Başka Bir Uygarlık İçin Manifesto – Fikret Başkaya

Başka Bir Uygarlık İçin ManifestoGündelik hayatımıza dokunan bir manifesto bu. İçinde yaşadığımız sistemle birlikte kişisel tercihlerimizi de sorgulamamıza yardımcı olan, üretimden tüketime, bireyden topluma, doğadan teknolojiye geniş bir çerçeveyi tartışma olanağı sunan…

Nasıl bir ihtiyaçlar hiyerarşisine tabiyiz? “İleri teknoloji” toplumsal ve bireysel olarak bizi ne kadar ilerletti? Geçerli üretim, tüketim ve yaşam tarzı, doğa-toplum metabolizmasını nasıl bozdu? Tarım ve gıda dünyasını kimler rehin aldı? Enerji sorunu ve iklim krizi, insanlığı nereye götürüyor? Bir yıkım ve katliam aracı olarak otomobiller, hayatımızı nasıl kuşattı? Ve çok daha fazlası…

Belki de en önemlisi: Başka bir alternatif mümkün mü?

Başka Bir Uygarlık İçin Manifesto, “neyi, nerede, nasıl üretmeli, nasıl tüketmeli, nasıl yaşamalı?” soruları ekseninde, mevcut özel mülkiyet sistemine alternatifi, müştereklere dayanan yeni bir demokrasiyi de tartışıyor.

Bu özlü ve etkileyici manifestonun yazarı Fikret Başkaya’nın sözleriyle: “Eğer şeylerin ‘gerçeğini’ söylemeye niyetliyseniz, o zaman işe yalanı ve ikiyüzlülüğü teşhir ederek başlamanız, alışılmış genel algının dışına çıkmanız, şeyleri adıyla çağırma basiretini ortaya koymanız gerekecektir. Zira, ‘ilerleme’, ‘modernleşme’, ‘kalkınma’, ‘büyüme’, vb. adına artık insanlığın geleceği riske atılmış bulunuyor! Fakat, tuhaf bir çelişki de söz konusu. Dünyayı bu hale getirenler, kendilerini hâlâ insanlığın ve uygarlığın timsali olarak sunmayı başarıyorlar!”

‘Devrim bizi çağırıyor’ – Erdoğan Aydın 

“Başka Bir Uygarlık İçin Manifesto” adıyla yayımladığı son çalışmasında Fikret Başkaya, içine sürüklendiğimiz yıkım tablosundan çıkmanın muhtemel imkânlarını tartışıyor. “Manifesto bir iddia ve perspektiftir” şeklindeki belirlemesini “Neden böyle oldu ve Nasıl başka türlü olabilir?” sorularının yanıtlarıyla temellendiriyor. Başkaya’la kitabı üzerine söyleştik.
Fikret Başkaya, hayallerimizi inatla yinelemeye, kapitalizmin yenileyip durduğu vitrinin gerisindeki gerçekliği belirginleştirmeye çalışan çınar ağaçlarımızdan biri. Sadece sayısal olarak değil niteliksel olarak da azaldığımız 1990 sonrası dönemde, iddialarını kaybetmemiş, aksine dik duruşu ve arayışlarıyla çoğaltmış, kendisiyle birlikte bizleri de çoğaltmaya ve kavrayışımızı arttırmaya çalışmış aydınlarımızdan biri. Kapitalizmi, “aslolan yorumlamak değil değiştirmektir” diyen Marksist geleneğe uygun olarak devrim için sorguluyor. Yalnızca dinsel gericilik örneklerine değil, burjuva aydınlanmacı tahakküm projelerine karşı da uzlaşmaz bir tutum geliştirir her seferinde. Bu duruşuyla pek çok benzerinden ayrılır ve bu ayrımını sekterlikle savunur. Bu yaptıklarıyla bizi de, onu izleme, öğrenme, sorgulama, tamamlama sorumluluğuna çağırıyor Başkaya hoca. Nitekim yeni çalışmasında da oturanlarımızı ayağa kalkmaya, ayaktakilerimizi daha bilinçli kılmaya, doğru anlayıp doğru yorumlama çabasına anlamlı katkılar sunuyor. Başka Bir Uygarlık İçin Manifesto’nun okunmasına giriş olsun diye Başkaya hocaya bazı sorular sordum.

– Gelinen aşamada kapitalizmin, verdikleriyle kendisi için ihtiyaç yaratan, sattıklarıyla satın alan, rıza ve çaresizlik üreten, çürüten niteliğine vurgu yapıyorsunuz. Manifesto’nuzun öne çıkan bu belirlemenizi tekrardan özetlemenizi istesem?

– Şimdilerde geçerli olan sistem, üretim ve yaşam tarzı XVIII. yüzyılın son iki on yılında peydahlandı, şekillendi ve olgunlaştı. En fazla 250 yıllık bir geçmişi var ama bu kadarcık zamanda bir sürdürülemezlik durumu veya aynı anlama gelmek üzere bir uygarlık krizi ortaya çıkarmış bulunuyor… Aslında uzun insanlık tarihi göz önüne alınırsa bu küçük bir parantez demek. O halde neden böyle oldu ve bu kadarcık zamanda neden bir uygarlık krizi ortaya çıktı? Zira kapitalizm insanlığın normal hali değil bir sapmaydı. Kapitalizm demek, öküzün arabanın arkasına koşulması demektir. Orada araç-amaç tersliği geçerlidir. Joseph Schumpeter, kapitalizm için yaratıcı yıkıcılık demişti. Fakat yakın zamana kadar görünür olan sistemin yaratıcı tarafıydı. İnsanlar hep yaratılana bakma, o tarafı görme eğilimindeydi. Belirli bir eşik aşılınca sistemin yıkıcı tarafı da görünür olmaya başladı. Kapitalizm sınırsız büyüme ve genişleme eğilimine ve dinamiğine sahip bir sistem. Her seferinde daha çok üretmeden yol alamaz. Velâkin bu dünyanın kaynakları da sınırlı… Şimdilerde artık yıkıcılık yaratıcılığın önüne geçiyor. Başka türlü söylersek sistem çözdüğünden daha çok sorun yaratmadan yol alamıyor. Birinci sorun bununla ilgili ve ikincisi, sistem sadece insanî-sosyal kötülükler-olumsuzluklar yaratmakla kalmıyor bir de ekolojik kriz veya aynı anlama gelmek üzere bir gezegen riski de ortaya çıkarıyor. İşte bu ikisinin diyalektiği durumu daha da kötüleştiriyor, sürdürülemez hale getiriyor. Bunak kapitalizm artı sadece açlık, yoksulluk, işsizlik, sefalet, üretmiyor, sosyal eşitsizliği derinleştirmiyor, insanî yabancılaşmayı azdırmıyor aynı zamanda canlı yaşamı da riske atıyor. Artık öyle bir tablo ortaya çıkmış durumda ki bu durumuna vakitlice müdahale edilmez, aracın direksiyonu sola çevrilemezse geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayabilir. İşte manifestoda ısrarla vurgulamak istediğim bu. Bir de şu: Şeyler böyle oldu ama bu durum, bu sonuç bir takdir-î ilahinin eseri değil. Bizzat insanların neden olduğu, yarattığı bir şey. Eğer öyleyse başka türlü de olabilir demektir. O zaman düşünce tarzımızdan başlayarak her şeyin radikal bir değişime uğratılması gerekiyor. Aslında bu devrimi, radikal bir dönüşümü davet eden bir dururum ortaya çıkması demektir. Devrim bizi çağırıyor da diyebiliriz.

‘LAİKLİK OLMADAN MODERNİTEDEN SÖZ ETMEK ABES’

– Kapitalist moderniteye karşı kategorik bir duruş sergiliyorsunuz ama moderniteye karşı değilsiniz. Başta laiklik savunusu olmak üzere bir dizi ayrıntıda bunu görüyoruz. Buradaki ayrımı ve nasıl bir modernite öngördüğünüzü açıklar mısınız?

– Modernite başka şey, kapitalist modernite başka şey. “Modernite”, insanlar bireysel ve kollektif olarak tarihlerini yapar, Pre-modern dünyadan radikal bir kopuş demektir. Pre-modern dünyayı şekillendiren düşünce tarzından ve onu belirleyen temel ilkelerden ve kurumsal yapılardan radikal bir kopuş demektir. Bu niteliği itibariyle de son derecede önemlidir. Bu, insanlar kendi akılları ve iradeleriyle kendi yaşamlarını belirleyebilirler demektir. Fakat talihsiz bir tesadüf eseri olarak modernitenin tarih sahnesine çıktığı dönem, kapitalizmin de tarih sahnesine çıktığı döneme rastlamıştı. Aydınlanmanın gerçekten var olabilmesi, ete-kemiğe bürünebilmesi, özgürlük, eşitlik, kardeşlik [fraternité] sloganında ifadesini bulanın realize olmasına bağlıydı. Oysa tabir caizse modernite kapitalizm tarafından iğfal edildi. Modernitenin sloganı olan üçlüden, kardeşliğin [fraternité] yerini mülkiyet alınca, işler sarpa sardı. Kapitalizm dahilinde özgürlük de zaten teşebbüs özgürlüğüne indirgenmiş durumda. O zaman da tabii eşitliğin de bir kıymet-i harbiye kalmazdı ve maalesef kalmadı. Marx, radikal bir modernite eleştirisi yaparak denklemde mülkiyetin çıkarılıp kardeşliğin [fraternité] onun yerine almasını önermişti. Zira özel mülkiyetin olduğu yerde modernitenin iğdiş olması kaçınılmazdı ve maalesef öyle oldu. Kapitalist modernite söyledğim gibi özgürlük, eşitlik ve mülkiyet üzerinde yol almaya devam etti. Oysa özel mülkiyet geçerliyken özgürlüğün ve eşitliğin bir kıymet-i harbiyesi olmazdı. Elbette laiklik olmadan moderniteden söz etmek abestir.

‘DEVRİMİN NE ZAMAN PATLAYACAĞI BELİRSİZDİR’

– Kapitalist modernitenin bize vereceği hiçbir şey olmadığı vurgusu ve bunun gerek olgusal gerekse de perspektif olarak gerekçelendirilmesi kitabın belirleyeni olarak büyük önem taşıyor. Bu anlamda ciddi bir ihtiyaç karşıladığını düşünüyorum. Ama ben bir tahlil kitabını aşmak anlamında bir manifesto okumaya oturduğumdan, “Nasıl başka türlü olabilir?” sorusunun yanıtında eksik kalındığı izlenimi edindim. Günümüzde sosyalizmin en temel sorununun, uygulanabilir bir rejim olarak kendini nasıl kuracağı konusunda ikna edici argüman eksikliği olduğu düşünülürse kapitalizmi aşan bir adalet toplumunun hem anlamına uygun hem de mevcut küresel kuşatma altında kendini nasıl üretip çoğaltacağı sorunu açısından neler söylersiniz?

– Manifesto, nelerin neden olmayacağından ve olmaması gerektiğinden hareket eder, oradan itibaren de bir perspektif sunar. Fakat nelerin olmayacağı, belirli oranda nelerin olabileceği sorusunun cevabını kısmen de olsa içerir. Bu durumdan nasıl çıkılabilir sorusu, aracın direksiyonunu ne tarafa kırmak gerektiği hakkında da bir fikir verir ama nihai tahlilde manifesto başı-sonu belli dört dörtlük bir program demek değildir. Zira program doğası geri politik bir mahiyet arz eder ve politik öznenin veya öznelerin eseri olabilir. Elbette öyle bir programın bu günden hazır edilmesi hayatî önem taşıyor. Zira insanlığın ve uygarlığın içinde bulunduğu durum söz konusuyken artık devrim her zaman mümkündür ama ne zaman patlayacağı da belirsizdir, öngörülebilir değildir. Zaten tanımı gereği devrim de öyle bir şey. Dolayısıyla vakitlice bir “acil program” hazırlanıp kamuoyunun bilgisine sunulmalı. Tabii öyle bir şey yapmaya girişirken “XX. yüzyıl devrimleri neden başarısız oldu?” sorusu mutlaka sorulmalı ve gerekli dersler çıkarılmalıdır. Zira, sadece mülksüzleştirenleri mülksüzleştirmekle sorun çözülmüş olmuyor. Ezilen ve sömürülen sınıfların üretim ve yaşam araçlarına yabancılaşmışlık durumu sona ermiyor. Bir de tabii demokrasi ve özyönetim gibi kavramlar çok önemli. Onun için örgüt sorununa bu günkünden farklı bir yaklaşım gerekiyor. Geride kalan dönemde sol örgütler burjuva örgütlenme modelinden özde farklı değildi.

‘DEMOKRASİNİN ‘NE OLDUĞU’ KONUSUNDA BİR NETLİK BULUNMALI’

– Temsili demokrasiyi deşifre eden haklı gerekçelendirme ve uyarılara karşın doğrudan demokrasi seçeneğine vurgu yapmışsınız. Burada iki sorum var: Birincisi, doğrudan demokrasiyi kazanmak ve sosyalizm için güç biriktirmekte temsili demokrasinin imkânlarından yararlanma gereği konusunda ne düşünüyorsunuz? İkincisi, temsili demokrasi ve onun kurumları olarak kuvvetler ayrımının, otokratik bir keyfilik adına hızla tasfiye edildiği günümüz Türkiye gerçekliğinde nasıl bir tutum takınmamız gerektiği sorunu…

– Bir kere, demokrasinin “ne olduğu” konusunda bir netlik bulunmalı. Zira, geride kalan yaklaşık iki yüz yılda geçerli olanın demokrasiyle uzaktan-yakından bir ilgisi yoktu. Oligarşik rejimlere demokrasi dendi ve insanlar o yalana inandırıldı. Aslında orada ilginç bir ideolojik manipülasyonla karşılaşmıştık; tanım, mefhum-u muhalifinden giderek yapılmıştı: Monarşi değilse demokrasidir, aristokrasi değilse demokrasidir. Oysa monarşi, aristokrasi değil, oligarşi denmesi gerekiyordu. Netice itibariyle geçerli demokrasi retoriğini teşhir ederek işe başlamak gerekiyor. Kaldı ki zaten bu dünyada temsil diye bir şey mümkün değil. İrade devredilebilir bir şey değil? Şimdilerde demokrasi denilip yere-göğe konmayan insanlarla alay etmek demek ve mesele daha az kötüye razı olmak olmamalı. Bu kokuşmuş ve çürümüş rejim dâhilinde çözüm aramak beyhude. Fakat bir şey var: Sahip olduğunu, elindekini koruyamayanların yeni şeyler kazanması zorlaşır. İçinde bulunduğumuz durum vakitlice zihinsel-entellektüel ve etik bir yenilenmeyi gerektiriyor. Eleştirel düşünce hiç bir zaman bu kadar önemli olmadı. Fakat asıl eksik olan yaratıcı ütopya. İnsanları cezbeden, harekete geçiren ütopya. Yaratıcı ütopya zaafının aşılması da pratik ve teorik eleştirinin gücüne, etkinliğine ve yetkinliğine bağlı. Aslında elimizin armut toplamadığını dosta düşmana göstermemek için hiç bir neden yok! Güce meydan okumak bizim irademizi aşan bir şey değil. (http://www.cumhuriyet.com.tr/, 17 Mayıs 2016)

Başka bir yaşam mümkün: Fikret Başkaya’dan Manifesto – Nazım Alpman

Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durum, koyu bir karanlığa doğru “mecburi yok” levhası gibi dikiliyor. Sadece iktidar değil, adına muhalefet denilen yapılar da aynı çaba içindeler.

İktidarı ve muhalefeti el birliğiyle parlamentonun feshi niteliğinde kararları alabiliyorlar. Zaten uzun zamandan beri ülke kanunlarla değil yönetmeliklere göre idare ediliyor.

Bu durum emek-insan-insanlık cephesinin dışında gelişiyor.

O zaman soru şu:

-Ne yapmalı?

***

Şimdiye kadar yapılanların dışında bir şeyler? Ama ne?

“Artık vakit bugüne kadar bellediğimiz bütün eski yolları terk etme vaktidir!”

Bu alıntı Fikret Başkaya’nın “umut dolu” yeni mücadele kitabı “Başka Bir Uygarlık İçin Manifesto” adlı kitabından yapıldı.

Tıpkı aşağıdaki alıntılar gibi…

“Kapitalist üretim tarzının-kapitalist modernitenin artık ‘Büyük İnsanlığa’ teklif edebileceği bir şey yok.Hiç bir sorunu çözme yeteneği yok. Ama sorunları azdırma, şeyleri çığırından çıkartma potansiyeli çok büyük!”

***

“Eğer ekonomik büyüme sorunları çözüyor olsaydı, onca büyümeden sonra bugünkü sefil durum şu yıkım tablosu ortaya çıkar mıydı?”

Bu çelişik durum, hastalığın tedavisi sayılan ilacın, hastalığın nedeni haline gelmesi sonucudur.”

***

“Bilimsel ve teknolojik gelişme kâr etmenin, sermaye büyültmenin, mülksüzleştirmenin ve yıkımın hizmetinde… Sermayenin büyümesi bir dizi kötülüğün ve olumsuzluğun büyümesi anlamına geliyor.”

“Dolayısıyla; sermaye için iyi olan herkes için iyi değildir!”

***

“Artık genel bir sürdürülemezlik durumu ortaya çıkmış bulunuyor. Tam bir sömürü yağma, talan ve yıkım demek olan kapitalist sistem her ileri aşamada çözdüğünden daha fazla sorun ortaya çıkarıyor. Doğası gereği ‘Yaratıcı Yıkıcılık’ demek olan kapitalizmde yıkıcılık çoktan yaratıcılığın önüne geçmiş bulunuyor.”

“Tabii ‘iyi şeyler’ de olmuyor değil! Dünya milyarderlerinin serveti 2015 itibariyle 7 trilyon doları aşmış durumda. Görünen o ki, kriz durgunluk gibi şeyler milyarderlerin semtine uğramıyor!”

***

“Başarılı demokrasi denilip geçen not alan 26 ülkenin nüfusu dünya nüfusunun sadece yüzde 12’sine tekabül ediyor. Lakin dünya zenginliğinin yüzde 65’ine el koyuyorlar. Kişi başına düşmeyen ortalama gelir 43 bin dolar. Afrika’da ise kişi başına düşmeyen gelir 743 dolar!”

***

Başkaya Manifesto’da radikal bir öneride bulunuyor:

“Artık amaç sistemi değil uygarlığı değiştirmek olmalıdır!”

Yaşam pratiğinde ise şu saptamaları yapıyor:

“Şimdilerde ‘sosyal hareketler’ sahnenin önemli aktörü. Fakat savunmada kaldıkları sürece başarılı olmaları mümkün değil. Daha çok neo-liberalizmin aşırılıklarını sorun ediyorlar. Kapitalizm yeteri kadar hedef alınmıyor! Ayrıca birbirlerinden kopuklar. Ortak bir proje ve paradigmaya sahip değiller. Ancak bu hareketler, yaşamı, yaşam hakkını savunuyorlar. Bu çok önemli! Geleneksel işçi muhalefetinden farklılık arz ediyorlar. Zira işçi örgütleri daha ziyade sömürüyü sınırlamayı amaçlıyorlardı. Sosyal hareketler toplumsal yaşamın tüm veçhelerini kapsıyor ki, bu önemli bir yenilik ve avantaj. Başarı için önemli bir imkân sunuyor!”

***

“Kapitalizmin üstesinden gelebilmek için yeni bir kolektif bilincin ve tabii kolektif politik öznenin yaratılmasına bağlı… Sol muhalefetin kendini yenilemesine bürokratik olmayan, dikel değil yatay ilişkiler üzerine oturan, demokrasiyi kendi bünyesinde yaşatabilen, yeni örgüt modeli veya modelleri keşfedilmesine ve hayata geçirilmesine bağlı!”

***

“Öyle ki toplumu ilgilendiren her konuda ve her şeye dair herkesin bir dahli olsun, hiç kimse dışlanmasın… Ancak o zaman politika yapmanın bir anlamı ve değeri, demokrasi talebinin bir değeri olabilir!

Fikret Başkaya’nın Başka Bir Uygarlık İçin Manifesto’su (Yordam Kitap) Nasıl Üretmeli, Nasıl Tüketmeli, Nasıl Yaşamalı sorularına da cevaplar arayıp önerilerde bulunuyor. Sanki içine doğru sürüklendiğimiz gerici karanlık rejimin önüne dikilecek bir fener ışığı gibi yön gösteriyor.

Devrimcilerin “tarihsel iyimserliği” için güçlü ve haklı veriler sunuyor!
http://www.birgun.net/, 23.05.2016

Kitabın Künyesi
Başka Bir Uygarlık İçin Manifesto
(Nasıl Üretmeli, Nasıl Tüketmeli, Nasıl Yaşamalı?)
Fikret Başkaya
Yordam Kitap / Kuram / Siyaset Dizisi
Türkçe
256 s. — 2. Hamur– Ciltsiz — 14 x 20 cm
İstanbul, 2016

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir