Agatha Christie: İnsan önce evden eve taşınmanın hoş bir şey olduğunu, bunun zevkini çıkaracağını düşünür.

BİRİNCİ BÖLÜM
VI

İnsan önce evden eve taşınmanın hoş bir şey olduğunu, bunun zevkini çıkaracağını düşünür. Ama sonradan durum hiç de böyle olmaz.
Elektrikçiler, yapı ustaları, marangozlar, badanacılar, boyacılar, duvar kâğıtçılarıyla ilişkiler kurmak gerekir. Buzdolabı, gaz fırını ve halı satan, perde yapan ve takan, muşamba yayan kimselerle de öyle. Her gün yapılacak işlerden başka dörtle on dört kişiye de dert anlatılır. Bunlar ya uzun zamandan beri beklenilen ya da gelecekleri çoktan unutulmuş ustalardır.
Şu da var ki, Tuppence zaman zaman rahat bir nefes alarak kocasına bazı işlerin bitmiş olduğunu müjdeliyordu.
“Bence artık mutfağımız kusursuz sayılabilir. Sadece un için uygun bir kutu bulamadım.” Tommy, “Ya?” dedi. “Çok önemli mi?”
“Eh, biraz. Ben unu dört kiloluk paketler halinde alırım. Bu da o kutulara sığmıyor. Hepsi de süslü püslü, cicili bicili şeyler. Kimisinin üstünde güller var, kimisinin üstünde ay çiçekleri… Ama bir kilodan fazla un almıyorlar. Bence münasebetsizlik bu.”
Tuppence zaman zaman birtakım önerilerde de bulunuyordu. “Defneli Köşk… Bence bir ev için saçma bir ad bu. Zaten buraya neden ‘Defneli Köşk’ dendiğini de anlamış değilim. Bahçede bir tek defne yok. Buraya pekala ‘Çınarlı Ev’ adını verebilirlerdi. Çınar ağaçlarını çok severim.”
Tommy, “Buraya, ‘Defne’den önce ‘Uzun Scofield’ derlermiş,” diye açıkladı. “Biri söyledi bana.”
“Waddington adında bir aile sanırım.”
Tuppence, “İnsanın aklı karışıyor,” diye yakındı. “Waddington’lar… Bize burayı satan Jones’lar… Vaktiyle de Parkinsonlar… bir sürü Parkinson. Hep bu Parkinson’lar sorunuyla karşılaşıyorum.”
“Nasıl karşılaşıyorsun?”
Tuppence, “Onlar hakkında sorular soruyorum,” diye cevap verdi. “Eğer Parkinson’larla ilgili bazı şeyler öğrenebilseydik, o zaman şu bizim… şu bizim sorunu da Gözerdik.”
“Son zamanlarda herkes karşılaştığı her şeyden ‘sorun’ diye söz ediyor. Şimdiki de ‘Mary Jordan Sorunu’ öyle mi?”
“Yalnızca o değil ki. Bir yanda Parkinson’lar sorunu, öte yanda Mary Jordan sorunu. Herhalde daha bir sürü sorun var. Mary Jordan’ın ölümü normal değilmiş. Kitaptaki gizli haberde açıklanan ikinci cümle şöyle: ‘Bu içimizden birinin işi.’ Alexander’ın kastettiği kim? Parkinson ailesinden biri mi? Yoksa evde oturan bir kimse mi? Diyelim ki, o sırada köşkte birkaç Parkinson vardı. Yaşlı birkaç kişi. Parkinson’ların yeğenleri. Orta hizmetçileri, aşçı. Belki bir dadı ya da mürebbiye, Ama, ‘İçimizden biri,’ evden bir kimse anlamına geliyor. O zamanlar evler şimdikilerden çok kalabalıkmış. Belki de Mary Jordan bir hizmetçiydi. Hatta belki de aşçı. Peki ama biri neden onun ölümünü istesin? Yani biri onun ölümünü istemiş. Yoksa kızın ölümü anormal sayılmazdı. Öbür sabah yine bir komşuya kahve içmeye gideceğim.”
“Sen de artık her sabah kahve içmeye gider oldun.” “İnsan böylece köydekileri, komşularını daha iyi tanımış oluyor. Ne de olsa burası öyle büyük bir yer değil. Ve herkes durmadan yaşlı teyzelerinden ya da eski ahbaplarından söz ediyor. İşe önce Bayan Griffin’le başlamak niyetindeyim. İlgi çekici bir kadın. Köydekilerin hepsini de yönetimine almış. Şu bildiğin tiplerden. Rahibi sindirmiş. Doktoru ve hemşireyi de. Herkesi.”
“Bu konuda hemşirenin bize yardımı dokunamaz mı?” “Sanmıyorum. Ölmüş o. Yani Parkinson zamanında köyde bulunan hemşire. Şimdiki ise yeni gelmiş. Köye karşı fazla bir ilgi duymuyor. Onun Parkinson’ları tanıdığını sanmıyorum.” Tommy sıkıntıyla bağırdı. “Bu Parkinson’ları unutmamızı çok isterdim!”
“Yani o zaman hiçbir sorun kalmazdı mı demek istiyorsun?”
“Aman Tanrım… sorun… sorun,.. “
“Şimdi bir sorunla karşı karşıya kaldığını anlatmak için böyle diyorsun.”
Tommy içini çekti. “Pekala, pekala. Öyle olduğunu itiraf edelim. İkimizin de sorunları var.” Yine içini çekerek çıkıp gitti.
Tuppence ağır ağır merdivenlerden indi. Başını sallıyordu. Anibal hemen ümitle onun yanma yaklaştı.
Kadın, “Olmaz, Anibal,” dedi. “Sen çıkıp dolaştın. Sabah gezmeni yaptın.”
Aniba!, Tuppence’ı bu konuda yanıldığına inandırmaya çalıştı. Çıkıp dolaşmamıştı ki. Tuppence, “Tanıdığım köpeklerin en yalancısısın,” diyerek güldü. “Ama kimseyi kandıramıyorsun. Toramy’le çıkıp dolaştın ye.”
Anibal, haya! kırıklığına uğramıştı. Olanca sesiyle havlamaya, elektrik süpürgesiyle yerleri temizleyen karışık saçlı kızı ısıracakmış gibi dişlerini göstermeye başladı. Elektrik süpürgesinden hoşlanmıyor, Beatrice adlı bu gündelikçi hizmetçinin hanımını lafa tutmasına da kızıyordu.
Beatrice bağırdı. “Aman köpek beni ısırmasın!…” Tuppence, “Isırmaz, ısırmaz,” dedi. “Rol yapıyor… “
Beatrice o fikirde değildi. “Günün birinde mutlaka ısıracak beni… Ha, aklıma gelmişken, hanımefendi… Sizinle bir dakika konuşabilir miyim?..”
Tuppence içini çekti. “Ah… Yani… “
“Anlayacağımız bir sorunum var, hanımefendiciğim… “
Tuppence, “Tahmin etmiştim,” dedi. “Nasıl bir sorun bu? Neyse, bunu sonra konuşuruz… Ha, sahi sana bir şey soracaktım. Bu köyde Jordan adında bir aile oturdu mu hiç? Ya da bu isimde biri?.. “
“Doğrusu pek bilmiyorum. Jordan mı dediniz? Johnson’lar oturduydu ama… Polisin adı da Johnson’du. Bir de postacının. George Johnson’du onun adı. Benim arkadaşımdı… “
Kız kıkır kıkır güldü.
“Mary Jordan adında birinden söz edildiğini duymadın mı hiç? Kız ölmüş… “
Beatrioe’in yüzünde hayret dolu bir ifade belirdi. Başını sallayarak tekrar elektrik süpürgesini kaptı. Tuppence ise telaşla dışarı fırladı,..
Bayan Barber, Tuppence’ı büyük bir sevinçle karşıladı. İki kadın bir süre havadan sudan konuştular.
Sonra Bayan Barber, “Geçen gün Bayan Mullins sizin sözünüzü ediyordu,” dedi.
“Ya? Sahi mi? Bayan Mallins mi dediniz?”
“Evet, civarda bir yerde oturur. Garip bir kadındır. Erkek gibi giyinir. Ailesi uzun bir süre önce bu köyde otururmuş. Geçen gün çocukken sık sık köye geldiğini anlatıyordu. Özellikle evin bahçesindeki frenk eriklerine baydırmış. Artık son zamanlarda frenk eriği bulunmuyor… Başka erikler var da.”
Tuppence, “Büyük amcamın bahçesinde frenk erikleri vardı… ” diye bağırdı.
“Ya, öyle mi? Piskopos olan amcanız mı? Bir zamanlar burada da bir piskopos oturuyordu. Kız kardeşiyle birlikte. Çok acıklı bir olaydır. Kadıncağız bir gün susamlı çörek yemeğe kalktı. Susam boğazına kaçtı. Daha doğrusu nefes borusuna. Zavallı öksüre öksüre öldü. Ne acı değil mi?” Bayan Barber kederle başını salladı. “Çok acı. Kuzenlerimden biri de aynı şekilde öldü. Onun boğazına da bir et parçası kaçmıştı… Böyle kazalar çok oluyor. Duyduğuma göre hıçkırıktan ölenler de varmış… “

Agatha Christie
Cinayetler Kapısı
Altın Kitaplar
Çeviren: Gönül Suveren
Mayıs 1986

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir