği yolu izler.

Birinci Dünya Savaşı sırasında cephede yaşadıklarını anlatan René Leriche acıya dayanma bağlamında farklı kültürlerin altını çiziyor: “Fransızların fiziksel duyarlığı Almanların ya da İngilizlerin duyarlığından farklıydı. Özellikle bir Avrupalıyla bir Asyalı ya da Afrikalının tepkileri arasında çok derin aynılıklar vardı.[…] Çok aristokratik bazı Ruslar bana açıkça başvurarak, hiçbir şey hissetmediklerinden bazı Kazaklan ameliyat etmek üzere uyutmanın mümkün olmadığım ifade ettiler, bir gün, tereddütler içinde, anestezi yapmadan, yaralı bir Rus’un üç parmağını ve eltaraklarını ve arkadaşlarından birinin de bacağını dibinden kestim. Hiçbiri en küçük bir ürperti bile göstermedi, istediğim şekilde ellerini çevirdiler, ayaklarını kaldırdılar, adeta mükemmel bir lokal anestezi uygulanmıştı ve bir an bile koyvermediler kendilerini.”99 Görünüşte, çok büyük olasılıkla insan iradesinin dikkate alınmadığı fizyolojik seriler kalkanı arkasındaki bir yığın tavır büyük ölçüde sosyal, kültürel, ilişkilere dayalı ya da kişisel etkilerle yönlendirilir. Acı örnek gösterilebilir bu bağlamda. Acıyı önce aynı duyumlara ve aynı savunma biçimlerine yol açan, bütünüyle fizyolojik bir tepki gibi tanımlama eğilimi egemendir. Oysa durum böyle değildir. Acı bir hasarın ağırlığıyla orantılı değildir: Bir çizik ya da bir yanık, bir diş ağrısı insan hayatını tehlikeye atan organik bir bozukluktan daha fazla acı verir. Bir kapıya sıkışıp, ezilen parmak ya da kopan bir tırnak çok büyük acılar verir oysa beyindeki bir sorun, ölümcül bile olsa, hiç ağrı ya da acı vermez kimi zaman. Öte yandan insanın hissettiği acı, bedeninde oluşan bir hasarın bilince yansımasıyla bir tutulamaz, hekime, anında farklı hastalıklann neden olduğu acı yoğunluklarının bir çizelgesini çıkarma olanağı veren şifreli bir uyarlama değildir. Fizyoloji açısından, patalojik bir süreç içinde görülen ya da herhangi bir hasarla birlikte görülen acı ya da ağrı hastaların tanıklıklarından çıkarılabilen bir olasılıktır ama sadece istatistiki bir değeri vardır çünkü bir insanın başına gelen bir şeyi bir başkasının gerçekten kavrayabilmesi imkânsızdır. Sözgelimi patolojik durumlarla bir tutulan bazı acılar ve ağnların özellikle dayanılmaz ve çok şiddetli oldukları kabul edilir: Böbrek sancıları, sinir ağrılan, nöbetli göğüs ağrılan, donmuş bir organın ısıtılması vb hastalan ya da kazazedeleri kuşaklar boyunca mahvetmiştir.

Duyarlık eşiği tüm insanlarda yakındır birbirine ama bireyin tepki gösterdiği ve tavır aldığı acı eşiği esasen sosyal ve kültürel dokuya bağlıdır.100 İnsan acı çekerken dünya görüşünün, dinsel ya da laik değerlerinin, kişisel yaşamının etkisi altodadır. İnsan fizyolojisi asla, açık seçik, pürüzsüz şekilde çalışmaz, onu olayların, spontanlığın, toplumsallığın dışında tutabilecek biyolojik bir bekâreti yoktur. İnsanlar aynı beden içinde yaşamazlar, beklenen fizik performanslar toplumdan topluma değişir.101 İnsanın acıyla ilişkisi özellikle kültürel koşullar olan bu bedensel koşulların değişebilirliğinin karmaşık belirtilerinden biridir.

René Leriche’e göre “fiziksel acı, bir sinirdeki belli bir durumun basit, yaygın sinirsel etkisi değildir. Bir uyaranla bedenin tümü arasındaki çatışmanın sonucudur.”102 Georges Can- guilhem. Leriche’in düşüncelerine bir ekleme yaparak insanın acısını -aynı zamanda da hastalığını ya da yasını- kendi algılamasının ve de bu acının gerçek etkisinin çok ötesine götürdüğünü söyler.103 Bu çok kesin tanımlama bireyin acısının düzeyini algılamasındaki kişisel payını değerlendirme olanağı verir. Bir acının etkisinin toplumsal, kültürel ve psikolojik süzgecini belirtir. Uyaran ve algılanan arasında tüm boyutlarıyla (bireyselliği, yaşamöyküsü, sosyal ve kültürel aidiyeti) birey vardır. Değerlendirmelerden kaçan bazı örtük normlar acıyla ilişkiyi belirler. Acı hiçbir katıksız öze denk düşmez, bedensel dönüşümler ve bunların, bu duyguyu tanıyabilmeyi “öğrenmiş olan” ve onu bir anlam ve değer sistemine taşıyan bir birey tarafından değerlendirilmesi arasındaki son derece karmaşık bir ilişkiyi yansıtır. Açlık gibi acmın da biyolojik bir kökü vardır ama insanlar onu aynı anda hissetmezlerse, aynı zevki duymazlarsa, aynı şekilde beslenmezlerse, yedikleri şeylere aynı anlamları yükleyerek aynı ritüellerle tatmin olmadıkları gibi aynı şekilde acı çekmezler ve aynı acı aynı yoğunlukta saldırmaz onlara; insanlar acılarına, yaşadıkları ortama özgü kolektif yönelimlere göre farklı bir anlam ve değer yüklerler. Acıyı basit bir biyolojik veri gibi görmek yeterli değildir çünkü insanileştirilmesi bilince yansımasının koşuludur ve insanlar farklı yerlerde ve farklı zamanlarda aynı biçimde ve aynı anda acı çekmezler.

David le Breton
Acının Antropolojisi
Türkçesi: İsmail Yerguz
Sel yayıncılık

Previous Story

12 Eylül 1980 – Musa Anter

Next Story

Tarih – Edebiyat Tarihi – Cemal Süreya

Latest from David Le Breton

Acının belirsizliği

Acının belirsizliği Acı psikolojik bir olgu değildir, yaşamsal bir olgudur. Acı çeken beden değildir, tümüyle bireydir. İnsanın köklerinden koparılan fizyolojik unsur hasta insanın tarafına

Acının biçimleri

Acının biçimleri Acı belli bir süre içinde etkisiz kalmaz, ne olduğu pek belli olmayan farklılıklara göre yoğunluğu değişir, saatlere ve günlere göre farklılık gösterir,

Acı Deneyimler üzerine

Acı Deneyimleri Acı hiç kuşkusuz insanın ölümle birlikte en güçlü biçimde paylaştığı deneyimdir: Hiçbir ayrıcalıklı onu bilmezlikten gelemez ya da herhangi birinden daha iyi
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ