Bir ‘Ozan Tasarımı’nın Atası Olarak Tevfik Fikret – Kemal Özer

Tevfik Fikret’in gerek yaşamı ve kişiliği, gerekse şiiri üzerinde duruldu, çeşitli değerlendirmeler yapıldı. Kuşkusuz bundan sonra da yapılacak. Ben saptanan tüm özelliklerinin ve bu özelliklere ilişkin yorumların yanısıra, Tevfik Fikret’in aynı zamanda bir ‘ozan tasarımı’nı gündeme getirdiğini düşünüyor, bu tasarım üzerinde de durulmasını önemsiyorum.

Neden önemsediğimi açıklamaya çalışacağım. Ama önce ‘ozan tasarımı’ sözüne biraz değinmek, bunun için de birkaç soru sormayı denemek istiyorum: Tasarımla ozan arasında nasıl bir ilişki var? Tasarım, ozandan önce mi gelir? Her ozan, aynı zamanda bir ‘ozan tasarımı’ değil midir?

Son sorudan başlarsak ve geniş anlamda bakarsak, evet, her ozan aynı zamanda bir ‘ozan tasarımı’ sayılabilir. Önemli olan, bu tasarımı o ozanın ne ölçüde temsil ettiği, o tasarıma ne denli uygun davrandığı ya da o tasarıma bir şey katıp katmadığıdır. Bu anlamda, tasarım ozandan önce gelir. Tasarımla ozan arasında, çoğu kez bilinçli bir ilişki olduğu söylenemez. Çünkü o, başlangıçta kendine nasıl bir ozan olmak istediğini sormaz bile. Soracak düzeye geldiği zaman da, bir tasarımdan çok, örnek aldığı birtakım ozanlardan, o günkü şiir dünyasını belirleyen ortamdan yola çıkar. Hatta bir ‘ozan tasarımı’nın kaçınılmazlığı ortaya konsa, bağımsızlıktan ve özgür kişilikten dem vurarak, buna tepki bile gösterir.

Her ozan, eninde sonunda bir ‘ozan tasarımı’nı yansıtır olsa da, bu tasarımın isterleriyle doğru orantılı bir seçimi değil, gördüğü kabulü temel alır çoğunlukla. Oysa o kabulün kökeni de aslında tasarımla sıkı sıkıya ilintilidir. Çünkü bir ‘ozan tasarımı’nı belirleyen, içinde bulunduğu şiir dünyasıdır. Şiir dünyasını da, yer aldığı tarihsel dönem, o döneme egemen olan toplumsal koşullar belirlediğine göre, sözkonusu bir ‘ozan tasarımı’, aynı zamanda bu dönemin, bu koşulların damgasını taşıyacaktır.

İşte Tevfik Fikret’le gündeme gelen ‘ozan tasarımı’, ilk önemsenmesi gereken özelliği bu noktada göstermektedir. Kestirmeden söylersek, Tevfik Fikret’in yaşadığı dönem, başka bir ‘ozan tasarımı’na uygun koşullar içerdiği halde, o buna kapılmamıştır. Nitekim, başlangıçta yazdığı şiirler yoğun duygulanmaya, bunalım ve karamsarlığa yaslanan, oldukça kırılgan bir ozanın habercisiyken, ‘Sis’ şiiriyle bir başka ozan olmaya doğru ilerlemeye başlar. Attığı adımlar artık yaptığı bir seçimin ilk belirtileri sayılabilir.

Ad koymak gerekirse, bir ‘savaşımcı ozan tasarımı’ diyebiliriz girdiği yola. Sözle, saptamayla yetinmeyen, sözü sözcülüğe, saptamayı devinime doğru geliştiren bu ozan tasarımı, nerdeyse şiirin tarihi kadar eskiye uzanmaktadır. Şiirin herkesi kapsayacak kadar geniş soluklu, ozanın herkes adına konuşacak kadar önder nitelikli olduğu o eski çağlara kadar. Kendi şiir geleneğimiz içinde baktığımız zaman ise, Yunus’tan Pir Sultan’a, Dadaloğlu’ndan Namık Kemal’e sürüp gelen bir çizgiyle karşılaşırız.

Tevfik Fikret’le gündeme gelen ‘ozan tasarımı’nın ikinci önemli özelliği, bu geleneksel çizgiyi korumakla birlikte, kendi çağının isterlerine yanıt verebilecek bir değişikliği de içermiş olmasıdır. Kendinden önceki son temsilci Namık Kemal’den ayrılan yanı, çağının laik ahlâk, akılcı düşünce ve yurttaşlık bilinci gibi isterlerini karşılayacak bir aşama göstermesidir.

Savaşımcı ozan, yaşam üzerine söz söylemeyi seçmiştir. Ama bu, yalnız kendi yaşamı değildir. Çünkü sanat ona göre kişisel olmamalıdır. Tevfik Fikret, bu konuda yaptığı seçimi şöyle dile getirir: ‘Sanat şahsî olamaz; kendi şahsı için âsar-ı sanat vücuda getirenler bulunsa bile, sanatkârlar yalnız kendi şahısları için tevlid-i sanat edenler değildir. O halde sanatkârın hayat-ı umumiyeden ayrılmaması, bil’akis onu tezyin ve takviye etmesi lâzım gelir.’

Ozan, yaşam üzerine söz söyleyecekse, yaşam da yalnız kendi yaşamı olmayacaksa, onu kavraması, onu oluşturan üç zaman dilimine de bakmasını gerektirecektir. Tevfik Fikret, yaşamı bütüncüllüğü içinde kavramak için, üç zaman dilimine de bakar.

Tarihe baktığında, geçmiş zamanı yüceltenlere katılmaz. Geçmişteki olayları, kendi gerçeklikleri içinde, yani gerçek yerlerine oturtarak görür. Savaşları, dinin gelişmeye nasıl engel olduğunu, kahraman denilenlerin içyüzlerinin ne olduğunu sergileyen ünlü ‘Tarih-i Kadim’ şiirinde olduğu gibi.

Şimdiki zamana baktığında, çekilen acıları görmek ve dile getirmekle kalmaz, onları doğuran toplumsal ve siyasal etkenleri de görür. O etkenlerin karşısında tavır almayı, başkaldırmayı benimser.

Geleceğe ise, aydınlanmanın çağa getireceği değişim düşüyle, düşü gerçeğe dönüştürme umudunu yitirmeden bakar.

Öte yandan, yaşam üzerine söz söylemeye kalktığında, ozanın ona bakışı kadar, dile getirişi de önemlidir. Dile getiriş açısından Tevfik Fikret, ağdalı bir dil kullanmıştır ama Divan edebiyatı kalıplarına bağlı kalmamayı seçmiş, dile getirişte serbest yazış biçimlerine, konuşma dilinden yararlanarak yer yer koşuklu bir düzyazıya yönelmiş, böylece kendinden sonrakilerin serbest koşuğa geçişleri için olanaklar sağlamıştır.

Yaşamı kavrayışıyla olsun, dile getirişiyle olsun, Tevfik Fikret’in yazdığı şiirler, gündeme getirdiği ‘ozan tasarımı’nın ulaşması olağan sonuçlarına onu taşıdı diyebiliriz. Nitekim, yaşadığı dönemin hem içinde bulunduğu gerçekleri dile getirmesi, hem de ileriye dönük yönelişlerini, özlemlerini yansıtması, bu şiirlerin elden ele dolaşan gizli bir bildiriye, bir duygu, düşünce ve isyan kaynağına dönüşmesine yol açtı.

Tevfik Fikret’le gündeme gelen ‘savaşımcı ozan tasarımı’ bu sonuca ulaşmakla, yalnız şiir dünyasının sınırları içinde kalmamıştır. Çıktığı toplumsal dolaşım onu aynı zamanda toplum vicdanını yansıtmaya doğru genişletmiştir. Bunu yalnız Tevfik Fikret’in yaşadığı günlerde gördüğü ilgi ve tepkiden, hem sanatsal hem toplumsal çatışmalarda tartışmayı onun üzerinden yapmalarından anlıyor değiliz. Odak olmayı ölümünden sonra da sürdürmesi, Sabiha Sertel’in saptamasıyla söylersek, ‘yaşadığı devrin değil, gelmesi mukadder olan bir devrin ideolojisini yaptığı’ içindir.

Gördüğü ilgi, görüşleri kadar, bence gündeme getirdiği ‘ozan tasarımı’nın da sonucuydu. Tıpkı daha önce saydığımız Yunus, Pir Sultan, Dadaloğlu, Namık Kemal gibi ‘savaşımcı ozan tasarımı’nın atalarından biri olarak o zincire yeni bir halka eklemesi, Cumhuriyet dönemindeki devlet adamlarının da, sanat adamlarının da etkilenmesine kaynaklık etmişti. Mustafa Kemal’i buna örnek gösterebileceğimiz gibi, Nâzım Hikmet’i de gösterebiliriz. Şöyle diyebiliriz: Nâzım Hikmet, Tevfik Fikret’in görüşlerinin benimseme anlamında sürdürücüsü olmamakla birlikte, onun yeni bir halka eklediği ‘savaşımcı ozan tasarımı’nı kendine örnek alarak ve yeni bir içerik kazandırarak sürdürmüştür.

İlginin yanısıra gördüğü tepkinin de Cumhuriyet döneminde sürüyor olması, kimi kavgaların 1930’larda, 1940’larda hâlâ Tevfik Fikret üzerinden yapılması, görüşleri kadar tutumunun da, yani gündeme getirdiği ‘ozan tasarımı’nın da rol oynadığını gösteriyor. Yalnız dincilerden, gerici ve faşistlerden tepki görmemesi, örneğin 1960’ların sonuna doğru Cemal Süreya’nın tepkisiyle karşılaşması, bu tepkilerin kaynağında temsil ettiği ‘ozan tasarımı’nın bulunduğuna ilişkin önemli bir gösterge sayılır.

Cemal Süreya, sözkonusu yazısında, döne döne Tevfik Fikret’i niteleyen yargılara, onun önemsenmesinin kaynağındaki temel kabullere tepki göstermektedir. Örneğin ‘fikir şairi’ sayılmasına. Cemal Süreya’ya göre, Tevfik Fikret’in şiirleri birtakım siyasal sloganlara dayanmaktadır. Zaten ‘fikir’ sözünü de fazla büyümsememek gerekir. Çünkü Tevfik Fikret, İttihat ve Terakki’nin isterlerine bağlanarak bir ‘parti şairi’ gibi çalışmıştır. Özgürlük savaşımcısı olarak nitelenmesine karşılık, Cemal Süreya onun özgürlük anlayışını İttihat ve Terakki’nin duruma büsbütün egemen olmasına indirgediğini ileri sürer. Cemal Süreya’ya göre, ‘Tevfik Fikret siyasi eylemi dolayısıyla yaşadığı günlerde büyük bir etkinlik ve başarı sağlamıştır. Ancak (..) daha çok siyasal bir başarıdır bu.’, ‘Gericilere karşı, istibdada karşı direndiği için şair olarak büyümsenmiştir. Kendisine büyük şair denmiştir. Kısacası, şiirindeki siyasal tavır, ömrü boyunca ve öldükten sonra bir rant sağlamıştır ona.’ Sonuç olarak Tevfik Fikret ‘bir şair değil, bir aktüalite, bir ihtifal oldu’ der Cemal Süreya ve ekler: ‘Tabii şairler ve şiirin soluğunu canında duymak isteyenler için.’

Sabiha Sertel, Tevfik Fikret’in gördüğü tepkiler karşısında, ‘Faşizm ve gerici dincilik, akılcı öze sahip bir sanatı ölümcül düşman görür’ demişti. Cemal Süreya’yı okuduktan sonra, rahatça ‘Yalnız onlar mı?’ diye bir ek yapabiliriz bu söze.

Günümüzde, yirminci yüzyılın sonunda, daha önce burda konuşmacıların söylediği gibi, Tevfik Fikret hâlâ güncelse, görüşlerinin, önerilerinin, çözüm olarak ileri sürdüklerinin bugüne de yanıt vermesiyle ilgili bir durum olmaktan çok, bu görüşleri dile getirişinden, o görüşlerin arkasında duruşundan, bedelini göze alışından, bunu şiirle yapacak bir ‘ozan tasarımı’nı yenileyerek, çağının zihniyeti içinde sürdürmesinden geliyor.

Bugün, Cemal Süreya’nın dediği gibi, yalnız ‘şiirin soluğunu canında duyanlar’ için değil, küreselleşmenin soluğunu da canında duyanlar için Tevfik Fikret güncel. Şöyle bir anamsayalım küreselleşmenin dayattıklarından birkaçını:

1) Emek düşmanlığı, yani değer yaratma işlevini ’emek’ten alıp ‘bilgi’ye aktarma savıyla toplumsal yaşamın kurucu öğesine yer değiştirtme,

2) Metafizik idealizm, yani dinsel inancın gücüne ve kurtarıcı etkisine yapılan vurgu, bilimsel buluşlar yüzünden materyalizmin iflası propagandası,

3) Tarihsizlik, yani ‘tarih bitti’ savıyla toplumsal değişimin, bir tarihsel evreden ötekine geçiş olanağının kalmadığı çıkarımı.

Bunlar gündemdeyse savaşım da gündemde. Bu savaşımın yandaşları, gelenekleri, örnekleri de. ‘Savaşımcı ozan tasarımı’nın atalarından Tevfik Fikret güncelse bunun için güncel.

Kemal Özer
(Türkiye Yazarlar Sendikası Tevfik Fikret Sempozyumu’nda sunulan bildiri)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir