Ayşe Kaygusuz’un Öykülerinde Anlamsal Yapı – Mehmet Akif Tutumlu

Ayşe Kaygusuz’un öykülernideki anlatı mesafesine baktığımızda mimetik olmaktan çok diegetik bir yazı kipinin egemen olduğunu söylemek mümkün: Genelde anlatıcının öyküyü doğrudan anlattığı bir yazınsal dil. Olayın aktarımı ise genelde birinci planda olmakla birlikte, anlatıcının fikir dünyasını dolaylayıp betimleyen bir dramatik kurgu niteliğinde yazınsal söyleme eklemlenmekte.
Ancak bu kısa bildiride amacım, Ayşe Kaygusuz’un öykü dilini inşa ederken kullandığı teknikleri ve söylem tarzlarını çözümlemek değil, öykülerindeki anlamsal yapıyı anlamaya çalışan bir yaklaşım ortaya koymak. Kitaptaki birkaç öykü hariç, çoğunluğu için söylenebilecek olan, öykülerdeki anlam kurucu merkezi öznenin anlatıcı ben olduğudur. Anlamın ontolojik inşası ise, bireyin, şimdiki zaman kipinde yaşayan bireyin büyük kentte varolma savaşımı. Bu varolma, daha doğrusu varkalma savaşımı öykülerin tek motifi değil elbet.Bir yalnız kadının, tek başınalığını taşıma kapasitesi ve bu kapasitenin toplumsal yapılar tarafından bozguna uğratılma riski.

Ayşe Kaygusuz

Kadının cinsel ve ruhsal varoluşu. Kendini oluşturma, kendini dönüştürme yönünde güçlü bir umudu dillendiren düşünsel söylem. Ne var ki her zaman aynı kesinlikte dile getirilmez: bazen ikircikli, sözgelimi Bastırdıklarımız öyküsünde olduğu gibi.Annelikle sevgili rolü arasında salınan duygular, duygulanımlar…Bazen cinsel arzunun nesnesi olmayı reddeden, sevilmeyi, anlaşılmayı talep eden ve ilişkiye geniş ufuklu bir erotizmin içinden bakayı öneren bir düşünüm ve ifade biçimleri,Yutkunda da olduğu gibi…
Kadına yönelik şiddete karşı bir tepkiyi dile getiren öyküler: Kaynanasının sembolik şiddetine fiziksel şiddet kullanarak ortak olan kocanın eylemi. Kırılan burnunu ve akan kanları avuçlayan kadının dramı : Duvardaki Kan.
Susmak ! öyküsünde de, kocasının zamansız cinsel ilişki talebine hayır diyen kadının hakaretlere, dayaklara maruz kalmasını diyaloglar çerçevesinde aktarır yazar.
Aynı duyarlılık, kadını hedef alan cinsiyet ayrımcılığına da gösterilir :İşçi bir ailenin kızı olan Aydan, evli bir kadın olarak tüm enerjisini kocasına yardımcı olmaya, ev işlerini yapmaya ve koşulsuz bir itaate özgülemiştir. Kendisi için tek anlamlı eylemi, kendi köyüne bir parti toplantısı için giden arkadaşlarına katılmak olur. Ancak bu eylemi, köylü bir köken ve zihniyete sahip eşi (Koray) tarafından hiç de hoş karşılanmaz. Eşi bu eylemini sorgulayıp mahkum etmekle kalmaz onu hırpalama başlar. Ancak Aydan bu tavra, baskıcı tavra pabuç bırakmaz, savaşımını sürdürür ve öykü, bu savaşın zaferiyle sonuçlanır (Kadının İçindeki Siyaset).

Mehmet Akif Tutumlu

Ölü Bebeğim’de öykünün kadın kahramanı yeni bir iş kurmak için başka bir kente gider,umut doludur, orada eski bir arkadaşıyla buluşur, kente geliş amacını soran arkadaşına,”Yaptağım işin tadı tuzu kalmadı. Bıraktım. Cesaretimi, girişimciliğimi, becerimi bir araya getirerek, niitelikli ve ileriye yönelik bir iş kurayım istedim. Bilirsin üretmesini severim”, der. Ancak arkadaşının yüzünde üzgün, endişeli bir ifade belirir, sonra sahah haberlerindeki ekonomik kriz haberini aktarır öykünün başkişisi kadına. Bebeği ölmüştür kadının, hem de doğmadan, bu bir zehirlenmedir, öykü bu iç düşüncelerle, dahası bu iç yıkımla sona erer. Bu öyküde de kitaptaki birçok öyküde olduğu gibi bireyin- bu çoğu zaman kadındır- kendi maddi, biyolojik varolma mücadelesini giderek eriyen bir umut zemini üzerinden vermeye çalışır yazar.
Aynı mücadele kimi zaman çocuk dünyası üzerinden aktarılır. Çalınan Çocukluk Umutlarında iki can arkadaş, Aydın’la Hasan, büyük hevesle sabahın köründe kalkıp akşama kadar salyongoz toplarlar. Yine büyük bir heyecanla topladıkları bu salyangozları poşetleyip çarşının yolunu tutarlar. Ancak çarşıda çocukların saldırısına uğrarlar, kendilerini savunmaya çalışsalar da boşuna, çocuklar aç kurt gibi saldırıyorlardı. Poşetler yırtılır, etrafa saçılır salyongozlar. Salyongozları saldırgan çocuklara kaptırdıkları gibi bir de dayak yerler onlardan daha büyük, genç bir çocuktan : ” Kendilerini yerde buldular. Ezi-len salyangozlar yapış yapış bulaşmışı ellerine, yüzlerine, ıslak giysilerine. Güçleri tü-kenmişti. Ağlamayı da becerememişlerdi. Gözlerinden kin ve nefret kusarak kalktılar, uzaklaştılar.”
Yazarın anlam dünyasını inşa eden temalardan birisi de şiddete, savaşın getirdiği korkunç yokedici, aşağılayıcı şiddete karşı tavır. Yazar bu tavrını, öykü kahramanı kadın ile torunu arasındaki diyalogla ortaya koyar. Uzam, savaş görüntülerini ( özellikle bir ada-mın kucağında taşıdığı, kolu kopmuş kanlar içindeki bir çocuğun görüntüsü) art arda veren Tv ekranı. Duymadınız mı ?, bu minval üzerinde çocuğun anneannesine sorduğu nedensel sorular ile anneannenin bunlara bocalayarak verdiği yanıtlar içinde gelişip, barış temasıyla sona erer. .
Öykülerin geneline sinmiş olan iç burkucu, kasvetli hava Yaşama Sevincinde yerini neşeli, daha çok esrik bir ruh haline bırakır. Öykünün kahramanı kadın yine bir başka kente gider, patronundan izin almıştır, hastaneleri araştırır, ama hastalığın ne olduğu belirtilmez öyküde.Ne olduğu tam belirtilmeyen kente geliş amacı gerçekleşmez ama bu durum öykü kahramanı kadının yukarıda değindiğim ruh durumunu etkilemez, yanından geçen taksi üstüne çamurlu su mu sıçrattı, buna üzülüp duracağına, köpürte köpürte küfür eder uzaklaşan taksinin ardından, bir şairin söylemine gönderme yaparak.
Düş/Görüş’teki öyküler için değişmeyen karşı özne ya da tragedyanın karşı karekteri Hayat. Otobiyografik ögelerin baskın olduğu duygusunu veren tüm öykülerde başkişi ise kadın.Bazen evli: Kurumun asli ve yan karakterlerinin olanca baskısına direnen bir kadın.Ama daha çok yalnız, tekbaşına: Evlilik dahil hiçbir kurumun koruyuculuğuna sığınmayan, hep bir varolma mücadelesi veren, varoluşuna bir anlam vermeye çalışan bir kadın..Karşısındaysa, Hayat :sınıflar arasındaki eşitsizliğiyle.bu eşitsizliği yeniden üreten her türlü şiddetle. Özellikle alt sınıfın kadının payına ayırdığı nesne-oluş, maddiyatsız- oluş, dilsiz-oluş, dünyasız-oluş konumları.
Bir arkadaşı Max Frisch’e şu eleştiriyi yöneltir; yaraların kapanmaması için ısrar etmeyi görev edinmiş olmanı şanssızlık sayıyorum, der. Frisch şöyle değerlendirir bu eleştiriyi: Gerçek şanssızlık, içleri cerahat doluyken yaraları sarmak ; anlaşılmamış, kavranmamış, çözülememiş ve bu nedenle de bitmemiş şeyleri unutmak.
Düş/Görüş, yaraları açık tutan bir öyküler toplamı.

Mehmet Akif TUTUMLU

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Eleştiri – Selma Sayar

Next Story

Muzaffer İzgü ile kitabının yasaklanması ve son dönemde artan sansür girişimleri üzerine söyleşi

Latest from Ayşe Kaygusuz

Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ