Hatay Tabip Odası Başkanı Selim Matkap ile Söyleşi / Musa Artar

Selim Matkap

A D A / İT İZİ AT İZİNE KARIŞIRKEN
Dünyayı sarsan, tarihin akışına yeni bir yön veren olaylar söz konusu olduğunda hep merak etmişimdir: ?Acaba o süreci canlı canlı yaşayan kaç insan bu büyük günün ayrımındaydı??
Biz de hem ülke olarak hem de küresel anlamda çok ciddi dönüşümlerin yaşandığı bir süreçten geçiyoruz.
Atatürk Türkiye?sinin, ?1. Cumhuriyet? diye adlandırıldığı tarihsel bir dönemeci yaşıyoruz. Eğer çözemezsek, bizi çözecek sorunlarla boğuşuyoruz. Aynı ülkenin insanlarının % 50?si ileri demokrasiye (!) doğru yol alındığını düşünürken, geri kalan % 50?si olarak, yitirilen cumhuriyet kazanımları için ağıtlar yakıyoruz. Kısacası, her anlamda at izi it izine karışmış durumda?
?Yeni Dünya? dediğimiz coğrafyalardaki doğa dostu yerli halkların, doğadaki izleri çözümleme yetenekleri olduğunu biliyoruz. Bize hiçbir şey söylemeyen izler, onlara dile gelir, ne zaman, kim tarafından, nasıl oluşturuldukları konusunda her şeyi kulaklarına fısıldarlar.
Marx?ın önerdiği, ?doğa? ve ?toplum? diyalektiğindeki koşutluk, toplumsal izlerin de, tıpkı doğadaki izler gibi çözümlenebileceğini öngörüyor.

Biz de, son birkaç yıldır Antakya?da, Türkiye?de ve dünyada olan bitenleri, ?toplum?un dilinden anlayan bir dostumuzla, Hatay Tabip Odası Başkanı Dr. Selim Matkap?la çözümlemeye çalışacağız.

Musa ARTAR: Selim Bey, merhaba. Toplumsal konularda duyarlı olan insanlar sizi yakından tanıyorlar. Ama adet olduğu üzre, sizi tanımakla başlayalım söyleşimize. Sizi oluşturan sosyal koşullar bağlamında kendinizi tanıtabilir misiniz bize?
Selim MATKAP: 1971 yılında Antakya?da doğdum.Çocukluğum iç karışırıklıklar ve darbe, gençliğimse 12 Eylül? ün oluşturduğu kesif baskı ve pasifizasyon atmosferinde geçti.Yasak kelimeler, sakıncalı isimler, toplatılmış kitaplar, siyasi simge diye baskı altına alınmış dillerle dolu bir ülkede yaşadım. Bu iklim insanı ya susmaya ya da nefesi yettiğince mücadele etmeye zorluyordu. Ben de toplumsal-siyasi bilincim oluşmaya başladığından beri sorunlarımızın çözümüne katkıda bulunmak için çalıştım. Meslek örgütleri, çevreci kuruluşlar ve sendikalarla elim yettiğince çağdaş ve demokratik bir Türkiye için mücadele ettim.

Musa Artar

MA: Türk Tabipler Birliği, geleneksel olarak toplumsal olaylarda oldukça duyarlı bir örgüt. Başkanı bulunduğunuz Hatay Tabip Odası?nı da bu gelenekten ayrı düşünemeyiz. Bu yoğun ilginin ve sağlıklı refleksin nedenleri nelerdir sizce?
SM: Meslek örgütleri toplumsal meselelerin röntgenini en derin ve en doğru çeken kurumlardır. Meselelere bu kadar hakimken suya sabuna dokunmamak mümkün mü? Uygulanan yanlış sağlık politikalarının sağlık harcamalarını kaç kat arttığı ortada. Peki bunca harcama sağlıklı bir toplum oluşturdu mu? Kaçımız kendini sağlıklı hissediyor? Ne hastaların, ne doktorların, ne de yardımcı sağlık personelinin memnun olduğu bu sistemi kim kurdu? Hastanelerin adım adım şirketleştirilmesine ilk günden karşı çıktık. Hastaların müşteri gibi görüldüğü bu sistemin nereye varacağını ilk günden söyledik. Bugün katbekat artmış sağlık harcamaları, hastanelerde her gün yaşanan şiddet olayları ve hastaların ödemek zorunda kaldıkları ilaç ve muayene katkı paraları ile karşı karşıyayız. Bir de hekimliğin toplumsal meselelere sahip çıkma geleneği var. Kurtuluş Savaşı kadrolarındaki hekimlerden Latin Amerika?nın devrimci doktorlarına kadar bu köklü bir gelenektir.

MA: 2000?li yılların Türkiye fotoğrafını çekmenizi istesem? Nerden gelip nereye gidiyoruz? On yıl sonranın Türkiye?sini nasıl tasavvur ediyorsunuz?
SM: 2000?li yıllar Türkiye?nin 90?larda başlayan küresel kapitalizme eklemlenme sürecinin tamamlandığı yıllar olarak başladı. AKP iktidarı ile birlikte Cumhuriyetin tüm iktisadi kazanımları, stratejik ya da sembolik değerlerine bakılmaksızın yerli-yabancı sermaye gruplarına satıldı. Bir yandan birikimlerimiz elden çıkarılırken diğer yandan ülkeyi sessizce kasıp kavuran taşeronlaşma harekatı yürütüldü. İş güvencesi olmayan, asgari ücrete memnuniyetle razı, en temel özlük haklarından yoksun bir çalışma biçimi devlet kurumlarında yaygınlaştırıldı. Sosyal yaşamda ise yukarıdan dayatılan dindarlaşma ile adım adım dinin tek bir yorumunun tüm bireylere dayatıldığı bir otoriter devlet haline geldik. Alınan yüksek oy oranlarının verdiği özgüvenle öğrenci evlerinden, kürtaja özel hayatın her santimetrekaresi başbakanın tasarrufuna tabi hale getirildi.
10 yıl sonra sanırım hala yaralarımızı sarıyor olacağız. Bu siyasi iklim halkımızı çok yordu ve yıprattı. Etnik,dini,siyasi ve hatta yaşam biçimlerine göre parçalara ayrılmış bir topluluk haline geldik. Yeniden bir toplum olmamız için zamana ihtiyacımız olacak.

MA: Türkiye?nin dış politikası, şimdiye dek Hatay?ı hiç bu denli doğrudan etkilememişti. Suriye?deki gelişmeler karşısında hükümetin aldığı tutum, iç siyasa ile dış siyasa arasındaki sınırların ortadan kalkması sonucunu doğurdu. Neden?
SM: Hatay temel olarak birkaç etnik unsurun birarada yaşadığı, ticaret yaptığı, komşuluk ettiği ve hatta birbiriyle evlendiği bir yerdir. Bu unsurlar birbirine saygılı ve bağlı unsurlardır. Hükümetin politikaları nedeniyle şehrimiz ortadoğunun köktendinci gruplarının üssü haline getirilmiş ve Suriye rejimine karşı yürütülen ilan edilmemiş savaşın öncephesi olmuştur. Biz Suriye halkıyla kardeşiz. Tıpkı Irak ve Yunan halkıyla olduğumuz gibi. Hükümetimizin ihraç ettiği savaşı seyretmek zorunda bırakılmak çok acı.

MA: Gezi olayları için çok şey yazıldı, çizildi ve söylendi. Antakya, bu sürecin çok canlı yaşandığı birkaç kentten biri oldu. Filinta gibi üç gencini toprağa verdi. Gerçekten ne oldubitti o dönemde? Ya da gerçekten bitti mi?
SM: Her madde belli bir basınca kadar esner, bükülür; sonrasında ise kırılır. Sanırım Gezi olayları baskıcı iktidara karşı bu halkın kırılmasıydı. Antakya bu gerilimin yanı sıra Suriye gerilimini de üzerinde taşırken yakalndı Gezi rüzgarına. Demokratik haklarını kullanan halkımıza ülkenin her yerinde zorbaca müdahaleler yapıldı. Tarihin affetmeyeceği ve unutmayacağı bir olaydır. Gençlerimize gelince, biz onları toprağa vermedik, onlar artık elimizden ve kalbimizden düşürmeyeceğimiz bayraklarımız oldular. Onlara yapılanların hesabını sormak en temel görevimiz. Ben Gezi sürecinin bittiğini düşünmüyorum, bir tohum ne kadar bitmişse Gezi de o kadar bitmiştir.

MA: Bir demokratik kitle örgütünün başkanı olarak, doğaldır ki yerel yönetimlerle de ortaklaştığınız ya da karşı karşıya geldiğiniz çalışma alanları vardır. Bu konudaki değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
SM: Sağlıklı bir yerel yönetim meslek örgütleriyle içiçe yönetir kenti. Mimarlara danışmadan şehri, hekimlere danışmadan sağlığı planlamaz. Ancak bu demokratik ülkeler için geçerli bir durum. Bizim gibi ülkelerde herşeyi herkesten iyi bilen otoriteler danışmadan, paylaşmadan yönetiyor şehirleri. Biz belediyemizi meslek örgütleri ve diğer sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte yöneteceğiz. Kapımız sözü olan her insana ve örgüte açık olacak.

MA: Tıp fakültelerinin mezunları genellikle doktor olsa da (!) nicel ve nitel yönden zengin sanatçı mezunları da var. Sizin de bağlama çaldığınızı ve ilginizin bununla sınırlı olmadığını biliyorum. Nereden geliyor bu ilgi?
SM: Bağlama içine doğduğumuz türkülerin sesidir, Anadolu?yu hissetmiş, sevmiş herkesin kalbine dokunur bağlama. Ben de türkülerde kendi duygularımı bulduğum için çalıyorum bağlamayı. Müziği hissetmeyen insanı da hissedemez diye düşünüyorum.
8.Soru Yerel yönetimler halkının ürettiği kültür ve sanat ürünlerine ayna olmalıdır. Empoze etmeden, yol göstermeden desteklemeli, çalışacak üretecek alan açmalıdır. Sanatı halkın tümünün erişimine açmalı ve ulaştırmalıdır. Yerel kültürün kaybolmaya yüz tutmuş unsurlarını desteklemeli folklorik çalışmalara önayak olmalıdır. Defne özelindeyse bunlara ek olarak yıllardır sessiz sedasız sürdürülen asimilasyon sürecinin geri döndürülmesi ve halkımızın koparıldığı kültürüyle yeniden tanışması sağlanmalıdır.

MA: Bildiğiniz gibi biz, gazetemizin kültür sanat sayfasını da hazırlıyoruz. Söyleşimiz, ?yerel yönetimlerin kültür sanat politikaları nasıl olmalıdır?? sorusuyla sona geliyor.
SM: Yerel yönetimler halkının ürettiği kültür ve sanat ürünlerine ayna olmalıdır. Empoze etmeden, yol göstermeden desteklemeli, çalışacak üretecek alan açmalıdır. Sanatı halkın tümünün erişimine açmalı ve ulaştırmalıdır. Yerel kültürün kaybolmaya yüz tutmuş unsurlarını desteklemeli folklorik çalışmalara önayak olmalıdır. Defne özelindeyse bunlara ek olarak yıllardır sessiz sedasız sürdürülen asimilasyon sürecinin geri döndürülmesi ve halkımızın koparıldığı kültürüyle yeniden tanışması sağlanmalıdır.

MA: Benim yerimde olsaydınız, kendinize ne sorardınız?
SM: İlk bilmemiz gereken şey, insanlara ve mesleklerine saygı göstermektir. Başımızda mimarlara mimarlık, doktorlara doktorluk öğreten bir başbakan olabilir ama ben bir gazeteciye soru önermeyi saygısızlık kabul ederim. Birbirinden güzel sorularınız için de ayrıca teşekkür ederim.

MA: Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ediyorum.
SM: Ben teşekkür ederim, tekrar görüşmek dileğiyle?

Previous Story

Facebook üzerine bir not… – Faiz Cebiroğlu

Next Story

Kul Hakkıdır Ayıptır! – Abdurrahman Aydın

Latest from Söyleşi

Arif Damar ‘ın şiir serüveni (kendi sözleriyle)

Henüz 15 yaşındayken, bir öğretmeninin çıkardığı “Yeni İnsanlık” dergisinde “Edirne’de Akşam” şiiri yayınlanıyor ve “yetenekli çocuk” olarak dikkatleri üzerine çekiyor. Şiir serüveninin sonrasını Arif
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ