Paha Biçilemez – A. Şule Süzük Toker

?Altın mı? Sarı, parlak, değerli altın mı? Hayır, Tanrılar,
Kendimi aylaklığa adamadım ben!
Onun şuncası karayı ak, çirkini güzel, yanlışı doğru,
Alçağı soylu, yaşlıyı genç, korkağı yiğit eder.
?. Neden bu??
(Atinalı Timon, Shakespeare)

Bir sanat yapıtını değerli kılan nedir? Bir resmin, bir heykelin, bir müzik parçasının ya da bir romanın ?değer?inden söz edebilir miyiz? Yoksa tipik bir yayıncının, elinde yeni romanıyla bekleyen yazara söylediği gibi ?Elbette iyi bir kitap, ama satmaz!? sözündeki gizli anlam mıdır estetik değer ile ekonomik değer arasındaki fark?

Estetik değeri tanımlamak ya da açımlamak hiç de öyle kolay sanılmasın. Sözgelimi Platon?a göre sanat bir bilgidir; ama aklın sağladığı doğruluğu içeren bir bilgi olmayıp, aldatıcı, belirsiz, duygusal bir bilgidir. Öte yandan, estetik tavır almada başta gelen duyumlar işitme ve görme duyumlarıdır ağırlıklı olarak? Duygusal hoşlanmalar belirli bir dış uyarıcının varlığına bağlıdır ve o uyarıcı var olduğu sürece sürer. Uyarıcı ortadan kalktığında ise bu duygusal hoşlanma durumu da sona erer. Oysa estetik haz, dinlediğimiz müzik bitse de, izlediğimiz filmde ?son? yazsa da sürer? Dalga dalga içimize işler, bizi genişletip derinleştirir ve yüreğimizi titretmeye devam eder. Estetik haz, aslında kişiliğimizde bir değişme, bir yenilenme ve buna eşlik eden ince bir sevinç meydana getirir.

Ben Bir İnci İdim

Öte yandan bazı sanat yapıtları yaratıldığı zaman diliminde görünmezdir adeta? Sonra sonra değer ve yaygınlık kazanırlar. Buradaki ?değer? meta değeri değildir? Aksine, yaratıldığı zaman ve mekânda derin rüyaya dalmış bu uyuyan güzeller, birçok zaman sonra anlaşılmışlardır. Bunun nedeni ise, sanat yapıtını içeriği ile ilgi duyacak, o yapıtın kendisinden onun tinsel içeriğini söküp çıkaracak, onu estetik olarak algılayacak bir bilincin olmamasıdır. Tıpkı ?ben bir gizli hazineydim, bilinmek istedim? sözünde olduğu gibi, gününün gelmesini beklerler? Kim bilir o gün bazen gelir, bazen de sonsuza dek karanlık bir sessizlikte nice uykular yaşanır.

Büyük sanat yapıtları bir uyum, nam-ı diğer harmoni, barındırmalıdır. Sağlam içeriksel bir uyuma eşlik eden tutarlılık, mantığın süzgecinden geçtiğinin göstergesidir. Böylesi yapıtlar, günlük yüzeysel yapıp etmelerin arkasındaki asıl büyük fotoğrafı sezdirirler. Küçük işaretler, büyük bir gerçekliğin billurlaşmış biçimleri olarak ışıl ışıl yanarlar estetik nesnelerde. Kişi, aydınlanma yaşıyormuş izlenimi içinde adeta kendinden geçer, ama hani gizli hazineyi keşfedebilen insanlardır bunlar. Harc-ı âlem değildirler yani?

Başlangıçtaki sorularımıza dönersek, estetik nesnelerle ekonomi arasında nasıl bir bağ ola ki?
Sel Yayıncılık?tan çıkan Paha Biçilemez, tam da nasıl paha biçildiğini açıklamaya çalışan bir kitap. Kültür, ekonomi ve sanatta değer kavramını deşen, değerin oluşma sürecini didikleyen makalelerden oluşan bir kitap bu. 2000 yılında İtalya, Cadenabbia?da Fritz Thyssen Vakfı tarafından desteklenen, Sanatta Değer Biçme Pratikleri adlı atölye çalışmasından doğmuş. ?Etkinlik, ekonomistler, sanat, edebiyat ve müzik tarihçilerini, sanat yönetmenlerini ve sanatçıları bir araya getirdi. Atölyenin amacı, tartışılmakta olan değer usullerine ilişkin yazılı kaynaklar oluşturmak değil; daha çok disipliner sınırlar arasında verimli bir tartışmanın olabilirliğini test etmekti.? deniyor önsöz kısmında.

Sözünü ettiğimiz alan, yani estetik değerin ekonomik değerle karşı karşıya getirilmesi ve sanat-ekonomi çiftinin bir arada var olup olamayacağı sorunsalı bir gerilim ögesi olarak kitap boyunca hem tartışılıyor hem de bir leitmotif olarak sürekli kendini hissettiriyor. Bu sarkaca dair daraltılmış dozlardaki haplar değil ama soruna farklı boyutlarda bakmanın önü açılıyor bana kalırsa.

?Temel hipotez, ekonomik ve kültürel değerler arasında ayrım yapılabileceği ve bu değer kavramı çiftinin doğasının nasıl oluştuklarının ve birbirleriyle ilişkilerinin, ilişkisizliklerinin soruşturulması gerektiğidir.? deniyor. Ticari eylemler, pazara sunulan mal olarak işaret edilen sanat yapıtları her zaman hor görülegelmiştir. Örneğin ? Antik düşünce, en yüksek mertebedeki değerin mutluluk ve kutsanmışlık ya da Tanrısal gönenme deneyimi yoluyla elde edileceği iddiasını ortaya atmıştır; sanat deneyiminin bu amaç doğrultusunda oynadığı rol küçüktü, pratik sanatlarla ilişkilendirilen ticari eylemler, daha düşük seviyede görülüyordu.? Sanat yapıtlarına hem bir kutsanmışlık yükleme hem de ona değer biçip ?pazar?da iş görme pratikleri her daim bir ikircikli tutumu da beraberinde getirir bir yanıyla.

Aborjin Sanatı

O halde, estetik değer biricikse, bunun ederi kaçtır ki?

Kitaptaki bir başka makale, yukarıdaki soruyu kültürler arası değer yaratımının nasıl şekillendiğine yanıt arayarak veriyor. Günümüz Avursturalya Yerli Sanatı başlıklı bu yazı, sanat eseri el değiştirirken ne tür değer sistemlerinin söz konusu olduğuna tutuyor merceğini. Aborjin sanatına bakarken, ?yüksek? ve ?adi? sanat arasındaki ilişkiyi sınıflandıran görüşlerin değerlendirilmesinde orta yoldan bir köprünün bulunduğunu saptıyor. ?Batı estetiği? ve ?Aborjin kültürü? pazar pratiğinde buluşuyor. Ancak farklılıklar, ayrımlar yok mu? Var? Ama ihmâl edilebilir nihayetinde ? En büyük farklılaşma Aborjinler tarafından yüksek değer biçilen ancak yabancıların ?etnografik? bulmakla yetindiği gizli ritüel objeleri ve Aborjinlerin düşük, Batılı bakışınsa yüksek değer biçtiği soyut estetik (dekoratif) nitelikler üzerineydi.?(39) Ama bu kadar çapak kadı kızında bile bulunur artık.

Sanat Eğlenceyi Dışlar mı?

Eğlenceyi tanımlama biçimine göre yukarıdaki sorunun yanıtı farklılaşabilir mi pek emin değilim ama okumayı hak eden bir makale daha çıkıyor karşımıza. Eğlendiricilik değeri, değerler silsilesi içinde nasıl tanımlanagelmiş ve bugün araçsallaştırıldığı ölçüde dışlanan ve hor görülen bir değer mi yoksa eğlencenin kendisi Montaigne?nin deyişiyle ?zihni kendince eğlendirmek? meditasyona benzer bir işlev mi yüklenmekte? Asık suratlardan, bezdirici bir çilecilikten çıkan sonsuz bir enerji ve neşe olabilir mi? Yoksa yine her iki kutup arasında bir orta yol bulunabilir mi? Gezi Mücadelesi?nden kalan ve içimizi kıpır kıpır eden, bu mizah ve eğlence değerinin bizlere yansıması mıdır ki?

Yine Montaigne?nin ciddi felsefi bilgeliğe karşı dillendirdiği zevk için okuduğu, okuma eylemini eğlence olarak gördüğü itirafı esrikleştirici midir yoksa iyileştirici mi? ?Montaingne, ?zihni kendince eğlendirmek? dediği meditasyon kabilinden etkinliğin, güçlü bir zihinde hem entelektüel açıdan hem de alınan zevk bakımından diğer tüm etkinlikleri saf dışı bırakabilecek bir eğlence biçimi olduğunda ısrarcıydı.? (53) Öte yandan sanat kutsallaştırılacaksa eğlenceden ayrılmalıdır der bir başka görüş. ?Çünkü eğlence kendini tamamen sanatın romantik ?teolojisi? ile kutlanan manevi ölümsüzlüğün aşkın gerçekliğine adamak yerine, beden bulmuş, insan yaşamının tazelenmesine hizmet etmekle ilişkilidir.? Öyle ya, zevk kavramı tenselliği merkeze aldığından idealist felsefe ve öte dünya anlayışı için günahkârlık çağrıştırır. Peki ya, modernitenin dünyayı dinden ayırması ve inanç kaybıyla ortaya çıkan laiklik sürecinde sanat giderek kutsallaştırılmış da, tapınılası bir inançlar silsilesi mi yaratılmıştır? Şöyle deniyor, ?Laik toplumda edebiyat klasiklerimiz kutsal metinlerimiz haline gelirken, müzeler de hafta sonu manevi donanım hatırına ziyaret edilen kiliselerin yerini almış.?(57) İşte bu tartışılır. Biz Türkiye?de laiklikten dinselliğe doğru seyrederken, moderniteden postmoderniteye koşar adım giderken ille de yeni ufuklar açan Paha Biçilemez?e bakmak gerek? Dünya nihayetinde ceviz gibi oldu.

A. Şule Süzük Toker
Not: Bu yazı Sol Kitap Eki’nde yayımlanmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir