Bıçak Kemikte – Aşık İhsani “Korkuyorlar, korkacaklar, korksunlar geliyoruz, geleceğiz, yakındır”

20 Nisan 2009 tarihinde yitirdiğimiz Âşık İhsani yoksulluk nedeniyle beş yaşına geldiğinde üç kilo ekmek karşılığında bir köy ağasına satılır. Okulda okumayan İhsani, çağdaş şiirler yazıp, başarılı olmuş ve tanınmış bir isim. İşte Âşık İhsani’nin yazdığı şiirleri bulabileceğiniz ‘Bıçak Kemikte’ politik sertliği taşıyan şiirleri bulunduran bir kitap. İhsani, özellikle 60’lı ve 70’li yıllarda milyonlarca dinleyicisi olan bir halk ozanıdır. Yaşamı Diyarbakır’ın yoksul bir köyünde başlar. Demokrat Parti ile başladığı politik hayatına Türkiye İşçi Partisi ile devam eder.


Ne günlere duruyorsun arkadaş
Yürü kalk olanca hızınla yürü
Bıçak geldi ta kemiğe dayandı
Karınla oğlunla kızınla yürü

Sözüm sana işçi kardeş bak dinle
Gün bugündür yürü zaman seninle
Ayağından kesilirsen elinle
Olmazsa dişinle dizinle yürü

Savaş Alanında
Vurulmuştu; nefes nefes uyandı
Ölenlerden artta kalan tek candı
Çabaladı dizlerine dayandı
Kalktı kalktı kalktı çaresiz

Gücü olsa uçacaktı yurduna
Yem olmadan dağ başı kurduna
Bir geleni varmış gibi ardına
Baktı baktı baktı çaresiz

Çömeldim yanına kaldık tek teke
Bir şeyler söylüyordu can çeke çeke
Aldığı yaradan kan leke leke
Aktı aktı aktı çaresiz

İçten bir ürküntü almıştı onu
Çıkmıyordu kısıktı senin tonu
Akbabalar dönüyordu boyunu
Büktü büktü büktü çaresiz

Bırakmıştı elindeki işini
Yavrusunu, yuvasını eşini
Varan Azraile karşı dişini
Sıktı sıktı sıktı çaresiz

Silahların parladığı o her an
Çukur çukur yanayordu koca han
Böyle cinayetten insanlık çoktan
Bıktı bıktı bıktı çaresiz.
Aşık İhsani

Kitabın Künyesi
Bıçak Kemikte / Aşık İhsani
Berfin Yayınları, 152 sayfa,
Baskı Tarihi: 2002

Aşık İhsani ‘nin Hayatı
Asıl adı İhsan Sırlıoğlu?dur. 1932 yılında Diyarbakır?da doğar, küçük yaşta şiir yazmaya başlar. İki yaşında iken babasını kaybeder ve annesi tarafından sıkıntılı ve yoksul bir ortamda büyütülür. Çalışmak için sürekli diğer köylere ve şehirlere gitmeye başlar. 17 yaşındayken İstanbul Büyükçekmece Mimarsinan Köyü?nde maden ocağında çalışmaya başlar. Maden kapanınca lastik fabrikalarında çalışır daha sonra Erzurum?a askere gönderilir. Askerlik sonrası kendi kendine saz çalmaya başlar. Sazı ile Anadolu?yu dolaşmaya başlar. Bu seyehatlerinin birinde Manisa Tarzanı ile tanışır ve bir müddet yanında kalır. Aşık İhsani türkülerini Güllüşah ismindeki hayali bir kıza söylemektedir. 1957 yılında Uşak Şeker Fabrikası?nda çalışmaya başlar. Uşakta bir hapisane müdürü ona senin Güllüşah?ı bulduk der, kız her ne kadar İhsani’nin hayallerindeki Güllüşah değilse de bu kızla evlenir. İhsani ona da saz çalmayı öğretir ve Aşık İhsani ve Güllüşah olarak şehir şehir dolaşmaya başlarlar. Bu ikili halk tarafından oldukça ilgi görmeye başlar. Aşık İhsani ve Güllüşah adlı kitapları yapılır. 1958?de Ankara Radyosu Yurttan Sesler programının şefi Muzaffer Sarısözen tarafından programa davet edilir. Her hafta Çarşamba günleri Güllüşah ile birlikte radyoda türkü söylemeye başlarlar.

Bu esnada Celâl Bayar ve Adnan Menderes ile tanışır ve görüşmeye başlarlar. DP’nin mitingleriyle Türkiye’de dolaşmaya başlar. ?Evvel Allah sonra Demokrat Parti? ve benzeri şarkılar yapar. Bu esnada 27 Mayıs Darbesi olur. Türk Ocakları?nın 51. Yıldönümü dolayısyla TRT?de verilen bir törende alel acele sahneye çıkarılır. Sakalı gögsünde, saçı belinde bir halde sahneye çıkan İhsani?nin söylediği şarkı Başbakan Fahri Özdilek tarafından beğenilmez. Başbakan ayağa kalkarak ?Atın şu komünisti oradan ?? der ve İhsani şaşkınlık içinde kendini karakolda bulur. O günleri Aşık İhsani şöyle anlatır:
“Demokrat Parti vardı. Benimle ilgilenmişlerdi. Menderes?le beraberdik. Celal Bayar?da tabii. Bizi kendi amaçları için halkın arasına götürüyorlardı. Biz cahildik bilmiyorduk tabii. Halk bizi Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin?in uzantısı olarak görüyorlardı. Ve halk bizim yanımıza toplanıp kalabalık oluşturunca onlar nutuk çekiyorlardı. Ve 27 Mayıs darbesi yapıldı. O zamanın Sıkıyönetim Komutanı Fahri Özdilek geldi başbakan oldu. Ve Fahri Özdilek büyükelçilik adına Etnografya Müzesi?nde bir gece düzenlenmişti. Çağırılan sanatçılar arasında bende vardım. O zaman saçım sakalım vardı. Sazı ayakta çılıyordum. Ve Fahri Özdilek, bakanlar, müdürler ileri gelen bürokratlar arasında oturuyordu. Ben sahneye çıktım. Şu türküyü okudum: ?Nedendir be koca tanrı/ Ben ölüyom sen ölmüyon/Şu dünya oldu olalı/Ben ölüyom sen ölmüyon/Anlamak isterim önce/Bu bir doğru mudur sence/Günüm saatim gelince/Ben ölüyom ama sen ölmüyon/Neden benim malım yoktur/Senin malın mülkün çoktur/Üstelik de adın haktır/ Ben ölüyom sen ölmüyon/ İhsani?yem için için/Bak şimdi anladım niçin/Allahsız olduğum için/Ben ölüyom sen ölmüyon? der demez başbakan ayağa kalkı ?atın şu komünisti dışarı? demesi bir oldu. Herkes şaşkınlık içindeydi . Polisler beni dövdü, doğru Ankara Yenişehir Karakolu?na. İlk komünist kelimesini orada duydum. Savcı dedi bana ?seni neyle yargılayalım? ben dedim ?halkı uyandırıyor? diye…. Dedi ?sen hangi ünversitesinde mezunsun.? Dedim ?halk üniversitesinden.? ?Ooo demek sen Sovyet Şarkiyat üniversitesindensin.? Yaz kızım dedi ?Şarkiyat Üniversitesi?nden? Alıntı:http://www.evrensel.net/02/12/29/kultur.html

Bir yıl sonra Fransızlar tarafından yapılan bir Türkiye tanıtım filminde karısı ve oğlu Garip ile birlikte yer alır.

1962?de milletvekilleri maaşlarına yapılması istenen zam ile ilgili kararın görüşüldüğü günlerde meclise giderek protesto gösterilerinde bulunur. Belçika Kültür Bakanı ile bir Türkiye ziyareti sırasında tanışır ve gezi dönüşü ?Saçı ve sakalı gibi uzun görüşlü Aşık İhsani? olarak Belçika gazelerinde boy gösterir. Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşu birlikte sol hareketlere ilgi duymaya başlar. İlk yazdığı devrimci şiir “Korkuyorlar, korkacaklar, korksunlar Geliyoruz, geleceğiz, yakındır” Şiiridir. Daha sonraki röportajlarında bu döneme kadar ki yaşamını cahillik olarak tanımlayacaktır. Bu dönemde Ağalı Dünya adlı kitabı yayınlanır. Daha önce içinde olduğu Adalet Partisi ile artık düşman olurlar. 22 Kasım 1967’de öğrenci örgütlerinin düzenlediği kıbrıs mitingi sırasında Deniz Gezmiş ile birlikte Amerika Birleşik Devletleri bayrağını yakarlar. Şiirleri bir çok dergide yayınlanmaya başlar. Bu arada Çetin Altan ile tanışırlar. Çetin Altan onun ve sol çevreden bir çok kişi yazdığı şiirlerin, kitapların Sovyetler Birliği’nden gönderildiğinden şüphelenmektedir. Bu şiirleri okul yüzü görmemiş birinin yazdığına inanmazlar. En son onu konunun uzmanıolan Pertev Naili Boratav?a götürürler. Borotay İhsani?yi dinler ve ?İhsani bir halk ozanıdır.? Diyerek İhsani üzerindeki şüpheleri kaldırır. 1977?de Almanya ve Belçika?ya gider ve bu ülkelerde de televizyon programlarına katılır, ödüller alır.1979?da Avusturalya?ya gider. Yüksek tansiyon nedeniyle fenalaşmasının ardından Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahi Servisi?ne kaldırılan Aşık İhsani 20 Nisan 2009 yılında yaşama gözlerini yumdu.

Le Monde’da hakkında çıkan haber
“… İhsani ile söz konusu olan başka şey. Bunu söylerken Bob Dylan’ı, Joan Baez’i, Gospels’in politik olmuş kara derili şarkılarını düşünüyorum. Ray Charles’ın ya da John Holiday’in çığlık türküsü, Charlie Mingus’un yakarı türküsü, Bob Dylan ya da Joan Baez’in yakınma türküsü,Leo Ferre, Branssens’in taşlama türküleri, İhsani sözlerindeki şiddetle karşılaştırıldıklarında adeta çekinden kalırlar. Yalnızca Vietnam Savaşı’na karşı koyan dünya ozanlarında görülen açık sözlü sertlik, İhsani şiirinin ilk göze çarpan özelliğidir. İhsani bu öfkeyi, bu sertliği halkına karşı olan her şeyi yermekte kullanıyor. Kibarlar belki bu tondan inciniyorlar ama bu akım, bu hakaret rayına oturmuştur…”

Kitapları
* Aşık İhsani’nin Hayat Hikayesi ve Şiirleri (1960)
* Ağalı Dünya 2 cilt (1964-1965)
* Yazacağım (1966)
* Bakalım Hele (1967)
* Ozan Dolu Anadolu (Gezi, 1973)
* Bak Tarlanın Taşına (1974)
* Vur Ağanın Başına (1975)
* Dünden Bugüne Aşık İhsani (1976)
* Beyaz Köle (1985)
* Düş Değil Bu (1993)
* Bıçak Kemikte (2002)

Yazacağım

Yazacağım bu can tende
Durana dek yazacağım
Eşitsizlik zincirini
Kırana dek yazacağım

Günüm çıkasıya dardan
Haber gelesiye yardan
Vurguncuyu şahdamardan
Vurana dek yazacağım

Ağalığın çöküşünü
Gür suların akışını
Fakirliğin kalkışını
Görene dek yazacağım

Sorumluyum ben çağımdan
Düz ovamdan dik dağımdan
Sömürgeni toprağımdan
Sürene dek yazacağım

Halkım uyanmasın diye
Gerçekler gizlenir niye
Anayasam raftan köye
Girene dek yazacağım

Benim Oğlumsun

Sana oğlum demem hayatta çiğsen
İstemem başına altın taç giysen
Yetiştirip iki ağaç diktiysen
İşte sen o zaman benim oğlumsun

Zalimin önünde boyun eymezsen
Haram malı helal deyip yemezsen
Ben İslamım o gavurdur demezsen
İşte sen o zaman benim oğlumsun

İyilik etmeyi az çok sezdin mi
Kötüyü gördüğün yerde ezdin mi
Şerefinle gurur duyup gezdin mi
İşte sen o zaman benim oğlumsun

İhsani’yem benim idi giden dün
Yarınlar senindir iyice düşün
İnsan olduğunu öğrendiğin gün
İşte sen o zaman benim oğlumsun

Kara Sakalım

Sakal seni «güzel» için taşırım
Ben seni kesemem kara sakalım
Güzeli görünce hafif kaşırım
Ben seni kesemem kara sakalım

Hacı gibi üç beş karı almadan
Sofu gibi yanlış namaz kılmadan
Camilerde halı kilim çalmadan
Ben seni kesemem kara sakalım

İhsanî’yem sakal değil gözümsün
Kullanmağa elde büyük kozumsun
Halkı kandırmağa bana lazımsın
Ben seni kesemem kara sakalım

Aşk Yunus?u

Duydum Tanrı dağbaşında
Verdi aldı aşk Yunus?u
Odun kesti ipin yere
Serdi aldı aşk Yunus?u

Ah eyledi yana yana
Kırk yıl bekledi uyana
Bin o yana bir bu yana
Sürdü aldı aşk Yunus?u

Ezeli bir aşık gibi
Ol aşka alışıp gibi
Karanlıkta ışık gibi
Gördü aldı aşk Yunus?u

İhsani?yem çevre yönden
Yandım aşkın alevinden
Yaklaşıp da can evinden
Vurdu aldı aşk Yunus?u


Git Efendi

Git efendi hançerlenmiş yaramı
Eşeleyip tazeleme bu sıra
Köyüm yolsuz ben kanunsuz yaşarım
Utan da şu asıra bak asıra

Demek vekilimsin vay benim başım
Yediğin her yemek bir yıllık aşım
İçtiğin her kadeh dolu göz yaşım
İşlediğin kusura bak kusura

Alemin fezaya gittiği günde
Dermanı alınmış dert dolu bende
Başkasının toprağının üstünde
Sarındığım hasıra bak hasıra

De şimdi yaşamak denir mi buna
Ahırda doğurur gelinim Suna
Ağaların çıkarları uğruna
Köy dolusu esire bak esire

Ne demek oluyor bilginiz çoksa
Binimiz aç ölür birimiz toksa
İstemem değişsin bu gidiş yoksa
Elimdeki nasıra bak nasıra

Sen Ölmüyon

Behey benim yüce Tanrım
Ben ölüyom sen ölmüyon
Bu ne iştir ne hikmettir
Ben ölüyom sen ölmüyon

Anlamak isterim önce
Bunlar reva mıdır sence
Vaktim saatim gelince
Ben ölüyom sen ölmüyon

Barındığın koca handa
Kıyıda kenarda yanda
Belirli belirsiz anda
Ben ölüyom sen ölmüyon

İhsani’yem için için
Şimdi anlıyorum niçin
Allahsız olduğun için
Ben ölüyom sen ölmüyon

Bulmadım

Kalktım ki feleğe meydan okuyam
Güreşecek yer aradım bulmadım
Sıkı hazırlandım karnın deşmeye
Sivri uçlu ker aradım bulmadım

Zalim beni öldürmenin kastine
Gürz ü kalkanını almış destine
Ben de silahlandım fakat üstüne
Yürümeye fer aradım bulmadım

İhsani elaman tutuldum şuna
Diri diri yaktı beni kurşuna
Hasılı feleğin birgün karşına
Çıkacak bir er aradım bulmadım

İhsani Sırlıoğlu (Âşık İhsani) ile söyleşi 1999
http://www.asikveysel.com/Ozanlarimiz/asik%20ihsani.htm

Türkiye’de halk ozanı denince ilk akla gelen isimlerden birisiniz. Birçok kitabınız yayınlandı, sizinle birçok kez röportajlar yapıldı. Fakat ben yine de sizden yayınlanacak kitapta kalıcı olması için yaşam öykünüzü yine sizin ağzınızdan ayrıntılarıyla almak isterim.

Türkiye’de sosyalist harekette yer almış bir ozanımızsınız, niçin sosyalizmi seçtiniz? Kendinizi niçin sosyalizme yakın buldunuz da türlü zorluklara karşın bu düşünceyi hala savunuyorsunuz? Türkiye’nin yönetimden kaynaklanan sorunlarını şiirlerinizle, eylemlerinizle çok çarpıcı şekilde yansıtmaya, dile getirmeye çalıştınız. Sizce temel sorun neydi ve nedir?
Babam Diyarbakır’da öldüğünde ben 3 yaşındaydım. Dul ve yoksul anamın boynuna bir hükümlüye takılan zincirler gibi takılakalmışım. Diyarbakır’da o ara kıtlık da vardı. Kim / kimsesizlik, yok / yokluk… Anamın beline boynunu bir iyice bükmüştü… Buna karşın anam zaman zaman, Muş / Varto’lu Seyit Mehmet Baba’nın kızı olduğunu söyler söyler övünürdü…
Altı yaşıma basmıştım. Anamın kendisi şöyle dursun, beni bile besleyemiyordu. Bu nedenle açlıktan ölmeyim diye beni bilmediğim köylere, adamlara gönderdiydi. İşte bu nedenle, çok istediğim halde okula gidemedim.
Günler, aylar, yıllar geçip gidiyordu. Çalışıyor, eziliyor, büyüyordum. Çalıştığım köyler, adamlar Alevi değildi. 17 yaşıma basmıştım. Erzurum’da benim gibi birini tanıdım. Adana’ya gidecekti. Atladık trene vardık Adana’ya. İş miş aradık hak getire… İş bulamayınca Mersin’den bir vapura atlayıp İzmir… İstanbul’a vardık.. ve… Büyükçekmece / Mimarsinan Köyü’nde bir iş bulup çalıştık. İki yıl yer altından kömür kazıp çıkardık. Maden ocağı kapanınca İstanbul / Topkapı dışındaki kara lastik fabrikalarında çalıştım. Bu arada beni askere alıp, Erzurum’a gönderdiler.
Askerlik dönüşü elime bir saz geçirip tellerine vurdum… vurdum… şiirciklerimi oluşturdum.
Diyarbakır’da on dolayında Alevi köyü vardı. Halen de var. Dedeler gelir saz çalar söyler giderlerdi. Dede olayını çocukluğumda duymuş, görmüştüm.
Yaşadığım çeşitli olumsuzluklardan dolayı sazı tek başıma çaldım. Çaldım, çaldım az da olsa birşeyler öğrendim. Kendimi Anadolu deryasına attım. Dolaştım çaldım, dolaştım. Bir ara yolum Ege’ye, Manisa’ya düştü. Ünlü Manisa Tarzanı’yla tanışıp yanında bir ay kadar kaldıktan sonra Uşak’a vardım. Saza sarılırken kafamızda Güllüşah adlı bir kız adı katılmıştı. Ona aşıkmışım gibi türkülerimi onun adına yapıyordum. Onun adını söylüyordum. Uşak’ta birkaç gün kaldım. Bir ara mapusane müdürü aldı beni evine götürdü. Bir iyice karnımı doyurduktan sonra, sana Güllüşah kızı bulduk, dedi. Kızı aldı bana gösterdi. Kız güzeldi ama kafamdaki Güllüşah’a benzemiyordu. Baskı yapıldı. Kızı nikahlayıp hemen saz öğrettim ve.. Güllüşah adını ona verdim, Anadolu’ya attık kendimizi. Yıl 1957 idi. Olduk Aşık İhsani ve Güllüşah. Halk hemen bizi tuttu, ilgi üstüne ilgi gösterdiler…
Bunu duyan, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Tahir ile Zühre kitaplarını çıkaran kitapçılar bizi, geldi aldı ve ilk ilk kitabımız çıktı, Aşık İhsani ve Güllüşah…..
1958’de Ankara Radyosu, Yurttan Sesler şefi Muzaffer Sarısözen bizi de programa aldı. Çarşamba günleri Güllüşah’la karşılıklı saz çalıp türküler söyleyince halkın ilgisini daha çok çektik.
Bu arada Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes ile tanıştırıldık. Uzun zaman gürüştük. Onlara şu türküyü söyledik:
Hey ağalar bahtiyarız mesuduz
Evvel Allah sonra Demokrat Parti
Her köşesi cennet oldu yurdumuz
Evvelallah sonra Demokrat Parti
Nice istasyonlar nice garajlar
Nice fabrikalar nice barajlar
Yapıldı düz oldu keskin virajlar
Evvelallah sonra Demokrat Parti
Sırılsıklam cahildik. Ama sazımızı türkülerimizi sürdürüyorduk.
27 Mayıs 1960 darbesi yapıldı, askerler geldi, kaldı. Bir ara Ankara Radyosu’nun üst katında, üçüncü tiyatro salonunda, Türk Ocakları’nın 51. yıldönümü töreni yapıl-dı. 27 Mayıs’ın Başbakanı Fahri Özdilek ve kordiplaması (büyükelçiler, konsoloslar) ve ötekiler vardı. Sanatçılar geç kalınca beni aradı buldu sahneye çıkardılar. Saçım sırtımı, sakalım göğsümü dövüyordu. Kendime öz bir biçimde bir urba giyiniktim, ayakta saz çalıyordum o zaman. İlk, yeni yaptığım türkümle girdim.Türkümü okurken Başbakan ayağa kalktı ve tüm gücüyle bağırdı: “Atın şu komünisti oradan.. ” Tabii kordiploması şaşkın.. Ne olduğunu öğrenmeye çalışırken ben karakolda…
Yaklaşık bir yıl sonraydı. Türkiye’nin dışırıya tanıtılması için kısa metrajlı bir film yapılacaktı. Filmin yapımı Fransızlar’a verilmişti. Yönetmen beni, Güllüşah, küçük oğlumuz Garip’i aldı, Ürgüp Peribacalarına gidildi. Film yapıldı ve bu film Avrupa’da beş ödül aldı.
1962’de milletvekilleri maaşlarını artırmaya kalkıştı. Duyunca hemen yanıma birkaç halk ve halk ozanını aldım, parlementonun içine kadar gidip protesto ettik, maaşları geri aldırdık..
Bu arada Belçika Kültür Bakanı Türkiye’ye geldi. Kültür Bakanımızla görüşürken oradaydım ve kendisini bizim fakirhaneye davet ettim. Ertesi günü akşamı 25 kişi çıktı yemeğe geldiler… Bakanın adı Artur Olot’tu. Adam ülkesine gidince ünlü dergilerdinde şu başlıkları okuduk; “Türkiye’de üç şey ilgimi çekti. Bir, her kesimin Atatürk’e sarıldığını, 2. Parlementoda eski cumhurbaşkanı Celal Bayar’a af teraneleri. 3. Saçı sakalı gibi up / uzun görüşlü Aşık İhsani… ”
Türkiye İşçi Partisi kurulmuştu. İşçim, köylüm, açlık falan diyorlardı. Ben de bunları şiire döktüm. İlk yazdığım devrimci şiirim şu oldu; “Korkuyorlar, korkacaklar, korksunlar / Geliyoruz, geleceğiz, yakındır” ve öteki devrimci şiirlerim peş peşe oluştu.
Bu şiirleri yazarken cehaletim sürüyordu, ama yazıyordum. Bıçak kemikte… Nazlı.. Ağasız dünya…… derken “Ağalı Dünya” adlı kitabım çıktı. Ve eski dostlar düşman oldu, yeni dostlar edindim.
Çetin Altan Milliyet’teydi. Birkaç şiirimi almış yayınlamıştı. Ağalı Dünya durmadan bitiyor, ben durmadan matbaalara gidiyor yenisini çıkarıyordum. Böylesi bir günde, hanım şairlerden Sennur Sezer beni aldı İstanbul dışına çıkardı. Geziyorduk. Sennur bir ara, bak İhsani, Çetin Altan burada oturuyor. Gel istersen gidelim, dedi. Akşamdı. Vardık. Çetin rakı içiyordu. Bir kadeh bana da verdi ve haydi sıhhatine derken ben kadehimi az aşağı indirip tokuşturunca Çetin atıldı “kimsin ulan, Sovyetler Birliği’nden gelmişsin değil mi, bizi denetlemeye geldin, hadi konuş… ” Çetin Altan sonraları benim için çok yazdı.
Yazdıklarım görülmemiş şiirlerdi. Edebiyat piyasası alak-bullak olmuştu. Cahil, köyden gelmiş, okul yüzü görmemiş birinin bu şiirleri, Ağalı Dünya’yı yazdığına inanmadılar. Yüzüme karşı, bu şiirleri, kitabı sana Sovyetler Birliği’nden gönderdiler, deyip deyip duruyorlardı. Böylesini hiç görmemişlerdi. Hele bir halk ozanınından hiç….
Galata Köprüsü’nde Ağalı Dünya’yı yüz kuruşa satıyorduk. Bir akşam üstü kadının biri yanıma yaklaştı; “Pertev Naili Hoca seninle görüşmek istiyor” deyince tası tarağı toplayıp yola çıktık. Pertev Naili Hoca adını, Anadolu’da öğretmenlerden duymuştum. Türkiye’nin tek “halkçılık kürsüsü” profesörüydü. Vardık ki ne görelim, tüm edebiyatçılar tıklım tıklım salonu doldurmuş, Hoca’yı ortalarına almışlardı. Hoca’nın elini öptük. Sonra da Hoca, İhsani, bize bir iki türkü söyler misin, deyince saza sarıldım, başladım söylemeye… Türkünün bitiminde, Pertev Hoca edebiyatçılara döndü, evet İhsani bir halk ozanıdır, der demez ordakilerin tümü birden ooh dedi, rahatladılar.
Evet. Benim gibi cahil birinin görülmemiş bir biçimde devrimci kitap ve şiirler yazmasına inanmak istemiyorlardı. Bu nedenle Halkçılık kürsüsü profesörü Pertev Naili Boratav’ı Paris’ten getirdi. Benim Sovyetler Birliği’nden mi geldiğimi ve normal bir halk ozanı mı olduğumu öğrenmek istediler. Bunların tüm belgeleri bendedir.
1960’tan 1977’ye kadar bana pasaport vermediler. Ecevit o zamanlar başbakan ve dostum olduğu halde bana pasaport verilmedi. 1977’lerde bir yolunu bulup Almanya’ya attım kendimi, halk geceleri ve televizyonlara çıktım. Bu arada Belçika ve öteki ülkeler de bana el uzattı, halk gecelerine ve televizyonlara çıkardılar beni. O ara Avrupa’dan üç de şiir ödülü aldım.
İlk okuduğum kitap Fuzuli’nin “Saadete Ermişlerin Bahçesi” isimli kitabıdır. Bugüne kadar 24 kitabım yayınlandı. İkisi yabancı dillere çevrildi. Ağalı Dünya ve Beyaz Köle. Taşplak, 45’lık plak, longpley ve kasetlerim epey çıktı. Longpleylerimden biri ABD’de biri de, SSCB’de çıktı.
Eşitlik, özgürlük, tam bağımsızlık, laiklik, demokrasi, hakça bölüşüm diyorsunuz her konuşmanızda, eserlerinizde. Bu kavramlar için Türkiye’de bu kavramları savunduğunu iddia edenlerin gerekli mücadele verdiğine inanıyor musunuz?
Hayır. İnanmıyorum. Herkes üzerine düşen görevi yapmış olsa sorunlar daha da azalacaktır. Zaten temel sorun da orada yatıyor zaten.
Halk ozanı kimdir, halk ozanlığı nedir?
Halk ozanı halkın yanında olandır. Yani halkın görmeyen gözü, duymayan kulağı, söylemeyen dilidir. Yani halk bir derya, halk ozanı bir balıktır. Dahası, halk kır çiçekleri, halk ozanı bir arıdır. Bir de şöyle diyelim halk ozanı, derin ve karanlık kuyulara atılan halkını kartal pençeleriyle çıkarıp ap-aydınlığa götürendir. Halk ozanının okulu yoktur. Halk, derdini belasını sevincini söyletmek için ozanını yaratmıştır. Halk varoldukça ozanı da olacaktır.
Alevilik Bektaşilik için neler söyleyeceksiniz?
Alevilik vazgeçilmez bir güzelliktir, sevgidir, barıştır, dostluktur, kardeşliktir ve de zengin bir kültürdür.
Çocukluğumdan bugüne yüce Alevi halkının itildiğini, kovulduğunu, dövüldüğünü, öldürüldüğünü, yakıldığını hep duydum, gördüm. Hükümetler bu ?Yezitliğin’, bu işkenceceliğin, bu yobaz faşist kırıntılarının yaptığı katliama “dur” demediler. Üstelik göz yumdular yıkılasıcalar.
Yüce Alevilik oluştu oluşalı hep öyle oldu. İşte, tarihlere beyinlere kapkara bir leke olarak giren Kerbela kana doymayan ?Yezit kırıntıları’ daha sonra katliamlarına devam ettiler. Kedinin ciğere yetişemediği gibi yüce Aleviliğin kültür hazinesini yaratan şairlere, yazarlara ve Ali’yi sevenlere murdardır, deyip çivili sopalarla, satırlarla, ateşlerle saldırdılar. Bu yezit faşist kırıntıları, yüce Alevilik mertebesini, sırılsıklam cahil kalıp yetişemediklerinden, murdar dediler.
Biz ne yaptık? Yapabildiklerimizi yaptık. İhanetlerini, yezitliklerini, katliamlarını saza söze döküp, beyinlere, tarihlere, işledik. Başka ne yapabilirdik ki; onların hükümeti, onların polisi, jandarması olunca.
İmam Ali, İranlıların abarttıkları gibi, durmadan savaşan, kan döken bir katil değildir. İmam Ali iyilik, kültür sever bir bilim adamıdır. Sürekli halktan, haktan yana çıktığı için ona (hak) denilmiş bir beyin hazinesidir. İşte size Ali’nin bir deyimi, “her şey bir şeydir, cahil hiçbir şeydir. ” Bu deyim İmam Ali’nin kim olduğunu göstermiyor mu?
Halk ozanının okulu yoktur. Halk, derdini-belasını, söyletmek için halk ozanını yaratmış, içinden çıkarıp önüne katmıştır.
Halk ozanı halkın duyan kulağı, gören gözü, söyleyen dilidir. Halk bir derya, halk ozanı balıktır. Yani, halk kır çiçekleri, halk ozanı arıdır. Türkiye’de halk ozanının özgürlüğü yoktur. Ancak, geçmişteki halk ozanları deha şiirleri yazmış, gizlemiştir. Sonraları elden ele okunmuş, bana kadar gelmiştir. İşte, büyük Alevilik Kültürü’nü yaratan bu şairlerdir.
Türkiye’nin tek kültürü Alevi Kültürü’dür. Çünkü, davul zurna Pakistan’dan, ut, darbuka, cümbüş Araplar’dan, gitar İspanya’dan, keman İtalya’dan… Ötekiler şurdan burdan geldi Türkiye’ye. Alevilik ise bir yoldur. Kültür yolu hazinesidir. Ve de erişilmez, bu topraklara özgü bir kültürdür. 1979’da, Türkiye’ye göre dünyanın dibi olan Avusturalya Kıtası’na gittiydim, çağrılmıştım. Baktım ki ne göreyim. Bir parça ekmek karşılığı, Alevi halkı Avusturalya’ya da gitmiş.
Ekmek Leyla oldu bre dostlarım / Mecnun oldum ardı sıra gezerim
Dostlara hasret türküleri söyledim. Sonra da dertlerini belalarını hasretlerini, oturup bir kitap yazdım; “Beyaz Köle” yazarken Pülümürlü Hıdır geldi, sordum: “Buraya geldiğinde ilk işin ne oldu?” deyince, “Ölü babamı aramak oldu. ” dedi. Anlamadım, deyince yeniden girdi: “Ben çocukken, köyde babam öldüğünde, komşular ağız birlik, babamın öte dünyaya vardığını dedilerdi. Ee burası dünyanın ötesi olduğuna göre babamı neden aramayak ki. ” İşte yüce Aleviliğin yeni bir kültürel yanı daha: Bektaşi mizahı… Bu olayı Cumhuriyet, ve başka gazeteler de yazdı. Avustralya’nın, Türkiye’ye göre dünyanın dibi olduğunu anlatan harika bir deyim. Aleviliğin bir dehasıdır bu.
Türkiye’de halk ozanlarının temel sorunları nelerdir?
Halk ozanı ekonomik gücü ve özgürlüğü olmayan bir kültür adamıdır.
En çok sevdiğiniz, beraber olduğunuz, dost olduğunuz diğer ozanlar, yazarlar kimlerdir?
Halkının sömürülmesine karşı çıkan tüm ozanları, yazarları, çizerleri seviyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir