Ateş Hırsızları Söylencesi – Emirhan Oğuz ?Ülkesin sen, sonsuz ova ve halk? / ?bu kitapta sen varsın?

(*) Ateş Hırsızları Söylencesi, yirmi yıl önce bir ilk kitap olarak yayımlandığında edebiyat dünyamızda önemli yankılar yaratmış; önce Akademi Kitabevi, ardından Ceyhun Atuf Kansu şiir ödülüne değer görülmüştü. Yirmi yıl sonra yeni baskısı yapılan kitap, yazarın, yine aynı yayınevi tarafından basımı gerçekleştirilen Myndos Geçişi adlı yeni kitabıyla eşzamanlı olarak raflardaki yerini aldı… Anlatılan, uzun ölümlerin ortasında eşkalini unutmuş bir kuşağın hikâyesidir; her şafak saat beşte öldürülenlerin, güneş çiçeklerinin kökleri kurumasın diye yanardağ ağızlarında mağmanın alnına yürüyenlerin hikâyesi. Kitabın hemen başında yer alan, ?bu kitapta sen varsın? ithafı, hayatını devrime adamış bir kuşağın hafızasına yapılmış bir çağrıdır aynı zamanda; bir hatırlama, ?hatırlamayı unutma? çağrısı ki, kitabın en çarpıcı dizelerinden birinde ifadesini bulur: yenilmiş savaşçılara yaseminler verin.
Pablo Neruda?nın Canto General kitabından bir alıntıyla başlayan Ateş Hırsızları Söylencesi?nde Emirhan Oğuz, kendi ülke coğrafyasından yola çıkar. O özgürlük mücadelelerine sahne olmuş bütün bir ülkeler coğrafyasını dolaşır. Özenle, kıskançlıkla ?kollektif hafıza?nın şiir yollarında birikmiş izlerini sürer. Ateşi çalmaya gittikleri için lanetlenmiş olanların karanlıklarda yankılanan sesi, öteki kıtalarda Arjantinli Mersedes Sosa?nın ?Todavia cantamos? şarkısıyla; karşıda adalar denizinde, Yunanlı besteci Manos Loizos?un Che Guevara için bestelemiş olduğu ?mavi ölüm ağıdı? ile buluşur. İrlanda mezarlıklarında inadına, acı bir türkü olarak söylenen ?Asthown road? türküsünün bu topraklardaki karşılığı ?axagorn?dur. Gömüt toprağıdır axagorn; ölümün sayıklayan dehşetidir, kara bir çiçektir, Kara Gül?dür, hayatımızdaki, hayatımızın içinden geçen bir şiirdir; zincir, kelepçe ve tüfekle yakalamak için gidenlerin, şair olmadıkları için elleri boş döndükleri, sadakatin ve direnişin şiiri. Uzun karartma gecelerinde ishakça elyazmasını tekrar tekrar okuyanların, sonraki kuşakların da söylemlerine kılavuz edindikleri ?ateş hırsızları?nın şiiri şu dizelerle biter: ateşi çalmaya gittim…/ ateşi çalmaya gittim gizleme ölüm vaktimi ey ateş ülkesi şiiri/ umudun ateş ülkesiyim küllerimin haritasında ateş söylencesi.
(*) Rozerin Doğan ‘ın 30/10/2009 Tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki’nde Yayınlanan “Gideceğimiz yeri biliyoruz… İzler var” Adlı Yazısı

Son Barikat Beşiktaş İnternet Sitesinde 13 Eylül 2008 Tarihinde Kitaba Dair Yazılan Yazı
Emirhan Oğuz?un ilk şiir kitabı olan Ateş Hırsızları Söylencesi, Cem Yayınları?nın Türk Sanatçıları dizisinin bir parçası olarak 1988 yılında yayımlandı. Daha önce dosya olarak katıldığı Akademi Şiir Yarışması?nda birincilik ödülü kazanmıştır. Kitap büyük boy olarak basılmıştır. Şilili şairbaba Neruda?nın Canto General?inden ?Ülkesin sen, sonsuz ova ve halk? sözüyle ve ?bu kitapta sen varsın? ithafıyla başlar. 1985 Kasım?ında Sağmalcılar?da yazılmış ve bir kuşağın kimliği haline gelerek efsaneleşmiş ?Yaşam Şuncağız Bir Şey İşte? şiiriyle açılan kitap Derin Akışlı Su, Ateş Hırsızları Söylencesi, Bir Akşam Kente Dönmek, Ay Sürgünü adlarını taşıyan her biri kendi içinde özenli bir bütünlük gösteren bölümlerden oluşur. Hasan Bülent Kahraman?ın 1980 sonrasındaki şiirin ana mecralarından biri olarak tespit ettiği Ateş Hırsızları Söylencesi, güçlü otobiyografik göndermelerle iç savaştan çıkmış yorgun bir ülkenin namuslu ve cesur insanlarını anlatır. Ülkemizle benzer kaderleri paylaşan Arjantin (genel olarak Latin Amerika da denebilir) ve Filistin gibi ülkelerle ve onların halklarıyla ortaklaşmaların altı direniş vurgusuyla çizilir. Ateş Hırsızları Söylencesi?nin şairinin tutumuyla da ilgili nedenlerle yeni baskıları yapılmamıştır. Galatasaray Lisesi mezunu olmasına rağmen çocukluğundan beri Beşiktaş taraftarı olan ve hâlâ maçları tirbünden takip eden şairin kitabını bugün bulmak neredeyse imkânsızdır. Yeniden basılması ümidiyle ?iddianamelerde mücrim zemheride mülteci? olanlara selam ederek kitabın 34. sayfasında yer alan ?Filistin La Ville Martyre? adlı şiirin üçüncü bölümünü sunuyoruz.

Yüreğin/mülteci barikatlardan almış rengini
kıyımlarla erimeyen çelik
filistin?li kardeşim

öfke
böylesine ayaklanırken içimde
nasıl bağdaştırayım, gözlerinin ışıltısı ile bozgunu
daha seninle
kışlık saray?ların merdivenlerini çıkacağız
uzun yürüyüş?lere çıkacağız daha seninle
kardeşçe üleşip acıları
bir korugan
akdeniz?den şeria?ya
omuzbaşında sürgün halkların

yüreğim/göçmen kartalım
kıyımlardan dönüyorsun yine
ağır yaralarınla
diretmişliğinle utkun

Kitabın Künyesi
Ateş Hırsızları Söylencesi
Emirhan Oğuz
Kırmızı Yayınları,
2009, 144 sayfa

Tanıtım Yazısı
Emirhan Oğuz’un, Ateş Hırsızları Söylencesi’nin yeni basımı, yazarın Myndos Geçişi adlı yeni kitabıyla aynı zamanda okurla buluşuyor.

Hem karakışta, hem sıcağında temmuzun
ocakta ateş cılız, ağaç da gölge vermez
babalarımız
nedir ki donduran ayaz, kavuran güneş nedir
elleri oğul hasretinde… düşleri kar çiçeği ülke

Ateş Hırsızları Söylencesi
ateşi çalmaya gittim promete’nin dağlara zincirli bileklerinden

geçip buzakesmiş yanardağ ağızlarında uğuldayan rüzgâr mızraklarından

geçip ateşalmış buzul ırmaklarındaki ince su damarlarından

ateşi çalmaya gittim ikarus’un yanık kanatlarını ahi evran çeliğiyle sararak

geçip spartacus’un bir dağ yamacında gömülü duran kılıç ışıltısından

geçip bedreddin’in sıska bir söğüt dalı altında ıslanan rahlesinden

ateşi çalmaya gittim tanrıların yıldırımlarını çelimsiz ellerimle yararak

ateşi çalmaya gittim

ve yenildim, ricat yollarından geri çekiliyorum bayraklarımı toplayarak

gecede yıldız var ve ay öksüz bir şarkıcıdır uzun yoldan gelmişim

şimdi rüzgâr esecek şimdi mavi bir kuş yaylımı ayışığının kanadında

kirpiklerime üç damla ışık düşürecek, üç damla yıldız ışığı kirpik uçlarıma

şimdi rüzgâr esecek şimdi gecenin en güzel vakti demirörgünün saçağında

şakaklarıma üç tel sarmaşık düşürecek, üç asma sarmaşığı şakak duvarlarıma

şimdi rüzgâr esecek şimdi haziran sağnağı dalbastı kirazların şıvgasında

dudaklarıma üç yaprak su düşürecek, üç ırmak yaprağı dudaklarımın kuytusuna

şimdi rüzgâr esecek şimdi gecenin en ölüm vakti göğsümün ateş yollarında

gözlerime tuz ölümler düşürecek, üç kök kerbelâ tuzu gözlerimin kovuğuna

gecede yıldız var ve ay öksüz bir şarkıcıdır uzun yoldan gelmişim

gecede karınca yolları var ve ay öksüz bir şarkıcıdır uzun yoldan gelmişim

uzun yoldan gelmişim gökkuşağının ağılı bir tırpanla biçildiği çağlardan

haramiler kesmiş suyun başını., yolların bacını verip gelmişim

uzun yoldan gelmişim ülke rüzgârlarının paslı bir kantarmayla gemlendiği

işgal taretleri dişlemiş kıyılarımı ve ocağımı söndürmüş zabitan (çağlardan

ben çapraz asmışım yüreğimin ayasına fişekliğimi.. ilk kurşun zehrini için

(gelmişim

uzun yoldan gelmişim dağ ateşlerinin kör bir mavzerle karartıldığı çağlardan

kanlı bir rüzgâr gibi geçmişim ay uçurumlarından ve küle tohum serpmişim

bir çayırkuşları aldanmış harladığım köze bir de o eşkiya dili koyakların

ve askeran kesmiş yolumu hükmüm kesilmiş., nevruz alazlarında yanıp gelmişim

uzun yoldan gelmişim yalnız kuşbazların taş tabutluklarda çürütüldüğü çağlardan

kutsal bir kitap gibi taşımışım koynumda eski söylencelerin ceylan derisine

(kazınmış umudunu

demişim zeytinin karasında akşam ve başağın sarısında seher

yazılmasın mülkiyetine bir bezirgan zulmetin, avuçlarımdan çatalkaralar

(uçurmuşum

ve akmış sansaryan hücrelerine ebabil öfkelerimin ince soluğu.. öfkemin

(adını bilip gelmişim

uzun yoldan gelmişim haziran ateşçilerinin tank setleriyle durdurulduğu

(çağlardan

bakmışım emeğim üvey evlât ve şerit anama sövmüş ve çökmüş böğrüme duvar

oturmuşum loş bir mahzende kırık bir portakal sandığı üzerine, ışığa bakmışım

ellerime benzeyen eller görmüşüm ve kenetli avuçlarda yarınımın yazgısı

ve abanmışım da bir sabah sağır vardiyalarda sürgünken şalterin kolu

sımsıkı tutmuş alanların kapısını zadegan., adımlarımın diyetini verip gelmişim

uzun yoldan gelmişim kent ufuklarının kuduz bir hırızmayla yırtıldığı çağlardan

derelerim kana kesmiş ve asılmış gözlerimin burcuna üç dağın yaftası

öksüz bir evlât gibi sürüklemişim cesedimi bozbulanık niksar uçurumlarında

duvarlara künyem kazınmış ve adımı okumuşlar radyoda, gülümseyerek

(dinlemişim

sonra yeniden okumuşum ishakça elyazmamı uzun karartma akşamlarında

öfkeme yeni hatlar çizmişim, çırılçıplak savurmuşum gencömrümü yakıcı buz

(ışığına

ve saray eşiklerine dayanmışım da yürüyüp dev adımlarla.. çoğalışımın bedelini

(bilip gelmişim

gecede ateş aylası var ve ay öksüz bir şarkıcıdır uzun yoldan gelmişim

uzun yoldan geliyorum kulaklarım çınlıyor vur emriyle arandım

san pus içinde bir çığlıktım aradım kendi yankımı ateş aylalarında

ham bir çağlayı ısırmak gibi birşeydi erteledim gencömrümün kırık aşklarını

sormadım neydi beni savuran o çağ yangınlarının gizemli burgacına

bıraktım çocuk ellerimi dereotlarının gölgesinde yılları ışık hızıyla aktım

ve işledim geçtiğim bıçak yollarındaki çiçek harmanını belleğimin kurşuni

(fanusuna

uzun yoldan geliyorum kulaklarım çınlıyor vur emriyle arandım

gecede ateş aylası var ve ay değirmi bir bıçaktır ölüm yollarında

uzun yoldan geliyorum gözlerim kararıyor risalesini tuttum tarihin

upuzun yatmışım ranzama cehennem göklerde bir yıldız kadar yalnız

şimdi rüzgâr esecek diyorum şimdi biraz daha dallanacak gözkovuğumdaki

(çuvaldız

şimdi kum fırtınası kirpiklerimde şimdi bir kök tuz damarı gözbebeklerim

uzun yoldan geliyorum, kaybolmuş sûrelerini okudum eski kitabelerin

içinde her gece bir çölün boğulduğu ve her sabah bir denizi dirilten söylencelerin

upuzun yatıyorum ranzamda ve ay öksüz bir şarkıcıdır ondan dinledim

takdirî tahfife yer yok azamî hadden hüküm giydim

gecede ölüm mahyası var ve ay değirmi bir bıçaktır hücre penceresinde

takdirî tahfife yer yok, yokluğumda tefhim edildi hüküm

çün cürmüm sabit gırtlağıma pas akıyor vur emriyle arandım

upuzun yatmışım ranzama ateş aylalarında bir kıvılcım kadar yalnız

neyi anlatır bir kıvılcımın yalnızlığı diyorum, ömrümce bu soruyu aradım

bir çığlıkla koşuyor arkadaşların yanıtı hasta siempre comandante

bir direnç türküsü ki yankısı düşüyor blokların çatkısına

gecede ölüm mahyası var, kendi damarlarını ısırıyor kanım

uzun yoldan geliyorum ölüm açlıklarının ortasındayım

kanım kendi damarlarını kemiriyor, uzun açlıkların ortasındayım

bir yıldız tozu kadar yalnızım ışıltılı bir yıldızlar kumlasında

çığlığın çığlığa çarparak büyüdüğü çağlardan gelmişim

gece silah sesleriyle inmiş caddelere perdeler çekilmiş kapılar sürgülü

ve gün silah sesleriyle kopmuş da geceden, gece afişlerinin kıyısında durup

(bakmışım

genç ölüler görmüşüm yaralarına yağmur sızan güzelim ölüler

çocukların oyun taşını kavurmuş toplukırımların rüzgârı

pencereye çakılı gözlerini görmüşüm oğul yitirmiş anaların, iki buz yumağı

ve çığlığımızdan nasiplenen yol yorgunlarını görmüşüm

ışıltılı imgeleri korkuya adamışlar, mırıldanmışlar kendi sarsak acılarını

ben delifişek umutlarla yürümüşüm kırık çitli avlulardan haziran sabahına

ince bir çalıgülü bırakmışım sardunya dallarında ışıyan çiğ tanesine, çıplak ve

(ince

yürümüşüm ve uzun ölümler ortasında bulmuşum kendimi

çiğ tanesine ateş iklimleri düşünce

gecede ölüm mahyası var bize vaadedildi işkence

beynimin etime zulmü bu bize vaadedildi işkence

upuzun yatıyorum ranzada, bir bir açıyorum belleğimin karıncalanmış yiv

(huzmelerini

ateşi çalmaya gittim onlardan biri olarak ve onlar için

bir gölge gibi geziniyorum şimdi eski söylencelerin yitik sûrelerinde

bilincin ete işkencesi bu, upuzun yatıyorum ölüm açlıklarının haziran vaktinde

upuzun yatıyorum adıma hükm’okunmuş çün münkir anılandım

diretmişim uzun geceler bir karartma perdesinin ardında demiraskı ve bakırtel

ölüme kavgaya ve aşka inanıyorum demişim bu yüzden ölümsüzlüğe

bütün öyküm bu üç sözcüğe mühürlü öyküm bundan ibaret

boy boy asmışlar beyazcama doksangün enkazı çehremi

çok sayıda yasaklanmış yayın ve dürbün ve matara ve parka ve zahire

etin zayıflığındandır kimbilir uzun gecelerin kararsız bir vaktinde

türkümüzü unutanlar olmuştur damarları kanırtan cereyan cehenneminde

direncimi dipsiz kuyulara attılar allahsız ve kimliksiz ve yoldaşsız bir ceset olarak

ve fakat çoğu birbirini elevermek suretiyle

diye okudular zayıflığımı bültenlerde

bütün öyküm bu üç sözcüğe mühürlü öyküm bundan ibaret

upuzun yatıyorum ranzada, bir bir geziniyorum belleğimin kurşunî dehlizlerini

uzun yoldan gelmişim kollarımda zebanilerin kanlı tuğrası

direncin dövmesi saymışım biran unutmamışım boz haki zulmetlerde

ne bir satır mektup ne bir dal ılgınotu ne bir sayfa kitap

bir gölge gibi geziniyorum şimdi eski söylencelerin haziran vaktinde

uzun ölümlere yatmışım

ilk kardelen buz iklimlerine düşünce

gecede ateş söylencelerinin sesi var bize vaadedildi işkence

ateşi çalmaya gittim onların lânetlenmiş sureti olarak

(ateşi çalmaya gittim eski söylencelerin rüzgâr ufkuna yazılı hecelerinden

kök çınarlar geçtim ve köpük köpük yelkenlenen başak dönencelerinden

sönmüş ocaklar gördüm paslanmış sacayağı ve bakır leğen

bıraktım ardımda yağmalanmış kışlakların buzrengi cesedini

kaçgunlara düştüm ay ve güneş altında bir hayalet gibi taşıyarak dağlanmış

(suretimi

ve gizledim o eskil tarihimi

yenilmiş kılıçların kendini kanatan kınına

baktım; terin künyesi pas tutmaz dendi ve onların adı terin buhurundadır

kurak çakıl tarlalarına menekşe dikendirler ve teneke kutulara karanfil

hem saltanatlar yıkmışlardır ve payitahtıdırlar imece ülkelerinin

geç ısınır kulakları koyakların yankısına ve en son görendirler dağ ateşini

ama kan yuvaya döner ve gecikmiş evlât gibi basarlar bağırlarına

sararmış sayfalara büyük harflerle yazdım dağıttım en ücra köşelere

kan yuvaya döner, bir gün mutlaka diye adlar koydum şiirlere)

ölüm açlıklarının ortasındayım onların lanetlenmiş sureti olarak

uzun açlıkların ortasındayım, kaç gün oldu sanrılar geçiyor gözlerimden

hep aynı çanıltıyla açılıyor mazgal, açlığımı soruyorlar apoletlerinin içinden

ekmek kokusu sarmış koridoru ekmeğin mayası tuz kabuğu kül

sürükleyerek taşıyor çuvalı gardiyan, hışırtısı midemi deliyor

şimdi gül reçeli mi olur balı damlayan şeftali mi köpüğe kesmiş ayran mı yoksa

bütün anneler iyi aşçıdırlar damağımı yokluyor annelerin gül desenli sofrası

genzimde kekre bir tad, her yutkunuşta zifirî bir kezzap damlıyor karın boşluğuma

uzun açlıkların ortasındayım, nöbetçi kulesinin gölgesi düşüyor duvarlara

uzun açlıkların ortasındayım, kaç gün oldu sanrılar geçiyor gözlerimden

şimdi yağmur esecek diyorum şimdi eylül sağnakları kondu avlularında

güçlükle doğruluyorum ranzadan, ağır ağır yürüyorum pencereye uzanan yolu

gecede karınca yolları var diyorum gökyüzü yıldız gözeleriyle dolu

dirseğimi dayamışım pervazın kıyısına, demire sürtünüyor çenem

şakağımda takılıyor alnımdan süzülen damla, anlıyorum sakalım uzamış

gecede yıldız düğünü var diyorum ve ay öksüz bir şarkıcıdır şapka açar yıldızlara

birdenbire parolaların değişme vakti, birdenbire yitiyor ışık

gün ışısa diyorum, parmak uçlarımla dokunuyorum karanlığa

uzun açlıkların ortasındayım, nöbetçi kulesinin gölgesi düşüyor duvarlara

gecede ateş söylencelerinin sesi var, yankılanıyor aykaranlıklarda

ateşi çalmaya gittim onların lânetlenmiş künyesi olarak

?????????..

(Ateş Hırsızları Söylencesi kitabında aynı adı taşıyan şiirden bir bölüm)

Plaza De Mayo Anneleri

<>

künyemde onbeşbin ad okunuyor

hem derin uçurumlardayım hem kör dehlizlerde

her evin temel çukurundayım

mezarım belirsiz

yedi yıl yirmiyedi mevsim anne

kurudu kanım tank paletleri altında

törenleriyle sirenleriyle çiğnediler cesedimi

gözlerimi kara çaputlarla bağladılar

çaldılar benden günü geceyi

gördüm kaç genç kızın gelinliğini kirlettiler

kaç bebeğin beşiğini sarstı postalları

gördüm anne

çelik miğferleriyle tuttular sabahın kapısını

sorgulara taşındım

mitralyöz tarakaları yaladı

çiçek tarhlarında çürüyen saçlarımı

dinle anne

bir desparesido?nun kurşun geçmez sesiyim

beni bir dağın kıyısında vurmuşlardı

mezarım belirsiz

erimiş gözlerinin menevşe vakti

yirmiyedi güz yaşlanmışsın anne

kayısı dallarından süzülen yağmur damlası gibi

akardı ayışığı boynundan omuzlarına

rüzgar ıhlamur kokusu getirirdi dağdan

ocakta közler ışıldardı

kıvılcımlar uçururdu ateşböceklerinin ışığına

ölü demire can veren elleri babamın

çocuk gözlerimizde duyardık anne

göçer kemanların çağrısı gelirdi uzaktan

koşar gelirdi ablamın ezgili sesine

acı aşk şarkıları kır gecesinin

dinle anne

bir desparesido?nun ağıt tutmaz sesiyim

beni bir gecekondu avlusunda vurmuşlardı

mezarım belirsiz

dumanrengi bir gökyüzü anne

çökerdi karanlık sokaklarına akşamın

oturup camın kıyısına yolumu gözlerdin

kirpiklerine değerdi pervazdan sızan rüzgâr

kulağın kapıda korkuyla ürperirdi yüreğin

dışarda kar anne karda ayak izleri

neyi anlatırdı geceye bırakılan kâğıtlar

onlar hiç ana sütü emmemişlerdi

ve anaları hiç oğul emzirmemişti onların

birağızdan söylenmemiş türkülerle ışıyacaktı

gün bizim sokaklarımızdan akacaktı kentlere

dinlerdi gözlerin iri iri açılırdı

bugün haftanın dördüncü günü anne

son perşembesi eylülün

mayıs meydanı?nda ilk çiçeklerini açıyor bahar

ve başörtün

ülkemin mavi kelebekleri gibi

dalga dalga uçuyor saçlarında

bir öfkenin öce yargılı sesisin anne

sarmışlar çevreni sırmalı kollarıyla

parmakları tetikte dirsekler kenetli

kaçırıyorlar gözlerini gözlerinden

gizlemeye çalışıyorlar yüzlerini

susturmak istiyorlar acı aşk şarkılarını kır gecesinin

silmek yok etmek istiyorlar kardaki ayak izlerini

seni yirmiyedi güz yaşlandıranlar

sana plaza de mayo?nun delisi diyorlar anne

çelik yelekleriyle uykularını basıp

gelinlik kızlarına saldıranlar

sana perşembe?nin delisi diyorlar

bugün haftanın dördüncü günü

ilk perşembesi ekim?in

mayıs meydanı?nda yuvalarını kuruyor kırlangıçlar

ve senin yumruklaşan ellerin

tıpkı sonsuz toprakları gibi ülkemin

doğacak günü taşıyor avuçlarında

bir acının sevince yazgılı sesisin anne

yolumu bekleyen gözlerin

bir daha göremeyecek karda savrulan atkımı

o emekçi ellerinle saçlarımı saramayacaksın

ama üzülme

gölgemin değdiği duvarlardan

tülden bir esintiyle geçecek mayıs sabahı

gün gelecek

sevinçle savurarak sigara dumanını

şarkılar söyleyecek fabrika kapılarında kardeşim

ve sen her Perşembe geleceksin

ve mezarımın toprağını hep gizleyecekler senden

bugün dördüncü günü haftanın

acıyı ve özlemi

umudu ve öfkeyi çağırıyor mayıs meydanı?nda toprak

duy çağrımı

ağarmış kızılderili alnınla gel anne

yorgun bilekleriyle ayaklarının

yurdumun uçsuz bucaksız pampaları gibi

üretken öpülesi ellerinle gel

toplumezar çiçeklerinden topla türkümü

türkümü söyleyen melez sesinle gel

listelerde onbeşbin kayıbım anne

onbeşbin ölü

onbeşbin kayıp

Eylül-Ekim 1983
(Ateş Hırsızları Söylencesi?nden)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir