Batı efsanesinde oğul babayı, Doğu efsanesinde ise baba oğulu öldürür.

Doğu ile Batı arasındaki baba farkı
Batı efsanesinde oğul babayı, Doğu efsanesinde ise baba oğulu öldürür. Başka bir deyişle Batı’nın oğulu, Doğu’nun babayı yaşatması, üzerinde düşünülmesi gereken en önemli ayrıntıdır. Bu belki de, Doğu ve Batı kültürleri arasındaki en önemli farkın da sembolüdür.

Batı edebiyat tarihinin en önemli metinlerinden biri Kral Ödipus’sa, Doğu bunun karşısına Rüstem ve Sührab’ı çıkarmıştır. Kral Ödipus’un birçok yazar ve filozof tarafından yazılmış versiyonları olmasına rağmen, günümüze kalanlar Sofokles ve Seneca’nın yazdıklarıdır. Bu ikisinden Sofokles’in yazmış olduğu versiyon daha popüler olanıdır. Yazılış yıllarının M.Ö. 429 – 425 arası olduğu düşünülmektedir. Bu iki metin Doğu ve Batı’nın baba-oğul ilişkilerine bakıştaki farklılığını çok net olarak ortaya koyar.

ÖDİPUS’UN TRAJİK HİKAYESİ

Thebes kralı Laios kral Pelops’un misafirperverliğini suistimal eder; kral Pelops’un genç oğlu Chrysippos’a âşık olur ve onu kaçırmaya kalkar. Bunun üzerine Delphi kâhini eğer bir oğlu olursa, onun babasını öldüreceğini ve annesiyle evleneceğini söyler. Hükümranlığını sürdürmek isteyen Laios hamile olan karısı İokaste’yi ikna eder ve bir oğulları olduğu takdirde onu yok etmeye karar verirler.

Doğan bebek erkek olunca topuklarını şişlerler ve bebeği dağlarda bir yere bırakması için bir çobana verirler. Çoban bebeğe acır ve onu Korinth ülkesinde yaşayan bir çobana teslim eder. Korinth kralı Polybos ve karısı Merope bebeği evlat edinir, adını da Ödipus koyarlar. Ödipus ‘şiş ayak’ anlamına gelir.

Her şeyden habersiz Korinth’de büyüyen Ödipus, bir şölende yiyip içerken sarhoş bir köylüden Polybos ve Merope’nin gerçek anne-babası olmadığına dair bir şeyler duyar. Anne-babasının bu konuda yaptığı açıklamadan da yeteri kadar tatmin olmaz ve kâhinin kapısını çalar. Kâhin babasını öldüreceğini ve annesiyle evleneceğini söyleyince, bu kehanetin gerçekleşmemesi için uzaklara gitmeye karar veren Ödipus yollara düşer.

Dağların arasında dar bir geçitten geçerken atlı bir arabanın sürücüsüyle anlaşmazlığa düşer ve tartışmaya başlar. Sürücünün küstah tutumuna sinirlenen Ödipus onunla kavgaya tutuşur ve onu öldürür. Sürücünün gerçek babası kral Laios olduğunu bilmeden. Kehanetin birinci bölümü gerçekleşmiş olur böylece.

Bu arada Thebes şehrinin kapısında insan başlı bir canavar olan Sphinx gelen geçeni yakalar ve sorduğu bilmeceyi bilemeyeni boğar. Kralı kaybolmuş şehrin başındaki büyük beladır. Sorduğu bilmece şöyledir: “Sabah dört ayaklı, öğlen iki ayaklı, akşam üç ayaklı olan yaratık nedir?”

Ödipus, “Bunu bilemeyecek ne var?” diye yanıtlar Sphinx’i: “İnsan. Hayatının sabahında ayakları ve elleri üzerindedir, bir erişkin olduğunda iki ayağı üzerine kalkar. Hayatının akşamında ise yürüyebilmek için üçüncü bir ayağa, bastona ihtiyaç duyar.” Bilmecenin çözülmesi üzerine, öngörülen olur, canavar kayalıklardan düşer ve şehir bu büyük beladan kurtulur. Şehirde büyük bir sevinçle karşılanan Ödipus’u bir ödül beklemektedir. Laios’un yokluğu ve Sphinx’in eziyetlerinden yılmış olan kent yeni kralını seçer; Ödipus. Ve onu İokaste’yle evlendirirler. Anne-oğul olduklarından habersiz çiftin dört çocukları olur.

Yıllar sonra, şehir vebadan kırılırken, halk kendilerini Sphinx belasından kurtaran yeni krallarından bu ölümcül derdi de çözmesini bekler. Delphi kâhininden gelen bilgiye göre eski kral Laios’un ölümü aydınlanmadan bu salgın sona ermeyecektir. Bu ölümü kesinlikle kendisiyle özdeşleştirmeyen Ödipus araştırmaya başlayınca yavaş yavaş kralın katilinin kendisi ve kendisinin de Laios’un oğlu olduğunu öğrenir. İokaste de annesidir. Bunun üzerine İokaste kendisini asar, Ödipus da kendi elleriyle kendisini kör eder.

RÜSTEM VE SÜHRAB’IN HİKAYESİ

Rüstem ve Sührab’ın hikayesi Şehname’de geçer. Şehname, Firdevsi‘nin eski İran efsaneleri üzerine kurulu manzum destanıdır. İran edebiyatının en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilir. 977 ila 1010 arasında yazılmıştır. 60 bin beyit civarında hacme sahiptir. Tek şair tarafından yazılan en uzun epik şiirlerdendir.

İran’ın en büyük kahramanı Rüstem sadık atı Rakş’la ava çıkar. Bu sırada farkına varmadan İran sınırını geçip Turan ülkesine girer. Geceyi geçirmek için konakladığı bir sırada atı hırsızlar tarafından çalınır ve Şamangan kentinde bir haraya götürülür. Rüstem sabah uyandığında kaybolan atını aramaya başlar ve sınırın ötesindeki ilk şehir olan Şamangan’a varır. Ünü Turan ülkesine kadar yayılmış olan Rüstem şehirde çok iyi karşılanır ve onuruna bir şölen verilir. Atını bulmaya da söz verirler. Şölen bittiğinde odasına çekilir ama gece yarısı bir misafiri olur. Şamangan şahının kızı Tahmine Rüstem’i çok beğenmiştir ve böyle bir kahramandan çocuğu olsun ister. Rüstem de Tahmine’yi beğenmiştir ve onun isteğine karşı gelemez, birlikte olurlar. Sabah Rüstem Turan’a dönmek için bulunmuş olan atı Rakş’la yola koyulur ama gitmeden önce Tahmine’ye hatıra olarak bir bilezik bırakır.

Dokuz ay sonra doğan oğluna Sührab adını koyar Tahmine. Sührab babasına çok benziyordur ve küçücük bir çocukken bile gücünden söz ettirir. Genç bir erkek olduğunda annesine babasının kim olduğunu sorar. Tahmine babasının Rüstem olduğunu söyler ve ona bıraktığı bileziği verir. Bunu öğrenen Sührab onu bulmak için İran’a gitmeye karar verir. Şamangan şahı olan dedesinden kendisine bir ordu kurmasını ister. Dedesine söylediği amacı, Rüstem’i bulmak ve Keykavus’u devirerek onu İran şahı yapmaktır. Aslında Sührab’ın başka bir planı daha vardır. Babası İran şahı olduktan sonra geri gelecek, Turan’ın şahı Afrasyab’ı (Alp Er Tunga) devirerek kendisi de Turan’ın başına geçecektir. Böylece baba oğul İran ve Turan’ın, yani bütün cihanın hakimi olacaklardır.

Sührab’ın bir orduyla İran’a gittiğini öğrenen Afrasyab şeytanca bir plan düşünür. En güvendiği komutanlarından biri olan Baruman’ı bir orduyla Sührab’a yardım etsin diye gönderir. Baruman’ın görevi ne olursa olsun Sührab’ın babası Rüstem’i tanımasını engellemektir. Çarpışmalar öyle bir ayarlanacaktır ki, Rüstem ile Sührab karşı karşıya gelecekler ve Afrasyab her ikisinden de kurtulmuş olacaktır.

Yola koyulan Sührab İran sınır boyundaki bir kaleyi ele geçirmekte zorlanmaz. Bu arada Sührab Hodşir’i yakalamıştır (Keykavus’un adamlarından biri). İran şahı Rüstem’den yardım ister ve Rüstem de ordusuyla Sührab’ın ele geçirdiği kentin yakınlarına kamp kurar.

Sührab esir ettiği Hodşir’i yanına çağırtır ve uzaktan da olsa görebildikleri komutanın kim olduğunu kendisine söylemesini ister. Hodşir Sührab’ın niyetinin bir tuzak kurmak olduğunu düşünür ve komutanın kendisinin de tanımadığı bilinmeyen bir savaşçı olduğunu söyler. Rüstem’inse Keykavus’la kavga ettiğini ve orduya katılmadığını anlatır.

Ertesi gün savaş alanında önce kahramanlar karşılaşır. Zırhlara büründükleri için birbirlerinin yüzünü göremezler. Şimdiye kadar hiç yenilmemiş Rüstem, genç savaşçının gücü karşısında şaşırır. Bütün gün süren mücadelede kılıçlar, kalkanlar parçalanır. Rakibinin gücü karşısında onun babası Rüstem olabileceğinden şüphelenen Sührab, ona kim olduğunu sorar. Rüstem yanıt vermez. Akşama doğru omzuna bir gürz darbesi alan Rüstem yere düşer. Sührab hançerini çekmiş, ölümcül darbeyi indirmek üzereyken Rüstem: “Gerçek kahraman rakibine bir şans daha verendir.” der. Sührab bunun üzerine rakibini bağışlar. Rüstem savaş alanını terk eder, ertesi gün insanüstü gücünü kuşanır, savaş alanına öyle çıkar. İnsanüstü gücü sayesinde de hemen dövüşün başlangıcında Sührab’ı yere serer ve hançerini rakibinin göğsüne saplar. Sührab ölürken, ona Rüstem’in oğlu olduğunu söyler ve bileziği gösterir. Tanımadığı savaşçıya babası Rüstem’in intikamını mutlaka alacağını söyler. Rüstem bir aslan gibi kükreyerek ağlar ve bayılarak kendinden geçer. Rüstem kendi babası tarafından öldürüldüğünün farkına varır.

Sührab acı içinde ama mutlu ölümü bekler. Babasına, onun hiçbir suçu olmadığını, kendisinin dünyaya babası tarafından öldürülmek üzere geldiğini anlamış olduğunu söyler. Babasından tek istediği, her iki orduyu da geri çekerek barışı sağlamasıdır.

Rüstem savaşa son verdikten sonra İran’a dönmez ve yasını tutmak için çöle doğru yola düşer.

Birçok benzerlikler içeren iki efsanede temel bir fark vardır. Batı efsanesinde oğul babayı, Doğu efsanesinde ise baba oğulu öldürür. Başka bir deyişle Batı’nın oğulu, Doğu’nun babayı yaşatması, üzerinde düşünülmesi gereken en önemli ayrıntıdır. Bu belki de, Doğu ve Batı kültürleri arasındaki en önemli farkın da sembolüdür.

Doğu kültüründe oğulun itaat etme zorunluluğu, babanın ailenin lideri olarak kalması gerektiğini sembolize eder Rüstem’in Sührab’ı öldürmesi. Hayırlı, yani itaatkar ve baba sözünden çıkmayan bir oğul olmak, birey olmaktan, yani babayla farklı fikirlere sahip olup gerekirse ona karşı çıkmaktan çok daha önemlidir.

Azar işittikçe daha da çok biat eden insanlar topluluğu olmamıza bir de bu gözle bakmakta yarar var. Kültürel psikolojimizde uzun vadeli bir değişime kapıyı aralamadıkça isimler değişir ama yaşananlar pek de değişmez, bundan emin olalım.

Alper Hasanoğlu
gazeteduvar.com.tr 9 Haziran, 2017

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir