Bazarov ile Raskolnikov: Rasyonel Akıl-Vicdan İkilemi ve Devrimci Sol Düşünce – İlkin Mehrabov

bazarov_ile_raskolnikovYevgeniy Bazarov ve Rodion Raskolnikov… Birazcık kitap sayfası çevirmiş herkesin aşina olduğu unutulmaz iki Rus roman kahramanı. Ne çok duymuşuzdur isimlerini dost sohbet-lerinde ve ne çok insan tanımışızdır hayatının en azından bir bölümünde Bazarov’a imrenmiş olan. Ne çok insan Raskolnikov’u çok iyi anlayabildiğini söylemiştir bize. Birbiri ile bağlantılıdır da bu iki roman kahramanı. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’daki Raskolnikov karakterini yaratırken Turgenyev’in Babalar ve Oğullar’daki Bazarov’undan etkilendiği hep yarı gizli bir söylenti olarak dile getirilmiştir. Bu iki isim dünya tarihinde de çok önemlidir. Sadece çok başarılı ve dünya klasikleri arasında yer alan iki romanın baş kahramanları olmalarından kaynaklanmıyor elbetteki önemleri; aynı zamanda binlerce, belki milyonlarca genci etkilemiş olmalarıdır asıl ilgi çekici olan.

Gerek Bazarov, gerek Raskolnikov Rusya’nın kendisinden daha ziyade Batı’da kendilerine geniş bir hayran kitlesi edinmiş ve Türkiye’de de sola ve devrime ilgi ve yakınlık duyan her yeniyetme Babalar ve Oğullar’ı okuduğunda Bazarov’a mutlaka hayran olmuş, Suç ve Ceza’yı hatmettiğinde Raskolnikov’un çektiği acıları illa ki paylaşmıştır.

Özcan Alper’in 2008 yapımı hüzünlü filmi Sonbahar’ın etkileyici bir sahnesinde Gürcistanlı Elka filmin baş karakteri, Hopa’daki memleketine ölümü beklemek üzere hapisten salı-verilen devrimci Yusuf’a, “Sen şimdiki zamanda yaşamıyorsun sanki, Rus romanlardan kaçmış gibisin” diye ses-lenir. Bu yazının ana çıkış noktası tam da vurucu sahnenin dile getirdikleri ile ilgilidir: ontolojik bir özne olarak Türkiyeli devrimci, ve bu devrimcinin Rus romanları, özellikle de bu iki Rus roman kahramanı ile olan bire bir iliş-kisi. Yani bu makale, farazi bir şekilde de olsa, bu iki roman karakterinin ‘devrim’ ve ‘sol’ üzerinde – özellikle de Türkiye solcuları ve devrimcileri üzerinde – neden bu kadar etkili ol-duğunu, olabildiğini incelemeyi amaç edinmektedir. Bazarov ve Raskolnikov hangi özellikleriyle insanlara örnek olmaktalar ve bu durumdan nasıl bir devrimci tipi doğması gerekirken gerçekte ne olduğu, ne oldurulduğu- dur asıl sorumuz ve sorunumuz.

İndirgemeci bir mantıkla bakarsak Bazarov’un rasyonel aklı, Raskolni- kov’un da vicdanı temsil etmekte ol-duğunu iddia etmek kanımızca yanlış olmayacaktır. Peki nedir tam olarak rasyonel akıl? Webster sözlüğü ‘ras-yonel’ sözü için: “Etymology: Middle English racional, from Latin ratio- nalis, from ration-, ratio. 1 a: having reason or understanding b: relating to, based on, or agreeable to reason” demektedir. Yani ‘rasyonel’ sözünü ‘makul’ (akıl) ile birleştiriyor. Fakat ‘akıl’ sözünü de: “Etymology: Middle English resoun, from Old French ra- ison, from Latin ration-, ratio reason, computation, from reri to calculate, think; probably akin to Gothic rathjo account, explanation” tanımı saye¬sinde ‘ratio’ (bölen, ayıran) sözü ile tanımlıyor. Demek ki, sözlük anlamı ile ‘rasyonel akıl’ bölen ve ayıran akıl, yani kategoriler ve idealize kavramlar yaratabilen akıl demektir. Bazarov tam da böyle bir akla sahip bir roman kahramanıdır. Nihilisttir Bazarov; “ne geçmişin değerlerine ne soylulara ne köylülere ne aşka ne de yaşlılara hür-met duyan, kendi inandıklarını açıkça dile getirmekten, karşısındakileri eleş-tirmekten çekinmeyen ve günlerini bilimsel deneylerle geçiren” birisidir (Türkeş, 2006). Öfkeli ve sivri dillidir aynı zamanda Bazarov: gördüğü iki-yüzlülükleri ifşa etmekten çekinmez; yalanların üzerine üzerine gitmekten imtina etmez; kibirli böbürlenmeler ve yüksekten bakmaları eleştirmekten geri durmaz. Eğitimli, kültürlü, onur-lu, okumuş, duygusal ve aynı zaman¬da içe dönük olması sebebiyle Fried- rich Nietesche’nin bile görür görmez übermensch olarak tanımlamaktan geri durmayacağı üstün ve örnek bir insan olarak roman boyunca ön plana çıkmaktadır bu anlamda. Bazarov gerçek hayattan o derece kopuktur ki anne-babası ile bile, yani onu “dü¬şünce ve davranışlarına bakmaksızın seven bu iki yaşlı insanla”, ve “çevre¬deki köylülerle arasındaki yabancılığı aşamaz”; kendisini tıp çalışmalarına vermişken “tifüsten ölen bir hastaya otopsi yaparken mikrop kapacak ve aynı hastalıktan ölecektir”; ve ölümü sırasında bile “topluma duyduğu öfke ve küskünlük” dinmeyecektir (Türkeş, 2010).

Turgenyev’in o döneme ait Rus aydınlanın Batıcıl karakterlerini “tah¬lil ederken kullandığı ‘nihilist’ terimi, bu terimin Rusya’da yaygınlaşmasını sağladı”, lakin Bazarov tiplemesi pek sevilmedi; “muhafazakârlara fazla yı-kıcı, radikallere fazla karikatürize gibi gelmişti bu talihsiz delikanlı” (Türkeş, 2006). Ö. Aydın Süer’in aktardığına göre Babalar ve Oğullar romanının “yayımlandığı Russkiy Vestnik dergi-sinin yazıişleri müdürü” Turgenyev’i Bazarov’un “üstün yönlerini abart-makla suçlarken, demokrat Sovremen- nik … dergisinin yazarı M. A. Antono- viç, Turgenev’in romanda Bazarov’un kişiliğinde genç kuşağı acımasızca, hatta yıkıcı bir biçimde eleştirdiğini öne sürmüş” ve Turgenyev’in “aile dostu, tüm kitaplarını basılmadan önce eleştiren Annenkov, Bazarov’un kişiliğinde yıkıcı bir Moğol, bir Cengiz Han gördüğünü” açıklamıştır (Süer, 2006). Turgenyev’i fazlasıyla yarala¬yan ve üzen “ilerici kesimlerden gelen sert eleştirilerdi”, zira “dinle, şiirle, vatanseverlilikle, liberallerle, tabiatla, aşkla alay eden kahramanı özelinde, nihilist terimini, yerleşmiş prensip ve hiçbir otorite tanımayan birini anlatmak için kullanan” Turgenyev için Bazarov gerçek bir devrimciydi (Türkeş, 2006). Özsavunma babında şöyle yazmaktadır Turgenyev:
Eğer okuyucu Bazarov’u tüm kabalığıyla, kalpsizliğiyle, acımasız soğukluğuyla sevemediyse yineliyo-rum ki, ben suçluyum ve amacıma ulaşamadım demektir (…) Bazarov benim sevgili çocuğumdur, bu akıllı, bu kahraman kişi bir karikatür olabilir mi? Onun benim yarattığım tiplerin en sempatiklerinden olduğunu fark etmiyor musunuz? O iliklerine kadar demokrat, dürüst ve gerçekçidir (… ) Romanım tümüyle ilerici bir sınıf olarak soylulara karşıdır. Pavel Petro- viç’in, Nikolay Petroviç’in çehrelerine bakınız. Zayıflık, uyuşukluk ve dar kafalılık. Estetik duygu beni, konumu daha iyi açıklığa kavuşturabilmem için, soylu sınıfın özellikle en iyi tem-silcilerini seçmeye zorladı: Kaymak böyle ise, süt nasıldır? (Türkeş, 2006 içinde).

Ünlü Rus devrimci-anarşist Peter Kropotkin Avrupa’da geçirdiği uzun sürgün yılları sırasında tanıştığı Turgenyev’le olan bir konuşmasını Bir Devrimcinin Anıları isimli otobiyogra-fisinde şu şekilde nakletmektedir:
Bir gün … bana Bazarov hakkında ne düşündüğümü sordu. Düşüncemi açıkça söyledim: “Bazarov olağanüstü bir nihilist tipi; ama sizin onu, öbür roman kahramanlarınız kadar sev-mediğiniz anlaşılıyor.” Kendisinden hiç beklenmeyen bir coşkuyla: “Tam tersine, severim onu!” diye bağırdı Turgenyev. “Hem de nasıl severim! Eve gidelim, romanı Bazarov’u öldü¬rerek bitirdiğimde nasıl ağladığımı yazdığım günlüğümü göstereyim size.” (Kropotkin, 2000, s. 581).

Bazarov üzerine oldukça dü-şünmüş olduğu açıkça belli olan Kropotkin’in iddialı, ve biraz uzunca, analizine göre:
Turgenyev’in, Bazarov’un entelektüel havasını sevdiğine kuşku yok. Kahramanının nihilist felsefesiyle kendisini öylesine özdeşleştirmişti ki, kahramanının ağzından günlük tutmuş ve burada olayları Bazarov’un görüş açısından değerlendirmişti.

Ama ben yine de Turgenyev’in Baza- rov’u sevmekten çok, ona hayranlık duyduğunu düşünüyorum. Hamlet ve Don Quixote üzerine verdiği o ha¬rika konferanslarında, “tarih yapan” insanları, her biri bu iki tipten biriyle temsil edilen iki sınıfa ayırıyordu. “Her şeyden önce analiz ve bencillik ve buradan kaynaklanan inançsız¬lık. Bencil kendine bile inanamaz, yalnızca kendi için yaşar.” Hamlet’i böyle tanımlıyordu, Turgenyev. “Bu nedenle kuşkucuydu ve bu nedenle hiçbir şey yapmadı. Oysa aynı anda yel değirmenleriyle dövüşen ve tıraş tasını Mambrino miğferi olarak gören … Don Quixote, yığınları ardından sürüklüyordu. Çünkü yığınlar her zaman, çoğunluğun alaylarını umur-samadan, tacizlere aldırmadan, gözünü – belki de ondan başka kim¬senin görmediği – hedefinden bir an olsun ayırmadan, doğru bildiği yolda dosdoğru yürüyenleri izler. Don Quixote’lar ararlar, düşerler, yeniden kalkarlar ve eninde sonunda hedef-lerine erişirler. Doğrusu da budur. Hamlet kuşkucu olmakla kalmaz… İyi’den kuşku duyar, Kötü’dense duymaz; Kötü’den nefret eder; Kötü ve Yalan düşmanlarıdır onun; Ham- let’in kuşkuculuğunda kayıtsızlık, ilgisizlik değil; ret vardır; ve bu ret de, sonunda onun istencini yok eder.” Turgenyev’in bu sözleri, onun kahramanlarına olan duygularının da anahtarı niteliğinde gibi geliyor bana. Gerek Turgenyev’in kendisi, gerek onun en iyi arkadaşlarından bazıları şu ya da bu ölçüde Hamlet’tiler. Tur- genyev Hamlet’i sever, Don Quixote’a hayranlık duyardı. Bazarov’a da aynı nedenle hayranlık duyuyordu. Onun entelektüel üstünlüklerini de, yalnızlı-ğındaki trajediyi de çok güzel betimle-miş, ancak onu sevecenlikle, şiirsel bir sevgiyle çevrelemek bir türlü elinden gelmemiş, kahramanlarını Hamlet’sel bir biçimde karşılaştırırken onu hasta gibi göstermişti. Böyle bir sevginin yeri yoktu çünkü burada! Ve biz hep eksikliğini duyduk bunun! (Kropot- kin, 2000, s. 581-2).

Turgenyev’in Bazarov nezdinde yarattıği idealist genç devrimci tip-lemesi “Rus halkının boş inançlarını ve cehaletini, soylu kesimin kofluğu ve züppeliğini teşhir ederek” ilerici bir portre çizer roman boyunca; lakin aynı karakter aynı zamanda “halkla ilişki kuramayan, köylüler tarafından alaya alınan, reddi mirası Puşkin’e kadar uzanan, aşka inanmadığı halde aşk acılarıyla kıvranan” birisidir – bu anlamda tam bir çelişkiler yumağıdır yani (Türkeş, 2006). Ki aynı hal birçok durumda Türkiye devrimcileri için de geçerlidir maalesef. Halkla ilişki ku-ramadıkları için uğruna savaştıkları, mücadele verdikleri köylüler tarafın-dan jandarmaya teslim edilen; sıradan vatandaşlar tarafından polise şikayet ve ihbar edilen; hatta bildiri dağıttıkla¬rı sırada sokak ortasında linç edilme¬ye çalışılan devrimcilerin hikayeleri ile doludur Türkiye devrim tarihi. Lakin bu noktada bir parantez açarak devrimcilere yönelik güvensizlik, ve bunun tipik bir sonucu olarak şiddet olaylarının, Türkiye gibi ülkelerde her devrimcinin günlük hayatın sıradan akışı içerisinde sıklıkla tam bir homo sacer – yani Giorgio Agamben’in tanı-mıyla “hiç kimsenin öldürmesinde sa-kınca olmayan” veya “ceza almaktan muaf olarak herkesin öldürebileceği” kişi (Agamben, 1998, s. 72) – olarak yer almasından kaynaklandığını vurgu-lamadan geçmeyelim. Barış Uygur’un 21 Aralık 2010 tarihinde Habervesaire sitesinde sol görüşlü öğrencilerin gelecekteki halleri üzerine yayınlanan bir araştırma yazısında ayrıntılı bir şekilde anlattıklarından yola çıkarsak homo sacerleşen Türkiyeli devrimciler derken tam olarak ne kastettiğimiz daha rahat anlaşılacaktır: “öylesine açılan bir gazete sayfasında, kendisin-den görüş alınan dört öğrenciden üçü-nün doğal olmayan yollarla hayatını kaybetmiş ya da halen kayıp olması” (Uygur, 2010).

Konumuza dönecek olursak “eski ve yeni arasında salınan bir Rus ente-lektüeli olan Turgenyev’in kavraya-madığı ama gözlem ve sezgileri ile ya-kalayabildiği devrimci genç prototipi, yarım yüzyıl sonra Rusya’nın kaderi¬ni” (Türkeş, 2006) sadece etkilemekle kalmayacak, toptan değiştirecektir de – ve bu bağlamda büyük Rus devri- mini daha altmış yıl önceden sezerek kitabında neyin gelmekte olduğunu anlatan Turgenyev ‘aklının esiri’ olan ve duygularını küçümseyen, ve tam da bu yüzden kendi kendini de sakat-layan, bugünün ‘Batı’ insanlarının da en parlak örneklerinden birini daha o günlerde yazmayı başarmıştır. Yevge- niy Bazarov’un rasyonel akıl yoluyla duyguları tamamen küçümseyerek ve toptan yok sayarak kurmaya çalıştığı sakat devrimci mantık maaleseftir ki Türkiye solunun içindeki insanların ezici çoğunluğuna zamanla egemen olmuştur – şüphesiz ki özellikle de ortodoks Marksistler arasında. Aşkı, duyguları hor görme berabe¬rinde kaçınılmaz olarak kadınları da küçümsemeyi getirmiş ve Deniz Gezmiş gibi sol gençliğin halen daha en çok sevilen ve ‘romantik’ bulunan kahramanının bile kadınlara yönelik hasmane tavırlar geliştirmesine neden olmuştur. Öyle ki Deniz’in kadın yoldaşlarına yönelik en sık kullan¬dığı takılmalardan birisi iddialara göre “Devrimcileri mücadeleden alıkoyuyor, engelliyor, pasif duruma getiriyorsunuz. Sizler emperyaliz¬min altıncı kolusunuz” olagelmiştir. Hatta “Günün 24 saatinde devrimci mücadele ile uğraşan bir kimsenin kadınla kızla uğraşacak vakti olamaz” açıklamasında bulunduğu, üniversite işgali sırasında bir akşam rastladığı öpüşen bir çiftin kafalarını birbirine hızla tokuşturduğu çeşitli anı kitap¬larında hep anlatılmıştır . Halbuki Deniz Gezmiş’in de kendisine örnek aldığını sıkça dile getirdiği Che Guevara’nın dediği gibi “Bir devrimci aynı zamanda en büyük aşıktır”. Bu anlamda Türkiye solunun halen daha duyguları ve aşkı yadsıyan, hor gören ve küçümseyen insanların egemenliği altında olması ve pek çok örgütlenme ve parti içerisinde halen daha ka¬dınların kavga içine etkin bir şekilde dahil edil(e)memesi Türkiye devrimci hareketinin patriyarkal erkek egemen zihniyetin hakimiyet alanından bir türlü çıkamamasına sebep olmaktadır – elbette ki istisnalar hariç.

Yazının hemen başlarında indirgemeci mantıkla baktığımızda Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sındaki Raskolnikov’un vicdanı temsil ettiğini söylemiştik. Raskolnikov’u gerçek anlamda tanımlamaya çalışmak çok çetrefilli olabilir, zira “asla tatmin olmayan bir kalp, sinirleri cinnet hamuruyla yoğuran bir akıl, bütün kalıpları parçalamak isteyen bir zekâ, Tanrı’nın iradesine savaş açan bir ruh, akılla vahiy arasında med-cezirler yaşayan bir ontolojik muhasebe ile … dışarıda en yalnız, içerde en kala¬balık hayatlardan birini yaşamış bir insandır” Rodion Raskolnikov (Öz- demir, 2010). Raskolnikov’un böylesi kompleks bir yapıya sahip olmasının temel nedeni kuşkusuz ki yaratıcısı Dostoyevski’nin de aynı derecede karmaşık ruhlu biri olmasından kay-naklanmaktadır – misal Dostoyevski Turgenyev’in sahip olduğu ünü ve serveti öylesine kıskanmıştır ki bu takıntısını Yer Altından Notlar’ına “karikatürleştirilmiş bir Turgenyev portresi biçiminde” yansıtmıştır (Tür- keş, 2006). Fakat Dostoyevski’nin tam da aynı takıntıları ve obsesyonları romanlarındaki o yoğun ihtirasın da temel sebebi olmuştur aynı zamanda– yine Turgenyev ile karşılaştıracak olursak “Turgenyev, etkili ve drama¬tik sahneler çizmekten sanki özellik¬le” (Türkeş, 2010) kaçınıyorken Dos- toyevski’nin romanları, ve özellikle de Suç ve Ceza, başından sonuna dek böylesi tutkulu pasajlarla doludur. Rasim Özdenören’in bu bağlamda dikkat çektiği bir başka önemli nokta Dostoyevski’nin romanda “suça ve cezaya ait, sonradan kriminologların araştırmalarına konu olan pek çok kuramı dile” getirmiş olduğu ve “Ras- kolnikov’un kişiliğinde belli bir cani tipini” sergileyip, “Freud’dan önce bilinçaltını kurcalamaya başlamış” olduğudur ki bu durum daha sonra “Freud’dan, kriminolog Ferri’ye, filo¬zof Bergson’a, yirminci yüzyılın belli başlı bütün yazarlarına ilham vermiş, kaynaklık etmiştir” (Özdemir, 2010 içinde). A. Ömer Türkeş’e göre ise Suç ve Ceza’daki en temel motif “özgür-lüktür, daha doğrusu bireyin nasıl özgürleşebileceği” sorunsalı: özellikli olarak “rasyonel düşüncenin egemen olduğu ve insanın bilinçli eylemlilik¬le özgürlüğe kavuşacağı inancının giderek aydınları coşkuya sürüklediği o yıllarda” Dostoyevski “metafizik bir dünya görüşüne” bağlanarak insanın Tanrı “olmadığını ve dolayısıyla eylemlerinde özgür olamayacağını, özgürlüğe ancak ahlaki bir arınma ve tanrı yolunda ilerleme sürecinde varılacağını işler”, yani roman bu anlamda “Hıristiyan inancına dayalı varoluşçuluğun” izlerini taşır – ki muhtemelen tam da bu sebepten dolayı Dostoyevski “devlet tarafın¬dan tehlikeli, aydınlar tarafından gerici” bulunmuştur (Türkeş, 2009). John Carroll’a göre romanın böyle çağrışımlarda bulunmasının temel sebebi Dostoyevski’nin kendisinin de “mistik deneyimlere nihai değer atfeden, yani birey ve onu çevreleyen dış dünya ile yalnız aklı ile idrak edebileceği, numen bir bağlantısı ol-duğunu kabul eden” (Carroll, 1974, s. 44) bir etik anlayışa sahip olmasıdır. Rasim Özdenören yukarıdaki satırla-rında Suç ve Ceza’nın psikoloji bilimi ile ilgisinin altını çizer zaten, lakin ilaveten romanın Freud’un sonraki psikanaliz çalışmalarını da etkilediği¬ni ekleyebiliz, zira Freud “id, ego ve süper ego üçlüsünün Suç ve Ceza’da eksiksiz olarak yer aldığını” ve Ras- kolnikov’un id’inin “ona tefeci kadını öldürmesini ve parasını çalmasını” emrederken, bu eylemin muhake¬mesinin ego’da olduğunu ve süper ego’sunun onu “suçluluk duyguları içerisinde” (Türkeş, 2009) kıvrandır- dığını vurgular. Şöyle devam eder yazısında A. Ömer Türkeş Toplumcu bir bakışla da önem¬lidir Suç ve Ceza. Ana meselesi olmadığı halde, Dostoyevski, hiç bir meslektaşının yapamadığı kadar canlı nakletmiştir Rusya’daki yaşa¬mı. Yoksul üniversite öğrencileri, ailesi tarafından fuhşa zorlanan kadınlar, küçük burjuvaların vur¬dumduymaz ve boş hayatları, polis devletinin yarattığı korkular, aslında Çarlık Rusyasında bıçağın kemiğe dayandığının göstergeleridir. Suç ve ceza, iyi ve kötü karşıtlıkları her ne kadar siyasi bir taraf olmasından ve o yılların devrimcilerini acımasızca eleştirme isteğinden kaynaklansa da, Dostoyevski’nin eleştirisi Gorki’ye göre “yetmişlerin devrimci hareketini karalamak için yapılan sayısız giri¬şimin en yetenekli, en bilinçli ve en başarılı örneğidir”. (Türkeş, 2009).

Rodion Raskolnikov karakteri Yevgeniy Bazarov’dan çok farklı olsa da yine de pek çok ortak özelliği paylaşır: “her şeyden önce kendini sosyal hayattan soyutlamış” birisidir Raskolnikov, “fakülteyi terketmiş, bir pansiyon odasında tek başına yaşamaya başlamıştır” ve “iç dünyası dengesizliklerle doludur” zira bir yandan “geleneksel Hristiyanlık kül-türüne”, diğer taraftan “Rusya’yı ka¬sıp kavuran Avrupa kökenli felsefî ve siyasî (sosyalist) düşüncelere sahip¬tir”; üstüne üstlük “sık sık nöbetler geçirmektedir ki, ruh sağlığı yanında beden sağlığı da iyi değildir” – bütün bunlar yüzündendir ki zamanının ço-ğunu “pansiyon odasında geçirmek¬te, bazen günlerce dışarı çıkmamak¬ta, zamanını düşünerek ve uyuyarak, bazen çıkıp dolaşarak geçirmektedir” (Özdemir, 2010). Herhangi bir top-lumda yaşayanları sıradan ve üstün insanlar olarak ikiye ayıran Raskol- nikov kendisinin bu ikinci grupta yer aldığına, ve Makyavelist bir anlayışla yüce bir amaç için gerektiğinde insan kurban verilebileceğine inanmaktadır ki bir gün bu fikrini fiilen gerçekleş-tirir ve yaşlı bir tefeci kadını baltayla öldürür – ne var ki olayın heyecanı içinde tefecinin üvey kızkardeşini de bir anlık gaflet sonucu öldürmüş olur. Romanın sayısız incelemeye konu olmuş “insan psikolojisinin de-rinliklerine inme kaygıları” (Türkeş, 2009) tam da bundan sonra başlar.

Bir vicdan muhasebesinin romanıdır bu anlamda Suç ve Ceza – gerçekleş¬tirdiği eylemin getirdiği bunalım ve pişmanlıklarla mücadele etmektedir Raskolnikov sayfalar boyunca.

Türk Dil Kurumu’nun internet sitesinde yer alan Güncel Türkçe Söz-lük vicdan kelimesini şöyle tanımlar: “isim Kişiyi kendi davranışları hak-kında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç”. Bireysel etik alanınına ait bir kavramdır yani; yaşamımızı ne şekilde sürdürmek ve günlük hayatımız içindeki insani ilişkilerimizi nasıl düzenlemek istedi-ğimize de atıfta bulunur bu anlamda. Suçu ve suçluyu nasıl görmek iste-diğimizi, hangi kalıplar içine koyup hangi bakış açısıyla değerlendireceği-mizi de vicdanımız belirler yani. Wil- helm Reich’in bu bağlamda formule ettiği “Açıklanması gereken neden aç bireyin çaldığı veya sömürülen bireyin greve gittiği değil, neden aç bireylerin çoğunluğunun çalmadığı ve sömürülen bireylerin çoğunluğu¬nun greve gitmediğidir” (Reich, 1946, s. 15) sorunsalı çok anlamlıdır. Yani kimdir gerçek suçlular, bireyler mi, yoksa onları bu suçları işlemeye iten toplumsal düzen ve günlük sömürü çarkı mı? Fevzi Kurtuluş’un Ben Bir Tamirciyim şarkısında dile getirdiği gibi “Suçlu kimse değil, yalnızca düzen” mi? Dostoyevski’nin bir diğer ünlü romanı Karamazov Kardeşler’de Zosima Dede şöyle der: “Her birimiz, herkes önünde, herkes için ve her şey için suçludur”. Vicdan muhasebe¬sine hiç girmeden yaşayan, etrafına eleştirel bakmadan içinde yaşadığı dünyayı kendisine sunulduğu gibi kabul eden ve bu eleştirel bakışı ta¬şıyan insanlara, solcu demokratlara, ilericilere ve devrimcilere hiç düşün¬meden ‘vatan haini’ diyerek her an saldırmaya hazır olan kalabalıkları gördükçe Raskolnikov’a katil demek¬te zorlanıyor insan zaman zaman, zira öldürdüğü yaşlı kadın “topluma hiçbir faydası olmayan, üretmeyen, sadece birikmiş paraları sayesinde, insanlara faizle para veren, borçları¬nı ödemeleri için de mallarını rehin alan, cimri, aynı zamanda zalim (kızkardeşi Lizavetta’yı daima döven, azarlayan, hiçbir yere yollamayan, kendi işlerini görmeye zorlayan)” birisidir (Özdemir, 2010).

Herhangi bir insanın devrimci olma süreci bu anlamda bir vicdan muhasebesi ile başlar. Vicdanımızın aydınlattığı yol ışığında insan sömü-rülen fabrika işçilerini, kızgın güneş altında tarla süren köylüleri, ikiyüzlü toplumsal ahlak tarafından fuhuşa zorlanan seks işçilerini, soğuk yurt odalarında kara kara kredi ödemele¬rini düşünen öğrencileri, yıllarca hiç bir zam alamadan çalışan memur ve öğretmenleri farkeder ve vicdanının geliştirdiği empati sayesinde onlar ile kendi konumunu karşılaştırıp gelece¬ği hakkında fikir teatisinde bulunma imkanı edinir. Ulrike Meinhof’un bir yazısında vurguladığı güzel bir nokta vardır: “Protesto şunun ya da bunun bana uymadığını söylememdir;direniş ise bana uymayan şeylerin bir daha meydana gelmemesini sağla- mamdır” (Meinhof, 1968). Devrimci bu anlamda tam da bu ayrımdan doğar, alelade protestocudan ayıran yön budur onu; yani bir yola çıkmak, o yoldan sapmadan ve yılmadan yürümeye çalışmak. Rahmetli Tuncel Kurtiz güzel bir sözüyle bu noktanın altını özellikle çizmişti: “Biz dünyayı değiştirmek için yola çıktık, olmadı dünyayı değiştiremedik ama dünya da bizi değiştiremedi”. Suç ve Ce- za’da Raskolnikov dünya hakkında “aykırı bir bakışa sahiptir, kalabalığın dışında, evrenin bir kenarında yapa¬yalnızdır”, ve bundan “garip bir zevk de duyar”; “Ben tek başınayım, onlar hep birlikte” diyerek “işadamlarını, mevki sahiplerini, para kazanabilen- leri inceleyip” durur, ve bu “sağlam sinirli kişilerin düşünceden tamamen yoksun kişiler olduğu kanaatindedir” (Özdemir, 2010). Romanyalı pesimist filozof Emil Cioran’ın söyledikleri geliyor ister istemez insanın aklına bu bağlamda: Kendimde, herhangi birindeki kadar kötülük olduğunu fark ediyorum, ama eylemden – bütün kusurların anasından – tiksindiğim için, hiç kimse için acı nedeni deği¬lim. Zararsız ve tokgözlü olduğum, ötekilere meydan okuyacak enerji ve patavatsızlıkta da olmadığım için, dünyayı bulduğum halde bırakı¬yorum … Bütün ahlaklar iyilik için birer tehlikedir; iyiliği yalnızca ihmal kurtarır. Avanağın ağırkanlılığını ve meleğin ihtirassızlığını tercih ederek kendimi fiillerin dışına çıkardım; iyilik de hayatla bağdaşmadığından, iyi olmak için kendimi ayrıştırdım. (Cioran, 2000).

Devrimci bu anlamda hem vicdanlı, hem de akıllı olmak zorun-dadır; bunun yanısıra da eylemlerini iyi tartabilmeli, arkalarında dimdik durabilip gerektiğinde muhasebesini yapıp hesabını verebilmelidir. Genel, katı bir ahlaktan daha ziyade vicdan ve empati yoluyla aklını işe koyma¬lı; herşeyi devrim sonrasına bırakıp ‘kavga içinde herşey mübahtır’ anlayışından sıyrılıp günlük hayatın üzerinden tertiplemelidir devrimi; yani bir gündelik devrim devinimi¬ne bırakmalıdır kendisini; devrimi mütevazi, dürüst ve onurlu hayatıyla örnek olup gerçekleştirmelidir. J. D. Salinger’in bu bağlamda devrimciye öncülük edebilecek güzel bir sözü vardır: “Olgunlaşmamış insanın özel-liği, bir dava uğruna soylu bir biçim¬de ölmek istemesidir; olgun insanın özelliği ise bir dava uğrunda göste-rişsiz bir biçimde yaşamak istemesi-dir”. Olgun bir devrimci bu anlamda yaşamını gösterişsiz ama örnek bir şekilde düzenleyip rasyonel akıl ve vicdan ikileminden sıyrılır; içindeki Bazarov’u da Raskolnikov’u da huzu¬ra erdirir ve bu enerjiyi günlük hayat çabalarına yönlendirir. Hakiki üstün insanlar, hakiki devrimciler böyle yaranır, böyle meydana gelir, ve Na-zım Hikmet’in dediği gibi “ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından” kurar hayatını, ve “yetmişinde bile, mesela, zeytin” diker; yani Budala’da Dostoyevski’nin dediği gibi “dünyayı güzellik kurtaracak” bu anlamda. Zaten başka türlüsü denendiğinde sistemin çarkları öğütmeye kalkar devrimciyi – ve daima hazırdırlar da. Barış Uygur’un vurguladığı gibi “ülkenin geleceği üzerine, yaşayacağı hayatın tasarımı üzerine söz söyleme¬ye kalkan, inisiyatif almaya niyetlenen dört gençten üçünün de zamanla bu mücadelelerini yasal zeminde sürdü- remeyerek yasa dışına itilmeleri ve kendi trajik sonlarıyla yüzleşmeleri” (Uygur, 2010) bu bakımdan öğretici bir örnektir. Sonbahar’ın Yusuf’u gibi suskunluk ve çaresizlik içinde ölümü beklememeli devrimci; “o son roman-tiklerden, o yitiren biri” (Özgentürk, 2008) olmamak için direnmeli devrim-ci. Nihayetinde, güzel insan Raymod Williams’in vurguladığı gibi gerçek¬ten devrimci olmak, gerçekten radikal olmak “ümitsizliği inandırıcı kılmak yerine umudu mümkün kılmaktır” (Williams, 1989, s. 118) – yani herşey ve herkese inat direnmek, yaşamak ve yaşatmak!

Kaynakça:
Agamben, Giorgio (1998) Homo sacer: Sovereign power and bare life, Stanford, California: Stanford University Press. Carroll, John (1974) Break-out from the crystal palace. The anarcho-psychologi- cal critique: Stirner, Nietesche, Dostoev- sky, Boston: Routledge & Kegan Paul. Cioran, Emil Michel (2000) Çürümenin kitabı, İstanbul: Metis Yayıncılık. Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç (2003) Suç ve ceza, İstanbul: İletişim Yayıncılık. Feyizoğlu, Turhan (1998) Bizim Deniz: Bir devrimcinin biyografisi, Ankara: Doruk Yayımcılık.
Kropotkin, P. A. (2000) Bir devrimcinin anıları, Ankara: Öteki Yayınevi. Meinhof, Ulrike Marie (1968) ‘Vom Protest zum Widerstand’, konkret, Sayı 5 (Mayıs).
Özdemir, Ekrem (2010) ‘Suç ve Ceza Arasında Raskolnikov’, Mağara Fi- kir-Sanat-Edebiyat Dergisi, 1 Mayıs. http://www.magaradergisi.com/edebi- yat/285-suc-ve-ceza-arasinda-raskolni- kov
Özgentürk, Işıl (2008) ‘Bir Davayı Öle-siye Sevmek’, Cumhuriyet, 22 Aralık. http://www.cumhuriyet.com.tr/kose- yazisi/29860/Bir_Davayi_0lesiye_Sev- mek_.html
Reich, Wilhelm (1946) The mass psy- chology of fascism, New York: Oregon Institute Press.
Süer, Ö. Aydın (2006) 19. yüzyıl Rus edebiyatı üzerine yazılar, İstanbul: Ev-rensel Basım Yayın.
Turgenyev, İvan (2006) Babalar ve oğul-lar, İstanbul: İletişim Yayıncılık.
Türkeş, A. Ömer (2006) ‘Rusya’da Bitmeyen Batılılaşma Sancıları’, Radikal Kitap, 1 Eylül. http://www.radikal.com. tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=5526 Türkeş, A. Ömer (2009) ‘Dostoyevski ve Polisiye’, İnsanokur, 28 Aralık. http:// www.insanokur.org/?p=14075 Türkeş, A. Ömer (2010) ‘Yaz Klasikle¬ri’, Radikal Kitap, 20 Ağustos. http:// www.radikal.com.tr/kitap/yaz_klasikle- ri-1014480
Uygur, Barış (2010) ‘O Protestocu Öğrencilerin Halleri’, Habervesaire. 21 Aralık. http://www.habervesaire.com/ news/o-protestocu-ogrencilerin-halle- ri-1814.html
Williams, Raymond (1989) Resources of hope: Culture, democracy, socialism, London: Verso.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir