Bir isyan öyküsü: Tatar Ramazan ve Gezi Parkı – Selma Sayar

Tatar Ramazan edebiyatımızın gölgede kalmış yazarlarından Kerim Korcan?a ait bir öyküdür. Yazar, döneminin ?toplumsal gerçekçi? birçok edebiyatçısı gibi cezaevinin ağır koşullarını yaşadığı ve iyi bildiği için, eserlerinin çoğunda, cezaevi gerçeğini anlatır. Romanlarında ve öykülerinde ezilenler, başkaldıranlar, idamlıklar, kitaplarının kahramanı olmuştur.
1942 yılında bir tarla sorunu nedeniyle adam öldürüp hapse giren Tatar Ramazan, cezasını tamamladıktan sonra tahliye edilir. Ne var ki adam öldürmek suçundan tekrar içeri girer. Hapishanede onu zor günler beklemektedir.

Tatar Ramazan, Türk öykücülüğünün en gerçekçi kahramanlarından biri olarak anılmaktadır. Mertliğin, cesaretin, onurun, zulme başkaldırısını temsil eder. Cezaevi yaşantısı içindeki karşı konulamayan feodal yaşam biçimine tek başına isyan ettiğinde, bir ışık çakımı umut bekleyen insanların arkasından geldiğini görmüştür. Tatar Ramazan, insanların zihninde yarattığı efsaneye ve korkuya bir isyandır.
Sinemaya uyarlanarak filme de çekilen ve bugünlerde dizi olarak da izlediğimiz Tatar Ramazan, bir kez daha okunmalı. Okunduğunda, hala ondan çıkaracağımız pek çok derslerin olduğunu göreceğiz. Romanın kahramanı her ne kadar bir suçtan dolayı hapishaneye girmişse de, orada kumar oynatan, esrar satan Abdurrahman Çavuş gibi kötülerin karşısında durur. Hapishane yönetimi de Çavuş?un pis işlerine göz yumunca orada insanlık dışı işkencelere ve uygulamalara maruz kalanları savunacak iyi yürekli biri kalmıştır; o da Tatar Ramazan?dır. Kimin başı sıkışsa, burnu kanasa, aç kalsa, paraya ihtiyaç duysa, soluğu Tatar Ramazan?ın yanında alır. Mahkûmların dinine, diline, milliyetine, neden orada bulunduğuna bakmaz. ?Suçu ne olursa olsun yaşam hakkı kutsaldır? der. Böylece sıradan bir demirci iken efsaneye dönüşen ve bozuk düzen ile mücadele eden bir kahraman olur.
Bugünlerde bu filmi aratmayan bir süreçten geçiyoruz. Çoğunlukla apolitik olarak tanımladığımız, sorguladığımız, kitap okumayan, fast-food kültürüyle büyüdüğünü sandığımız bir kuşakla tanıştık. Nerdeydiler, nasıl yaşıyorlardı, nelerden hoşlanırlardı, siyasete yakınlar mıydı, oy kullanmaya gitmişler miydi? Soruları çoğaltabiliriz.
Biraz derinlemesine incelediğimizde gördük ki, ötekileştirilme sancısı ağır tahribatlar bırakmış bedenlerinde. Korku, öfke, endişe, umutsuzluk kovalıyordu onları gittikleri her yerde. Haymatlos gibi hissediyorlardı kendilerini; vatansız, sınırsız. Ama gümbür gümbür geldiler. Türküleriyle, şiirleriyle, özgürlükleriyle, daha güzel bir dünyaya olan inançlarıyla karşımıza çıktılar. İnsanı severken, ağacı da, çiçeği de, böceği de, hayvanı da, kısaca her şeyi aynı şekilde koruyarak bu dünya daha yaşanılası olur diyerek çıktılar yola. Hareketleri, eylemleri, sloganları ve onları anlamayan yöneticilere karşı ?orantısız zekâlarıyla? şaşırttılar hepimizi. Anlayışlı, sevecen, dayanışmacı davranışlarıyla, ötekinin yaşam hakkını gözetmeyen, yok sayan, kimliğini görmezden gelen siyasetçilere tokat gibi bir yanıt verdiler. Biz büyükler şaşkınlık içinde olanı biteni anlamaya, yorumlar yapmaya devam edelim. Onlar Tatar Ramazan misali kendilerinden olmayana, ateistine, inançlısına, sosyal demokratına, sosyalistine; dini, cinsi, milliyeti ne olursa olsun herkese aynı şekilde davrandılar. Üstelik de başlarında onları yönlendiren kişiler ve örgütler olmadan yaptılar. Sel oldular aktılar; her yana, her yöne. Milyonları topladılar ve isyan ateşini yaktılar! Helal olsun!
Yazımı rahmetli Aziz Nesin?i anarak bitirmek istiyorum. Pek çok kitabında hep gerçekleri dile getirdi, insanları kış uykusundan uyandırmaya çalıştı; an geldi patladı: ?Bu milletin %60?ı, daha sonra oranı yükseltti %90? aptaldır.? dedi. Şimdi yattığı yerden kalksa ve etrafına baksa, eminim ki, ?Oranı % 50?nin altına düşürdüm.? diyecek, muzip muzip gülerek, memnuniyetini dile getirecektir.

Selma Sayar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir