Aristokrat Tolstoyizmin Savunucusu: Tolstoy – Bedriye Korkankorkmaz

Tolstoy?un hayatının son yıllarını konu alan Aşkın Son Mevsimi filmini izledim. Filme konu olan Tolstoyizmin gerekçeleri üzerinde nicedir düşünüyorum. Ünlü yazarın kişiliğiyle bütünleşen eylemci yanını bugüne değin gözden kaçırdığımı fark ettim. Onun kendi kurallarını yarattığını ve düşüncelerini hayata geçirme uğrunda verdiği mücadelenin boyutlarını kavramam beni Tolstoy?a daha çok yakınlaştırdı. Yazarın sanat anlayışına dair düşüncelerimi yıllar önce Sanat Nedir yapıtından yola çıkarak okuyucularla paylaşmıştım. Can Yayınları arasından Ahmet Cemal?in çevirisiyle çıkan Stefan Zweig?ın Yarının Tarihi eserinde yer alan ?Din ve Toplum Açısından Bir Düşünür Olarak Tolstoy? denemesini de bu amaçla okudum. Bu denemeden yola çıkarak yazdım yazımı.
Pek çok yazara sağlığında nasip olmamış bir üne, saygınlığa ve oldukça büyük bir servete sahiptir Tolstoy. Ünlü kontun yaratıcılığının zirvesindeyken kendisi yazmaya değil de ?mistik etiğe” adamasından, başta Turgenyev endişelenir. Kendisini edebiyattan sorumlu hissettiği için ölüm döşeğinde Rusya’nın en güçlü yazarı Tolstoy?a şöyle yazar: “Yalvarırım size, edebiyata geri dönün! Sizin asıl yeteneğiniz, orada Rusya?mızın büyük yazarı, lütfen bu isteğime kulak verin!” (s.113)
Gençliğinde dünya nimetleriyle barışık olan Tolstoy, ellili yaşlarda Tanrı?yı bulmaya adar kendisini. Ünün, saygınlığın ve aile saadetinin mutlu etmediği yazar, kendisine yabancılaştığını düşünür. Panikler. Bu dönem, ünlü yazarın gerek yazdıklarını gerek yaşadıklarını gerekse davranışlarını sorguladığı dönemdir. O kendisine yabancılaştıkça eşine, çocuklarına, yazdıklarına da yabancılaşır. İçinden atamadığı korkunun ve endişenin etkisinden kendisini kurtaramaz. Yaşama bir anlam kazandırmak ya da kendini vurup hayattan kurtulmaktır amacı. Keskin zekâsı kendisindeki bu ani değişikliği kavramaya ve araştırmalarının boyutlarını derinleştirmeye iter onu. Yaşadığı geçici depresyon ünlü yazara o güne kadar farkında olmadığı bir gözlem alanı kazandırır. Artık eserlerindeki kahramanların hayatlarına yansıdığı gibi ölüme karşı konulmayan korku ile hiçlik duygusunun, yaşama baskısının irdelenmesinden başka bir şey değildir kendisiyle kavgalarının altında yatan asıl neden.
Ünlü yazar okuduğu hiçbir felsefe kitabında (Schopenhauer, Platon, Kant, Pascal vs.vs.) “Yaşamım, zaman, mekân ve neden açısından ne anlam taşımaktadır” (s. 116. ) sorusuna yanıt bulamaz. Durum içinden çıkılmaz bir hal alınca sorusunun yanıtını din kitaplarında arar. Tek amacı yitirdiği içsel huzurla içsel özgürlüğüne kavuşmaktır. O, artık dinin gereklerini eksiksiz yerine getiren biridir. Bireysel özgürlüğe kavuşmak için çıktığı yolda ben’den biz?e doğru değişim geçirir ve “Böyle yaşamalısınız” kuralına dönüşür bu değişim.
Tolstoy bu adanmış hayatında bir başka insan olarak çıkar. O dönemde yayımladığı eserleri Kutsal Kitap’a bir başkaldırış niteliğindedir. Kendi ilkelerini içeren ilk eseri Günah Çıkarışlarım?ın akabinde çıkan İnancım adlı eseri de Sen Sinod Meclisi’nce yasaklanır. Çok geçmeden kaçınılmaz sonuç gerçekleşir ve Tolstoy aforoz edilir. O toplumsal yanlışların/adaletsizliklerin/yoksullukların… giderilmesinden sorumludur. Eşitler arası bir hayat herkes için vazgeçilmez temel bir haktır. Bütün bunları Ne Yapmalıyız adlı eserinde sorgular
O, insanlığın trajik yazgısına ortak olmak ister. Yoksulluk ortadan kalkmadan toplumsal sorunların çözülmeyeceğini algılar. Sorunun ana kaynağı sistemden kaynaklanmaktadır. Bireylerin tek tek gerçekleştirdiği eylemlerle toplu kıyım niteliği taşıyan yanlışlıklar, adaletsizlikler, haksızlıklar ortadan kalkmayacaktır. Sisteme karşı sistemli örgütlenmekten başka çözüm yolu yoktur. Bu yanıyla ünlü yazar devrimcilikle tanışır. Tolstoyizmin asıl çıkış noktası budur. Stefan Zweıg da Tolstoyizmin başladığı noktayı şöyle özetler: ?Çünkü Tolstoy?un hedeflediği, kaba güçten uzak, ahlaki düzeyde gerçekleştirilecek bir devrimdir, böyle bir devrim, kısa zamanda haksızlıkları gidermeli böylece de insanlığı ötekisinden, yani kanlı bir devrimden esirgemelidir.” Bu, vicdan düzeyinde gerçekleştirilecek bir devrimdir; zenginlerin zenginliklerinden gönüllü olarak özveride bulunmalarıyla, tembellerin tembelliği bir yana bırakmalarıyla, doğal Tanrı?nın ön görmüş olduğu biçimde bir işbölümünün, yani kimsenin bir başkasının emeğinden aşırı pay etmemesini sağlayacak bir işbölümünün en kısa zamanda kurulmasıyla gerçekleşecek bir devrim olmalıdır?(s.120)
Yukarıdaki alıntıdan da anlaşıldığı üzre ünlü yazarın hareket noktası insanların vicdanıdır. İnsanı yüceltmek isteyen her insan, insanlığa karşı sorumluluklarını eksiksiz yerine getirmelidir. Yoksulluk, tembellik, kısacası kangren olmuş birçok toplumsal sorun ancak böyle çözülebilir. Kişinin, ben?liğinden sıyrılıp biz?e; yani üstün ve sorumlu insana gönüllü olarak terfi etmesi yeterlidir bu sorunun çözülmesi için. Yazar tek başına mülkiyete karşı verdiği savaşımda K. Marx’tan daha azimli ve daha kararlıdır. En önemlisi elindekileri emrinde çalışanlarla bölüşmeyi isteyecek kadar samimidir. Bütün kötülüklerin, yapılan savaşların nedeni mülkiyettir. Mülkiyeti dengelemekle görevli olan devlet bu anlamıyla suç işlemektedir. Tüm organlarıyla insanı sömürmektedir. Mülkiyet Hıristiyanlığın yok oluşunu hazırlayan asıl tehlikedir. Devlet askerliği zorunlu hale getirerek cinayet işlemektedir. Vatanı düşmandan korumak adına silahlandırılan askerler gerçekte dinlerine karşı suç işliyorlardır. Hıristiyanlığa, Hz. İsa?nın İncil’ine ihanet eden bir devlet dine karşıdır ve işlenen tüm cinayetlerden birinci dereceden sorumludur. Vatandaş bilinçlenmeli ve devletle suç ortaklığı yapmamalıdır. Bunun yolu da devleti tanımamaktan ve devlete hizmet etmemekten geçmektedir.
Tolstoy ile Lenin?in devrimcilik anlayışı birbirine taban tabana zıttır. Ünlü yazar kötülüğe karşı kaba güce başvurmaz. Onun için aslolan Hıristiyanlık öğretilerine göre suç işlememek ve adam öldürmemektir. Tolstoy’un başladığı hareket masumdur. Sistemdeki yanlışları düzeltmek için örgütlü insanların güç birliği yaparak kötülükleri iyiliklere, yalanı doğruluğa, tutsaklığı özgürlüğe, zulmü şefkate, açlığı tokluğa dönüştürdüğü bir halk ütopyasından başka bir şey değildir Tolstoyizim.
Ünlü yazar kendi kuramının olmazlığını en başta ailesinde görüyor ve yaşıyor. Tarlada çalışmasına, ayakkabısının topuklarını kendi çakmasına, eserlerinin gelirlerini hayır işlerine devretme isteğine başta eşi karşı çıkıyor. Ailevi baskılardan sıkılan büyük yazar en sonunda çareyi evinden kaçmakta buluyor. Yenilgiye uğramış bir komutanın hissettiği acı ve yalnızlık duyguları içinde bir tren istasyonunda, bir yabancının yatağında öldüğünü biliyoruz.
Onun bu tek başına başlattığı devrimin heyecanı ile gücünün nerelere uzandığını Stefan Zweıg şöyle yorumluyor haklı olarak: ” On dokuzuncu yüzyılın Rus devrimcilerinin hiçbiri, Lenin?in ve Troçki?nin yolunu, Çar?a ilk kez direnen, Sen Sinod Meclisi?nin kararıyla kiliseyi terk eden, var olan her otoriteyi yok sayan ve toplumsal dengeyi yeni ve daha iyi bir dünya düzeninin önkoşulu saymış bu soylu karşı-devrimci kadar açmamıştır (s.130). Ünlü yazar kendi ülkesiyle birlikte birçok ülkelerin ters kaderini yenmekte rol oynamıştır, düşüncesi kararlılığı ve eylem adamlılığıyla. Gerçekte sahip olduğu olanaklarıyla saltanat içinde yaşamak yerine kendisini sosyal ahlaka ve hümanizme adayarak vicdanını bu uğurda çektiği acılarla huzura erdiren bu insanlık öncüsüne insanlık çok şey borçludur. Zweıg’ın belirttiği gibi” “Tolstoy da Kızıl Meydan’a bir heykelinin dikilmesini hak etmiştir. Çünkü Rousseau’nun Fransız Devrimi’nin atası olması gibi Tolstoy da ( büyük bir olasılıkla yine katı bir bireyci olan Rousseau gibi – istemeksizin ) Rusya?da gerçekleşen dünya çapındaki devrimin atası olmuştur.
(s. 130)
Evet, Rusya?da gerçekleşen dünya çapındaki devrimin atası olmuş Tolstoy’un insanlığa düşüncesi ve eylemleriyle kattıklarıyla beraber bireyin tek başına neler başarabileceğini bilmek isteyen her okurun Stefan Zweig?ın Yarının Tarihi eserinde yer alan ?Din ve Toplum Açısından Bir Düşünür Olarak Tolstoy? denemesini okumaları gerektiğini düşünüyorum.

İlk Yayım: Tolstoy Bireylikler Kasım ?Aralık 2010, s. 39-40.
Yapıt yayımı: Kitaplarla Söyleşi.Camgöz Yayınları. İstanbul. S.68-72.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir