Bir Özgürlük Tutsağı Manuşyan ? Melinee Manouchian

(*) Aras Yayıncılık’tan çıkan Bir Özgürlük Tutsağı Manuşyan başlıklı biyografi, Fransız direniş hareketinin simge isimlerinden Misak Manuşyan’ın bilinmeyen hikâyesini paylaşıyor.
Memleketimizden çıkan çoğu kıymeti, okul sıralarından sonra kendi çabalarımızla öğrenmek zorunda kalırız ve bu hem zorunlu hem gönüllü alternatif müfredat, bir ömür boyu sürer. Aras Yayıncılık’tan çıkan Bir Özgürlük Tutsağı Manuşyan başlıklı biyografi, kökeni Anadolulu olan böylesi bir bilinmez değeri daha önümüze getiriyor. Fransız direniş hareketinin önde gelen isimlerinden olan ve Naziler tarafında 22 arkadaşıyla birlikte kurşuna dizilen Misak Manuşyan’ın hayat hikâyesini, o hayata ortak olmuş bir eş ve yoldaştan, Meline Manuşyan’dan dinliyoruz. Sosi Dolanoğlu’nun enfes Türkçesiyle su gibi akan bu tanıklık, 1906’da Adıyaman’da başlıyor. Suriye üzerinden Marsilya’ya varan bir öksüz-yetim hikâyesine Marsilya’da dâhil olan Meline de Anadolu ve Yunanistan yetimhanelerinde büyümüş bir diğer aidiyet arayıcısı. Türlü yokluklarla ve acılarla sınanan bu yaşam, en çok da inadına üretilen o umut ve onurla çarpıyor okuru. Misak ve arkadaşları Alman ordusunun işgali karşısında kendilerine vatan olan bu toprağı savunmaya koyulduklarında nazizme ve faşizme direnirken aslında kendi kimliklerinin onuru için de mücadele veriyorlar. Naziler Ermeni, Yahudi, İtalyan, İspanyol ve Polonyalı olmak üzere hepsi de yabancı kökenli olan bu insanları hazırladıkları binlerce afişle birer cani olarak göstermeye çalışmış gerçi. Direnişçilerin etnik kökenlerini Fransa’nın iç huzuruna yönelik bir tehdit olarak sunan afişte “Kurtarıcılar mı? İşte Caniler Ordusu’ndan Kurtuluş!” başlığı göze çarpıyor. Gelgelelim Kızıl Afiş, tam ters bir etki yaratarak zamanla faşizm karşıtlığının simgesine dönüşmüş. Halk mumlar ve çiçeklerle süslediği afişteki tüm direnişçilere “Fransa için öldüler” yazarak sahip çıkmış vicdanında.

‘Evlen ve çocuk doğur’
Misak Manuşyan, direnişi sadece politik anlamda değil, hayatın her anında yaşayan bir adam. Bugün artık bir külte dönüşmüş olan 21 Şubat 1944 tarihli veda mektubunda, kurşuna dizilmesine saatler kala şöyle sesleniyor eşine: “Gönüllü asker olarak Kurtuluş Ordusu’na girmiştim, Zafere ve hedefe iki adım kala ölüyorum. Bizden sonra yaşayacaklara ve yarının Özgürlüğünün ve Barışının güzelliğini tadacaklara ne mutlu… Ölüme bunca yaklaşmışken, ne Alman halkına ne de başka bir kimseye kin duymadığımı ilan ediyorum herkes layık olduğu cezayı ve mükâfatı bulacak. Alman halkı ve diğer bütün halklar, çok sürmeyecek olan savaşın ardından barış içinde ve kardeşçe yaşayacaklar. Ne mutlu onlara… Seni mutlu edemediğim için derin bir pişmanlık duyuyorum. Bir çocuğumuz olsun çok isterdim, senin de hep istediğin gibi. Onun için senden ricam, savaştan sora muhakkak evlenmen, beni mutlu etmek ve de son arzumu yerine getirmek için bir çocuk yapman. Seni mutlu edebilecek biriyle evlen…

Nasıl bozdular tebessümü?
Ölüme inat hayatı kutsayan ve aşkı, her tür bencilliğin ötesinde yaşayan bu ruh, onca yıl sonra sadece bu kadını değil, hayatlarına, mücadelelerine ve aşklarına tanık olan bizleri de titretecek saflıkta. “O bir sevdalıydı, kelimenin en geniş ve kapsayıcı anlamıyla…” diyor Meline, “Hayata, en yüksek ideallerle bağlanmıştı. Hem alabildiğine sade, hem de olağanüstü karmaşıktı. Katılık ve hassasiyet, sertlik ve şefkat, ateş ve suydu o.” Olur da ‘Bunca acıya değer miydi?’ diye soracak olursanız, Meline’nin yanıtı hazır: “Her hayat ayrı bir kavgadır. Bizimki, Manuş’la benim hayatımız, belli bir kavganın parçasıydı. Bu kavganın çehresi değişmiş olabilir, daha çok ve sık sık da değişecektir. Fakat kavga daima sürecektir: Hayatı hayat yapan da budur işte.” Meline Manuşyan, birlikte büyüdüğü bu adamı son nefesine kadar yaşatmış. Bunda hiç kuşkusuz aşkları kadar, uğruna mücadele ettikleri ortak direnişin de payı büyük. Ama bu noktada çok önemli bir ayrıntı var bu kadın için Misak Manuşyan’ın ölümü değil hayatı, ama onurla yaşanılan bir hayatı istediği vurgusu: “Manuşyan’ın direniş şehidi olan diğer pek çok erkek ve kadın gibi, sırf bu şehitlik için yaşadığı düşünülebilir: Öylesi bir hayatın tek çıkışı ancak bu olabilirmiş gibi görünen kahramanca bir ölüm. Bu yüzden de, ona can veren hayatın, nasıl da içinde çok farklı bir kaderin tohumlarını taşıdığını göstermek önemli. O her şeyden önce şairdi. Hayatını dile döktüğü kelimeler şiirlerinde akan kanıydı biraz da. Şiirde dile getirse de, hayatını yaşadığı yer ora değildi ama. Hayat kendini eylemlerde yaratır, yeniden üretir, sürdürür. Ve eylem, onu var eden dünyadır da. Manuş’un eylemleri, eyleme geçmenin karşılıksız olmadığı bir dünyada gerçekleşti: Bedellerin hayatlarla ödendiği bir dünyada. Manuşyan bu yüzden öldü, fakat istediği yaşamaktı, konuşmaktı, sevmekti, dünyayı değiştirmek ve kendisini de onunla birlikte değiştirmekti, ondan ayrılmak değil…” Kurşuna dizildiğini öğrendiğinde sevdiğinin güzelim dişlerini anımsayan ve “Nasıl bozdular tebessümünü! Nasıl dokundular dişlerine!” diyen bu kadına bırakın kendinizi. İçinizde nasıl bir direniş ve aşkla karşılaşacağınıza siz bile şaşabilirsiniz.
(*) Karin Karakaşlı ‘nın 02.01.2010 Tarihinde Sabah Gazetesi’nde Yayınladığı “Hayatı Bütün Pınarlarından İçen Adam” Adlı Yazısı

Ragip Zarakolu ‘nun 22 Aralık 2009 Tarihinde Evrensel Gazetesi’nde Yayınlanan “Kızıl Afiş’in ardındaki şair: Manuşyan” Adlı Yazısı
Ölüm her yerde aynı
İnsan bir kere ölür
Fakat ne mutlu can verene
Halkların kurtuluşu için

‘Kızıl Afiş’, Nazi işgaline karşı yürütülen direniş hareketinin en büyük efsanelerinden biridir. Tıpkı ‘Kızıl Orkestra’ gibi. Fransa’da uzun yıllar boyunca sadece sosyalist Ermeniler Manuşyan’ın anısına anma toplantısı düzenlerlerken bugün her siyasal eğilimden olanlar onu birlikte anıyorlar. Ne güzel…

(Kızıl Orkestra’yı Trepper kurmuş ve bu gizli örgüt Nazi partisine bile sızmayı başarmıştı. Trepper, Nazilerin Sovyetlere saldıracağı haberini bile sızdırmayı başarmış, ama bu habere inanılmamış, Sovyet ordusu hazırlıksız olarak yakalanmış ve korkunç kayıp vermişti. Trepper’e ise, SSCB’ye döndüğünde tutuklayarak teşekkür edilecekti. Herhalde korkunç aymazlığın tanığı olduğu için. Trepper’in daha sonra başı, Gomulka döneminde yükselen anti-semitizm ile başı belaya girecekti.)

İşgal altındaki Fransa’da Naziler ve işbirlikçi Fransızlar, işgale karşı direnenleri ‘terörist’ olarak niteliyorlardı. Bir de bir afiş asmışlardı duvarlara. Faşist işgale karşı özgür Fransa uğruna canlarını verenlerin etnik kökenleri yer alıyordu bu afişte: ERMENİ… YAHUDİ… POLONYALI… İSPANYOL! İkinci sınıf yurttaşların, Fransa’yı kurtarmak ne haddine idi, Fransızların önemli bir bölümü havlu atıp teslim olmuş, hatta işbirliğine girmişken. Bunun nasıl bir kompleks yarattığını anlamak mümkün.

İşbirlikçi Vichy rejiminin polisi Yahudileri Nazi kamplarına yollanmak üzere teslim etmekte beis görmemişti. Mitterand bile, göçmen işçi olarak gençliğinde Almanya’ya gitmemiş miydi? Gerisini siz hesap edin.

Ama çeşitli zulüm ve kıyımlardan kurtulmuş halkların bu sağ kalmış çocukları faşizmin ne demek olduğunu çok iyi biliyorlardı. Ve harekete ilk onlar geçtiler, komünist Fransızlarla birlikte.

Fransız komünistleri de çok gayretli idi. Onlar da, partinin Sovyet-Nazi paktı sırasında izledikleri utanç verici politikanın izlerini silmek istiyorlardı.

Araştırmacı dostum Sait Çetinoğlu, Direnişçi Manuşyan’ın köklerinde Ermeni devrimci sosyalist hareketinin mirasının yer aldığına şöyle işaret ediyor: ‘Daha önceki Birinci Büyük Savaş, bütün Avrupa halkları için yıkım olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu halkları için de bir felaket olmuştu. Ve bu felaket sırasında İmparatorluk unsurlarından Ermeni Halkı 20. yüzyılın ilk Soykırım uygulaması ile yüz yüze gelmişti. Ermeni halkı ile birlikte Ermeni devrimciler de bu coğrafyadan kazmışlardı. 1915 yılında yapılan tehcir ve Soykırımdan sonra, sağ kalan militanlar ise, göçürülenlerin ve sığınmacıların toplandığı Yakın Doğu ülkelerinde yeniden örgütlenen Ermeni Sosyal Demokrat Partisi Hınçag ve Ermeni Devrimci Federasyonu Taşnag Partisi çatısı altında toplandılar. Taşnaglar Sosyalist Enternasyonalle ilişkilerini yeniledi ve Sovyet rejimini eleştirdi, Hınçaglar ise onu destekledi. İlk Ermeni komünistler de Hınçaglardan çıktı. Ve bunlar, İran, Suriye-Lübnan ve Mısır’da komünist partilerin kuruluşunda tarihsel roller oynadılar. Bunların bir kısmı Batı Avrupa ülkelerine göç ettiklerinde de, buradaki sosyalist hareketlere katılarak sınıf mücadelesini bu örgütlerde sürdürmeye devam ettiler. Bunlardan biri de bu mücadele sırasında hayatı bir Nazi infaz mangası önünde 1 Eylül 1906 Adıyaman doğumlu, Cünye’deki mülteci kampından onbir-on ik yaşlarında sağ kalarak çıkıp, Fransa’ya gitmeyi başararak, orada tutku ile kendi kendini eğiten, şiir yazan, edebiyat dergileri yayınlayan Misak Manuşyan’dı. ‘

Manuşyan Kimdi? Eşi ve mücadele arkadaşı Mélinée şu sözlerle Manuşyan’ı özetler:

‘O doğuştan kahraman değildi. Bunun yaşayan bir örneğiydi. Öyle ki, kahramanlığı, gündelik hayatın her anında gözlerinizi kamaştırabilirdi. İçindeki güç, sıra dışı bir kaderin habercisiydi. Ölümü korkunç bir talihsizlik oldu. Kurşuna dizildiğinde otuz yedi yaşındaydı. Bu otuz yedi yılın dökümünü yapacak olursak, yirmi yaşına kadar yetimhanede kaldığını, son beş yılın ya Direniş’te ya hapiste, ondan önceki beş yılın da neredeyse bütünüyle militanlıkla geçmiş olduğunu görürüz. Kendini kültürel, ideolojik ve pratik bakımdan yetiştirerek geçirdiği yılları da hesaba katarsak, birik-tirdiklerinin meyvelerini verebileceği bir anda ölmüş olduğunu saptayabiliriz’

Manuşyan gibi bir duygulu bir şairin doğrudan suikast eylemine karşılaşmasını Melinee anlamakta güçlük çeker: Bana bütün bunları anlattığında, ilk önce anlam veremedim. Hareketini kınadığımdan değil, aksine! Gerçi, onun örgütleyici olarak da çok becerikli olduğunu biliyordum ama benim tanıdığım Manuş’un, yani onca yumuşak, onca sakin, bir anlamda onca şair olan Manuş’un bir suikasta doğrudan katılmayı neden kabul ettiğini anlamıyordum.’

16 Kasım 1943’te tutuklanır. Manuşyan, mahkemedeki son sözlerinde, hem Nazilere hem de işbirlikçi Fransızlara seslenir: Önce Almanlara dönerek: ‘Size söyleyecek hiçbir şeyim yok. Ben size karşı koyup savaşarak görevimi yaptım. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Şimdi rolünü oynama sırası sizde: Elinizdeyim’. Sonra Fransızlara dönerek, ‘Fakat size gelince, sizler Fransızsınız. Biz Fransa için, bu ülkenin kurtuluşu için savaştık. Sizse vicdanınızı ve ruhunuzu düşmana sattınız. Siz Fransız uyruğunu miras aldınız, bizse bu uyruğu hak ettik.’

Kurşuna dizilmeden önce 21 Şubat 1944 tarihindeki Melinee’ye yazdığı son mektubunda İnsanlığa seslenir:
‘Zafere ve hedefe iki adım kala ölüyorum.
Bizden sonra yaşayacaklara ve yarının
Özgürlüğün ve Barışın güzelliğini tadacaklara ne mutlu!’

Sırrı Süreyya Önder ‘in 26.01.2010 Tarihinde Birgün Gazetesi ‘nde Yayınladığı “Adıyamanlı Bir Yiğit, Misak Manuşyan” Adlı Yazısı
1906 yılında, Adıyaman?da, üç çocuklu bir köylü ailesinin son çocuğu olarak doğar Misak Manuşyan…
1915?te, ağabeyi Garabed?in dışında kalan bütün ailesini kaybeder. Suriye?de bir yetimhanede bulur kendini.
1925 yılında Marsilya?ya giderler ağabeyi ile birlikte. İki yıl sonra, o zamanlar tüm insanlığın kültür merkezi olan Paris?e gitmeye karar verirler.. 14. Bölge?deki Vercingétorix sokağında küçük bir otele yerleşirler. İki yıl sonra, Ağabeyi Garabed?in sürgünlük, yetimlik ve yoksullukla hırpalanan bedeni daha fazla dayanamayıp hayata veda eder.
Misak tek başınadır artık.
1929 yılındaki Büyük Bunalım?ın sonucunda, göçmen olması hasebiyle, işten ilk atılanlar arasındadır. Bu yıllar hem sınıf bilincine kavuşur hem de kendisi gibi yetim olan Mélinée?ye…
Mahçup Adıyamanlı Manuşyan, Mélinée?ye aşkını itiraf edebilmek için binbir türlü yol dener.
En sonunda bir gün ona ?sevdiğim kızın fotoğrafını görmek ister misin?? diye soracaktır.
Mélinée görmek istediğini söyleyince de cep aynasını çıkarıp Mélinée?nin yüzüne tutacaktır. Bu mahçup ilan-ı aşk işe yarar ve iki yetim evlenirler.
Bir yandan şiirler yazmaktadır, diğer yandan Fransız aydınları ve sanatçılarıyla geliştirdiği dostluklarla yeni bir dünyanın kapılarını açmaktadır.
Fransa, Alman Nazileri?nin işgaline uğradığında hiç düşünmeden Partizanlara katılır.
Artık Fransız direnişinin en soylu damarlarından birisidir.
Bir Fransız işbirlikçisinin ihbar etmesi sonucunda 23 yoldaşıyla birlikte yakalanırlar.
Ağır işkenceler uğrar. Ser verir, sır vermez.
?Fresnes Hapishanesi?nde geçirdikleri üç ay boyunca, 23?ler uzun uzun sorgulanır, yani işkence görürler. Yargılanmaları sırasında taşıdıkları yara izleri de bunu kanıtlar. Sorgulamalarda, eylemlerinden ve bunları niçin yapmış olduklarından başka bir şey söylemezler. Pişman olduklarına dair tek bir söz çıkmaz ağızlarından; aksine, sırf görevlerini yerine getirdiklerini söylerler. Her biri, onları harekete geçiren ortak nedenlerin yanı sıra, kendi özel gerekçelerini açıklar. Mesela Yahudiler, onları toptan ortadan kaldırmak isteyen Nazi barbarlığına karşı kendilerini savunduklarını; Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanların onayıyla katledilmiş halklarının özgürlüğünü korumak için savaştıklarını; İspanyollar, ülkelerinde ortalığı kasıp kavuran faşizme karşı çarpıştıklarını; İtalyanlar, Hitler?in müttefiki Mussolini tarafından kovuldukları memleketlerine dönebilmek amacıyla silaha sarıldıklarını; Polonyalılar, Hitler?in haritadan sildiği vatanlarının yok olmaması için mücadele ettiklerini belirtirler. Hepsi de, işgalci Nazilere karşı halklarıyla omuz omuza savaşırken, kendilerine kucak açmış olan Fransa?ya karşı görevlerini yerine getirdiklerini söylerler.?
Nazi işgal ordularına verdirdiği kayıplardan dolayı Hitler, mahkemesini özel olarak takip etmekte, bilgi almaktadır..
Uyduruk işgal mahkemesine çıkar.
Önce Almanlara doğru dönerek: ?Size söyleyecek hiç bir şeyim yok. Ben size karşı koyup savaşarak görevimi yaptım. Yaptığım hiç bir şeyden pişman değilim. Şimdi, rolünü oynama sırası sizde: Elinizdeyim!?
Sonra, Fransızlara dönerek: ?Fakat size gelince, sizler Fransızsınız. Biz Fransa için, bu ülkenin kurtuluşu için savaştık. Sizse vicdanınızı ve ruhunuzu düşmana sattınız.
Siz Fransız uyruğunu miras aldınız, bizse bu uyruğu hak ettik!? diyerek Cezayir ve Londra Radyolarında da yayınlanan o müthiş konuşmasını yapar.
Hepsi farklı milletlerden olan 23?ler ölüme mahkûm edilirler.
Mahkeme başkanı, onlara af dilemeyi düşünüp düşünmediklerini sorar. Bunun üzerine bütün yoldaşları Manuşyan?a dönerek hep birlikte ?HAYIR!? derler.
21 Şubat 1944 tarihinde kurşuna dizilirler.
Aras Yayıncılık, bu güzel ve yiğit hemşehrimin karısı Mélinée tarafından kaleme alınan hayatını, ?Bir özgürlük tutsağı Manuşyan? adıyla yayınladı. Bu kitapta, onun destan gibi yaşanan 37 yıllık yaşamıyla birlikte, kurşuna dizilmeden önce karısına yazdığı ?Canım Meline?m, sevgili küçük yetimim?? diye başlayan mektubunu da okuyabilirsiniz.
21 Şubat?da, Fransız Kültür Merkezi?nde, Manuşyan ve dostlarını anma etkinliği yapılacak ve son mektubu okunacak.
Bu hafta lanetliler bahçesine diktiğimiz çalıyı, insanları yerinden, yurdundan, ocağından eden dünyanın bütün zalimlerine ithaf ediyorum.
Hemşehrim Manuşyan?a bir demet menekşe (en çok menekşe severmiş) 22 yoldaşı ve Mélinée içinde yürekler dolusu karanfil gönderiyorum.

Masis Kürkçügil ‘in 01.12.2009 Tarihinde Agos Kitap’ta Yayınladığı “Kızıl Afiş ya da Aşk, Hayat ve Direnişe Dair” Adlı Yazısı
Meline Manuşyan?ın büyük bir sadelik, coşku, aşk ve sadakatle donanmış, Misak Manuşyan?ın hayatı hakkında temel kaynak olan Manuşyan kitabı Türkçede yayımlanırken, konuyla ilgili herhangi bir yıldönümü, anma, tartışmanın olmadığı bir dönemde, Fransa?da iki kitap, bir çizgi roman daha yayımlandı. Bunlara ilaveten, Robert Guédiguian?ın ?L?Armée du Crime? (Caniler Ordusu) filmi Eylül 2009?da gösterime girdi. Belleklerde, uzun süre, Manuşyan?ın kurşuna dizilmeden önce Meline?ye gönderdiği mektuptan esinlenen Aragon?un şiiri ve Léo Ferré?nin sesiyle yer etmiş olan efsane, şimdi biraz daha ete kemiğe bürünüyor.
II. Dünya Savaşı?nın yetmişinci yılı neredeyse sessiz sedasız geçiştirildi. Nazizmin yenilgisi sanki barbarlığın tarihe gömülmesine yetmişti. 20. yüzyılın tanıdığı en büyük felaket yalnızca neden olduğu kayıplar, acılardan ibaret değil en elverişsiz koşullarda bile insanlık onurunu ayakta tutmak için direnenlerin yazdığı sayfalar asla unutulmamalı. Düzenli orduların savaşlarında, salgın hastalıklarda, yoksullukta milyonlar yitirildi. Tarih, bütün bu anonim direnişçilerin yanı sıra, kendine beklenmedik muhataplar da buldu. Katliamdan kurtulmuş, işgalden, faşizmden, frankizmden, nazizmden, Yahudi düşmanlığından kaçmış, yurtlarından sökülmüş, yoksul, basit insanlar, barbarlık kapıyı çalınca, ev sahiplerinden çok daha derin bir duyarlılıkla, zor bela tutundukları hayatın kıyısından tarihe sıçradılar.
Anlatılan, Fransa?nın Naziler tarafından işgal edilmesi karşısında göçmen işçilerin yürüttüğü direnişin hikâyesidir. Onlar 1915?in artıkları, Orta Avrupa?dan kaçmış Yahudiler, Romanyalılar, Polonyalılar, Franco?dan kaçmış, Pirenelerdeki toplama kamplarında bulunmuş, İspanya İç Savaşı?ndan arta kalmış direnişçiler, Mussolini İtalyası?nda faşizme karşı savaşmış olanlar, Nazizme karşı mücadelenin belki de en zor cephelerinden biri olan, işgal altındaki Paris?te partizanlığı seçtiler.
Bu kişiler herhangi bir resmi tarihte yer almadılar, ama bir tür aşağıdan, alternatif tarihin özneleri olarak, zamanla silinmediler. Aralarında Stalin temizliğinden kaçmış birinin (Arpen Tavityan-Manukyan) bulunması da sanki bu felaketler yumağının tamamlayıcı unsuruydu. İdama mahkûm edilen yirmi üç partizanın yirmisi yabancıydı.
Hiçbiri kendini kahramanlığa hazırlamamıştı. Aralarında şu veya bu şekilde öne çıkmış biri yoktu. Örgücü, tesviyeci, inşaat işçisi, dökümcü, tornacı, işçiydiler. ?Telaffuzu zor isimleriniz… Kimse size Fransız demez gibiydi? diye yazıyordu Aragon düştüğü mısralarda. Göçmendiler, emekçiydiler, tarihin sillesi telaffuzlarına ve çehrelerine nakşolmuştu… Bütün bunları yaşamış insanlar olarak, tereddüt etmeden direnişe katıldılar.
Manuşyan diye biri
1906 Adıyaman doğumlu Misak, 1915 katliamından kurtulup yetimhanelerde yıllarını geçirdikten sonra, 19 yaşında Marsilya?ya ve daha sonra Paris?e giden, edebiyat meraklısı bir emekçi olarak, kendi çevresinde sivrilen, tanınan biri haline gelir. Büyük kriz sırasında Citroen fabrikasındaki işinden olunca, heykeltıraşlara modellik yaparak hayatını kazanır. Baudelaire, Verlaine ve Rimbaud?dan çevriler de yayımladığı ?Çank? (Çaba) ve ?Mışaguyt? (Kültür) dergilerini çıkarırken, bir yandan da Sorbonne?da edebiyat, siyaset, felsefe ve ekonomi politik derslerini izler.
Manuşyan, işçi hareketinin büyük bir kabarış gösterdiği 1934?te Komünist Parti?ye üye olduğunda, artık gençlik heyecanını geride bıraktığı bir yaştadır. Yine de, derin siyasal tartışmaların cereyan ettiği on yılda belirgin bir tutumu yoktur. Edebi çalışmalarına devam eder, Ermenistan?a Yardım Komitesi?nde yer alır. İspanya İç Savaşı?na katılmak ister. Savaş başladığında, Rouen?deki bir fabrikada tornacı olarak çalışmak zorunda kalır. Ancak Haziran 1940?ta Paris?e döner. Almanların Rusya?ya saldırmasından önce, 1941?de, bir antikomünist kovuşturma sırasında yakalansa da, birkaç hafta sonra, hakkında herhangi bir kanıt bulunmadığından serbest bırakılır. Ardından, ?Main-d?Oeuvre Immigrés?nin (Göçmen İşgücü) yeraltındaki Ermeni kesiminin siyasal sorumlusu olduysa, bunun nedenini partide önemli görevlerde bulunmasında aramak abestir. Ancak, çevresinde iyi tanınan biri olduğu kesin.
Göçmen işgücü
Göçmen İşgücü (MOI), I. Dünya Savaşı sonrasında yabancı işçilerin komünistler tarafından örgütlenmesinde bir araç olarak kurulmuştu. Fransa?da bulunan çeşitli milletlerden işçiler MOI?de örgütleniyordu. Fransa?ya, ekonomik göçün ürünü olan emekçilerin ardından, Avrupa?da faşizmin yükselişiyle birlikte siyasal göçmenler gelmeye başladı ve en sonra da İspanya?dan gelenlerle örgütün antifaşist ruhu güçlendi. MOI?nin faaliyetleri 1942?de başlamış olmakla birlikte, zirvesine Manuşyan Grubu ile ulaşır. Grubun faaliyetleri 1943 yılının martından kasımına kadar devam eder. Manuşyan, ilkin teşkilatın Paris teknik komiseri olur, ağustosta ise askeri komiser olarak atanır. Kasım ortasında 68 kişinin tutuklanmasıyla grubun varlığı sona erer.
Grup üyelerinin yakalanması üzerine, daha sonra ?Kızıl Afiş? olarak ünlenecek olan ?Kurtarıcılar?? başlıklı afiş Almanlar tarafından 15 bin adet olarak basılıp çeşitli kentlerin duvarlarına yapıştırılır. Afişin ortasında Manuşyan?ın fotoğrafı, altında da şu yazı vardır: ?Ermeni, çete reisi, 56 saldırı, 150 ölü, 600 yaralı.? Afişten beklenen propaganda ters teper. Bütün direniş için büyük bir moral kaynağı olur, insanlar için ?martir?in, kendini feda etmenin amblemi haline gelir.
Manuşyan Grubu?nun yargılanması, Vichy hükümeti tarafından yabancı düşmanlığının ve antisemitizmin beslenmesi için kullanılır: ?Kendilerini kabul etmiş olan ülkede huzursuzluk yaratarak Fransız konukseverliğini suistimal eden yabancıların ve Yahudilerin faaliyetleri.? De Gaulle yanlısı direnişin Londra Radyosu ise, iki ay sonra, Almanların yanlış bilgilendirmesinden sakınmak gerektiğini, direnişçilerin esas olarak memurlar, basit vatandaşlar olduklarını belirtir. 1966 tarihli üç ciltlik Larousse?ta Manuşyan?ın adının geçmemesi, göçmenlerin direnişinin bir türlü ?ulusallaştırılamaması?nın bir göstergesi olsa gerek.
Fransız Komünist Partisi?ne gelince eylemleri şahıslar zikredilmeden sahiplenmek daha kolaydı. Ne de olsa, üç renkli bayrağı göçmenlerin yükseltmiş olması, kulağa pek de hoş gelmezdi. MOI adı bile başa belaydı ?Fransız direnişinin yabancılar tarafından yapıldığı? izlenimi uyandıracak böyle bir şey parti tarafından hoş karşılanamazdı. Parti yayın organı, 1 Mart 1944?te olaya hasrettiği on beş satırda hiçbirinin adını anmıyordu. Bunun için 1951?i beklemek gerekecektir. Bu kez Manuşyan?ın Meline?ye yazdığı ünlü mektuba da yer verilir ama ?ihanet?le ilgili iki satır sansüre uğramıştır!
Manuşyan Grubu, yeniden
Stéphane Courtois ve Mosco Boucault?nun 1985?te yaptıkları, Simone Signoret?nin seslendirdiği ?Emekliye Ayrılmış Teröristler? belgeselinde, Komünist Parti yöneticileri, örtük olarak, Manuşyan Grubu?nu yüzüstü bırakmakla itham ediliyordu. Rus, Fransız ve Alman arşivlerine dayanan, Mart 2007 yapımlı bir başka belgeselde ise bu tez çürütülmekte. Manuşyan?ın hoşnutsuzluğunu üst kademelere iletmek istemesine rağmen bir sonuç elde edememesi, grubun ?Londra?dan gelen bir-iki silah dışında? lojistik desteği büyük miktarda kendi çevresinden sağladığı göz önünde bulundurulursa, Fransız Komünist Partisi?nin ?ilişki? dışında grupla yakın bir ilişkisi olmamıştır.
MOI eylemleri Kızıl Afiş veya Manuşyan Grubu?yla sınırlı olmadığı gibi, onların katledilmesiyle de sona ermedi.
Çekoslovakyalı Yahudi bir komünist olan Artur London, İspanya İç Savaşı?na, daha sonra Fransa?da direnişe katılmış, 1942?de Naziler tarafından yakalanıp toplama kampına atılmıştır. Ekim 1941 – Ekim 1942 arasında MOI yöneticisidir. Savaş sonrasında, 1949?da, Çekoslavakya?da dışişleri bakan yardımcısı iken tutuklanır. 1952?deki Prag mahkemelerinin 14 sanığından biridir. İşkence altında ?devlete karşı fesat?tan idamdan kurtulsa da ömür boyu hapse mahkûm olur. 1956?da itibarı iade edilir. 1963?te Fransa?ya yerleşir. London?ın L?Aveu (İtiraf, 1968) adlı kitabında topladığı anıları, Costa Gavras?ın, başrollerinde Yves Montand ve Simone Signoret?nin yer aldığı, aynı adlı filmine konu olur.
Manuşyan?dan önce MOI?da yer alan, İspanya?da Uluslararası Tugay saflarında gönüllü olarak savaşmış olan Çekoslavakyalı komünistler, Stalin?in ölümüne doğru, 1952?de, 1936-38 Moskova mahkemelerine benzer bir temizlik harekâtına tabi tutulduklarında, Manuşyan Grubu doğrudan doğruya söz konusu edilmese de bir bütün olarak MOI faaliyetleri inkâr edilmiş bununla yetinilmeyerek, Fransa?da ?IV. Enternasyonal?in Avrupa yönetici örgütü? olarak takdim edilmiştir.
Temizlik harekâtının önde gelen simalarından Artur London?a, sorgucuları ?Beni partizanların kentlerde, hele Paris?te faaliyet gösterdiğine inandıramazsınız. Onlar yalnızca kırda ve ormandaydılar…? diyeceklerdi (L?Aveu, Gallimard, 1972, s.105). Daha ilginci, MOI?yı ?Göçmen İşçiler Gücü? olarak değil, Nazi işgalcileri gibi ?Uluslararası İşçi Hareketi? (Mouvement Ouvrier International) olarak açımlayacaklardı. Fransız Komünist Partisi nezdinde rahatlıkla doğrulanabilecek bilgilerin, savaş boyunca parti içinde IV. Enternasyonal seksiyonu olarak MOI?nın bulunmasında ısrar etmeleri (s. 206) bir işgüzarlık olarak değerlendirilmelidir. MOI militanlarının sorgucularının lutfuna mazhar olmamalarında anlaşılır bir şey vardır yine de. Ağustos 1943?te parti yönetimine kadrolar için geçilen bir notta, Manuşyan?ın Troçkist eğilimli olduğu belirtiliyordu. Hiç şüphesiz, Manuşyan, Manukyan ile karıştırılmış. Ancak bu karışıklık, Prag duruşmalarında da görüldüğü üzere, tarihselleştirilmiştir.
Gruptaki birçok insan gibi Manukyan ?namıdiğer Arpen Tavityan? da tarihe geçmek için özel bir an seçme lüksüne sahip olmayanlardandı. Grubun en yaşlısı olan Tavityan (44 yaşındaydı), Rus Devrimi?nde bir Kızıl Muhafız, Kızıl Ordu mensubu Stalin muhalifi olarak partiden ihraç edilip sürgüne gönderilmiş, daha sonra kaçmış, Troçkist örgüt tarafından, İran üzerinden Paris?e getirilmişti. Troçki?nin oğlu Lev Sedov ile çalıştı. Daha sonra bir işçi olarak hayatını sürdürdü. Gruba nasıl olarak girdiği üzerine bir bilgi yok. Parti kanalıyla olmadığına göre, geriye cemaat içi ilişkiler kalıyor. Manuşyan, Meline?ye mektubunda Manukyan?ın hatırlanması için özel bir cümle düşüyor. Onun siyasi fikirlerinden habersiz olması imkânsız.
Bize kalan enternasyonalizm
Manuşyan Grubu?nun faaliyetlerinin bugün için mana ve ehemmiyetini anlatmak hususunda iddialı olanlardan biri, bu yıl, ?Tarihin yararı bugünü aydınlatmaktır? diyerek konu hakkında bir film yapan Robert Guédiguian. Alman bir anne ve Ermeni bir babanın çocuğu olan Guédiguian, bize, liman işçisi olan babasından belli ki etkilenmiş ağır bir Marsilya havasında işçi dünyasını sunmuştur. İlkin Komünist Parti?de, şimdilerde ise Sol Parti?de siyaset yapan Guédiguian, ?L?Armée du Crime? ile Meline Manuşyan?ın kitabında okuduğumuz bir aşkın eksenindeki bir direnişi, genel olarak işçi hareketinde yitirdiklerimizi yeniden kazanmamız için filme çektiğini anlatıyor. Denebilir ki polisiyeden siyasal münazaraya, bugüne kadar söylenenlerin ötesindeki bir bakış açısıyla efsanenin diriltilmesine çalışıyor. Tarihin önemli bir anında beliren efsaneye Manuşyan Grubu?nu örnek gösteriyor. Meline?nin altını çizdiği husus Guédiguian için de geçerlidir: Enternasyonalizm. Guédiguian?ın seyirciden istedikleri çok açıktır: ?Bu filmi görenler, karşısına dikilmesi, reddetmesi gereken şeyler olduğu hissiyle çıkmalı [salondan]? Sonuçta direnmek yaşamaktır.? Meline Manuşyan da ?Her hayat ayrı bir kavgadır. Bizimki, Manuş?la benim hayatımız, belli bir kavganın parçasıydı. Bu kavganın çehresi değişmiş olabilir, daha çok ve sık sık da değişecektir. Fakat kavga daima sürecektir. Hayatı hayat yapan da budur işte? der. (s. 143)
Meline Manuşyan, kitabında Misak Manuşyan?ı anlatırken aslında direnişi, Manuşyan Grubu?nu, barbarlığın sillesini yemiş basit insanların insanlık onuru adına yaptıklarını anlatmaktadır. (Meline açıkça, Manuşyan?ın kendi onuru için verdiği mücadelenin insanlık onuru için verilen mücadeleyle aynı şey olduğunu belirtir). Yaşayanların, barbarlığa karşı direnmekten başka bir şey düşünmediği bir hadisenin bugün için kendilerini çok aşan bir anlamı olabilir mi? Bileşimi itibarıyla herhangi bir ?ulusal? ağırlığı olmayan bir grubun üyelerinin, büyük ölçüde kendilerinin ve çevrelerinin sınırlı imkânlarıyla yürüttükleri ve hayatlarına mal olan mücadelelerine üç renkli bayrağın dar geleceği açık. Milliyetçiliğin ve muhafazakârlığın azgınlaştığı bir dünyada bu hikâyenin unutulmaması, unutturulmaması, umudun yeşertilmesine küçük de olsa bir katkıda bulunabilir. Manuşyan Grubu efsanesi sahipsiz ardında herhangi bir örgütlü güç yok. Çarpıtılamayacak kadar basit. Suda balık, havada kuş kadar çok olanların efsanelerinden. Guédiguian?ın dediği gibi, ?Yitirilen çok şey var, yeniden kazanılması gereken.? Bunlardan biri de böylesi hadiseler.
Misak Manuşyan?ın, idam edilmeden birkaç saat önce, eşi Meline?ye yazdığı veda mektubu
21 Şubat 1944, Fresnes Canım Meline?m, sevgili küçük yetimim,
Birkaç saat içinde, artık bu dünyada olmayacağım. Bugün öğleden sonra 15.00?te kurşuna dizileceğiz. Başıma gelen bir kaza gibi bu. İnanamıyorum ama yine de seni bir daha görmeyeceğimi biliyorum.
Sana ne yazabilirim? Kafamda her şey karmakarışık, aynı zamanda da çok açık. Gönüllü asker olarak Kurtuluş Ordusu?na girmiştim, Zafere ve hedefe iki adım kala ölüyorum. Bizden sonra yaşayacaklara ve yarının Özgürlüğünün ve Barışının güzelliğini tadacaklara ne mutlu. Fransız halkının ve tüm Özgürlük savaşçılarının hatıramıza gereğince saygı göstereceklerine eminim. Ölüme bunca yaklaşmışken, ne Alman halkına ne de başka bir kimseye kin duymadığımı ilan ediyorum herkes layık olduğu cezayı ve mükâfatı bulacak. Alman halkı ve diğer bütün halklar, çok sürmeyecek olan savaşın ardından barış içinde ve kardeşçe yaşayacaklar. Ne mutlu onlara… Seni mutlu edemediğim için derin bir pişmanlık duyuyorum. Bir çocuğumuz olsun çok isterdim, senin de hep istediğin gibi. Onun için senden ricam, savaştan sonra muhakkak evlenmen, beni mutlu etmek ve de son arzumu yerine getirmek için bir çocuk yapman. Seni mutlu edebilecek biriyle evlen. Neyim var neyim yok hepsini sana, ablana ve yeğenlerime bırakıyorum. Savaştan sonra, karım olarak savaş dulu aylığını bağlatabilirsin, zira Fransız Kurtuluş Ordusu?nun nizami bir askeri olarak ölüyorum. Hatıramı yaşatacak olan dostların yardımıyla, okunmaya değer şiirlerimi ve yazılarımı bastır. Anılarımı, mümkünse, Ermenistan?daki akrabalarıma ulaştırırsın. Birazdan 23 yoldaşımla birlikte, vicdanı rahat bir insanın dinginliği ve cesaretiyle öleceğim zira kişisel olarak kimseye kötülük etmedim, ettimse de kin ve nefret duymadan ettim. Bugün hava güneşli. Güneşe ve onca sevdiğim güzelim tabiata bakarak hayata ve sizlere, sen çok sevgili karıma ve çok sevgili dostlarıma veda edeceğim. Bana kötülük eden veya kötülük etmek istemiş olan herkesi affediyorum, kendi postunu kurtarmak için bize ihanet edenle bizleri satanlar hariç! Seni ve ablanı, beni uzaktan veya yakından tanımış tüm dostları sıkıca kucaklıyor ve göğsüme bastırıyorum. Elveda. Dostun, yoldaşın, kocan.
Manouchian Michel djanigıt*
hamiş: Plaisance Sokağı?ndaki bavulda 15 bin frankım var. Alabilirsen borçlarımı öde, kalanını da Armen?e ver. M.M.
Djanigıt (canigıt): Ermenicede ?cancağızın?.

Kitaptan Bir Bölüm
Fresnes Hapishanesi?nde geçirdikleri üç ay boyunca, 23?ler uzun uzun sorgulanır, yani işkence görürler. Yargılanmaları sırasında taşıdıkları yara izleri de bunu kanıtlar. Sorgulamalarda, eylemlerinden ve bunları niçin yapmış olduklarından başka bir şey söylemezler. Pişman olduklarına dair tek bir söz çıkmaz ağızlarından; aksine, sırf görevlerini yerine getirdiklerini söylerler. Her biri, onları harekete geçiren ortak nedenlerin yanı sıra, kendi özel gerekçelerini açıklar. Mesela Yahudiler, onları toptan ortadan kaldırmak isteyen Nazi barbarlığına karşı kendilerini savunduklarını; Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanların onayıyla katledilmiş halklarının özgürlüğünü korumak için savaştıklarını; İspanyollar, ülkelerinde ortalığı kasıp kavuran faşizme karşı çarpıştıklarını; İtalyanlar, Hitler?in müttefiki Mussolini tarafından kovuldukları memleketlerine dönebilmek amacıyla silaha sarıldıklarını; Polonyalılar, Hitler?in haritadan sildiği vatanlarının yok olmaması için mücadele ettiklerini belirtirler. Hepsi de, işgalci Nazilere karşı halklarıyla omuz omuza savaşırken, kendilerine kucak açmış olan Fransa?ya karşı görevlerini yerine getirdiklerini söylerler.

Tanıtım Yazısı
“Aras Yayıncılık tarafından yayımlanan Manuşyan: Bir Özgürlük Tutsağı, Tehcir’den göçmenliğe, 2. Dünya Savaşı’ndan faşizme, tarih çarkının bireyi öğüten onca sivri dişlisi üzerinde yükselen bir yoldaşlık öyküsü… 2. Dünya Savaşı yıllarında, işgal altındaki Paris’te, faşizme karşı verilen Direniş mücadelesinin liderlerinden Misak Manuşyan’ın yaşamı… Aşkı özgürlükten, inancı mücadeleden ayırmayan bir partizanın ölüm mangası karşısında sonlanan kavgası… Umutların, hayal kırıklıklarının, şüphelerin ve korkuların da olanca çıplaklığıyla gözler önüne serildiği bir anlatı… Dostu, sevgilisi ve yoldaşı Melinee Manouchian’ın kaleminden…

Misak Manuşyan’ın 1906’da Adıyaman’da başlayan hayatı, 1. dünya Savaşı’nın, İspanyol İç Savaşı’nın, komünizm düşmanlığının ve otoriter rejimlerin Fransa’ya savurduğu binlerce “yabancı”nınkiyle, Paris’te kesişiyor. Dilini bilmediği, sokaklarını tanımadığı bu şehirde, Manuş’un şiiri, müziği, edebiyatı elden bırakmadan kültürünü yaşatma çabası, zamanla tüm halkların özgürlüğünü koruma mücadelesine, insanları yaşatma mücadelesine dönüşüyor. Misak Manuşyan ve 22 dava arkadaşının 21 Şubat 1944’te kurşuna dizilerek sonlanan hayatları, direnişi şiddetten ayıran çizginin özgürlük mücadelesi anlamına geldiğini, özgürlüğün olmadığı yerdeyse ne bir halkın, ne de bir aşkın kendini gerçek anlamda var edebileceğini bir kere daha gösteriyor.”

Hitler’in öldürdüğü Adıyamanlı / Milliyet Gazetesi, 5 Şubat 2010
Fransa’nın başkenti Paris’te 21 Şubat 1944’te Naziler tarafından kurşuna dizilen 23 kişiden birisinin Adıyamanlı Misak Manuşyan olduğunu biliyor muydunuz?
Melininee Manouchian’ın kaleme alınan ve ilk baskısı 1974 yılında Fransa’da yayınlanan “Manuşyan Bir Özgürlük Tutsağı” başlıklı biyografi çalışması Sosi Dolanoğlu’nun tercümesiyle Aras Yayıncılık arasından Türk okurla buluştu.Kitapta eşini anlatan Meline Manuşyan, Adıyamanlı bir Ermeni olan eşiyle tanıştığı günden Misak’ın kurşuna dizildiği zamana kadar anılarını güçlü ve berrak bir dille anlatıyor.
Paris’te 21 Şubat 1944’te 23 kişi Nazi işgaline karşı eylemlerde bulunduğu için kurşuna dizildi. “Caniler Ordusu” diye teşhir ettikleri kırmızı bir afişte “Bunlar mı Fransız?” diye soruluyor, onların Romen, Macar, Yahudi, Ermeni, İtalyan, İspanyol olmasına vurgu yapılıyordu. Kızıl Afiş olarak ünlenen bu p osterden Naziler 15 bin adet bastırıp dağıtmıştı. Listedekilerin yalnız üçü Fransız, diğerleri göçmendi. Direniş grubunun komutanı Misak Manuşyan, 1906’da Adıyaman’da doğmuş, tehcir sırasında çocukken Suriye’ye sürülmüş, sonra Fransa’ya göç etmiş bir şairdi. İşçi olarak çalışırken gece üniversitelerine devam etmişti. 1934’te Fransız Komünist Partisi üyesi oldu. Bu tarihte karısı Melinee ile tanıştı. Bundan sonrası, hem bir aşk hem de bir direniş hikayesiydi. Şair Louis Aragon, bu derinişi şiirleştirdi. Şiiri Leo Ferre seslendirince, Manuşyan belleklerde özel bir yer edindi. 2009’da Fransa’da Manuşyan’la ilgili iki kitap, bir resimli roman yayımlandı ve Robert Guedigulan’ın yönettiği bir film (L’armee du Crime) yapıldı. Hikayenin çıplak malzemesi Bir Özgürlük Tutsağı: Manuşyan adlı bu kitapta yer alıyor. Aras Yayınları’nın eklediği fotoğraflar, ek bilgiler, notlar, kitabı daha da zenginleştirmiş…

Kitabın Künyesi
Bir Özgürlük Tutsağı Manuşyan
Melinee Manouchian
Çeviren: Sosi Dolanoğlu
Aras Yayınları / Biyografi Dizisi
Baskı Tarihi: Kasım 2009
200 sayfa

Mélinée Manouchian ‘ın Hayatı
Mélinée Manouchian, asıl adıyla Meline Asaduryan, 1913?te İstanbul?da doğdu. I. Dünya Savaşı sırasında babasını yitiren Meline, çocukluk yıllarını ablası Armen?le birlikte Adapazarı ve Yunanistan?daki yetimhanelerde geçirdi. İki kardeş 1926 yılında Marsilya?ya, oradan da Paris?e göç etti. 1935?te Misak Manuşyan ile tanışan Meline bir süre Ermenistan?a Yardım Komitesi?nde çalıştı. II. Dünya Savaşı başlayınca Misak Manuşyan?la beraber Direniş?e katıldı. FTP-MOI?nin eylem raporlarının kaleme alınması, bildiriler hazırlanması ve dağıtılması gibi işlerle görevlendirildi. Misak?ın tutuklanmasından sonra ?Jacqueline Albertini? takma adıyla Direniş saflarında kalmayı sürdürdü. Savaş sona erince Ermenistan?a yerleşti ve öğretmenlik yaptı. 17 yıl sonra tekrar Fransa?ya döndü. Hiç evlenmedi. Fransa?nın özgürlük mücadelesine sunduğu katkılar, François Mitterand tarafından verilen Légion d?honneur nişanıyla ödüllendirildi. Fransız vatandaşlığına alındığında 74 yaşındaydı. İki yıl sonra, 1989?da, Paris?te öldü, Ivry Mezarlığı?na, Misak Manuşyan?ın yanına gömüldü.

www.cafrande.org sitesinde yeralan “Hrant’ın Fransız Direnişçi Ağabeyi: Misak Manouchian ve kurşuna dizilmeden önce eşine yazdığı son mektup” adlı yazıyı okumak için TIKLAYINIZ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir