Bir Balıkla Sahtekârca İlgilenmek biçimsel açıdan Tutunamayanlar’ın ötesine geçen yeni bir roman. Romanın giriş bölümü “Özgeçmiş” başlıklı bir olayla başlıyor. Şantiyede bekçilik yapan bir adamın, Faulkner’in Abşolom’unu hatırlatan güçlü bir üslupla tasvir edildiği bir sahnedir bu. Akşam mesaiden dönen şoförlere “o adi demir kapıyı” açan gece bekçisi kendi kendiyle konuşurken roman sanatı üzerine olayla ilişkisi içinde bazı yorumlarda bulunuyor: Metnin tamamına yayılmış, can sıkıcı bir hikâye (Aslan’ın sere serpe serilmiş miskin haliyle bir benzerlik kurulabilir mi) Apo ile benim aramda geçen o olay gibi direkt, kesin (kesindi), evet yoğun (canlı) bir sonuç vermiyor.

Bu dramatik sahne yaklaşık iki sayfa sürüyor- olayları sahne olarak adlandırmamın nedeni hikâyenin bilinçli bir şekilde başı-sonu belli olan sahnelere bölünerek anlatılmış olmasıdır. Bir roman için uzun sayılabilecek sahnelerin çok net sınırları var. Yazar bize şunu demek istiyor gibidir: hikâye romanın en küçük birimi olan Sahne’de anlatılmalıdır- Ardından ithaf cümleleri geliyor ve sonra Özgeçmiş başlıklı bir olay daha karşımıza çıkıyor. Bu sahnede bekçiyle kıyaslandığında entelektüel hayatı epey parlak olan, kariyer abidesi bir akademisyen anlatılıyor. Karakterin çocukluğundan başlayarak üniversite hayatıyla son bulan bu hikâye kuramsal kitapların ilk sayfalarında gördüğümüz türden bir kısa biyografi biçimini –yer yer bazı ayrıntılarla beraber- taklit ederek kurulmuş.

Henüz bu aşamada iki karakterin (bekçiyle akademisyenin) birbiriyle ne gibi ilişkisi var, bilmiyoruz. En azından ard arda gelmeleri bakımından ileride bir ilişki kurulacağını düşünsek de bu salt biçimsel yakınlık bize hiç güven vermiyor. İki olay zaman ve mekân bakımından birbirinden o kadar ayrı yerlerde duruyor ki! İlerleyen sayfalarda bunların nasıl bir araya gelecekleri sorusu zaten kural dışı bir girişle başlamış olan hikâyede çözümü güç, ayrı bir bunalım yaratıyor. Aşağı sınıftan bir işçiyle bir akademisyen arasındaki zıtlık üsluplar arasındaki farkla keskinleştirilmiş, bu yüzden her iki sahne de ayrı ayrı romanlardan kopup gelmiş gibi görünüyor. Yukarıdaki ‘şantiye üslubuyla’ kıyaslama yapıp aradaki -gerek içerik gerekse biçimsel- farkı görmek için ikinci sahneye ait bir alıntı yapalım şimdi: Yazarın çeşitli dillerde yayınlanmış yüze yakın makalesi vardır. Bunlar arasında Berkeley, Locke ve Hume’un epistemolojilerini karşılaştırmalı olarak incelediği, daha sonra kitaplaştırdığı Üç İngiliz adlı uzun makalesi yazara uluslararası ün kazandırdı. Halen İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe Bölüm Başkanı’dır.

Bu sahneye ait bir ithaf (Bana güzel hikâyeler anlatan babaannem için) bir de bir epigraftan (Söylemenin zamanı belirlemek estetik bir meseledir) sonra romanın ‘asıl’ düzlemine geçiyoruz. Muan Es diye çağıran sese uymam bir hataydı, diye kendi kendine seslenen karakterimiz halinden pek memnun değildir. Muan Es mutfağı temizlemek için tencerede birikmiş bulaşık suyunu tuvalete dökmeye götürür. Karakter bir ikilem içindedir. Şimdi masa başına geçip bir roman yazmak istediği için mutfağı temizlemek zorunda oluşu ağırına gider. Çelişki giderek büyür ve bulaşık suyunu yere döker. Aralarında bir mücadele olur. Muan Es sorunun üstesinden gelmeyi başaramaz ve kendini yatağa atar. Karanlıkta kesik kesik parıltılar beliriyor; uykum mu geliyor, yoksa beni bu beladan kurtaracak hayallerim mi ayaklanıyor?

Paragraf başında deminki cümlenin aynısını görüyoruz: Muan Es diye çağıran sese uymam bir hataydı. Sahne bu defa Özgeçmiş’dekinden farklı olarak aynı olayı anlatıyor, ama üslup farklı. Bu olay da aynı şekilde son bulduktan sonra paragraf yine aynı cümleyle başlıyor: Muan Es diye çağıran sese uymam bir hataydı. Kısa ve ironik cümlelerle kurulu bu sahne önceki iki sahnenin hemen hemen aynı final cümlesiyle son buluyor: Uykum geliyor mu gelmiyor mu, beni bu beladan kurtaracak mı kurtarmayacak mı? Yaklaşık altı sayfa süren bu Üçlük sahneyle –okuyucunun romanı zihninde canlandırabilmesi için adım adım giderek anlattığım- giriş bölümü burada bitiyor.

Romanda o kadar çok yazan adam var ki. İçimden şöyle demek geliyor. Herkes roman yazıyor. Karakterlerimizin trajedisi ise şu: herkes kendinin iyi olduğunu zannediyor ve ötekini küçümsüyor, ama gerçekte hiçbiri başarılı değil! Bir olayın üç farklı üslupla üç kere anlatılmasının nedenini burada aramak lazım. Muan Es başyapıtını yazmak istiyor, ama ‘patinaj’ yapıyor. Bir üslubun başka bir üslup tarafından yerinden edilmesiyle yazma ediminin kesintiye uğratılması yazarın başat temaları arasında yer alıyor. Onun bir üslubun süreklilik kazanmasına izin vermeyen tavrı bizde kaybolmuşluk hissi uyandırıyor ve bu ruh hali içinde hikâyeyi takip etmenin ne kadar zor olacağı kendiliğinden açık sanırım. Başından sonuna farklı bir biçim kurgusuyla yazılmış bu romanın Kelimeler ve Gölgeler adlı sahnesinden bir alıntı yaparak son sözü artık yazara bırakalım: Muan yaklaşık bin sayfalık bir kitabın, ucuz pavyonların ağır kumaştan yapılma, dekoratif amaçlı perdelerine benzeyen kapağını araladı. Kitabın sarı yaldızlı sayfalarını bir arada tutan sırtını masaya yatırmakta zorluk çekiyordu. Okumasını güçlükle sürdürdüğü bir sırada sayfaların kendiliğinden kapanmasıyla yüzüne serin hava vurunca işin ciddiyetini daha iyi kavradı. Açıldığında sanki kendi kendini imha etmek için tasarlanmış gibiydi. Çetin içeriğiyle ezmeden önce sırf heybetli biçimiyle Muan’a gözdağı mı veriyordu? Ey okuyucu, bu zorlu kapıdan içeri girmeden önce hazırlık mahiyetinde olsun diye sana bu zorluğu çıkartıyorum; sonra, ileride başına gelecekler için bunun bir nebze olsun sana bir yararı olacaktır. Bunu mu demeye getiriyordu? Ağırlığın bir bedeli vardı ve bunu ödemeliydi, öyle mi?

mesutlizor@hotmail.com

Bir Balıkla Sahtekarca İlgilenmek
Mesut Lizor
Cinius / Çağdaş Türk Yazarları Dizisi
240 s.
İstanbul, 2010

Previous Story

AKP, Cemaat, Sünni – Ulus (Yeni Türkiye Üzerine Tezler) – Fatih Yaşlı

Next Story

Sizi Hep Şaşırtacak Bir Roman – Sadık Güvenç

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ