Ankara Tren Garı – Sadık Güvenç

karanfilBir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde memleketin birinde Ankara derler bir şehir var mıymış, yok muymuş, ne desem yanlış olur.
Bu Ankara denilen şehir koskoca bir ülkenin başkenti değilmiş. Bu koskoca ülkenin koskoca başkenti olmayan Ankara şehrinde kocaman kocaman bakanlık binaları da yokmuş. Kocaman kocaman bakanlık binaları, onlara bağlı yönetim binaları olmadığı için bu binaların içinde oturup da oraya buraya emirler yağdıran bakanları, müsteşarları, amirleri, memurları da yokmuş.

Günlerden bir gün, ülkenin önde gelen sendikaları, üyelerine bir çağrı yapmamış. Başkent bile olmayan Ankara’da bir miting tertip etmemişler. Üyelerine “Ankara’ya gelin, miting yapacağız, dileklerimizi zamanın hükümetine duyuracağız!” dememişler.
Böyle bir talep olmadığı için de kimse onlara “şurada, şu saatte toplanın, şuraya yürüyün, şurada konuşun, şu saatte dağılın,” dememiş.
Kendilerine çağrı yapılmadığı için ülkenin dört bir yanından sendika üyeleri otobüslerle Ankara’ya gelmemişler. Sabahın erken saatlerinde Ankara Tren Garı önünde toplanmamışlar.
Toplanmadıkları için ellerinde “Barış hemen şimdi,” “Savaş istemiyoruz” gibi pankart filan da yokmuş. Türkü söyleyip halay da çekmiyorlarmış.
Ankara Tren Garı’nın önünde on binlerce insan yokmuş zaten 10 Ekim 2015 tarihinde, saat on sularında.
Tren Garı’nın önünde miting için toplanan kimse olmadığı için de güvenlik önlemi diye bir şey alınmamış. Dileyen dilediği gibi dolaşabiliyormuş olmayan kalabalığın arasında.
Sırtında bomba yüklü birileri de yokmuş olmayan kalabalığın içinde. Hem orada miting için toplanma olmadığına göre ne gerek varmış ki güvenlik önlemi almaya? Güvenlik zafiyeti de yokmuş o yüzden.
Zaten 10 Ekim 2015 tarihinden aylarca önce Suruç diye bir yerde de toplanma diye bir şey yokmuş. Savaş nedeniyle bunalan çocuklara küçücük bir yaşam ışıltısı vermek için onlara oyuncak götürmek üzere gençler bir parkta toplanmamışlar. Parkta toplanan yüzlerce kişinin arasında canlı bomba patlatılmamış, patlamanın etkisiyle otuz üç can kaybedilmemiş. Her şey güllük gülistanlıkmış.
Bundan birkaç ay önce seçim öncesi Diyarbakır’daki miting sırasında da böyle bir bombalama olayı yaşanmamış. Ortalığı karıştırmak, bu karışıklıktan yararlanmak isteyen kimse de yokmuş zaten memlekette.
Memleket güllük gülistanlık olunca da kimse kimseden kuşkulanmazmış. Herkes birbiriyle kardeş kardeş yaşar gidermiş. Sınırlar kalbur gibi delik değilmiş. Kuş uçsa haberdar olurmuş ulu yöneticiler. Fırat’ın kıyısında bir kuzu kaybolsa Ankara’dakiler alarma geçerlermiş de kuzuyu bulup sahibine teslim etmeden gözlerine uyku girmezmiş.

Linç olayları da yaşanmazmış o ülkede. Eline satırı, bıçağı, sopayı alan esnaf kendinden olmayanlara saldırmazmış. Çünkü bu memlekette herkese eşitçe uygulanan bir hukuk sistemi varmış. Memleketin yetkilileri en küçük bir haksızlığa bile tahammül edemezler, kabahatli buldukları bir görevlinin işine derhal son verirlermiş. Kendileri bir hata yapmışsa, ne bileyim emrindeki bir memurcuk ya da vatandaş bunların ihmalinden dolayı zarar görmüşse derhal o işi bırakırlarmış, kaç tanesi intihar edermiş o görevlilerin.
Seçimler adil yapılırmış. Devletin görevlendirdiği sandık görevlilerinin açıkladığı sonuçlara herkes güvenir, gönüllüler ordusu ne olur ne olmaz diye günlerce oy sandıklarının peşinde nöbet tutmazlarmış.
Teraziyi tartan el titrermiş ki müşterinin hakkı bana geçmesin diye. O derece…
İşte olmayan günlerin birinde, kalabalıkların toplanmadığı bir saatte Ankara Tren Garı’nın önünde saat tam onu dört geçe patlamamış bombalar.
Bombalar patlamayınca ses mes de duyulmamış. İnsanlar arasında panik de olmamış. On binlerce insanın güle oynaya katıldığı miting iptal edilmemiş.
Bombaların patlamadığı ilk saniyelerde orada bulunmayan halk paniklememiş. İlk etapta eline geçen dolmuş, taksi, itfaiye aracı ile yaralıları en yakın hastanelere sevk etmeye başlamamışlar. Hatta bir kamu aracı oradaki yaralıyı (artık nasıl yaralandıysa, sağa sola bakarak yürüdüğü için kaldırıma da çarpmış olabilir, masalda mantık olmaz derler) hastaneye götürdü diye o aracın sorumlusunun işine son verilmemiş.
Bomba patlamadığı için iki yüze yakın insan yaralanmamış. Ankara Tren Garı’nın önündeki cadde insan kanıyla kızıla boyanmamış. Yüz iki insan galiba aniden ortaya çıkan bir salgın nedeniyle ölmüş. Olmayan mitinge gelmeselermiş ölmezlermiş. Hem ne işleri varmış orada canım?
Miting için değil de tesadüfen oradan geçen on binlerce insan, olmayan patlamadan hemen sonra dağılıp gitmemiş. Gözlerinin önünde az önce patlamayan bombaların parçalamadığı insan kardeşlerine yardımcı olmak istemişler. Olmayan patlamadan sonra güvenlik amaçlı ortaya çıkan polisler, oradaki panik içinde oraya buraya koşuşturan insanları sakinleştirmek için biber gazı kullanmamışlar. Güvenlik önlemi alıyoruz diye yerde yatan ölü ve yaralıların üstüne basmamışlar. “Bastığın yere dikkat et!” diye bağıranların gözüne gözüne biber gazı sıkmamışlar.
Patlama olmamış, onca insan ölmemiş, kimse yaralanmamış. İnsanlar yine de hastane önlerinde belki bir ihtiyaç olur diye toplanmışlar. Hiçbir toplantıdan, mitingden çekinmeyen hükümet yetkilileri, hastane önündeki kalabalıkları öyle bir organize etmiş ki herkes acısını gayet insanca yaşamış. Sivil toplum örgütleri hastane önünde inisiyatif almamış; çünkü devletin onca kocaman kocaman sağlık, sivil savunma, emniyet örgütleri derhal olaya el koymuşlar. Yaralı ve ölü yakınlarına psikolojik destek sağlamak için seferber olmuşlar.
Hastane önlerine kurulan kocaman çadırlarda bırakın ölü ve yaralı yakınlarına hizmeti, olmayan olaya tanık olan, daha doğrusu olay olduğunu sanarak oraya toplanan herkese psikolojik destek için nasıl çaba harcamışlar nasıl…
Böyle bir olay yaşanmadığı için sosyal medya denilen şeyle de kimse ilgilenmemiş. Cep telefonlarına engelleme getirilmemiş. İnternet erişimi engellenmemiş. Elbet herkes herkesle dilediğini paylaşacak, memlekette özgürlük varmış. Ne olup bittiğini daha hızlı öğrensinler diye üç gün süreyle internet ağları öyle bir hızlanmış öyle bir hızlanmış, hızına yetişene aşk olsun.
Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan böyle bir günde olmayan patlamadan, ortaya gelmeyen faciadan kimse memnun değilmiş. Kimse de “oh olsun, keşke daha fazla adam ölseydi!” diye paylaşımda bulunmamış.
Kocaman ülkenin kocaman kocaman bakanları televizyona çıkmışlar birlikte. Halkı yatıştırmak, yaralarını sarmak, uzakta olup da yakınlarından haber alamayanların yüreklerine su serpmekmiş amaçları. Gazetecilerin sorularını gayet ciddiyetle, devlet vakarıyla yanıtlamışlar, gülmemişler bile ekranlarda. Hiç koskoca devlet yetkilisi böylesi bir acı olay karşısında güler miymiş canım?
Gazeteler, televizyonlar bu olayın üstüne gittikçe, istenmeyen gerçekler ortaya çıkar diye değil, siz onu yanlış anlıyorsunuz, halkımızın huzuru daha fazla bozulmasın diye de yayın yasağı filan getirilmemiş. Hem niye getirilsin ki böyle bir olay bizim memleketimizde yaşanamazmış. Sivas’ta Madımak Oteli yangını dış güçlerin bir tezgahı değil miymiş… Devletimizin tüm zinde güçleri dimdik ayaktaymış. Her suçun faili er geç bulunurmuş.
Gel zaman git zaman bu elim olaylar unutulur, bir yeni patlama daha olur, kimin ayakta olup olmadığı o zaman anlaşılırmış.

İşte bütün bunların yaşanmadığı günlerden bir gün bir Keloğlan çıkmamış ortaya.
“Ben görmedim!” diye bağırmamış.
Orada toplanan halk Keloğlan’ı taklit etmemiş:
“Biz görmedik!” diye bağırmamışlar.
Bir fısıltıdır yayılmamış halkın arasında:”Biz görmedik, biz görmedik, biz görmedik…”
Öyle ki bu fısıltı bir uğultuya dönüşmemiş. Sarayın duvarlarını yalamamış. Sarayın duvarlarını aşıp padişahın kulağına gitmemiş: “Biz görmedik, biz görmedik…” Hal böyle olunca padişah da merak etmemiş bu halkın neyi görmediğini. O zaten her şeyi biliyormuş. “İyi ki görmemişler,” demiş kendi kendine. Yakında seçim yapılacakmış. Vezirler, sadrazamlar seçilecekmiş. Hiçbir şeyi görmeyen halk, her şeyi gören muktedirleri elbet yeniden seç…
Bu masal böyle bitmeyecekmiş…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir