Bertell Ollman: Bir değer ilişkisi olarak din

YabancılaşmaBİR DEĞER İLİŞKİSİ OLARAK DİN
I
Din, etik, bilim, aile ve sanat, değer İlişkisi olarak henüz ele almadığımız konular. Ancak yabancılaşma alanının neresinde gezinirseniz gezinin, hikâye aynıdır. İnsanın her bir alanda etkinliğiyle, ürünüyle, türünün diğer üyeleriyle ve türüyle dörtlü ilişkisi, komünizmde ortaya çıkacak ilişkilerin, güdük halidir. Ancak din, bu ilişkilerin bütün ayrıntılarıyla açığa çıktığı diğer biricik alandır. Marx’a göre, “Dinsel yabancılaşma bilinç düzeyinde ya da insanın iç yaşamında gerçekleşir.” Bu, “gerçek hayatın yabancılaşması” olarak ekonomik yabancılaşmanın karşıtıdır.618

Ekonomik yabancılaşma insanın hayatta kalma çabasının ürettiği çarpıklıklarla ilgiliyken; dinsel yabancılaşma, insanın, hayatını anlamaya çalışırken ortaya çıkan çarpıklıklara odaklanır. Bu dikotominin iki yarısı arasında Marx’ın gördüğü bağ şu iddiasında dile getirilir: “Dinsel dünya, gerçek dünyanın yansımasından ibarettir.”619 O halde maddi varlığa niteliğini veren parçalanma, zihinsel yaşama da niteliğini verir.620

“İnsanın düş gücünün, beyninin ve kalbinin kendiliğinden etkinliği” olarak din, insanın güçleriyle birlikte gerçek kazanımlarından daha gelişmiş olamaz.621 Marx’ın soyut düşünürlerle ilgili söyledikleri bütün dindar insanlar için de aynı derecede geçerlidir: “İnsanın doğayla ilgili sezgileri, sadece doğanın sezilmesinden yaptığı soyutlamayı doğrulama eylemidir; sadece, soyutlama yapma sürecinin bilinçli tekrarıdır.”622 O halde yabancılaşmış birey, kendisine düşman ve kendisinden çok daha güçlü çevresini anlamaya çalışırken, sadece acı çekmesine neden olan süreçleri taklit edebilir. Marx, insanın “bireysel özel emeğini, türdeş insan emeği standardına indirgediği” meta üreten bir toplum için, insanların tanrı katında soyut eşitliğine inanan Hıristiyanlığın (özellikle de Protestanlığın) en uygun din olduğunu söyler.623 Tanrı katında eşitlik, bahsettiğimiz diğer alanlarda yabancılaşmayı önceleyen herkesi aynı düzeye getirme eyleminin dini eşdeğeridir.

Bütün dinsel eylemler doğanın “doğal olmayan” niteliğine duydukları inancı temel dayanak olarak alırlar. Ağaçlar, bulutlar, inekler, ekmek ve son olarak insan, doğal durumlarıyla, oldukları gibi ve hatta ağaç, bulut, inek, ekmek ve insan olarak kabul edilmezler. Dindar insan için bunlar tanrının bir “lütfudur”, özsel nitelikleri insanın algısının ötesinde yer alan gizemli varlıklardır. Bu nedenle doğaya huşu ve saygıyla yaklaşmak ve doğayı yöneten varlığı övmek, verdikleri için şükretmek en doğrusudur. Bu doğrultuda hayatımız gerçekten dinsel olacaksa; amaç, rakip ilkelerden kaynaklanan hiçbir şart ve koşul olmaksızın ve bedensel ihtiyaçların cazibesine kapılmadan tamamen tanrıya hizmet etmektir. Sonuç olarak dini faaliyet, kişiyi insan olarak ayırt eden bütün niteliklerin kısıtlanmasıdır: Akıl iman ile, gerçek aşk tanrı aşkı ile, gerçek iradi güç tanrı iradesi ile yer değiştirir.624 Sadece cennette yaşananlar mutluluktan sayıldığı için, bu dünyada ve bu hayatta mutlu olmak için uğraşmaktan vazgeçilir. Kısaca, insanın kendisini öteki dünyaya hazırlaması için bu dünyada ölmesi gerekir.

İnsanın kendisine yönelttiği dinsel eylem intihara eşken, başkalarına; tanrıya ya da tanrının dünyadaki “temsilcilerine” yönelttiği dini eylemleri, kendisini kurban etmesine eştir. Dua etmek, dua edeni çaresiz bırakan bir hurafedir; itaat ise kılıç karşısında insanın her şeyiyle teslim olmasıdır. Düşünmeden yapılan ibadetle, yani içi boş sembolik hareketlerin tekrarlanmasıyla, kişi sadece kendisini aşağılar; kendisinin aşağılanmasına hizmet etmiş olur. Diz çökmek, köpeğe öğretilen bir numaradır, mırıl mırıl bir şeyler söylemek daha çok bir papağana yakışır, hiç itiraz etmeden zor bir hayatla cezalandırılmaya razı olmak ise ancak bir öküzün kaderi olabilir. İnsana ise daha iyi şeyler yakışır. Dinin özsel işlevi, insanlara hayatlarını anlamlandırmada yardım etmek olsa da Marx’a göre din, kendi yarattığı mantıksızlıklar dışında mantıklı ne varsa yok eder.

Daha önce gördüğümüz gibi, kendi niteliğini ürününden alan eylemler, bu üründen sorumludur. Bu nedenle dinsel eylem Tanrı’nın varlığını dayanak noktası olarak alsa da, tanrı (aslında tanrı fikri) dinin kendi yarattığı bir şeydir. Var olmayan bir şeye yönelen eylemin ürünü, tam böyle bir etkinliğe yakışan, var olmayan bir şey olabilir. Marx, doğadan türünün diğer üyelerinden ayrı düşen düşünürlerin sadece “sabit zihinsel biçimler ya da doğanın ve insanın dışında yaşayan hayaletler” kurgulayabileceklerini söyler.625 Bir kere üretildikten sonra bu “insan beyninin ürünleri, hayatları bağışlanan bağımsız varlıklar gibi görünür ve hem kendi kendileriyle hem de insan ırkıyla ilişkiye geçerler.”626

İnsanoğlunun ürettiği diğer ürünler gibi tanrı da kendi özgün niteliğini, üretimi sürecinde bireyin vazgeçtiklerinden alır. Böyle olunca, “İnsan tanrıya ne kadar çok verirse, kendi elinde o kadar az kalır. İşçi nesnelere hayatını verir; ama artık hayatı kendisine değil, nesnelere aittir (…) emeğinin ürünü ne ise, kendisi artık o değildir. Bu nedenle, ürünü ne kadar büyükse, kendisi o kadar küçüktür.”627 Bireyin tanrıya verdiği nitelikler, dinsel eyleminin incelenmesiyle görülebilir. İnsan, dinsel dogmaları sorgulamak için kullanmayı reddettiği düşünme yeteneğini hediye ederek, tanrıyı bilge yapar. Tanrının her şeyi yapabilme gücü, tanrının yardım edeceğine duyduğu inanç nedeniyle kendi çabalarını sınırlamasının sonucudur. Tanrının ihtişamı, kendisinden çok daha ihtişamlı olduğunu düşündüğü nesneler üretirken insanın kendine duyduğu saygının bir sonucudur.

İnsanın tanrıya atfettikleri, fiili ve tam olarak kullandığı niteliklerinden ziyade, başarma potansiyelidir. Bu, eksiksiz gerçekleşmesi komünist toplumsal ilişkileri gerektiren bir potansiyeldir. Tanrı bütün bunlardan, toplumsallaşmış insanlığın yabancılaşmış gücü olarak doğar. Yahut tanrı, diğer insanlarla iş birliği içinde doğaya hükmeden toplumsal varlık olarak insandan kastedilen şeyin en gelişmiş ifadesidir. Bu anlamda Marx “İsa, insanın kendi kutsallığının tümünü atfettiği aracıdır” demektedir.628 Yine burada da, insanın kendi hayatıyla arasındaki aracı, hem insanı hem de hayatını egemenliği altına alır. Dinsel eylemle bireyin doğayı kontrol etme potansiyeli tanrıya devredilir. Bu devretme ise, insanın uygulayabildiği fiili kontrolü de azaltır. Bu nedenle, yabancılaşması nedeniyle insanın doğayla artık kuramadığı bağları tanrı kuruyormuş gibi görünür. O halde tanrı sadece insanın ne olabileceğini değil, aynı zamanda, kendi potansiyelini tanrı olarak şeyleştirmeye devam ettiği sürece ne olamayacağını da temsil eder. Feuerbach’ın yazılarında daha önceden anlatılan böyle bir din fetişizmi, Marx’a meta fetişizmini oluştururken bir model sunmuş olabilir.

II

Değerin başkalaşımına benzer bir gelişme dinde de görülebilir. Dini eylemin yöneldiği tanrı-nesneler, tanrıdan İsa’ya, Meryem Ana’ya, Kutsal Ruh’a, azizlere, kiliseye, papaza, haça, İncil’e; kutsal emanetler, semboller ve mekânların genel bir çeşitlemesine doğru bir dönüşüm geçirir. Emeğin değer ürününe benzer biçimde, dinsel eylemin doğrudan ürünü olan tanrı, başkalaşarak bir dizi alttüre dönüşür. Bu alttürlerin hepsi, yaratıcıları olan insanla aynı temel ilişkilere sahiptir. Ancak dinde meydana geldiği haliyle bu süreç, değerin başkalaşımıyla basit bir benzerlik göstermekle kalmaz; değerin başkalaşımıyla birebir aynı süreçtir, yabancılaşmış etkinliğin ilişkilerinin aynısının bireyin hayatının farklı alanlarında işlemesidir. Yani gördüğümüz gibi Marx “üretim tarzını” ve “sanayiyi”, dini de kapsayacak şekilde genişletebilir. Başka türlü kapitalist dönemde para, dinin Tanrı-nesnelerinin çoğunu nasıl satın alabilirdi ki? Eğer bütün alış verişler eşdeğerlerin mübadelesiyse, para (değerin mübadele formu) sadece değer ifade eden nesneleri; yani, para gibi yabancılaşmış etkinlikten doğan nesneleri satın alabilir.

İnsanın kendi hayatını harcaması yoluyla hayat bulan nesneler, her alanda insanın karşısına sadece bağımsız nesneler olarak değil; aynı zamanda “düşman ve yabancı” nesneler olarak çıkarlar.629 Din örneğinde, kutsallığı korumak için harcadığı güç, kendi aleyhine döner. Akıl ve cinsellik gibi kendine özgü nitelikler reddedilir ve kullanılmaları “tanrıya karşı işlenen suçlar” olarak adlandırılır. İnsan, tanrının siluetinde ölümcül bir düşman yaratmış ve hatta bu düşman karşısında yenilgisini en başından kabul etmiştir. Şimdi ona düşen tek şey, af dilemektir. Ancak “hikmet sahibi” biz ölümlülerin anlayamayacağı kadar karmaşık olduğu için, bu dileğinin dikkate alınıp alınmadığını asla bilemez. O halde, bütünsel teslimiyet aynı zamanda kalıcı olmalıdır. Dindar bir insanın tanrıyla ilişkisi, korkmuş bir karıncanın yaklaşan silindirle ilişkisine benzer. Silindirin tamamen bir hayal ürünü olması, silindiri gören karıncayı daha az korkutmaz.

İnsanın yabancılaşmış etkinliğinin diğer ürünleri gibi, tanrıya itaati, tanrıya hâkim olanlarla ilişkisine yansır.
İnsanın kendisine ve doğaya yabancı olduğu her durum, kendisini ve doğayı içine koyduğu, kendisinden ayırdığı öteki insanlar ile kurduğu ilişkide görünür. Bu nedenle dinde yabancılaşması, rahip olmayan kimsenin rahiple, ya da burada zihinsel dünya söz konusu olduğuna göre, bir aracı ile ilişkisi içinde kendisine zorunlu görünür.630
İnsanın dinsel ürününün kullanım değeri, rahibe devredilmiştir. Tanrı adına konuştuğu iddiasıyla rahip, kapitalistin metalara hâkim olduğu ve devlet aygıtlarını yönettiği kadar tanrıya hâkimdir. Burada rahip, inananların tanrıya aktardığı nitelikleri, inananları sindirmek ve korkutmak için kullanır.

Böyle bir tanrısallık, “insan”ın sefaletinden inşa edildiğinden, insanları yoksullaştırmak, ta ki insani olan her şey verilene kadar [tanrıya] sunulan herşeyin diyetini ödetmek, rahibin kendi kendine verdiği görevdir. Bu yüzden Marx “insandaki bütün kusurlar, cennetle arasındaki bir bağdır; rahibin kalplere ulaşması için sunulan bir yoldur” der.631 Rahip, zihinsel yoksullaşmanın olanaklı bütün yöntem ve tekniklerini kullanır: günah, dua, günahların bağışlanması, yasaklar, sorgulama, cennet, cehennem ve özellikle de suçluluk duygusu. İnsanın bütün zayıflıklarını kullanır; insanları “kurtarır”, “avutur” ya da “mahkûm eder” ama yaptığı her şey için tanrıya borçlu olduklarına inandırarak insanları aldatır. İnsanın tanrıya gösterdiği insanlık dışı diz çökme ve teslimiyetin aynısı rahipte kopyalanır; rahip ise bu saygıyı hak ettiğini düşünür.

İnsan ilişkilerinin bu şekilde taklit edilmesi, insani sevgiyle alay edilmesini de beraberinde getirir. İnsanlara birbirlerini sevmeleri söylenir çünkü Tanrı’nın suretinde yaratılmışlardır; çünkü Tanrı onları sever. Dinsel sevgi karşıdakinin gerçek kişiliğini takdir etmeye dayanan bir sevgi olmaktan ziyade, bireylerin de pay sahibi olabileceği tanrıya duyulan ruhani sevgidir. Bu ruhani sevgi, insanın tanrı sevgisine dayanır ki, bu sevginin kendisi bireyin insanlığının reddidir. [İnsanlığının reddi], insanın gökyüzüne doğru fırlattığı niteliklerin sekip, hiç olmadığı kadar çarpık bir biçimde geri gelmesidir; ilahi hayalini süslese de onun başına bela olarak dünyaya geri inmiş başka tür bir ilişkidir.

Marx’a göre din, yabancılaşmış insanın hayatındaki bir gereksinimi karşıladığı sürece var olmaya devam edecektir. Kendi anlatımıyla “gerçek dünyanın dinsel yansıması (…) gündelik hayattaki fiili ilişkiler, türünün diğer üyeleri ve doğa söz konusu olduğunda her anlamıyla anlaşılır ve akılcı ilişkiler sunduktan sonra ancak yok olabilir.”632 Doğru bilincin bu derecesi, sadece komünizmde mümkündür. Marx’ın söylediği gibi “Beden ve ruh arasındaki soyut düşmanlık; insanın doğayla ilgili duyguları, insanın doğa algısı ve bu doğrultuda insanın kendini doğal bir varlık olarak algılaması, insanın kendi emeğiyle üretilmediği müddetçe gereklidir.”633 İnsan kendisini doğada bilinçli bir şekilde var etmeden, doğa insanı yaratmış gibi görünecektir. Kendisi ve doğa üzerine bir varlık yerleştirmesi, sadece kendisi ve doğa arasındaki ayrışma ile; sadece bireyin kavrayışı kısmi olduğu ve geriye, tahmin edilmesi gereken sırlar bıraktığı için meydana gelebilir.

Marx, komünizmde gerçekleşecek bütüncül toplumsal kavrayışın ateizme, Tanrı’nın reddine yol açmayacağına son derece dikkatlice işaret etmiştir (zira reddedecek bir şey yoktur).634 Daha ziyade, komünizmde olan şey şudur: Tanrıyla ilgili tartışma bitmiştir; insanları Tanrı’nın varlığını kabule ya da redde iten sorunlar artık ortadan kalkmıştır; bütün sorular yanıtlanmıştır ya da en azından yanıtlanabilir hale gelmiştir. Yabancılaşmış insanda dinin doyurduğu gereksinimler, aynı bu dönemde ekonomik, toplumsal ve siyasi etkinliklerinin doyurduğu gereksinimler gibi, yabancılaşmanın yanında kaybolup giderler. Yabancılaşmasının göstergesi olan nitelikler, artık gerekli değillerdir; hem olanaklı da değillerdir. Dahası dinsel yabancılaşma sadece (diğer alanlarla ilgili söyleme fırsatı yakaladığım gibi), bütün insanların etkinlikleri, ürünleri ve diğer insanlarla yabancılaşmış ilişkileri dönüşüme uğradığında olanaksız hale gelebilir. Toplumsal bedenin tümünü etkileyen bir hastalık olarak yabancılaşma, her yerde bütüncül toplumsal bir tedavi gerektirir.635

618 1844 Elyazmaları, s. 103
619 Kapital I, s. 79
620 Marx’a göre, din “bu dünyanın genel teorisi, onun ansiklopedik özeti, yaygın mantıksal formu, ruhani onur noktası, kendinden geçişi, ahlaksal kabulü, görkemli tamamlayıcısı, tesellisi ve meşruiyetinin evrensel temelidir (…) Din ezilen insanların içli ezgisi, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığı, ruhsuz koşulların ruhudur. Din, halkın afyonudur.” Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı, Werke I, s. 378
621 1844 Elyazmaları, s. 123
622 A.g.e., s. 169-170. Şöyle devam eder: “Birey insan değilken, onu niteleyen ifadeler de insani olamaz; düşünceleri de göze, kulağa sahip, toplumda, dünyada, doğada yaşayan insani ve doğal bir özne olarak insanın ifadesi olarak düşünülemez.” A.g.e., s. 169
623 Kapital I, s.79. Ayrıca bakınız “Yahudi Sorunu Üzerine”, Werke I, s. 376
624 Kutsal Aile, s. 88
625 1844 Elyazmaları, s. 168
626 Kapital I, s. 72
627 1844 Elyazmaları, s. 70
628 “Yahudi Sorunu Üzerine”, Werke I, s. 353. Marx şöyle söyler: “Basit olarak din, insanın dolambaçlı bir yoldan; yani, bir aracı ile tanınmasıdır. İsa’nın, insanın tüm kutsallığını ve dinsel bağlılığını atfettiği aracı olduğu gibi, devlet de insanın kutsal olamayan her şeyini, bütün insani özgürlüğünü verdiği aracıdır.”
629 1844 Elyazmaları, s. 70. Marx, Tanrı aracılığıyla insanın aklının, kalbinin ve hayalinin etkinliği “insan üzerinde yabancı, kutsal ve şeytani bir etkinlik olarak işler.” A.g.e., s. 73
630 A.g.e., s. 79. Din adamının ve dinsel yabancılaşmanın rolüne dair canlı bir tablo, Kutsal Aile’de Marx’ın, yazındaki “soylu” fahişelerin dinsel dönüşümünü ele alışında görülebilir. Kutsal Aile, s. 230-234
631 1844 Elyazmaları, s. 116. Din adamları ve diğer din “emekçileri”ni ele alırken Marx’ın asıl ilgilendiği konu bu kişilerin amaçlarının ne olduğunu tahmin etmektense, gördükleri işlevlerdir. Marx’a göre “din, halkın afyonudur” ve kaç din adamının işini içtenlikle yaptığı, kaçının dolandırıcı olduğunun önemi yoktur. Yine de, konuyu ele alış tarzı, geçimlerini dinden sağlayanlar arasında ikiyüzlülüğün yaygın olduğu izlenimini veriyor.
632 Kapital I, s. 79. Başka bir yerde şöyle söylüyor: “Din, hayali bir güneştir; insan güneşin kendi çevresinde döndüğünü zanneder; ta ki, dönüşünün merkezinde kendisi olduğunu farkedinceye kadar. Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı, Werke III, s. 379
633 1844 Elyazmaları, s. 123. Marx şöyle söyler: “İnsan ve doğanın gerçek varlığı doğrudan, duyumsal ve algılanabilir olunca (ve insan, insan için doğanın bir varlığı; doğa da insan için insanın bir varlığı olunca), insan ve doğa üstü, yabancı bir varlıkla ilgili sorular fiiliyatta imkansız hale gelir.” A.g.e., s. 113-114
634 A.g.e., s. 114
635 Yabancılaşmaya parça parça saldırılamaz; topyekün “yapısal” bir saldırı gerekir. Bu tartışma için bakınız Franz Pappenheim, The Alienation of Modern Man (New York, 1959), 5. bölüm. Yine vurgulamak istiyorum ki dinin, mülkiyetin, devletlerin, sınıfların ya da diğer yüzlerinden herhangi birinin varlığını sürdürmesine rağmen yabancılaşmanın kendisinin sonlandığından yahut kendisi bütün her şeyiyle yitip gitmeden herhangi bir yüzünün ortadan kalktığından bahsetmek anlamsızdır. Bu nedenle örneğin Leszek Kolakowski, özel mülkiyetin kaldırılmasıyla yabancılaşmanın biteceğine inanmak fazla iyimserlik olur, dediğinde Marx’ın kavramlarından vazgeçmiş, kendi kavramlarını kullanmaya başlamışır artık.
Leszek Kolakowski, ‘Karl Marx and the Classical Definition of Truth’, içinde Revisionism, Leopold Labedz (drl.) (Londra, 1962), s. 187

Kaynak:
Yabancılaşma : Marx’ın Kapitalist Toplumdaki İnsan Anlayışı
Yazar: Bertell Ollman
Çevirmen: Ayşegül Kars
Yordam Kitap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir