Beklenmedik bir durakta inen yolcu: Tezer Özlü

tezer-ozluYazmak benim için salt yaratmadır. Öykü olsun, roman olsun, bütün anlatılar, eleştirel bir deyimlemeye uygun olarak “kurmaca”dır salt. Yaşamla yazmayı karıştıranlarla da pek aram iyi değildir. Ne var ki, bu yaklaşımımı tepetaklak eden yazarlar da var. Özellikle Amerikan şiirinin bir bölümüne alabildiğine egemen olmuş “Günah Çıkaran Şairler”, “İtiraf Eden Şairler” diye adlandırılan John Berryman, Robert Lowell, Sylvia Plath örneğin. Bu yazarların yanına, bizim edebiyatımızdan hiç düşünmeden koyacağım bir isim de Tezer Özlü.

Öyküleri her zaman hoşuma gitmiş, ilgimi çekmiştir, ama “Çocukluğun Soğuk Geceleri”ni şaşkınlıkla, hayranlıkla okuduğumu bugün bile hatırlıyorum. Hayır, belli ki Tezer Özlü’nün öldüğünü göz ardı ederek, durgun ve durağan, hele hele olağan bir eleştiri çerçevesinde yazmayacağım. Öyleyse? Daha önceki ölümler, -Sevgi Soysal’ın ölümü, Oğuz Atay’ın, Sevim Burak’ın ölümü- üzerine söylediklerimi söyleyerek başlamalıyım: Daha yazma serüveninin başındaydı Tezer Özlü. Yayımladıklarıyla yazarlığını doğrulamıştı ama, yazdıklarında asıl yapıtlarını daha sonra ortaya çıkaracağını muştulayan geleceğe açık uçlar bulunuyordu. Ölümü karşısında duyduğum, sadece üzüntü olmadığı onun için de. Öfke de duydum: “Gene mi? Bir kez daha mı? Bir sanatçı daha mı?” diye söylenip duruyorum şimdi, bu yazıyı yazarken bile. Her zaman gençtir bir sanatçının ölümü, ama bu? Biteceği yok tepkilerimin. Ben de kitaplarına dönüyorum işte:

Labirentte dolaşır gibi

Tezer Özlü’nün ilk öykülerine Celal Sılay’ın o garip mi garip “Yeni İnsan” dergisinde rastlamıştım. Karanlık, bir şeyler anlatmak ya da söylemekten çok, bir şeyler “söylememe” üzerine kurulu öykülerdi. Öyküyü okurken, bir labirentte dolaşır gibi oluyordum. (Labirent, mitik anlamda labirent, bilinçaltının simgesi değil midir?) Öte yandan da büyük, gerçekçi adını taşıyan yazarlarda bile ender rastlanan bir gerçekçilik duygusu da veriyordu bu öyküler… Daha sonra “Yeni Dergi”deki öyküler geldi. Bunlarda da Tezer Özlü, kurmacaya büyük bir tepki göstermek için olsa gerek, tümüyle, sözsel bir anlatım kullanıyordu. Metinler, zaman zaman gereğinden fazla karmaşık görünse de, örneğin sesli okunduklarında, düşünür ya da konuşur gibi okunduklarında -anlatı mı, düşünme mi, pek belli değildi- en azından cümle yapısındaki karmaşıklık çözülüveriyordu. Tezer Özlü, bu öykülerini 1978’de yayımlanan “Eski Bahçe” adlı kitabında toplamıştı. Ama bunlar, kitabın ancak yarısına kadar geliyordu. Daha önce dergilerde çıkanların hepsi de değildi… “Eski Bahçe”nin öteki yarısında ise, Tezer Özlü’nün kendi dilini, anlatımını bulmaya başladığı öyküler yer alıyordu. Adeta gerçekliğinden emin olduğunuz, anı olduğundan hiç yanılmayacağınız öykülerdi bunlar. Hele hele, kitabın son öyküsü “Hayalet Oğuz”u okuduktan sonra, önceki öyküler için anı saptaması kaçınılmaz oluyordu.

Hep genç bir yazar
Sonra “Çocukluğun Soğuk Geceleri” geldi. 1980 yılı sonunda yayımlanan bu kitabında ise Tezer Özlü, üstünde roman yazmasına karşın, anılarını yazıyordu işte! “Çocukluğun Soğuk Geceleri”ni sadece öyküleştirilmiş bir anı gibi okumak, kitabın en büyük özelliklerinden biri olan, keskin bir alaycılığı gözden kaçırtabilirdi. Tezer Özlü, bu romanda yaşanmış birimlerden yola çıkıp, onları bilincin aydınlığında dev boyutlarda yansıtıyordu. Garipti ama, bu bilinç romanı bir delilik öyküsünden kaynaklanıyordu! Tıpkı Kral Lear’deki gibi! Ya da Prens Hamlet’in deliliği gibi… Son kitabı (üçüncü kitabın son kitap olması ne acı!) “Yaşamın Ucuna Yolculuk” ise 1984’te yayımlandı. Önce Almanca yazılmıştı bu roman; Almancadaki adı ise “Bir İntiharın İzinde”ydi. “Çocukluğun Soğuk Geceleri”ne benzeyen, bir bakıma onun devamı olan, bir ikinci cildi olan bir kitaptı “Yaşamın Ucuna Yolculuk”. Ama bu kez, Tezer Özlü, anı boyutunun içinde, deneme boyutunu da katmıştı. Kitap, bir önceki gibi, gerçekliğinden kuşku duyulmayacak kişiler ve olaylarla iç içe, gerçekliğine gerçek, ama bir roman kahramanı olmaya çok uygun bir İtalyan yazarın, Pavese’nin gizli egemenliğinde sürüyordu. Kitaba, Tezer Özlü ile Pavese’nin zaman ötesi diyalogları demek hiç de aykırı düşmez örneğin. Ve tıpkı Pavese’nin romanlarındaki gibi “Yaşamın Ucuna Yolculuk”ta da hüzün, duygusallık, gizli bir eleştiri, geçmişin korkusuyla geleceğin ürküntüsü, umutla umutsuzluk sarmalı dev bir yumak oluşturur. Okumanın sadece sözcükleri değil, sözcük arasındaki sessizlikleri de okumak olduğunu bilmeyenler için büyük bir tuzaktır Tezer Özlü’nün bu kitabı.

Ve ne yazık ki, bu kitapla da bitiyor Tezer Özlü’nün yazarlığı. Yeni kitabı ne olacaktı? Nasıl sürdürecekti? Cevabı yok. Ama hep “genç bir yazar” olarak kalacak Tezer Özlü. Bu da, ne yalan söyleyeyim, yakışıyor ona!

Güven Turan
26 Şubat 1986,Cumhuriyet gazetesi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir