Aşık Veysel “Ben giderim adım kalır, dostlar beni hatırlasın”

aşık_veysel (2)Aşıklık geleneğinin güçlü temsilcilerinden Aşık Veysel, Sivrialan Köyü’nden dünyaya açılarak, içinde ve dışında olup biteni gözleri sağlam olan insanlardan daha iyi bilmesi, halktan, iyiden ve güzelden yana, insanlıkla şairliğini birbirinden ayırmamasıyla vicdanımız.
“İstanbul’dan geldiler “gözlerini açalım” dediler. İstemem dedim…” Yahu nasıl olur da istemezsin. Bu fırsatı insan kaçırır mı?” dediler. İstemem dedim tekrar. “Sebebi” dediler. “Sebebiyse, ben şimdiye kadar kafamda bir yuva kurmuşum. Gözüm açılırsa, o yuva dağılır. Tekrar kurmaya imkan olmaz. Bu yuvayı dağıtmak istemiyorum? dedim. Adamlar da gittiler.” 21 Aralık 1972’de Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi’nde Yaşar Özürküt’ün Aşık Veysel’le yaptığı söyleşiden bir bölüm.

Şiirleri; “Deyişler” (1944) , “Sazımdan Sesler” (1950) , “Dostlar Beni Hatırlasın” (1970) isimli kitaplarında toplandı. Ölümünden sonra “Bütün Şiirleri” (1984) adıyla eserleri tekrar yayınlandı.
Yedi yaşına girdiği 1901’de Sivas’ta çiçek salgını yeniden yaygınlaşır; o da yakalanır bu hastalığa. Aşık Veysel o günleri şöyle anlatıyor:

“O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım”
Bu düşmeden sonra Veysel?in belleğine bir de bir renk işler: Kırmızı. Düşerken büyük bir olasılıkla elinde sıyrık oluyor, kanıyor. Bunu eşi Gülizar Ana şöyle anlatıyor: Renklerden yalnız kırmızıyı hatırladı. Gözleri gönlüne çevrilmeden önce, yani çiçek hastalığına yakalanmadan önce düşmüştü. Kan görmüştü. Kanın rengini hatırlardı yalnız. Kırmızıyı… Yeşili de elleriyle bulur ve severdi.? Aşık Veysel bu olaydan sonra yaşamını “O gün bu gündür dünya başıma zindan.? sözleriyle tanımlar.

Yaşama sevinciyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk şiirlerinde iç içedir. En güzel şiirlerinden bazılarını ölümünden hemen önce yazdı. Şimdi Şarkışla?da her yıl adına bir şenlik yapılır. Türkçesi yalındır. Dili ustalıkla kullanır. Tekniği gösterişsiz ve nerdeyse kusursuzdur. Doğa, toplumsal olaylar, din ve siyasete ince eleştiriler yönelttiği şiirleri de var. Şiirleri, Deyişler (1944) , Sazımdan Sesler (1950) , Dostlar Beni Hatırlasın (1970) isimi kitaplarında toplandı. Ölümünden sonra Bütün Şiirleri (1984) adıyla eserleri tekrar yayınlandı.

Aşık Veysel’in hayatını okumak ve türkülerini dinlemek için tıklayınız
Aşık Veysel’in kendi sesinden hayatını dinlemek için tıklayınız

Dostlar Beni Hatırlasın
Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın
Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han konan göçer
Ay dolanır yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın
Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca yanmaz ocak
Selâm olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın
Ne gelsemdi ne giderdim
Günden güne arttı derdim
Garip kalır yerim yurdum
Dostlar beni hatırlasın
Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş kim gülecek
Murad yalan ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın
Gün ikindi akşam olur
Gör ki başa neler gelir
Veysel gider adı kalır
Dostlar beni hatırlasın

Âşık Veysel Şatıroğlu Yaşam Öyküsü

Veysel Şatıroğlu,1894?te Sivas?ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Veysel?in dünyaya geliş öyküsü, Anadolu köylerinde hemen birçok çocuğun yaşadığı olağan bir doğum biçimidir. Ama, bugün özellikle dışarıdan bakanlar için ilginçtir, olağandışıdır. Anlatmak gerekirse, annesi Gülizar Ana, Sivrialan dolaylarındaki Ayıpınar merasında koyun sağmaya giderken sancısı tutmuş, oracıkta dünyaya getirmiş Veysel?i. Göbeğini de kendisi kesmiş, bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüştür.

Veysellere yörede ?Şatıroğulları? derler. Babası ?Karaca? lakaplı, Ahmet adında bir çiftçidir. Veysel?in dünyaya geldiği sıralar, çiçek hastalığı Sivas yöresini kasıp kavurmaktadır. Veysel?den önce, iki kız kardeşi çiçek yüzünden yaşamlarını yitirmiştir.

Yedi yaşına girdiği 1901?de Sivas?ta çiçek salgını yeniden yaygınlaşır; o da yakalanır bu hastalığa. O günleri şöyle anlatıyor: ?Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım… Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.?

Bu düşmeden sonra Veysel?in belleğine bir de renk işler: Kırmızı. Düşerken büyük bir olasılıkla elinde sıyrık oluyor, kanıyor. Bunu eşi Gülizar Ana şöyle anlatıyor: ?Bilinmez değilsin, renklerden yalnız kırmızıyı hatırladı. Gözleri gönlüne çevrilmeden önce, yani çiçek hastalığına yakalanmadan önce düşmüştü. Kan görmüştü. Kanın rengini hatırlardı yalnız. Kırmızıyı… Yeşili de elleriyle bulur ve severdi.?

Sağ gözünün görme şansı varmış, ışığı seçebiliyormuş bu gözüyle o sıralar. Yalnız yakınlardaki Akdağmağdeni?nde doktor varmış. Babasına ?Çocuğu Akdağmadeni?ne götür, orada gözünü açacak bir doktor var? demişler. Sevinmiş babası.

Ne var ki, olumsuzluklar yakasını bırakmamış Veysel?in. ?Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın dönüverince; babasının elinde bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de akıp gitmiş böylece.?

Ali adında bir ağabeyisi ve Elif adında bir kızkardeşi varmış Veysel?in. Tüm aile çok üzülmüş, günlerce gözyaşı dökmüş bu hale. Bundan böyle bacısı elinden tutarak gezdirmeye, dolaştırmaya başlar Veysel?i. Gittikçe içine kapanmaktadır Veysel. Emlek yöresi olarak adlandırılan Sivas?ın bu âşığı/ozanı bol diyarında, Veysel?in babası da şiire meraklı, tekkeyle içli-dışlı biriymiş. Veysel?in dertlerini birazcık da olsa unutacağı bir uğraş olsun diye bir saz verir eline. Halk ozanlarından da şiirler okuyup, ezberleterek avutmağa çalışırmış oğlunu. Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman babası Şatıroğlu Ahmet?in evine uğrar, çalıp söylermiş. Merakla dinlermiş bunları Veysel. Komşuları Molla Hüseyin de sazını düzenler, kırılan tellerini takarmış.

İlk saz derslerini babasının arkadaşı olan Divriği?nin köylerinden Çamışıhlı Ali Ağa?dan (Âşık Alâ) almış. Kendini de iyice saza vermiş; usta malı şiirlerden çalıp söylemeye başlamış. Karanlık dünyasını aydınlatan ozanlar dünyasıyla Çamışıhlı Ali tanıştırıyor daha çok Veysel?i. Pir Sultan Abdal, Karaoğlan, Dertli, Rühsati gibi usta ozanların dünyalarıyla tanışıyor böylece.

?Âşık Veysel?in hayatında ikinci mühim değişiklik seferberlikte başlamıştır. Kardeşi Ali de cepheye gitmiş, küçük Veysel kırık telli sazıyla yalnız kalmıştır. Harp patladıktan sonra Veysel?in bütün arkadaşları, emsalleri cepheye koşuyorlar. Veysel bundan da mahrum…

Böylece münzevi olan ruhunda ikinci bir inziva da açılmıştır. Arkadaşsızlık acısı, sefalet, onu çok bedbin, umutsuz ve mahzun ediyor. Artık küçük bahçesindeki armut ağacının altında yatıp kalkmakta, geceleri ağaçların ta tepelerine çıkarak içindeki derdini göklere ve karanlıklara bırakmaktadır.?

O günlerini Aşık Veysel şöyle anlatır Enver Gökçe?ye;

?Eve girerim, yüzüm asık: anam babam halimi bilmez. Ben onlara derdimi, dokunmasın diye, açamam. Onlar benim kafa tuttuğumu zannederler, bense derdimi dökmekten çekinirim, öyle ki, sazdan bile farır gibi oldum.?

Bunda biraz Anadolu?da ?erkek oğlan? olgusunun etkisi varsa, daha çok Veysel?in vatanseverliğinin, vatana olan borcunu ödeme duygusunun ağırlığı vardır. Sonradan şöyle dizeleştirir bunu:

?Ne yazık ki bana olmadı kısmet

Düşmanı denize dökerken millet

Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet

Kılıç vurmak için düşman başına.

Bugünler müyesser olsaydı bana

Minnet etmez idim bir kaşık kana

Mukadder harici gelmez meydana

Neler geldi bu Veysel?in başına.?

Veysel?in annesi ve babası seferberlik sonlarına doğru ?belki biz ölürüz ve kardeşi Veysel?e bakamaz? düşüncesiyle Veysel?i Esma adında, akrabalarından bir kızla evlendiriyorlar. Esma?dan bir kız, bir oğlu oluyor Veysel?in. Oğlan çocuğu daha on günlükken annesinin memesi ağzında kalarak ölüyor… Veysel?in acıları bununla da bitmiyor; aksilikler, talihsizlikler üst üste gelmeye başlıyor.1921?in 24 Şubat?ında annesi bir gün ondan onsekiz ay sonra da babası ölüyor. Bu arada bağ, bostan işleriyle uğraşıyor. Köye de bir çok âşık gelip gitmekte, Karacaoğlan?dan, Emrah?tan, Âşık Sıtkı, Âşık Veli gibi saz şairlerinden çalıp söylemektedirler. Köy odalarındaki bu âşık fasıllarından Veysel de geri kalmamaktadır.

Ağabeysi Ali?nin bir kız çocuğu daha olunca çocuklara ve işlere bakması için bir azap (hizmetkar) tutuyorlar. Bu hizmetkar ileride Veysel?in bağrında açılacak başka yaranın sebebi olacaktır. Bir gün Veysel hasta yatarken, kardeşi Ali de keven toplamakta iken, Veysel?in ilk eşi olan Esma?yı kandırarak kaçırıyor bu yanaşma. Veysel?in acılı yaşamına bir acı daha ekleniyor böylece.

Karısı bir başına bırakıp gittiğinde Veysel?in kucağında henüz altı aylık kızı varmış. İki yıl kucağında gezdirmiş Veysel onu, ne çare o da yaşamamış.

Bir şiirinde dile getirdiği gibi:

?Talih çile kadar sözü bir etmiş,

Her nereye gitsem gezer peşimde.?

Bin katmerli acılar silsilesi kısacası.

?O artık alemden, bu diyardan uzaklaşmak, göçmek isteyen bir ruh haleti içindedir.1928?de en iyi arkadaşı olan İbrahim ile Adana?ya gitmeye karar veriyorlar. Fakat Sivas?ın Karaçayır köyünde Deli Süleyman isminde birisi âşığı bu ilk seyahatinden vazgeçiriyor. Veysel?i dinleyelim:

?Bu adam, saz çalarım dinler, söze başlarım keser. Gideyim derim, ?ah kivra, çoluk çocuk ağlaşıyor, gel gitme? diye elime ayağıma düşer. Nihayet dayanamadım, gitmiyorum vesselam diye bu seyahatten vazgeçtim.?

Veysel?in köyünden ilk ayrılışı şöyledir: Zara?nın Barzan Baleni köyünden Kasım adında birisi Veysel?i köyüne götürerek iki üç ay beraber yaşıyorlar. Kendisini Adana?ya göndermeyen Deli Süleyman, Sivas?lı Kalaycı Hüseyin, Veysel?e yol arkadaşlığı ediyorlar. Dönüşte Veysel, Hafik?in Yalıncak köyüne ve Zara?nın Girit köyüne uğrayarak 9 liraya güzel bir saz alıyor; Sivas?tan Sivrialan?a dönerlerken arkadaşları bir ?üç kağıtçı? grubuna yakalanarak bütün paralarını kaybediyorlar. Arkadaşları Veysel?in 9 lirasını da alarak kumara veriyorlar. Veysel bu hadiseden bir müddet sonra Hafik?in Karayaprak köyünden Gülizar adlı bir kadınla evleniyor.?

1931 yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları ?Halk Şairlerini Koruma Derneği?ni kuruyorlar. Ve 5 Aralık 1931 tarihinde de üç gün süren Halk Şairleri Bayramı?nı düzenliyorlar. Böylece Veysel?in yaşamında önemli bir dönüm noktası işlemeye başlıyor. Denebilir ki, Veysel için A.Kutsi Tecer?le tanışması hayatında yeni bir başlangıcı işaretliyor.

1933?e kadar usta ozanlarından şiirlerinden çalıp söylüyor. Cumhuriyet?in onuncu yıldönümünde A. Kutsi Tecer?in direktifleriyle bütün halk ozanları cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal üzerine şiirler düzmüşler. Bunlar arasında Veysel de var. Veysel?in günışığına çıkan ilk şiiri böylece ?Atatürk?tür Türkiye?nin ihyası?… dizesiyle başlayan şiir oluyor. Bu şiirin gün yüzüne çıkışı, Veysel?in de köyünden dışarıya çıkması oluyor.

O zaman Sivrialan?ın bağlı olduğu Ağacakışla nahiyesi müdürü Ali Rıza Bey, Veysel?in bu destanını çok beğeniyor, ?Ankara?ya gönderelim? diye istiyor. Veysel de ?Ata?ya ben giderim? diye vefalı arkadaşı İbrahim ile yayan yola düşüyor. Karakışta yalınayak, başı kabak yola çıkan bu iki arı gönül, bu iki insan örneği, üç ay yol çiğneyerek Ankara?ya geliyorlar. Veysel Ankara?da konuksever tanıdıkların evlerinde kırkbeş gün misafir kalıyor. Destanı Atatürk?e getirmek hevesiyle geldiğini söylüyorsa da destanı Atatürk?e okumak kısmet olmuyor. Eşi Gülizar Ana: ?Ata?ya gidemediğine bir, askere gidemediğine iki; yanardı ki o kadar olur…? diyor. Ancak, Hakimiyet-i Milliye (Ulus) basımevinde destanı gazeteye veriliyor. Destan gazetede üç gün boyunca yayınlanıyor. Bundan sonra da bütün yurdu dolaşmaya, dolaştığı yerlerde çalıp-söylemeye başlıyor, seviliyor, saygı görüyor.

O günleri şöyle anlatıyor: ?Köyden çıktık. Yaya olarak Yozgat köylerinden Çorum-Çankırı köylerinden geçip üç ayda Ankara?ya gelebildik. Otele gitsek para yok. ?Nere gidek? Nasıl Edek? ? diye düşünüyoruz. Dediler ki: ?Burada Erzurumlu bir Paşa Dayı var. O adam misafirperverdir.? O zamanlar Dağardı diyorlardı, (şimdiki Atıf Bey Mahallesi) orada ev yaptırmış Paşa Dayı. Gittik oraya. Adamcağız hakikaten misafir etti. Birkaç gün kaldık o zaman, Ankara?da, şimdiki gibi kamyon filan yok. Bütün işler at arabalarıyla görülüyor. At arabaları olan, Hasan Efendi adında bir adamla tanıştık. O, bizi evine götürdü. Kırkbeş gün Hasan Efendi?nin evinde kaldık. Gideriz, gezeriz, geliriz; adam yemeğimizi, yatağımızı, herşeyimizi sağlar. Dedim ki: -?Hasan Efendi biz buraya gezmek için gelmedik! Bizim bir destanımız var. Bunu, Gazi Mustafa Kemal?e duyurmak istiyoruz! Nasıl ederiz? Ne yaparız? ?

Dedi ki: -?Vallahi ben böyle işlerle ilgili değilim. Burada bir milletvekili var. Adı Mustafa Bey, soyadını unuttum. Bu işi ona anlatmak gerek. Belki size o yardımcı olabilir.?

Gittik Mustafa Bey?e derdimizi anlattık. Öyle böyle bir destanımız var. Gazi Mustafa Kemal?e duyurmak istiyoruz. ?Bize yardım et! ? dedik.

Dedi ki: -?Amaan! Şimdi şaire falan önem veren yok. Kıyıda köşede çalın çağırın. Geçin gidin! ?

-?Yok öyle değil dedik. Biz destanımızı okuyacağız, Mustafa Kemal?e! ?

Milletvekili Mustafa Bey, ?okuyun da bir dinleyeyim bakayım? dedi. Okuduk dinledi. O zamanlar Ankara?da çıkan Hakimiyet-i Milliye Gazetesi?yle konuşacağını söyledi. ?Yarın bana gelin! ? dedi. Gittik. ?Ben karışmam? dedi. Sonunda kesti attı. Biz ordan döndük geldik. ?Ne yapsak? ? diye düşünüyoruz. Sonunda, ?Matbaaya biz gidelim? dedik. Saza, tel alıp takmak eski telleri yenilemek de gerekti. Ulus Meydanı?ndaki çarşıya, o zamanlar Karaoğlan Çarşısı diyorlardı. Saz teli almak için Karaoğlan Çarşısı?na yürüdük.

Ayağımızda çarık. Bacağımızda şal-şalvar, şal-ceket, belimizde kocaman bir kuşak.! Efendim polis geldi: -?Girmeyin? dedi. ?Çarşıya girmek yasak! ? Bizi tel alacağımız çarşıya sokmadı.

Polis: -?Yasak diyoruz. Siz yasaktan anlamaz mısınız? Orası kalabalık. Kalabalığa girmeyin! ? diye diretti.

-?Peki girmeyelim? dedik. Polisi güya salmış gibi yürümeye devam ettik. Adam geldi, arkadaşım İbrahim?e çıkıştı. ??Kafadan gayri müsellah mısın? Girmeyin diyorum. Beynini patlatırım senin! ? diye çıkıştı.

-?Beyefendi biz dinlemiyoruz! Biz çarşıdan saz teli alacağız! ? dedik. O zaman polis, İbrahim?e: -?Tel alacaksan bu adamı bir yere oturt. Git telini al! ? Neyse gitti İbrahim teli aldı geldi. Tel taktık. Ama sabahleyin çarşıdan da geçemiyoruz. Sonunda matbaayı bulduk.

-?Ne istiyorsunuz? ? dedi müdür.

-?Bir destanımız var. Gazeteye vereceğiz! ? dedik.

-?Çalın bakayım; bir dinleyeyim! ? dedi. Çaldık dinledi!

– ?Ooo! Çok iyi? dedi. ?Çok güzel.?

Yazdılar. ?Yarın gazetede çıkar? dediler. ?Gelin de gazete alın! ? Orada bize telif hakkı olarak biraz da para verdiler. Sabahleyin gidip 5-6 gazete aldık. Çarşıya çıktık. Polisler:

– ?Oooo! Âşık Veysel siz misiniz? Rahat edin efendim! Kahvelere girin! Oturun! ? dediler. Bir iltifat başladı ki sormayın! Çarşıda bir zaman gezdik. Fakat yine Mustafa Kemal?den ses yok. Dedik: ?Bu iş olmayacak.? Amma Hakimiyet-i Milliye Gazetesi?nde destanımı üç gün birbiri üstüne yayınladılar. Mustafa Kemal?den yine ses çıkmadı. Köye dönmeye karar verdik. Fakat cebimizde yol paramız da yok. Ankara?da bir avukatla tanışmıştık.

Avukat: – ?Ben belediye başkanına bir mektup yazayım. Belediye sizi köyünüze parasız gönderir! …? dedi. Elimize bir mektup verdi. Belediyeye gittik. Orada bize dediler ki: – ?Siz sanatkâr adamsınız. Nasıl geldinizse öyle gidersiniz! ?

Döndük avukata geldik. ?Ne yaptınız? ?dedi. Anlattık. ?Durun bir de valiye yazalım! ? dedi. Valiye de dilekçe yazdı. Valiye dilekçemizi imzalayıp yine Belediyeye buyurdu. Belediyeye ilettik. Belediye bize: -?Yok! ? dedi. ?Paramız yok! Sizi gönderemeyiz! ? dedi.

Avukat içerledi ve kahretti: – ?Gidin! İşinize gidin! ? dedi. ?Ankara Belediyesi?nin sizin için parası yokmuş; tükenmiş! ? dedi. Acıdım avukata.

?Nasıl edelim? Ne edelim? ? derken bir de ?Halkevi?ne uğrayalım bakalım. Belki oradan bir şey çıkar? diye düşündük. Mustafa Kemal?e gidemiyok. Halkevine gidek. Bu defa, Halkevine, bizi kapıcılar bırakmıyor ki girelim. Orada dinelip duruyorduk.

İçeriden bir adam çıktı: -?Ne geziyorsunuz burada? Ne yapıyorsunuz? ? diye sordu.

-?Halkevine gireceğiz ama bırakmıyorlar! ? diye cevap verdik.

-?Bırakın! bu adamlar, tanınmış adamlar! Âşık Veysel bu! ? dedi.

O içeriden çıkan adam, bizi edebiyat şubesi müdürüne gönderdi. Orada: -?Ooo! Buyurun! Buyurun! dediler. Halkevinde bazı milletvekilleri varmış. Şube müdürü onları çağırdı: -?Gelin halk şairleri var, dinleyin.? dedi.

Eski milletvekillerinden Necib Ali Bey: -?Yahu dedi bunlar fakir adamlar. Bunlara bakalım. Bunlara birer kat elbise de yaptırmalı. Pazar günü de Halkevinde bir konser versinler! ?

Hakikaten bize, birer takım elbise aldılar. Biz de o Pazar günü Ankara Halkevi?nde bir konser verdik. Konserden sonra cebimize para da koydular. Ankara?dan köyümüze işte o parayla döndük.

Plağa okuduğu ilk türkü ise, Emlek yöresinin ünlü ozanlarından Âşık İzzeti?nin:

?Mecnunum, Leyla?mı gördüm

Bir kerrece baktı geçti.

Ne söyledi ne de sordum

Kaşlarını yıktı geçti

Soramadım bir çift sözü

Ay mıydı gün müydü, yüzü

Sandım ki zühre yıldızı

Şavkı beni yaktı geçti.

Ateşinden duramadım

Ben bu sırra eremedim

Seher vakti göremedim

Yıldız gibi aktı geçti.

Bilmem hangi burç yıldızı

Bu dertler yareler bizi

Gamzen oku bazı bazı

Yar sineme çaktı geçti..

İzzetî, bu ne hikmet iş

Uyur iken gördüm bir düş

Zülüflerin kement etmiş,

Yar bonuma taktı geçti.? şiiridir.

Köy Enstitüleri?nin kurulmasıyla birlikte, yine Ahmet Kutsi Tecer?in katkılarıyla, sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli ve Akpınar Köy Enstitüleri?nde saz öğretmenliği yapıyor. Bu okullarda Türkiye?nin kültür yaşamına damgasını vurmuş birçok aydın sanatçıyla tanışma olanağı buluyor, şiirini iyiden iyiye geliştiriyor.

1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, özel bir kanunla Âşık Veysel?e, ?Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü? 500 lira aylık bağlanmıştır.

21 Mart 1973 günü, sabaha karşı saat 3.30?da doğduğu köy olan Sivrialan?da, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde yaşama gözlerini yumdu.

Âşık Veysel?in yaşamını özetlemek gerekirse, Erdoğan Alkan?ın şu betimlemesi en güzel cümleleri oluşturur: ?Kızılırmak soru işaretine benzer, Zara?dan doğar, Hafik ve Şarkışla?dan sonra Sivas topraklarını terkeder. Bir yay çizip Kayseri?yi, Nevşehir?i, Kırşehir?i, Ankara?yı ve Çorum?u sular, Samsun?un Bafra ilçesinde denize dökülür, Âşık Veysel?in yaşam öyküsü Kızılırmak gibidir. Bir ucu Bafra?dadır, bir ucu da Zara?da. Bafra?ya dek uzanan acılı bir yaşam Zara?nın doğusundaki Kızıldağ?ın gür sularıyla beslenip sona erer.?

Aşık Veysel’i bütün türkülerini dinlemek için tıklayınız

AŞIK VEYSEL İLE SÖYLEŞİ

Yaşar Özürküt
21 Aralık 1972 (Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi)

Söyleşi ilk kez Aşık Veysel’in öldüğü gün olan 21 Mart 1973 de TRT radyolarında yayımlanmıştır.

Kaynak: http://www.turkuler.com/yazi/asikveysel.asp
Aşık Veysel kanser hastası olarak, Ankara Yüksek İhtisas Hastanesinde yatıyordu. 21 Aralık 1972 günü, nagra marka ses alma cihazını omuzlayıp, hastanenin yolunu tuttum. Hastane odasına girdiğim zaman, Ankara Radyosu prodüktörlerinden arkadaşım Fatma Günbulut ile daha sonra 12 Eylül diktasının TRT?nin başına oturtacağı hem Kerim, hem Aydın hem Erdem diye tanımladığımız servis müdürümüz de odadaydı. İlkin geçmiş olsun deyip bir kenara oturdum. Benden önce gelenler söyleşiyorlardı. Sessizce mikrofonumu açtım. Onlar gidene kadar da kapatmadım. O arada Aşık Veysel?e yemek yedirdiler. Kaşık tabak efektleri dahil, bir saat içindeki tüm sesleri bandıma kayıt ettim.

-Veysel Baba, bir ara köy öğretmenliği yaptın. Nerelerde bulundun?

-Köy öğretmenliğinde, evvel Arifiye?ye gittim. Sonra Hasanoğlan?a geldim. Daha sonra Çifteler Köy Enstitüsü?ne gittim. Kastamonu Gölköy?e gittim. Ondan sonra Yıldızeli?ne gittim. Samsun-Ladik Köy Enstitüsü vardı. Oraya gittim. Bir hafta kaldım,eve izinli geldim on beş gün. Ondan sonra da gitmedim. Serbest gezmek daha iyime geldi. Oralarda aylarca bekliyordum. Altı ay, yedi ay ,sekiz ay. O sıkıyordu beni. Onun için oradan ayrıldım.

-Öğretmenken evli miydin?

-Evliydim.

-?Bir mektup aldım, gül yüzlü yardan? o zaman yazıldı değil mi?

-O Hasanoğlan?da yazıldı.

-Toprak 46?da değil mi?

-Toprağı, 44?te Eskişehir-Çifteler?de yazdım.

(HASTAHANE GÖREVLİSİ YEMEK YEDİRİYOR.)

-Yemeğe tuz atim mi baba?

-Yok eyidir. Ekmek verme…

-Buyurun.(Tabak çatal sesleri) Baba sen tam rakı yemekleri yiyorsun yahu!

-Eskiden rakıcıydık canım!

-Şimdi vaz mı geçtin?..Buyurun.

-İyi.

-Daha istemiyorsun?

-Heee.

-Peki. Ispanak ister misin?

-Ver bakim bir kaşık da ondan.

-Yalnız tuzu azsa söyle de tuz atim.

-Zaten yiyeceğim bir kaşık.

-Buyurun…Tuzu nasıl?

-Hep yoğurt veriyorsun; biraz da pilav ver…Az katıyorsun pilavı.

-Peki baba…Bak bakalım tuzu nasıl…Biraz yoğurt katalım mı pilava?

-İyi olur. Biraz da ekmek ver.

-Köy ekmeği evet.

-Tamam ver bakalım.

-Buyurun.

-Eşki.

-Ekşi mi? Daha iyi değil mi?Buyurun salata da var.

-Şeyden ver.

-Piyaz mı?

-Evet evet.

-Etten bir parça yemeyecek misin?

-Yok. Korkuyorum, rahatsız ediyor.

-(Yemek servisi kaldırılıyor, ben de söyleşiye başlıyorum.)

-Veysel baba, radyocu olarak değil; bir dost olarak söyleşmek istiyorum sizinle. Benim özel arşivim var. Aşık Veysel arşivi. Osman Özdenkçi?de de yok, Türkiye Radyolarında da… Ben bu arşivime ekleyeceğim bu söyleşiyi.

-Olur.

-Özeldir. Dostça… Radyocu olarak değil,eğer bu rahatlıkta konuşacaksak konuşalım. Yoksa yarın, ya da başka bir gün gelirim.

-Bugün konuşalım.

-Şimdi şöyle diyeceğim. Bende birçok bandınız var. İstanbul Radyosunda Neriman Tüfekçiyle yaptığınız bir saatlik söyleşinin kopyasını da arşivime aldım. Kime gerekli olsa, benden alır kullanır. Bugünkü söyleşide o bantlarda olmayan soruları sormak istiyorum. Sizce halk kültürü, halk şiiri, halk müziği ne anlamdadır. Sizin anladığınız anlamda bunların tanımı nedir. Bize kısaca der misiniz?.

-Bizde halk şiiri bayağı bir nasihat anlamındadır. Şiirlerin içinde sözler vardır ki, yani bir ata cevabı gibi, daha üstün anlamlar vardır. Duygular da şudur ki; insanlar tabii müzik ruhun gıdasıdır. Onun için kendi memleketimizin şiiri veya havaları hoşumuza gelir. Her memleket de öyledir. Bu o anlamdadır.

-Ben şunu anlıyorum, şimdi halkın şiiri, müziği, halkın günlük yaşamından oluşuyor ve halkın anlayacağı, yani halk dediğimiz daha çok köylü, işçi taban olan insanlarımızın anlayacağı bir dolu sözü bir arada öz olarak deyiş…Bunu demek istiyorsunuz.

-Evet evet

-Ben konuşmalarımda sık sık dile getiririm; benim sayfalar dolusu yazıyla anlatamadığımı Aşık VEYSEL ?Benim sadık yarim kara topraktır ? diye bir mısrada bütünlemiştir derim. Siz de bunu özetlediniz. Ben kimi çevrelerin yakıştırdığı gibi, son halk ozanı Aşık VEYSEL?dir yakıştırmasına katılmıyorum. Fakat şu bir gerçek, Aşık VEYSEL?in yeri Türk halk kültüründe ayrıdır ve öyle kalacaktır. Peki sizin kuşaktan, sizin yanınızda, çağdaşınız olarak, beğendiğiniz halk şairleri kimlerdir?

-Valla, orası işte …kimseye iyi veya kötü diyemem. Sebebine gelince, bir bahçede elli çeşit meyve ağacı olur. O ağaçlar birbirinin meyvesini bilmez. Kokusundan da tatmaz. Yalnız onu insanlar yer. Şu ekşiymiş, şu tatlıymış, şu daha mayhoşmuş, o kıymeti onlar verir. Biz şimdi ona benzer bir şeyiz ki, ben Ahmet iyidir, Mehmet kötüdür diyemem. Demeye haddim yok. Onun için, bu hususta özür diliyorum.

-Estağfurullah, ben zaten iyi kötü ayırımını istemedim.

-Beğendiğiniz dediniz ama..

-Evet

-Benim için hepsi iyidir. Hepsinin, her iyinin bir kötü, her kötünün bir iyi tarafı vardır. Buna, olduğu gibi hepsine iyi diyemeyiz ki. Onun için birisi senin hoşuna gider, iyi dersin; O birisi onun kötüsüne gider istemez. Bunlar alemin arzusu bir yere bağlı değil ki. Herkesin ayrı ayrı görüşü, duygusu var.

-Peki o zaman , sizden önceki kuşaktan Karacaoğlan, Dadaloğlu, Pir Sultan kuşağından her ne kadar okuma-yazma olanağı bulamadıysanız bile, kulağa geldiği kadarıyla sizin tercihiniz ; ya da benim şu an sayamadıklarım arasında Emrah?tan daha eskilere kadar beğendiklerinizi söyleyebilir misiniz?.

-Beğendiklerim, işte Karacaoğlan, Pir Sultan, Emrah, Dertli, sonra bizim orada varmıştı, onların adı pek yayılmıyor.. Türabi Dede isminde birisi varmış. O Hacı Bektaşi Veli?nin dergahında postnişin imiş. Ondan biliyorum ezberime birkaç şiir. Aşık Veli, Kemter Baba, ondan sonra bir çok aşık var.Onlar da bizim oralı. Aşık Kemter 1225 senesinde hayatta imiş. Şiirinin birinde şöyle söylüyor. Bir gün çiftten gelmiş. Konya?dan evliymiş. Kendisi bizim Kale Köyü var, oradan. Çiftten gelmiş, hanımı ayağını soymuş, yıkamış cezveyi ocağa sürmüş, kahve pişirecek, karısına dönmüş:?Konyalı ? demiş. ?Buyur Kemter Baba? demiş karısı. ?Kahve acı, tütün acı doyurur mu üç ac?ı bir acı? demiş. Yani ?açım? demek istemiş. Bunların evde türkülerini deyişlerini çok ezberledim. Ve kendim yazana kadar bunların şiirleriyle çalıp çığırıyordum. Kendim yazdıktan sonra onları bıraktım. Hatta kullanmayı kullanmayı unuttum onları.

-Şimdi benim bir sorum da şu: Şiirlerinizde sürekli aşama var. Yani çok dar bir görüşten, sürekli geniş dünya görüşüne doğru bir gelişme var. Bunu neye bağlıyorsunuz?. Yani şiirlerinizde sürekli halka yaklaşan bir aşama var. Bunun gerekçelerini siz söyleyebilir misiniz? Bunu şunun için istiyorum ; yeni başlayanlar var, sizden sonraki kuşaklar olacaklar var. Bunlara çalışmalarında örnek olsun istiyorum bu yanıtı.

-Evet ama, yine aynı dediğime geliyor ki, herkes bir yüzden seviyor. Birisi birinin hoşuna gidiyor, biri ötekinin . Yalnız şu var ki, söylenen sözde bir öz olması lazım. Özü olmayan söz hiçbir şeye benzemez. Yaşamaz. Onun için öz var umut ediyorum benim söylediğim sözlerde.

-Yani halk kendinden yaşantısından bir parça buluyor.

-Evet evet… Mesela ben, bu şey olmaz ama icap etti söyleyim… Şeyde İstanbul?da geldiler ?gözlerini açalım? dediler. İstemem dedim…? Yahu nasıl olur da istemezsin. Bu fırsatı insan kaçırır mı?? dediler. İstemem dedim tekrar. ?Sebebi? dediler. ?Sebebiyse, ben şimdiye kadar kafamda bir yuva kurmuşum. Gözüm açılırsa, o yuva dağılır. Tekrar kurmaya imkan olmaz. Bu yuvayı dağıtmak istemiyorum? dedim. Adamlar da gittiler. Onun üzerine şunu yazmıştım. Siz diyorsunuz ki geniş anlamlar var şunlar bunlar.

?BİR KÜÇÜK DÜNYAM VAR İÇİMDE BENİM,
MİHNETİM, ZULMETİM BANA KAFİDİR,
GÖRENLER DAR GÖRÜR GENİŞTİR BANA,
SOHBETİM, ÜLFETİM BANA KAFİDİR.

İSTEMEM DÜNYANIN SALTANATINI,
SÜSLÜ GİYİMİNİ ARAP ATINI,
BİLİRSEM TÜRKLÜĞÜN VAR KIYMETİNİ,
VATANIM, MİLLETİM BANA KAFİDİR.

İSTERDİM HAYATTA DÜŞMANLA SAVAŞ,
MİLLETİME KURBAN OLAYIDI BU BAŞ,
NASİP DEĞİL İMİŞ, ŞEHİTLİK KARDEŞ,
İMANIM NİYETİM BANA KAFİDİR.

DÜNYA GENİŞ OLSUN, İSTER DAR OLSUN,
YETER Kİ KALBİNDE İMAN VAR OLSUN,
HER ZAMAN MİLLETİM BAHTİYAR OLSUN,
BU RÜTBEM, MESNEDİM BANA KAFİDİR.

İÇİMDE BESLERİM, BİR BÜYÜK ORDU,
ÇINLATSIN DÜŞMANI,YÜKSELTSİN YURDU,
AZMİ, ZİHNİYETİ VEYSEL?DİR DERDİ,
İŞTE BU NİYETİM BANA KAFİDİR.

Benim alemim, herkesin alemine karşı bir alem değil. Çünkü, dünyadan bihaberim. Dünyayı gezdim, ne gördüm. Hiçbir şey görmedim. Yalnız dünya beni gördü. Ben
dünyada gezdim, işte Ankara?dayım ne görüyorum. Hiç. Ama alem beni görüyor. Benim dünyaya gelişim, gidişim bu şekilde.

-Fakat öyle bir dünya görüşü var ki sizde; herkesin göremediğini görüyorsunuz. Biz ağacı görüyoruz, fakat sizin görüşleriniz gibi göremiyoruz. Bu görüş Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu gibi, ya da Aşık Veli, Kemter Baba gibi asırlar ötesine kalacak bir görüş, bir deyiş. Fakat onların şanssızlığı, teypin, bantın, plağın, pikabın olmayışı.

-Olmayışı evet.

-Böyle canlı kalamamışlar. Şimdi ben sizden, çok özel bir şey isteyeceğim. Diyeceğim ki Aşık Veysel, 2000 yılında, ya da 2100 yılında , Allah hepimize uzun ömür versin ama, her halde 2000 li yıllarda olmayacağız.

-Olmayacağız.

-Ama radyo olacak ve şu bant kalacak radyoya. Diyeceğim ki Aşık Veysel 2000?li yılların kuşağına sesleniyor, fakat kendisi yok. Biz de yokuz. Aşık Veysel o kuşağa ne der?

-Eveeet. Aşık Veysel o kuşağa ne der…

-Evet şöyle söyleyeyim, yani istediğiniz gibi söyleyin. Ben hiç karışmayayım . Düşünün ki bizler yokuz dünyada. Fakat radyo var, dinleyicilerimiz var.

– Onlara söyleyişim şu olacak: Çalışmak, azim, fikir. Efendime söyleyeyim, bunlar mevcut olacak. Dönmeyecek azminden insanlar. O azminden dönmeyen insan, muhakkak erinde geçinde arzusuna ulaşır. Fakat azim deyince o da , biri yani yanlış yola azim etmiş, o muhakkak yolda kalır. Fakat doğru yola azmederse, o kendini bir selamete çıkartır. Ve ismini baki kor dünyada, kendi de baki kalmış olur. Yoksa yanlış yola azmetmiş, onun muhakkak bir gün kafasına vururlar. Ondan hayır çıkmaz. Çıksa kalsa bile herkes nefret eder. İnsanlar iki şeyle anılır; biri nefretle, biri rahmetle. Nefretle anıldıktan sonra, hiç anılmasın.

-Eveet bunu diyorsunuz. Bu bandı ben kopya ettirip, Türkiye Radyoları arşivlerine koyacağım. Bizlerden sonraki kuşaklara armağan edeceğim. Kopya fazla dağılmayacak. Öyle sağlam bir şekilde kalacak. Farz edin ki, yüz sene sonra bu bandı koyacaklar ve yüz sene önceden sizin anonsunuzu dinleyecekler. Bu anlamda bir ses verebilir misiniz bana?

-Nasıl ses veririm…Ses veremem ki.

-Düşünün ki, yüz sene sonra radyoda bu bant yayına girecek; Aşık Veysel de yok, Yaşar Özürküt de yok radyoda…

-Nasıl söyleyeyim, onu da şöyle bir şey var.

?Varlığım, yokluğum bir Veysel adım,
Kalacaktır gök kubbede ses kadim,
Bunca yıldır kendi kendim aradım,
Hiçbir türlü bulamadım ben beni.?

-Bu dörtlüğü şimdi mi yaptınız, önceden mi vardı?

-Önceden.

-Fakat söylemek istediğinizi bu dörtlükle söylüyorsunuz.

-Evet evet. Ses kadim kalacak.

-Peki çok teşekkür ederim. Yordum sizi. Sağlık dilerim.

Söyleşinin alıntı yapıldığı kaynak:www.turkuler.com

UZUN İNCE BİR YOLDAYIM

Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece

Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece

Uykuda dahi yürüyom
Kalmaya sebeb arıyom
Gidenleri hep görüyom
Gidiyorum gündüz gece

Kırkdokuz yıl bu yollarda
Ovada dağda çöllerde
Düşmüşüm gurbet ellerde
Gidiyorum gündüz gece

Şaşar Veysel işbu hale
Gah ağlayan gahi güle
Yetişmek için menzile
Gidiyorum gündüz gece

SEN BİR ÇİÇEK OLSAN BEN BİR YAZ OLSAM

Her sabah her sabah suya giderken
Yar yolunda toprak olsam toz olsam
Bakıp dört köşeyi seyran ederken
Kara kaş altında ela göz olsam

Uğrunu uğrunu giderken yola
Nice dilsizleri getirir dile
Gövel ördek gibi inerken göle
Ya bir şahin olsam ya bir baz olsam

Veysel ördek olsun sen de göl yarim
Yeter artık kerem eyle gel yarim
Lale sümbül mor menekşe gül yarim
Sen bir çiçek olsan ben bir yaz olsam

KARA TOPRAK

Dost Dost Diye Nicesine Sarıldım
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
Beyhude Dolandım Boşa Yoruldum
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Nice Güzellere Bağlandım Kaldım
Ne Bir Vefa Gördüm Ne Faydalandım
Her Turlu İsteğim Topraktan Aldım
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Koyun Verdi Kuzu Verdi Süt Verdi
Yemek Verdi Ekmek Verdi Et Verdi
Kazma İle Dövmeyince Kıt Verdi
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Ademden Bu Deme Neslim Getirdi
Bana Türlu Türlu Meyva Yetirdi
Her gün Beni Tepesinde Götürdü
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Karnın Yardım Kazma İle Bel İle
Yüzün Yırttım Tırnak İle El İle
Yine Beni Karşıladı Gül İle
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

İşkence Yaptıkça Bana Gülerdi
Bunda Yalan Yoktur Herkesler Gördü
Bir Çekirdek Verdim Dört Bostan Verdi
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Havaya Bakarsam Hava Alırım
Toprağa Bakarsam Dua Alırım
Topraktan Ayrılsam Nerde Kalırım
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Dileğin Varsa İste Allah’tan
Almak İçin Uzak Gitme Topraktan
Cömertlik Toprağa Verilmiş Haktan
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Hakikat Ararsan Açık Bir Nokta
Allah Kula Yakın Kul Da Allah’a
Hakkin Gizli Hazinesi Kara Toprakta
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Bütün Kusurlarımı Toprak Gizliyor
Merhem Calip Yaralarımı Tuzluyor
Kolun Açmış Yollarımı Gözlüyor
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Her Kim Ki Olursa Bu Sırr-ı Mazhar
Dünyaya Bırakır Ölmez Bir Eser
Gün Gelir Veysel’in Bağrına Basar
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

MECNUN GİBİ DOLANIYORUM ÇÖLLERDE

Mecnun gibi dolanıyorum çöllerde
Hayal beni yeldiriyor yel gibi
Ah çeker ağlarım gurbet ellerde
Durmaz akar gözüm yaşı sel gibi

Bir güzelin mecnunuyum ezelden
Veremem telkini gelmiyor elden
Yandım ateşine can u gönülden
Görmesem günlerim uzar yıl gibi

Hesapsız haftalar yıllar geçiyor
Evvel benim idi şimdi kaçıyor
Varıp düşmanlara derdin açıyor
Beni görüp saklanıyor el gibi

Zincirsiz kösteksiz bağladı beni
Tatlı diliyle eğledi beni
Yurdumdan yuvamdan eyledi beni
Yarsız dunya malı bana pul gibi

Aşkın beni deryalara daldırdı
Bazı ağlatır da bazı güldürür
İster azat eyler ister öldürür
Sefil Veysel kapısında kul gibi

ANLATAMAM DERDİMİ DERTSİZ İNSANA

Anlatamam derdimi dertsiz insana
Derd çekmeyen dert kıymetin bilemez
Derdim bana derman imiş bilmedim
Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz

Gülü yetiştirir dikenli çalı
Arı her çiçekten yapıyor balı
Kişi sabır ile bulur kemali
Sabretmeyen maksudunu bulamaz

Ah çeker aşıklar ağlar zarınan
Yüce dağlar şöhret bulmuş karınan
Çağlar deli gönül ırmaklarınan
Ağlar ağlar göz yaşların silemez

Veysel günler geçti yaş altmış oldu
Döküldü yaprağım güllerim soldu
Gemi yükün aldı gam ilen doldu
Harekete kimse mani olamaz

6 yorum

  1. çok güzel şiirler neyim ki başka anlatamam o güzellikleri
    helal olsun bu siteyi hazırlayana

  2. çok güzel şiirler bu siteyi hazırlayan ve şiirleri yazana helal olsun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir