Asker Gramofonu Nasıl Tamir Eder? – Sasa Stanisic

(*) Sasa Stanisic, Asker Gramofonu Nasıl Tamir Eder? romanında, Yugoslavya?nın son yıllarını, iç savaşı ve ülkesinden göç etmiş zorunda kalmış bir ailenin dramını, bu dramı yaşamış gerçek kişilerin hayatları etrafında canlandırıyor. O gerçek kişilerden biri de yazarın kendisi. 1978 yılında Doğu Bosna?nın Visegrad şehrinde, Bosnalı bir annenin ve Sırp bir babanın çocuğu olarak doğan Sasa Stanisic, Sırp birliklerinin 1992 yılında Visegrad?ı işgal etmesine ve savaşın şiddetine tanık olmuş. Bu duruma katlanamayan ailesi birkaç hafta sonra Almanya?ya iltica edince lise ve üniversite eğitimini Almanya?da tamamlamış… Edebiyat hayatı, üniversite yıllarında yazdığı hikâyelerle başlayan Stanisic?in ilk romanı Asker Gramofonu Nasıl Tamir Eder? 2006?da yayımladı. Büyük ilgi gören ve aralarında ABD, İngiltere, İsrail, Kore de olmak üzere birçok ülkede yayımlanan roman, 2008?de Adelbertvon-Chamisso Ödülü?nü kazandı ve Graz Devlet Tiyatrosu?nda sahnelendi.
Sasa Stanisic, çocukluk çağında bizzat tanık olduğu iç savaş acılarını bir çocuğun bakış acısıyla anlatmış. Din, dili ırk farkı gözetmeksizin Yugoslavya?ya yurttaşlık bağı ile bağlanmış komünist bir ailenin çocuğu Aleksandar, dedesinden öğrenmiştir hikâye uydurmayı. Büyük hikâyesini ise büyükannesinin sözlerinden ilham alarak yazacaktır;
?Yağmur durmak bilmiyordu; yol da tıkalıydı. Dura kalka gidiyorduk. Bir yerde maskeli, silahlı ve beyaz eldivenli adamlar, bir araba kafilesi boyunca iki adamın peşinden koşuyordu. Kaçan adamların ağızları tıkalı ve gözleri bir bezle bağlıydı. Önümüzdeki on yıl boyunca hatırlamaya engel olmaya söz vermek istedim; ama Büyükanne Katarina unutmaya karşıydı. Büyükanne için geçmiş, önünde karatavukların cıvıldadığı, fincana akan kahvenin sesinin işitildiği ve Büyükbaba Slavko?nun arkadaşlarıyla saklambaç oynadığı bir bahçesi bulunan yazlık bir ev. Şimdiki zaman ise, bu yazlık evden uzaklaşırken, tank zincirleri altında inleyen, ağır duman kokan ve atların vurulduğu bir yol. Büyükanne arka koltukta kulağıma, ikisinin de hatırlanması gerektiğini fısıldadı, hem her şeyin iyi olduğu zamanın, hem de hiçbir şeyin iyi olmadığı zamanın.?
Aleksandar, iyi bir hikâyenin, hiçbir zaman ıskalanan bir konu olamayacağını bilerek başlar iyi ve kötü zamanları anlatmaya. Ne var ki, bu yazının sonundaki alıntıda göreceğimiz gibi, iyi zamanlara olan özlemi istediği gibi bir hikâye yazmasını engelleyecek ve Aleksandar?ın belleği geçmişle şimdi arasında, iyi ve kötü zamanlar arasında umutsuzca gezinecektir. Çünkü dehşetle travmatize olmuş bir bellektir onunkisi. Adorno?nun ifadesiyle ?Dehşeti doğuran şiddettir?. Ve Simone Weil ile sürdürelim, ?şiddet ona kulluk eden herkesi şeyleştirir.? Aleksandar ve ailesi şiddete kulluk etmemişler ama kulluk edenlerce yerlerinden yurtlarından edilmişlerdir.
Roman, Aleksandar?ın çok sevdiği büyükbabaları ve büyükanneleri, anne ve babası, arkadaşları, öğretmenleri, Visegrad kenti ve doğal güzellikleriyle savaşın iç karartıcı atmosferi arasındaki kontrastı belirgin hale getiren zamansal sıçramalarla anlatılmış. Sadece Aleksandar?ın değil, Aleksandar?ın onların ağızlarından anlattığı yakınlarının hikâyelerini de dinliyor, bir çocuğun gözlerinden Vişegrad hayatına nüfuz ediyoruz.
Geriye dönmek; mümkün mü?
Çocukluğunda, -ucu açık bir ilerlemenin metaforu olarak- tamamlanmamış resimler yapar Aleksandar. Ancak savaş çocukluk çağını/düşlerini kesecek ve Almanya?nın Essen kentine göç eden Aleksandar geçmişle bağını savaş sırasında tanıştığı küçük bir Bosnalı kıza, Asija?ya yazdığı mektuplarla kuracaktır…
21. yüzyılda savaşa, hem de acıları hâlâ sarılmamış bir savaşa dair romanlar yazıldığını görmek, nice yenilerinin yazılacağını ve buna rağmen edebiyatın/sanatın bu çılgınlığa dur diyemeyeceğini bilmek karamsarlık yaratıyor. Aleksandar?ın yarıda kalmış çocukluğu, parçalanmış kimliği, dinmek bilmez bir vicdan muhasebesiyle Asija?nın hayaline tutunuşu Asker Gramofonu Nasıl Tamir Eder? romanını savaş karşıtı edebiyatın başyapıtları arasına taşırken, geride büyük bir hüzün yaratıyor.
Romanın duygusal yoğunluğu Aleksandar?ın aradan on yıl geçtikten, taşlar yerine oturduktan sonra Visegrad?a dönüşüyle daha da katlanmış. Dönüş kararı aldıktan sonra listeler yapmaya başlayacaktır Aleksandar; arkadaşlar, sayfalar dolusu isimler, sayfalar dolusu takma isimler, hatıralar üzerine iddialar, Visegrad?m tüm sokak isimleri, çocuk oyunları, arkadaşı Edin ile birlikte, Hansel ve Gretel gibi bomba enkazının üstüne yaydığıkları beş yüz kalemtıraş da dahil olmak üzere, okuldaki tüm eşyalar, kısacası geçmişin kalıplarını yeniden çıkarmak için liste üzerine liste. Büyükanne?sinin yatak odasında, içinde doksan dokuz tamamlanmamış resim olan dosyadaki resimleri teker teker tamamlamak hayali. Ve on yıl boyunca karşılıksız mektuplar yazdığı Asija?yı bulma umudu…
Kanlı sahnelere, savaşın taraflarına, öldürenlerin kimliğine, kin ve husumate yer vermeyen, zaman zaman eğlenceli sahnelerle aydınlanan romanında, Sasa Stanistic şiddetin dehşetini savaş acılarına maruz kalan bir çocuğun bakış açısını benimseyerek yansıtmış. Öyle bir yansıtma ki, dışarıdan bir sözü gereksiz kılacak kadar saydam. Üstelik güçlü bir kalemi, duygu ve düşünceleri aktarmaya yeterli dili ve teknik becerisi var.
Sona geldiğimizde Aleksandar?ın büyükbabasının mezarı başındaki iç konuşmasını dinlerken savaşların akıldışılığını, insan teklerinde bıraktığı telafisi imkânsız kayıpları ve yitirilmiş bir çocukluğa duyulan özlemi bir kez daha kavrayacaksınız;
?Büyükbaba, hikâyelerinin hepsi aklımda değil ama ben kendin de birkaç hikâye yazdım ve yağmur durur durmaz onları sana okuyacağım. Fikri Nena Fatima?dan, sesi Büyükbaba Rafik?ten, içinden okuyacağım kitabı Büyükanne?den, kollarımdaki damarları şimdi hindistancevizi resimleri yapan oğlundan ve melankoliyi annemdem aldım. Bizden biri olarak kendi hikâyemi anlatabilmeme her şeyi çok özlemem engel oluyor. Drinâ?nın cesaretini, atmacanın sesini, dağlarımızın taş gibi sert omurgasını özlüyorum. Suaygırı?nın sarsılmazlığını ve gerçekten özleyenin coşkusunu özlüyorum. Ama İstasyon Şefi Armin?i de özlüyorum ve Cika Hasan ile Cika Sead?in bitmek bilmeyen kavgalarını, Kiko?nun bacağını, bir kurdu taklit ettiğini unutup kendi sesinden korkan Edin?i özlüyorum. ?Mündung? artık yok, bahçemiz betonla kaplanmış ve Karnabahar, ağaçların isi, şnaps içmek üzere mideler, okul avlusundaki futbol kaleleri de yok. Seni özlüyorum. Ve en çok gerçekleri özlüyorum, içinde dinleyen veya anlatan olduğumuz gerçekleri değil, itiraf eden ve affeden olduğumuz gerçekleri. Anlatmaya hep devam edeceğimize dair birbirimize verdiğimiz sözü şimdi bozuyorum… Sen, iyi bir hikâye bizim Drina?mız gibidir derdin, küçük bir akarsu değil, damla damla akmayan, tez canlı ve geniş, ona katılan başka sularla zenginleşen, kıyıları taşan, fokurdayan, gürleyen, orada ve burada sığlaşıp hafiften şarıldayan değil, derinliklere açılan şelaleler oluşturan bir nehir gibi. Ama bir şey var ki, onu ne Drina ne de hikâyeler başaramaz: Her ikisi için de geriye dönüş yok. Su geriye dönüp başka bir yatak seçemez ve verilmeyen söz şimdi tutulamaz. Boğulan birisi sudan çıkıp havlu isteyemez, başlamamış aşk sonradan var olamaz, bakkal doğmamış olamaz, hiçbir kurşun bir boğazdan çıkıp tüfeğin içine giremez, baraj ya dayanır ya da dayanmaz. Drina?nın deltası yok.?
(*) A. Ömer Türkeş’in 14/08/2009 Tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki’nde Yayınlanan Yazısı

Kitabın Künyesi
Asker Gramofonu Nasıl Tamir Eder?
Sasa Stanisic
Çeviren: Levent Bakaç
Ayrıntı Yayınları
Basım Yılı: 2009
304 sayfa

?Stanisic, uçurumun kıyısında dans eden olağanüstü yetenekli, şeytani bir zekâya sahip olduğu kadar vicdanlı da olan bir yazar. İnsanlık hallerine ilişkin derinlerdeki çelişkileri açığa çıkaran ve bunu yaparken hıçkırıklarla birlikte kahkahaların da atılmasına neden olan başka yaratıcı hikâyeler anlatacağını umut ediyoruz.?
Dona Seaman, The Los Angeles Times

Tanıtım Yazısı
Benim adım Aleksandar Krsmanovic. Öğrenci, torun, mülteci, uzun saçlı, koca kulaklı, hatıraların peşinde. Bir kızı arıyorum. Asija’yı. Savaş zamanındaki aşkımı?

Yugoslavya bölündü, parçalandı. Dostluk öldü, yerini kan aldı. Ortodoks Sırp bir babanın, Bosnalı Müslüman bir annenin çocuğu olarak ben arada kaldım. Ve gözlerim çok şey gördü. O yüzden, askerlerden nefret ediyorum. Beyaz Kartallardan, Yeşil Baretlilerden nefret ediyorum. Ölümden nefret ediyorum. Ölüm Almanyalı bir şampiyondu; ama Bosna’da dünya şampiyonu oldu. Gece atılan kurşunlardan, nehirdeki cesetlerden ve bedenler suya atıldığında çıkan sesten nefret ediyorum. Gözlerimi kapatsam bile, her şeyin öylece duruyor olmasından ve barışa yatıp savaşa uyanmaktan?
O yüzden, her şey eskisi gibi, sevdiğim gibi olana kadar ve aşkımı bulana kadar tamamlanmamış resimler yapıyorum. Benim adım Aleksandar Krsmanovic. Ben tamamlanmamışlığın şef yoldaşıyım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir