Karl Marx’ın adını duymayan, ya da az da olsa onun hakkında bir şey bilmeyen yok gibidir. Peki ona atfedilen başarı, düşünce tarihimizde devrimle eşdeğer tutulan felsefi ve siyasi birikim sadece ona mı ait? Hayır, en başta Jenny von Westfalen’e…

Salzwedel… Gelişmekte olan Prusya’da sıradan bir kent…

12 Şubat 1814’te kentin mutasarrıfı (vali-kaymakam arası bir görev) Ludwig vom Westfalen’nin ikinci eşi Caroline bir kız dünyaya getirir… Adını Jenny koyarlar.

Birkaç yıl sonra baba, her vali ve kaymakam gibi görev yeri değişikliği nedeniyle Trier’e göç eder. Jenny de Trier’de büyür, okula gider ve serpilir.

1831 yılında Jenny, henüz 17 yaşındadır, aristokrat bir aileden gelen ve geleceği parlar bir subay olan Karl von Pannewitz’in nişan teklifini hiç düşünmeden reddeder. Sonradan anlaşılacağı gibi Jenny’in kalbinde çoktan bir başka erkek yer edinmiştir…

18 yaşına ayak basar basmaz babası ona önce Paris sonra da İsviçre’yi kapsayacak bir gezi armağan eder. Dünyanın en önemli kentlerini dolaşır Jenny; kültürünü ve görgüsünü artırmakla kalmaz yabancı diller de öğrenir.

Bu arada 1818’de Jenny’den dört yıl sonra orta halli bir avukat ailesinin oğlu olan Karl dünyaya gelir. Gymnasium’u başarıyla bitiren Karl, önce Bonn’da sonraysa Berlin’de tarih ve felsefe ağırlıklı hukuk okur. Bedeni Berlin’dedir Karl’ın ama yüreği ve beyni Trier’de, çünkü Jenny’e aşıktır.

İLAHİ AŞK

Her aşık insanın başına geldiği gibi o da Jenny’i görmek için yanıp tutuşmaktadır. Neticede bu tek taraflı bir bir aşk değildir, çünkü özel mektuplarından da anladığımız gibi Jenn de Karl’a sırıl sıklam aşıktır ve bırakalım onu görme umudunu, birkaç satır da olsa yazması için ona adeta yalvarmaktadır…

Eğitimini tamamlayan Marx, 1836 yılında ki o henüz 18’inde, Jenny ise 24’ünde gizlice nişanlanırlar…

1837 yılında Prusya prensesi Marie’nin yolu Trier’e düşer ve onuruna bir balo düzenlenir. Bunun için bir komite kurulur… Baloya, aristokrat kökene sahip olmasından dolayı Westfalen ailesinin iki ferdi de davetlidir, Jenny ve kardeşi Edgar.

Peki balo gecesi nasıl geçer… Baloda ne olur…

Buna ilişkin bilgileri yaşı epey ilerlemiş ve kemale ermiş Karl’ın, ki o artık dünyaca tanınan bir filozof ve siyaset adamıdır, bir mektubundan öğreniyoruz.

Sözü Marx’a bırakalım:

“Sevgili Jenny yüreğim,

Buraya geleli sekiz gün oldu. Yarın Frankfurt’a Esther Halayı ziyarete gideceğim… Eğer sana biraz geç yazmışsam, bunun nedeni kesinlikle seni düşünmemek değil. Aksine. Geldiğim günden bu yana (Romalılar Caddesindeki) Westfalyalıların evinin [Jenny’nin ailesinin evi] etrafında bir mabedi ziyaret etmişim gibi dönüp duruyorum. Benim açımdan bu ev, kentte, Romalılardan [Trier kenti Roma İmparatorluğu’nun en önemli kentlerinden biriydi] kalan diğer bütün tarihi kalıntılardan daha değerlidir. Çünkü bu ev, bana hem gençlik dönemimin en mutlu yıllarını hatırlatıyor hem de biricik Hazinemi barındırıyordu. Bu arada hemen hemen her gün sağdan soldan insanların sorularıyla karşılaşıp duruyorum; herkes bir zamanlar kenti güzelliğiyle büyülemiş Balo Kraliçe’sinin hal hatırını sorup duruyor. İnsanın karısının, bütün bir kentin belleğinde ve kalbinde hâlâ bir prenses gibi hatırlanmasını görmek insana felaket iyi geliyor.” (MEW, Bd.30,s.643.)

CENNETTEN DÜNYAYA DÜŞÜŞ

Yani Jenny güzelliğiyle sadece bütün kenti büyülemiyor aynı zamanda prensesin onuruna düzenlenen Balonun güzellik kraliçesi de seçiliyor. Sadece bu kadar mı, tabii ki hayır. O zekasıyla, olgunluğu ve kültürel birikimiyle dönemin bütün erkeklerinin de ilgi odağı oluyor. Erkeklerin peşi sıra koştuğu bu güzellikse kalbini geleceğin en tartışmalı, en ünlü siyaset adamına, komünist filozofuna kaptırmıştır…

Marx’ın hayatını Jenny olmadan düşünmek olanaklı değildir.

Marx, çok saygı duyduğu ve görüşlerinden oldukça yararlandığı hocaları, profesör Ludwig Feuerbach ve Bruno Bauern’in üniversitelerdeki felsefe kürsülerinin kapatıldığını, derslerinin iptal edildiği görünce, akademik bir kariyere girişmenin beyhudece olacağını anlamıştı. Dolayısıyla önce gazetecilik mesleğine başlayacak ama sonra bu yolun da kapandığını görünce serbest gazeteciliğe ve yazarlığa devam edecekti.

Bunun nedenlerine ve ayrıntısına burada giremeyiz, çünkü bu yazının başrol oyuncusu Karl değil, Jenny’dir…

Artık ayakları üzerinde durabilen bir erkek olduğunu kanıtlayan Marx’a evlilik izni çıkar… Tam sekiz yıl nişanlı kaldıktan sonra 1843 yılında nihayet Jenny’le evlenebilecektir…

Bu arada mektuplar gider gelir… Hepsi de aşk mektuplarıdır…

1843 yılından itibaren Jenny’nin büyülü dünyası bir anda fata morgana gibi, bir serap gibi yok olup gider.

Sanki Jenny cennetten kovulmuş gerçek, acımasız ve zalim dünyaya ayak basmıştır.

Ancak bu gerçeklik onu bir an olsun irkiltmez. Duygularında bir pişmanlık belirtisi hissedilmez, aksine her şeyiyle Marx’lı kaderine sımsıkı sarılır.

Özel mektuplarında lanetler okur dünyanın düzenine, yaşamın zorluklarına, iki yüzlülüklere, takılmış maskelere, yokluklara ve adaletsizlere, ancak Marx’la evli olmasından ve siyasi tehlikelerle dolu hayatından dolayı en küçük bir pişmanlık belirtisi görülmüyor.

MARX’IN PİŞMANLIĞI

Ama Marx’ın pişmanlıkları var… Jenny’e yoklukları yaşattığı için, ona daha yaşanılabilir bir hayat sunamadığı için, çocuklarının içinde bulundukları sefalete, onların açlık ve hastalıktan kaynaklanan ölümlerine engel olamadığı için lanetler okur ve eğer hayata bir kez daha gelirse bunları hiç kimseye yaşatmayacağını çünkü buna hakkı olmadığını yazacaktır…

Bir zamanların aristokrat kızı Jenny, gerici hükümetlerin kovuşturduğu, sürgün ettiği, hapse attığı ve ölümle tehdit ettiği „Kızıl Jenny“ olur. O ise bunu bütün asaletiyle göğüsleyecektir…

Jenny’nin hayatını, Marx’ın karısı olmakla sınırlamak mümkün değildir… Marx’ın arkasını toplayan, ona yardımcı olan ve bir bakıma ona “kadınlık” yapan biri olarak düşünmek ona büyük bir haksızlık olur…

Kızları Eleanor’un üstüne basa basa belirttiği gibi Jenny olmasaydı, Max’ın büyük yapıtı Marksizm de olamazdı…

Neden? Bunun nedeni, Jenny Marx’ın, ne yazık ki henüz Türkçeye kazandırılmamış olan özel mektuplarında gizli… Ayrıca tamamı günümüze kadar ulaşamamış olan “Hareketli Bir Yaşamdan Kısa Pasajlar” diye çevirebileceğimiz kısa otobiyografisinde.

Yazımıza kaynaklık eden eserler, esas olarak bunlar ve Marx’ın alıntıladığımız bazı mektuplarıdır.

Jenny mektuplarında açık yazar, üstü kapalı bir üsluba hiç sapmaz. Ancak mektupları okuyunca sözüm ona dünyayı yöneten birçok insandan (eserleriyle gurur duyan erkeklerden) birkaç gömlek üstün olduğunu da hemen anlarız.

Jenny sadece birkaç dil bilmez ki bunları sonradan kendi başına öğrenmiştir, siyaset, edebiyat, sanat ve tarih konusunda da birçok insanla aşık atacak kadar bilgilidir. Marx’ın birçok eserini (Marx’ın yazıları kargacık burgacıktır) sadece temize çekmez, onları çoğunlukla üslupları açısından düzeltir; hatta Marx’a yazdığı bir mektuptan da anlaşılacağı gibi, eserlerin nasıl yazılması gerektiği konusunda etkin tavsiyelerde de bulunur.

Örneğin bir mektubunda, “Geçen seferki yazılarının ne kadar etkili olduğunu sen de gördün. Ne olursun, öfkeli ve sinirli bir üslupla yazma. Ya sadece nesnel ve saygılı ya da nüktedan ve rahat bir üslupla yaz. Rahat ol, bırak kalemin kendisi kağıt üzerinde bildiği yoldan akıp gitsin…” (s.94)

Jenny Marx’a sırılsıklam aşıktır ama birçok insanın sandığı gibi ona tapmaz.. Hatta bazen Marx’ı kibrinden dolayı eleştirir ve onu ona karşı adil olmaya davet eder; “Beni eski Yunancamdan dolayı biraz övgüye boğabilirdin ve hatta hakkında birkaç cümle de sarfedebilirdin, ama hayır bunu yapmadın. Siz, şu Hegelciler, söylenenler ne kadar önemli olursa olsun, eğer sizin görüşlerinizle uyumlu değilse onlara kesinlikle yaşam hakkı tanımıyorsunuz. Yapacak bir şey yok, ben de kendi yağımla kavrulurum…” (s.73)

Jenny sıradan bir devrimci kadın değildir. Marx’ın karısı olmak çok yıpratıcıdır, çünkü Marx’a yönelik bütün saldırılar onu da hedef alır.

Sürgünler, sefalet, yokluk ve dışlanmalar…

Fakat buna rağmen o, onu alta doğru bastıran büyük ve boğucu dalgaların üstesinden gelmeyi ve kafasını dışarı çıkarmayı bilmiştir. Üvey abisi Prusya’nın içişleri bakanıdır, birçok yakınıyla (aristokrat ailelerle) görüşmek zorundadır; yükselmekte olan sosyalist akımın bütün liderleriyle şahsen tanışıklığı vardır; edebiyat ve kültür dünyasının en iyileri (Heinrich Heine, Lassalles, Herwegh vs.) onun etrafında pervane olur…

Her şeyi elde edebileceğini sanan erkeklerin kur yapmalarını çoğunlukla görmezden gelir, mektuplarında bunlardan da bahseder ama onun gözü Karl’dan başkasını görmez…

Buna rağmen o her sabah, akşamı nasıl çıkaracağını düşünür. Evde bebelerini ısıtacağı odun yoktur, kömür yoktur, ekmek yoktur…

Hastalıkla birlikte Azrail sürekli evde kol gezmektedir ve onlardan çocuklarını birbiri peşi sıra alır…

Bunlar öylesine kahredici koşullardır ki ölen çocuklarının defin işlemleri için bir kuruşları dahi yoktur. Onların haline acıyan bir komşularının birkaç liralık yardımıyla ancak defin işlemleri yapılabilir. Durum vahimdir, Jenny’in ifadesiyle “tabutsuz gömdüğümüz yavrumuzun doğduğunda beşiği de yoktu.”

KÜLTÜR VE EDEBİYAT ELEŞTİRMENİ JENNY

Dünya acımazdır onlara, çünkü ilahlara kafa tutmuşlardı. 1848’ni soğuk bir gününde Marx’la birlikte Jenny de iki bebeğiyle birlikte Brüksel’i apar topar terk etmek zorundadır. Yol parası için çeyizindeki gümüş takımları rehin bırakır. Yatak yüzlerini, işlemeleri, dantelleri, mendilleri vs. daha önceden ekmek alabilmek için satışa çıkarmıştır. Bunların hiçbiri sonradan, Marxların hayatı efsaneleşsin diye uydurulmuş hikayeler değil. Hepsi tanık ifadeleriyle, polis raporlarıyla ve özel mektuplarla sabittir.

Marx’ın Hollanda’da yaşayan zengin bir amcası vardır. Beş kuruşları kalmadığı için Marx’ın izniyle “zengin amcaya” başvurmak ister Jenny. Üstelik hem hamile hem de hastadır, fakat buna rağmen Londra’dan Amsterdam’a kadar o yorucu yolculuğu yine de yapar. Oradan yazdığı mektuplar yürek paralayıcıdır.

Jenny’in ifadesiyle “zengin amca para vermemek için konuyu sürekli ıvır zıvır şeylere kaydırmakla kalmıyor, aynı zamanda beni küçük düşürmek için sürekli siyasi tartışmalar açıyor ve komünizme atıp tutuyor.”

Yine bir başka mektubunda Jenny şunları yazar, “Sevgili Karl, üzülerek belirteyim ki galiba amcamız beni eli boş gönderecek, hatta [yol masraflarını kastederek] “üretim masraflarını” bile alamayacağım ondan” der. Nitekim öyle olur…

Hayat hep sıkıntılı mı geçmiştir, tabii ki değil. Sosyalist hareketin başarıları, Marx ve Engels’in ortaya attıkları sosyalist düşüncenin dünyadaki büyük etkisi, eserlerin ki bunların başında Komünist Manifesto ve Kapital gelir, birçok dilde yayımlanması, ardı ardına yeni gelen baskılar.. Bunlar büyük bir mutluluk kaynağıdır. Bütün bu başarılar tabii ki Jenny’in katkılarıyla olur.

Şimdi şunları kaç kişi bilmektedir ki?

Komünist Manifesto’yu yazmakta olan Marx, 4 Mart 1848’de Brüksel’de sabahın erken saatinde tutuklanınca ve Jenny de çocuklarıyla birlikte apar topar Brüksel’i terk etmek zorunda bırakılınca, o birkaç saatlik aralıkta metnin yazımının bitirilmesi de ona kalır.

Birçok eserin yeniden yazılması, yayıncılarla görüşme ve hatta Marx’ın ele aldığı eserlerin yazımını bitirmesi için sıkıştırılması da onun işidir. Onun etkin çabası olmasa bugün belki de sadece öylesine tutulmuş notlar, bitmemiş ve sonuca kadar düşünülmemiş fikirler ve yayıma hazır hale getirilmemiş taslaklar okuyacaktık. Marx inceleme, araştırma ve konuyu anında kavrama konusunda bir dâhidir, ama Engels’in de tanık olduğu gibi yazma konusunda hem tembeldir hem de bir mükemmelliyetçi…

Jenny’nin en sevdiğim özelliği ise, belki o buna zorunluydu, ikinci el malları tercih ediyor olmasıdır. Aristokrat kadın ikinci eller giyer, ikinci ellerle döşer evini, çocuklarını da alıştırır bunu. Bugün bile birçok insan onun gibi yapsa, sanırız dünya bu kadar çabuk tüketilmezdi… Bu da bir başka asil kültürdür ve örnek bir yaşam tarzıdır.

Jenny bunları yapıyor diye, onun yoksul ve dar bir çevreye sıkışıp kaldığın düşünmek doğru değildir kuşkusuz. Gücü ve imkanları elverdiği oranda Londra’nın kültür hayatını çok yakından takip eder. Alman liberal burjuvazinin gazetesi Frankfurter Zeitung’un kültür sayfasına iki yıl boyunca birçok kültür ve sanat yazıları yazar. Yazılarında mahlas kullanır. Yazıların konusu çoğunlukla tiyatro ve Shakespeare’dir. Yazıların çok beğenilmesi üzerine yayın yönetmeni yeni yazılar yazması için ısrar eder. Bu yazıları ancak tarih ve edebiyat akımlarını bilen, klasikleri incelemiş, felsefe ve siyasetle de haşır neşir olan bir insan yazabilir. Yazıların her biri bir ders niteliğindedir.

Sadece edebiyat mı… Rusya, Çin, Osmanlı, Yunanistan, Amerika… Gündemdeki siyasi olaylar hakkında konuya vakıf birinin rahatlığıyla yorumlar da yapar. Mektupları bunlarla da doludur.

Jenny’in mektupları sadece aile efradına, Karl’a, Engels’e değil, sosyalist hareketin dünya çapındaki diğer liderlerine hitaben de yazılmıştır.

Günümüzün bir illeti olan kanser hastalığı onu da pençesine alır.

Jenny bir kış günü (2 Aralık 1881) 67 yaşında hayata gözlerini yumar. Cenaze evden çıkarılırken Marx evden çıkamaz, çünkü o da hem hastalıklarla boğuşmakta da hem de ruhen çökmüştür.

Kızları Laura’nın ifadesiyle “Mohr da artık yaşayamaz.” O da bir buçuk yıl sonra ebediyete göç eder.

Engels Jenny’nin mezarının başında şu konuşmayı yapar:

“Böylesine keskin bir zekaya sahip bir kadın, eleştirel bir akıl, siyasi olgunluk, büyük bir enerji, coşkun bir karakter ve yoldaşları için her şeyini vermeye hazır bir cömertlik, çok az bulunur. [Devrimci] harekette neredeyse kırk yıldır etkin olduğu halde, gösterişe kapılmayan ve kamuoyu önüne fırlamak için heveslenmeyen, dönemin gazete yıllıklarının bahsetmediği bir kadındır o… Onu herkesin bizzat tanıması gerekirdi. Şunu kesinlikle biliyorum: ülkelerini terk etmek zorunda kalan Komün [1871 Paris Komünü] mültecilerinin kadınları onu hep anacaklardır, bizlerse onun nesnel ve akıllı tavsiyelerini hep özleyeceğiz. Nesneldi, ama övünmezdi, akıllıydı ama affederken bile onurundan hiçbir şey kaybetmezdi…”

Sadık Usta

Odatv.com 22.04.2017

Previous Story

Sanatta Öz ve Biçim – Antonio Gramsci

Next Story

Ekmek ve Gül – James Oppenheim (Müzik: Joan Baez)

Latest from Biyografiler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ