Bir Roman Değerlendirmesi: Ankara – Korkut Köseoğlu

Yakup Kadri, Ankara romanını ilk kez 1934 yılında yayınlamış. Romanında Cumhuriyet devrimlerinin amacına ulaşamamasını anlatır. Ankara, hem bir roman, hem de siyasi eleştiri kitabıdır. Romanın siyasi etkisi kendini hemen göstermiştir. Kadro dergisindeki yazıları ve Ankara romanının etkisiyle, Yakup Kadri aynı yıl ülkeden uzaklaştırılmış Tiran?a büyükelçi olarak gönderilmiştir.

Ankara üçüncü tekil kişi ağzıyla yazılmıştır. Roman üç ayrı zaman diliminde kurgulanmıştır. İlk bölüm 1922, ikinci bölüm 1926 ve üçüncü bölüm 1937?43 yıllarını anlatır. Roman karakterlerindeki değişme süreç içinde anlatılmamıştır. Karakterleri değişmiş olarak buluruz romanın içinde. Süreç gösterilmez, kesitler gösterilir. Ankara romanında yazarın temel düşüncesi şudur. Cumhuriyet?i kuran, düşmanla savaşan, devrimler için mücadele edenler zamanla değişmiş ve devrimin amacına aykırı davranmışlardır. Devrimi yapanlar kendilerine yabancılaşmıştır. Ekonomik kalkınmayla beraber devrimin ruhuna uygun hareket edenler sayesinde, devrim amaçlarına ulaşacaktır.

Eseri, bölüm bölüm irdeleyerek bunları göstermeye çalışalım.

1921 ? 1922 Dönemi
Birinci bölüm, Sakarya Savaşı öncesinde geçer. Bu bölümdeki karakterler o dönemi simgeler. Selma, roman boyunca başkarakterdir. Roman onun çevresinde gelişir. Selma, Ankara?dır aslında. Ankara, Selma?da kişileşmiştir.
Selma, Nazif?le evlidir. Nazif, romanın yalnızca ilk bölümünde karşımıza çıkar. Bürokrattır. Korkak ve mıymıntıdır. O dönemdeki bürokrasiyi temsil eder. Nazif İstanbul?dan Ankara?ya tayin olmuştur. İstanbul?daki aydınlar arasında Ankara umudun yeşerdiği yerdir. Ankara?daki gelişmeler sansürlendiği için gazetelerden yeterince bilgi alınamaz. Söylentiler artar. Birçok kişinin ideali olan yer durumundadır Ankara. Selma da Ankara?ya doğru yola çıkar. Kocasından altı ay sonra o da Ankara?ya yerleşecektir. Nazif Selma?yı İnebolu?da karşılar. Tahtakurularıyla dolu bir handa geceyi geçirirler. Anadolu?nun sefaletini görürüz. Birkaç günde İnebolu?dan Ankara?ya ulaşırlar.
Ankara?da kalacakları yer, Sungurlu zade Ömer?in evidir. Ömer, Anadolu eşrafını simgeler. Milli mücadeleyi önemsemez. Tek derdi kişisel çıkarıdır. Ömer, evinde iki karısı, yaşlı annesi ve kız kardeşiyle birlikte oturmaktadır. I. Paylaşım savaşında zenginleşmiştir. Gösteriş yapmaz. Savaş öncesi nasıl yaşıyorsa öyle sürdürür yaşantısını. Zenginliğini göstermek istemez. Nazif?le Selma yeni eve alışmaya çalışmaktadırlar. Selma, uyum zorluğu yaşarken, Nazif duruma katlanmayı yeğler. Aralarındaki şu konuşmada bunu görürüz:
? ?Bakalım, onlar da bizi beğeniyorlar mı? O akşam, Ömer Efendi, benimle adeta alay eder gibi konuştu. İkide bir kaşlarının altından senin kuştüyü yastıklara, bürümcük perdelere öyle tuhaf bakışı vardı ki? Divanda bir türlü oturamadı, yere, seccadenin üstüne çöktü. Gidinceye kadar türlü türlü rahatsızlık alametleri gösterdi.?
– ?Canları istemezse bir daha teşrif buyurmasınlar.?
– Hiç olur mu? Biz bundan sonra onlarla iyi geçinmeğe mecburuz. Ankara?dan başka gidecek yerimiz kaldı mı? Şimdiden İstanbul adetlerini yavaş yavaş unutmak lazım??
– ?A, hiç de değil, ben onlara benzeyeceğime onlar bana benzemeğe çalışsın. Biz buraya medeniyet getiriyoruz. Hem canım, bu ?biz-onlar? lakırdısı da nedir? Hepimiz Türk değil miyiz??
Birkaç ev ziyaretinden sonra sıkıcı günler başlamıştı Selma için. Evin sokağa bakan camında günleri geçmek bilmez. Çarşıda pazarda aradıklarını bulamaz. Karı koca hiç olmazsa bir gramofonları olsun isterler. Bunaldığı bir gün Nazif iyi bir haberle gelir eve. Ne zamandır hayalini kurdukları gramofonu olan bir eve çağrılmışlardır. Ev Etlik?tedir. Evin sahibi, Nazif?in eski okul arkadaşı Murat?tır. Murat Milletvekili olmuştur. Meclisin yenilikçi kanadındandır. Her iki ailenin de Ankara?da benzer sıkıntıları vardır. Aynı davette Binbaşı Hakkı da vardır. Hakkı, milli mücadelenin yiğit askerini simgeler. Sakarya savaşı öncesidir. Hakkı ?ya askeri sorular sorar konuklar. Hakkı konuşmasının bir yerinde Batı?yı şöyle değerlendirir:
? Avrupa medeniyeti. Bu, Avrupalının uydurduğu yüz bin yalandan biridir. Yuf bize ki kendimizi bildiğimiz günden beri bu yalana bir nas gibi inanmışız. Hak ve adalet prensiplerinin kaynağı hep orası sanmışız. Yalan, yalan, yalan? Avrupa bir yırtıcı kuşlar yuvasıdır ve onun karşısına ancak ona tepeden tırnağa kadar silahlanmış olarak çıkılır. Geçen gün gazetede okumuştum. İtalyan şairi D?Annuncio?nun bir sözünü?. Diyor ki ?İtalya, Sulh konferansına, hakkını istemek için, dişlerinin arasında hançer ve elinde mızrakla gitmelidir.? Bir İtalyan için iş böyle ise, bir Türk oraya silahlanmış olarak bile gidemez. Hakkını, ancak, bu tepelerin arkasından, bu çölün ortasından müdafaa edebilir.?
Selma Hakkı ?i dikkatle izler. Hakkı, Selma?nın sıkıldığının farkına varmıştır. Ona ata binmeyi teklif eder. O sırada çiftliğe Şeyh Emin gelir. Şeyh Emin de milletvekilidir. Meclisin tutucu kanadındandır. Murat :
?Hanımefendi, bunlar, bizim Meclisin en koyu mutaassıplarındandır. Seçim bölgelerinde öyle bir nüfuzları vardır ki, kimse ses çıkaramıyor, adeta herkese terör yapıyorlar.? Hakkı Bey de düşüncesini şöyle dile getirir: ? Kara terör, kara terör. Bizim düşmanımız yalnız Avrupa değil, bunlar da? Bir gün bunlarla da çarpışmak lazım gelecek??
Görüşmeleri sürer. İkinci kez Etlik?e giderler. Selma?nın laf olsun diye söylediği şey üstüne kalmıştır. Ata binmek için tayyörünü külot durumuna getirir. Ancak, istediği dikiş malzemelerini bulamamıştır. Etlik?e gittiklerinde huzursuzluğu her hareketinden anlaşılır. Ev sahiplerinin konukseverliği onun sinirini yatıştıramamıştır. Selma, ev sahiplerinin, onun evine ziyaret etmemelerinden kaynaklandıklarını düşündükleri soğukluğunu yenmek için özür dilemeye başlarlar. Murat, bir yandan, Selma?nın hoşuna gideceğini bildiği konuyu açar. İstanbul?dayken nasıl bira içiyorlardı; ama şimdi bir bardak bile bulunamaz. Oysa rakı boldur. Selma yavaş yavaş yatışır, hırçınlığı geçer. Hakkı?yla birlikte ata binerler. Murat?ın annesi Selma?nın ata binmesini yadırgar.
Ertesi hafta bu kez Nazif?le beraber, üçü ata binerler. Hakkı, sert bir öğretmendir. Selma onun için güzel bir kadın değil, yalnızca öğrencidir. Sert davranışlarıyla onun şımarıklık yapmasına izin vermez. Ankara?nın biraz dışına, Kalaba köyüne doğru gelmişlerdir. İleride birkaç kağnı görürler çok ağır ilerleyen. Top mermisi taşımaktadırlar. Selma?nın hiç duymadığı bir ses çalınır kulağına:
?Ankara?nın taşına bak / Gözlerimin yaşına bak
Biz Yunana esir olduk / Şu Allahın işine bak.?
Bir sonraki gezinti yerleri Çankaya?dır. Ankara?yı tanıdıkça sevmeye başlar Selma. İstanbul?dan Ankara?nın tutucu göründüğünü ama aslında pek de öyle olmadığını söyler. Hakkı, içindeki birikmiş İstanbul öfkesini kusar:
?İstanbul hanımları bizi bir alay vahşi mi sanıyorlar? Bir gün muzaffer oluruz da İstanbul?a gireriz diye kaç züppe hanımın yüreği hopluyordur?? Ardından şöyle sorar: ?Söyleyin bana, denildiği gibi, sahiden orada, Türk hanımları ecnebi zabitlerle dans mı ediyor??
Kavaklıdere, Çankaya bölgelerinde dolaşırlar. Derken, Mustafa Kemal?in evini görürler. Sade, tek katlı bir taş evdir. Üstelik kiracıdır. Selma, dünyanın sözünü ettiği bir adamın böylesi alçak gönüllü oluşuna çok şaşırır ve etkilenir. Ankara artık onun gözünde başkadır.
Selma, Çankaya gezisi dönüşü evde Ömer Efendi?nin karısı Halime?yle karşılaşır. Dedikodular başlamıştır. Selma?nın rahat davranışları, ata binmesi dile düşmüştür. Selma, dedikodulara karşı Halime?ye kadının namusunun kocasına sorulacağını, başkasının hesap sormaya hakkı olmadığını söyler. Görünüşteki modernliğe karşın ataerkil kültür Selma?nın düşüncelerine egemendir. Selma, bu davetlerin karşılığını vermek için, Hakkı ve Murat?ı ailesiyle bir öğle yemeğine davet eder. Yemeğe büyük bir özenle hazırlanır.
Sofrayı gören konuklar çok şaşırır ve etkilenirler. Hakkı, övgüler düzer Selma?ya. Selma?nın köylü hizmetçisi de konukları şaşırtır. Selma?nın onu İstanbul?dan getirdiğini düşünürler. Hizmetçiyi nasıl iyi eğittiği yönünde övgüler alır. Bu sırada, Ömer?in evinden üç kadın daveti gizlice kapı arkasından gözetlemektedirler. Ömer?in seslenmesiyle üç kadın yakayı ele verirler. Ömer üç kadını da döver. Ömer, aslında, kiracıların köyün alışkanlıklarını değiştirdiğini, evdeki kadınların da bu nedenle böyle bir duruma düştüklerini düşünür. Hırsını kadınlardan çıkarır. Daha sonra kiracılara da çıkışmak ister ama çıkarı buna el vermez. Konukların içinde subay, milletvekili gibi kişilerin olmasından çekinir. Kendini onların ?kötü bir şey? yapmadıklarına inandırır.
Bu yeni arkadaş grubu, yemek davetinden sonra da değişik amaçlarla bir araya gelmeyi sürdürürler. Bir kır gezisinde bu kez yanlarında genç bir gazeteci yazar vardır. Ülkenin durumunu Ankara?dan görmek için İstanbul?dan gelmiştir. Murat çevresinde gördüğü bir yeri Göksu?ya benzetir. Bunun üzerine, İstanbul ? Ankara arasında karşılaştırmalar yapılmaya başlanır. Genç gazeteci yazar Neşet Sabit, Selma?ya dönerek ?Sanki vatan yalnız İstanbul?dan ibaretmiş; sanki biz burada gurbette imişiz gibi. Hâlbuki ben, ruhumun milli muvazenesini burada bulmaya gelmiştim. Ne yazık?? der. Selma da Neşet Sabit?e hak verir. Neşet Sabit, yeni Türkiye?nin merkezine alışmaya çalışmaktadır. Neşet Sabit, Anadolu?ya inanmış, yeni Türkiye?nin buradan çıkacağını düşünmektedir. Selma, Neşet Sabit?in görüşlerinden etkilenir. Aslında kendisinin de onun gibi düşündüğünü fark eder. Neşet Sabit, aslında roman boyunca Yakup Kadri?nin düşüncelerini dile getirir.
Sohbeti, Binbaşı Hakkı?nın silah atışı teklifi keser. Hakkı, yalnızca Selma?ya odaklanmıştır. Neşet Sabit?i umursamaz. Selma ilk kez kullandığı silahı, tetiği çektiği anda düşürmesine karşın, hedefi vurur. Silah atışı, savaşı çağrıştırır. Herkes, Hakkı?ya yeni saldırının ne zaman olacağını sorar. Saldırı her an olabilecektir. Selma, biraz önce Neşet Sabit?le konuşmasının da etkisiyle, saldırıda görev almak istediğini söyler. Yeni yaşama alışmanın yolu işin içine girerek mücadele etmekten geçmektedir. Eskişehir?deki hastanelerden birinde hemşirelik bulabileceğini söyler Hakkı. Ancak, Neşet Sabit?in de bu yöndeki isteğini duymazlıktan gelir.
Düşman, bir iki gün sonra saldırıya başlamıştır. Selma, kocasının ve öbür tanıdıklarının tüm uyarılarına karşın Eskişehir?e gider. Birkaç gün sonra içinde birçok yaralının olduğu bir trenle Ankara?ya geri gelir. Nazif, karısının gördüklerinden sonra artık korkacağını, geri dönmek isteyeceğini düşünür. Ancak, Selma?nın cesareti artmıştır. Gördükleri onu, yaşama karşı daha dirençli duruma getirmiştir. Savaşın kazanılacağına olan inancı tamdır Selma?nın. Nazif, bozgunculuk yapmaktadır. Yenilginin kaçınılmaz olduğunu, bir an önce Ankara?dan daha doğuya gitmenin zorunlu olduğunu söyler. Aralarında büyük bir uçurum vardır artık karı kocanın.
Hakkı?yla karşılaşır Selma. Hakkı?nın önerisiyle Cebeci?deki bir hastanede çalışmaya başlar. Yaşama daha sıkı bağlanmıştır artık. İşe yaramanın yaşamın tek anlamı olduğunu kavramıştır. Düşmanın Eskişehir?e gelmesiyle Ankara iyice boşalmıştır. Düşman uçaklarının Ankara üstünde uçması Nazif?i telaşlandırır. Nazif de Ankara?yı bir an önce terk etmek ister. Selma ise, hastalarını bırakamayacağını söyleyince, Nazif : ?Öyle ise, ben seni bırakır giderim. Canımı pazarda bulmadım ya? der. Selma, artık Nazif?ten iyice kopmuştur. Bu kopuş, onu milli mücadeleye daha da bağlamıştır. Eskiden içinde yaşamaktan hiç hoşlanmadığı Ankara, onun evidir artık. Yirmi üç gün sonra Sakarya?dan gelen ilk zafer haberlerini coşkusuz ama yüreklerinden kutlarlar. Onlarca yıl süren yenilgiler, geri çekilmeler, toplumda derin izler bırakmıştır. Coşkulu bir sevinç yaşamak o kadar kolay olamaz.

1926 Dönemi

Cumhuriyet yeni ilan edilmiştir. Milli mücadelenin kahramanları yeni cumhuriyetin önde gelen kişileridir artık. Selma da onlardan biri olan Hakkı?nın karısı olarak karşımıza çıkar bu bölümde. Hakkı varsıllaşmıştır. Süslü bir evde otururlar. Partiden partiye, çaydan çaya giderler. Selma aslında mutsuzdur. Hakkı ona sormadan emekli olmuştur. Selma sürekli bir iç hesaplaşma içindedir. Nazif?le olan ayrılığını sorgular. Nazif?in tepkisinin ayrılmak için yeterli olup olmadığına emin değildir. Nazif rahatı için kaçmayı seçtiyse, Hakkı da rahatı için birçok şey yapmaktadır.
Hakkı, kendi yaşamını değiştirirken Selma?ya hiçbir şey sormamıştır. Emekli olduktan sonra bir şirketin yönetim kuruluna girmesi, orada hükümetle şirket arasında ilişkileri düzenlemesi, bunların hiçbiri Selma?nın isteğiyle yapılmamıştır. Üstelik Selma?nın tanıdığı Milli mücadele kahramanı Hakkı?yla yeni Hakkı arasında çok fark vardır. Davetli oldukları partilerde, Avrupalı kadınlara gösterdiği ilgi, onun iyice batılı kültüre özendiğini göstermektedir. Geçmişte Batıya karşı tutumunu düşündüğümüzde, Hakkı ters yönde değişmiştir.
Romanda bu değişimin nedenleri gösterilmez. Selma bu yeni yaşama düşünüp taşınıp, karar vermiş değildir. Olayların akışı içinde kendini böyle bir yaşamın içinde bulmuştur. Davetlere tilki kürkler, pırlanta yüzükler ve pahalı giysilerle katılıp öbür hanımlarla yarışmaktadır.
Murat da değişmiştir. Artık milletvekili değildir. İşadamı olmuştur. Ailesiyle birlikte aynı davetlerde boy göstermektedir.
O yıl Ankara Palas yeni açılmıştır. Yılbaşı balosu orada düzenlenecektir. Ankaralı yeni zenginlerin hepsi İstanbul?dan giysiler, ayakkabılar getirmektedirler. Yazar, Ankara?nın gittikçe İstanbullaşmasını göstermektedir bu bölümde. Yoksullarla zenginler arasındaki derin uçurumu bu bölümde açıkça görürüz. Yakup Kadri, yeni zenginlerin halka nasıl yabancılaştığını bu bölümde çok sert bir eleştiriyle ortaya koyar. Ankara Palas?a davetliler yavaş yavaş gelmektedir. Arabalar Palas?ın önünde durur, içinden şık giyimli insanlar birer birer çevrede merakla bekleyen kalabalığın arasından içeri girerler. Bekleyenler, içeriyi görmeye çalışırlar ama göremezler. Kendi aralarında nasıl bir yer olduğu hakkında konuşurlar. İçlerinden biri kalabalığın içine bir köylüye çarpar. Köyden sırtında yorganıyla gelmiş garibin biridir. Handa yer vermedikleri için kendine yatacak yer aramaktadır. Işıklı Ankara Palas?ın önündeki kalabalığı görünce kendi köyünden birini görme umuduyla oraya yanaşmıştır. Yorgunluktan oraya kıvrılıvermiştir. Köylüyle, ona çarpan hoca arasında şöyle bir diyalog geçer:
Köylü : ?Burada ne var ki? Ne idirler?? diye sordu.
Hoca başını çevirmeksizin : ?Balo var, balo?? dedi.
Bu kelime köylüye ne ifade etti bilinmez. Lakin yorganlı adam kendi kendine söylenir gibi mırıldandı:
?Bu gecenin yarısında hep dolaşıp dururlar. Onlar da benim gibi garip mi, nedir? Yatacak yer mi ararlar??
Hoca, kendini tutamayıp güldü. Bundan cesaret alan köylü ona daha ziyade sokuldu:
?Bu koca konak kimin? Aha deyiver bana, gözünü seveyim??
?Tövbe yarabbi, tövbe yarabbi? Burası otel, otel be. Hani, senin anlayacağın alafranga han.?
Tam bu sırada, otelin iç salonlarından birinde bir köşeden, sokaktaki bu konuşmaların yankısı Selma Hanım?ın kulağına şu şekilde çarpıyordu:
??kim bilir bizim için ne düşünürler, neler söylerler? Onlar için, kapısından gördükleri bu âlem ne kadar esrarengiz şeylerle doludur??
?Yavaş yavaş onlar da öğrenecek, onlar da alışacak. Bu yeni hayatın icapları onlarca da anlaşılır, açık ve basit şeyler haline girer.?
?Demin, otelin merdivenlerinden çıkarken tuhaf bir baş dönmesi hissettim. Bana öyle geldi ki, ayağımı bastığım her basamak, halkla benim aramdaki uçurumu bir parça daha derinleştiriyor. Ters yüzü geri dönüp arkamda bıraktığım bu uçuruma atılmak istedim; ta ki onlara karışayım ve içinde bulunduğumuz bu suni âlemi, onların arasından, onların gözüyle uzaktan seyredeyim diye? Fakat düşündüm ki??
(Bundan sonraki konuşmalar baloya katılan, Neşet Sabit?e aittir.-K.K)
?Fakat düşününüz ki, bu kabil değildir. İçtimai merdivenin bu basamağına çıktıktan sonra geriye dönenlere, hiçbir yerde rasgelinmiş midir? Azizim, demokrasilerin kanuniyetine göre hep aşağıdan yukarıya doğru çıkış vardır. Bunun tersi ancak katastrofu ifade eder. (Halka doğru) lafının hakiki manası halkı kendine doğru çekmek demektir.?
?Ben, meseleyi böyle vazetmiyorum, böyle vazetmek de istemem. Çünkü bir nevi demagojiye sapmış olurum. Benim için burada bir rejim üslubu davası mevcut değildir. Bilirim ki, bu bir maksat bile değil. Bu, hatta bir ruh haleti bile değil, buna, belki bir sezinti diyebilirim. Demin, merdivenlerden çıkarken, kendimi, birdenbire, muallâkta gibi hissettim. Ayağım yerden kesilmişti. İşte, o vakit, sokaktaki o insan kümesi, bana kendimden daha reel bir varlığın ifadesi gibi göründü. Onlara dönmek isteyişimin nedeni işte bundan hâsıl olmuştu. Realite ile kaybettiğim teması bulmak ihtiyacı??
Cumhuriyetin ilk yıllarının bu ağır eleştirisi, Hakkı karakterinde simgeleşmiş devrimi yozlaştıranlaradır. Batı hayranlığı, devrimin amacını yok etmiş, tam bir kopyacılığa düşülmüştür.
Hakkı, yılbaşı balosunda karısı Selma?nın, Avrupalı kadınlara yaptığı abartılı saygı gösterisini eleştirince, onu şöyle yanıtlar:
?A hanım, bir defa, ben Avrupa?da bulunmuş bir adamım (I.Paylaşım savaşında bir kez Almanya?ya gitmiş). Sonra da Avrupa adap ve muaşeretine dair ne kadar kitap görürsem alıp okuyorum. Artık, benim yaptığımın doğruluğundan şüphe edilir mi??
Selma, kocasının bu durumuyla asker üniforması altında yaptığı Batı değerlendirmesini düşünür. Kocasını tanıyamaz.
Balonun sonlarına doğru beklenmedik biriyle karşılaşır Selma. Omzuna değen ele doğru baktığında, üstündeki emanet görünümlü smokinle bir eliyle içki kadehini kavramış, öbür eliyle terlerini silen Şeyh Emin?dir. Şeyh Emin?i tanıyamaz Selma. Beş yıl önce Murat?ın evinde tanıştıkları, o zamanın tutucu milletvekili Şeyh Emin?dir.
Yakup Kadri, romanın balo sahnesinde değişen Türkiye?nin bir fotoğrafını verir bize. İnsanlar çıkarları neredeyse oraya doğru kaymış, devrimciliklerini yitirmişlerdir. 1922?de birbirlerine karşıt Hakkı?yla Şeyh Emin, beş yıl sonra aynı hedefe doğru gitmektedirler. Bu hedef, ikisinin de başta düşündüklerine çok uzaktır.
Yakup Kadri, yozlaşan devrimi gösterdikten sonra, Neşet Sabit karakteriyle kendi görüşlerini dile getirir.
Balo bitmek üzeredir. Neşet Sabit?in konuşmasını duyar Selma ve yanına gider. Sohbet etmeye başlarlar. Selma, duyduğu kadarıyla Neşet Sabit?in söylediklerini över. Düşüncelerine katıldığını söyler. Neşet Sabit?in yaşamı, beş yıl önceye göre değişmemiştir. Hala gazetecilik ve yazarlık yapmaktadır. Milli mücadele yıllarının devrimci ruhuyla yaşamaktadır Neşet Sabit. Bundan dolayı, Selma ve onun gibi yeni Cumhuriyet zenginlerini şiddetle eleştirmektedir. Devrimcilikten ne anladığını şöyle dile getirir Selma?ya:
?Bilmem; belki de, sizin anladığınız tarzda bir inkılâpçı değilim. Ben, inkılâbı hiçbir zaman, hayatın dış şekillerini değiştirmek manasına almadım. Hele, bir konfor ihtiyacı, bir konfor?a eriş cehti manasına hiç alamıyorum. Şüphesiz, içimizde yeni bir hayat hamlesiyle çatlayan şey yeni yeni bir kabuk bağlar. Fakat bu safhada artık inkılâptan bahsedilemez. Burada, artık, muayyen bir çeşit hayatın kalıplanışı vardır. Biz, sanki inkılâbımızın böyle safhasına mı geldik sanıyordunuz? Yok canım, bu gördüğünüz şeyler, bu balo, bu otel, sizin Yenişehir evleriniz, bunlar hep birer hayat kalıbıdır ama bizim kendi inkılabımızın ateşinde dökülmüş kalıplar değil. Bizim ruhumuzdaki yeni hayat prensibinin, yeni hayat özünün tomurcuğu da çatlamadı. Çatlamış olsaydı, memleketteki hayat şartlarının yalnız küçük bir ekalliyet lehine değil bütün millet için değişmiş olması lazım gelirdi.?
Selma, Neşet Sabit?i anarşist olmakla suçlar. Bunun üzerine Neşet Sabit:
?Anarşist mi? Amma yaptınız ha? Anarşist ben miyim? Hayır, hanımefendi; anarşistin en alası sizlersiniz. Sizin muhitinizdeki insanlardır. Çünkü cemiyet harici ve cemiyete rağmen yaşayan müfrit ferdiyetçilersiniz. Ben ise cemiyetin içinde kaybolmuş bir adamım.?
Bu konuşmalar Selma?yı sinirlendirmemiş, aksine onda bu tür konuşmalara olan merakını arttırmıştı. Oysa Neşet Sabit Selma?yı kızdırdığını düşünmüştü. Bir başka çay davetinde Selma, kocasının uyarılarına karşın, Neşet Sabit?in yanına giderek onunla konuşmaya başlar. Hatta, onu kendi evindeki çay partisine çağırır.
Selma?nın evindeki çay partisi, Yakup Kadri?nin yeni zenginlerin görgüsüzlüğünü ortaya koyduğu bölümdür. Bütün ayrıntılarıyla ev dekorasyonları, evlerin mimari özellikleri betimlenir. Abartılı, zevksiz, uyumsuz birçok eşyanın bir araya getirildiği bir evdir. Değişmenin, devrimin dış görünüşü değiştirmekten meydana geldiğini düşünenlere karşı eleştirisini ortaya koyar.
Neşet Sabit, Selma?nın evinden çıkıp kendi evine yürürken yolları betimler. Yoksul mahallelerine yaklaştıkça, yollar bozulur, yol aydınlatmaları biter. Yarım saat arayla Batı?nın en gelişmiş kentinden Ortaçağ?da yaşayan bir Asya kasabasına gelmiştir. Gelir uçurumu bu kadar derindir Ankara?da.
Bir süre sonra başka bir davette yine karşılaşırlar Selma ile Neşet Sabit. Selma, Neşet Sabit?in toplumla, devrimlerle ilgili görüşlerine tamamen katıldığını söyler. Davete katılanlardan örneklerle içinde bulunduğu sınıfın yozlaşmasını anlatır. Kocasından da iyice soğumuştur bu yüzden. Neşet Sabit?i kendine yakın hisseder.
Hakkı, yeni Aristokratik alışkanlıklar edinmiştir. Yatağını ayırmıştır. Karısına yalnız giyinik görünmektedir. Bütün bu olaylar karı kocanın arasının iyice soğumasına neden olmuştu. Selma hem kocasına hem de yaşadığı çevreye yabancılaşmıştır. Milli mücadele yıllarındaki evini ve çevresini anımsar. Çeşitli sıkıntılarına karşın daha sıcaktır o çevre. Neşet Sabit dışında hiç kimseyle sohbet edemez olur. Onunla konuşunca, Milli mücadele zamanındaki gibi, ruhunu esenlik kaplar. O dönem kendini bulma, işe yarama, gibi hisleri çalışması sayesinde edinmişti. Çalışmak, eskisinden daha zordu onun için. Hakkı, böyle bir isteğini duyduğunda ciddiye almaz, alay eder.
Selma, kocasının kadın özgürlüğüne saygısızlığına çok kızar. Bir süs eşyası gibi olmak çok dokunmaktadır artık. Bu arada, Hakkı?nın başka bir kadınla birlikte olduğu dedikoduları çıkmıştır. Hakkı, bunu yalanlayacak hiçbir davranış içinde değildir. Hakkı?nın, sanki bu durum olağanmış gibi davranması, Selma?nın, bu durumun meydana gelmesinden daha çok canını sıkmıştır. Hele kadının Türk olmayışı Selma?yı iki kere yaralar.
Neşet Sabit, bir gün Selma?yı ağır bir şekilde eleştirir. Görünüşteki gösterişli, kahkahalar atan davranışlarına karşın, aslında, ruhunun sefalet içinde olduğunu söyler. Bunun üzerine Selma, aslında sıkıntının kendine özgü değil, aynı konumdaki bütün kadınların sorunu olduğunu söyler.
?İşte, bunların hepsi, boş yere hür, azâd olmaktan mustariptirler. Evde hiçbir faydamız, sokakta hiçbir faydamız kalmamıştır. Bir derin boşluk içinde dönüp duruyoruz. Nihayet, bana fizyolojik bir vazifeden mi bahsedeceksiniz? Çocuk yetiştirmek, aşk ve muhabbette erkeğin ideal eşi olmak? Adam sizde, bu da sürse sürse ancak bir yıl sürüyor. Ondan sonra, kadın erkekten, erkek kadından bıkıyor. Hem böyle olmasa bile ne çıkar? Kadın yalnız fizyolojik bir mahlûk mu? Hayır; erkek ne kadar içtimai bir mahlûksa kadın da o kadar içtimaidir. Ben, bize verdiğiniz dalkavukça hürriyeti istemiyorum. Ben, her hususta eşitliği talep ediyorum.?
Artık, bu sözlerden sonra Selma eskisi gibi sürdüremezdi yaşamını. Nitekim yakında kendi yaşamıyla ilgili vereceği karardan Neşet Sabit?e de haber vereceğini söyler.
Neşet Sabit, Selma?nın boşanıp babasının evine gideceğini düşünür. Birkaç hafta sonra Selma, boşanmaya karar verdiğini Neşet Sabit?e söyler. Hatta boşanma işlerinde kendisine yardımcı olmasını da ister. Ancak, babasının evi değil, kendine kalacağı bir ev bakmaktadır Selma. İş bulması konusunda da yardımını ister Neşet Sabit?in. Selma?nın aklından eskiden çalıştığı türden bir iştir. Neşet Sabit, o tür işlerin kazacının kendisine yetmeyeceğini, ticaret yapan firmalarda bir iş bulabileceğini söyler. Oysa Selma, topluma yararı olan bir iş istemektedir. Bunun üzerine öğretmenlik önerir Neşet Sabit. Selma için uygundur, yeter ki Ankara?da olsun.
Selma ev aramak için ilk olarak eskiden oturduğu Tacettin mahallesine gitmeye karar verir. Yazar, seçkinlerle halk ararsındaki uçurumu göstermek için, Selma?nın az eldivenli, kürklü giysileriyle Tacettin mahallesine yürüyüşünü uzun uzun betimler. Halkın hangi koşullarda yaşadığını görürüz. Yollarda kaybolur Selma. Zar zor vardığı eski mahallesinde Hatice ın kapısını çalar. Eski komşuları toplanıp Selma?nın anlattıklarını dinlerler. Selma?nın sorunları, sıkıntıları hiçbirisi öbür kadınların ilgisini çekmez. Hatta onun konuşmalarını tam anladıkları bile şüphelidir. Küçük çocuklar Selma?nın az eldivenlerinden korkmuşlardır. Yazar, iki ayrı Türkiye?nin bütün çelişkilerini ortaya koyar.

1937 ? 1943 Dönemi
Romanın bu dönemi, yazarın ütopyasını anlattığı bölümüdür.
1937 yılı gelmiştir. Selma?nın yeni kocası Neşet Sabit?tir.
Bölüm, Cumhuriyet Bayramı töreninde başlar. Onuncu yıl Cumhuriyet kutlamalarında bir bozkırda yapılan tören alanının yerine, Ankara taşından yapılmış bir stadyum vardır artık. Cumhuriyet kutlamaları bu stadyumda yapılmaktadır. Selma ve Neşet Sabit yan yana, oturmuş Mustafa Kemal?i izlerler. Yazar, törende konuşan Mustafa Kemal?i Yunan tanrısı gibi betimler. Töreni dünyanın dört bir yanından diplomatlar izlemeye gelmiştir. Herkes hayranlıkla töreni izlemektedir. Selma, kıvançlıdır. Dayanamaz hüngür hüngür ağlamaya başlar.
Selma bu bölümde bir kız yurdunda yöneticidir. Neşet Sabit, ?Toplumsal Sorumluluk? adlı bir derneğin üyesidir. Derneğin düzenlediği konferanslar için kent kent dolaşmaktadır. Yazarlığını da sürdürür bir yandan. Bir yıl sonra açılacak Büyük Devlet Tiyatrosu?nda oynanacak ilk eser onundur. Yoğun çalışma tempolarından arta kalan zamanlarında Ankara?nın birçok yerindeki sergilere, konserlere, Halkevlerine gitmektedirler. Ankara, artık, Avrupa kentlerini aratmayacak kadar zengin kültürel etkinliklerin olduğu bir kenttir.
Selma, zaman zaman 1926 ? 27?lerde oturduğu semtten geçtiğinde, o günlerini anımsar ve kendinden tiksinir. O dönemde zevk aldığı Avrupai eğlence yerine, artık günün koşullarına uyarlanmış folklorik eserler, tiyatro oyunlarını yeğlemektedir.
Yeni Türkiye, devrimlerin tamamen oturduğu, toplumcu bir anlayışla yönetilmektedir. İnsanlar bilinçlenmiş, devrimlerin savunucusu ve izleyicisi olmuşlardır. Söz gelimi, ulusal ekonominin gereklerini yerine getirmeyen birine asker kaçağı gözüyle bakılmaktadır. Tiyatrolarda, halkın aşağılık duygularını harekete geçiren eserler değil, bunların yerine, ulusalcılığı özendiren epik eserler oynanıyordu. İzleyiciler de en az Avrupa?daki izleyiciler kadar nitelikli eserlerden hoşlanıyorlardı.
Yazar, ulusalcılığı yüceltmekte devlet kapitalizmini övmektedir. Şöyle söyler:
?Türk işçileri, Türk mühendisleri, Avrupa?daki arkadaşları gibi bedbaht da değildiler. Eski Roma?nın esir sürüleri gibi bin bir mihnet ve cefa altında, bin türlü mahrumiyetle ruhları ve suratları ekşimiş, içkiden, açlıktan bütün insani faziletlerini kaybetmiş Avrupa proletaryasının sefalet ve felaketinden Türkiye?de eser görülmüyordu. Türkiye?de işçiler birer devlet memuru idi ve yüreklerinde bir devlet memurunun haysiyetini, vakarını, mesuliyetini taşıyorlardı. Başlarında patron diye bela yoktu. Kimsenin esiri değildiler. Yalnız memleketin hizmetçisi olduklarını ve alınlarından akan terin vatan topraklarına bereket getirici bir rahmet gibi yağdığını biliyorlardı.?
Yazar, Ankara?nın kent planını da tasarlamış. Mahalleler amfiteatr şeklinde düzenlenmiş, kimse kimsenin manzarasını engellemeyecek şekilde yerleştirilmiş evlerden oluşuyor. Ekonomisi de benzer şekilde örgütlenmiş bir toplum var karşımızda. Besin maddeleri doğal ortamlarında yetiştirilmiş sebzeler ve hayvanlardan elde ediliyor. ?Toplumsal Sorumluluk? örgütü, köylülerin kooperatiflerince üretilen gıda maddelerinin halka ulaştırılmasına yardımcı oluyor. Böylece, düzenli huzurlu refah içinde kentler oluşuyor. Hatta aşkın da ancak böyle bir ortamda yeşereceğini söyler Selma. Geçmiş ilişkilerinde de ne Nazif?te, ne de Hakkı?da, Neşet Sabit?te olan sevgisine benzemediğini düşünür.
Yazar, Neşet Sabit karakteriyle yaşam felsefesini dile getiriyor. Yeni insan, bilimin kılavuzluğunda yaşamı yeniden örgütleyecek, eski kötü alışkanlıklarını yenecek, akıl ve irade dışında hiçbir etki altında kalmadan mutluluğa ulaşacaktır. Pozitivizmin Türkiye?de o dönem çok etkin olduğunu görüyoruz.
Büyük Devlet Tiyatrosu?nun açılması yaklaşmıştır. Neşet Sabit?in eseriyle açılacaktır tiyatro. Oyun, kendi düzenini kurmuş, ülkeyi tozpembe gören, bu yüzden devrimlerin durması gerektiğini düşünen sınıfın eleştirisidir. Açılış günü yaklaştıkça çalışmalar yoğunlaşmıştır. Provalara Selma da izleyici olarak katılır. Oyunculardan genç bir hanımın Neşet Sabit?e çok yakın davrandığını düşünür. Kocasının bu durumu fark etmediğini görür. Açılış günü gelmiştir. Selma karışık duygular içindedir. Bir yandan oyunun başarısız olabileceğini, oyuncuların hata yapabileceğini düşünürken, diğer yandan, bunların hiçbiri olmasa bile oyunun halkın hoşuna gitmeyebilecektir. Bir an geliyor bütün bu karamsar düşünceleri atıp, oyunun başarılı olacağını, herkesin alkışlayacağını düşünmeye çalışıyordu. Selma bunları aklından geçirirken, fısıltılar ve hayran bakışlar arasında Gazi gelir salona. Selma, onu ilk gördüğü Eskişehir aklına gelir, hayallere dalar. Oyunun başladığını fark etmemiştir. Oyun, kişisel çıkarla toplumsal çıkarın çatışmasını konu alan bir oyundur. Halk, oyun bittiğinde ayakta alkışlar. Gazi de beğenir. Oyun sonrası oyuncular, Neşet Sabit ve Selma kutlamaya giderler. Eğlence yeri de yazarın hayalindeki gibi bir yerdir. Küçük bir kabare görünümündedir. Tasarım, yerli sanatçıların, yerli eserleri Batılı biçimde yorumlamasından oluşmaktadır. Eğlenirken söyledikleri şarkılar, türküler de böyledir. Her hafta bir ilin gecesi yapılır. Söz gelimi, Rize gecesinde ?Hamsi koydum tavaya? söylenir; ancak, orkestra eşliğinde ve Batılı biçimde düzenlenmiş olarak.
Ertesi gün Selma gecenin yorgunluğuyla uyanır. Kocası bir toplantıya katılmak için Erzurum?a gidiyordu; böylece, o gelene kadar yorgunluğunu atacak fırsatı olacaktır. Neşet Sabit, yazarın yetkin karakteri olarak, döndüğünde Selma her ne kadar toparlanmış olsa da, ?kadına bir manzara olarak değil bir atmosfer olarak bakan? biriydi. Selma?nın varlığı kocasına yaşama ve yaratma gücü vermekteydi. Bu nedenle onun gözü başka kimseyi görmüyordu.
Yazar bu bölümde daha çok Selma?nın kadınsı yönünü ortaya koyar.
Selma kadınca bir hisle genç oyuncu Yıldız?ın Neşet Sabit?e ilgisi olduğunu düşünüyordu. Düşüncesinin doğrulandığını sandığı olay şöyle gelişti. Ankara stadyumunda yarışların olduğu bir gün, Selma ve Neşet Sabit yarışları izlemeye giderler. Yerlerine otururlarken, Neşet Sabit yarışçılar arasında Yıldız?ı görür. Birçok yarışçının arasından onu hemen fark etmiştir. Yıldız da onun kendine doğru geldiğini görünce kalabalıktan ayrılıp ona doğru gider. Selma?nın gözünde bu olay karar vermesine yetmiştir. Bu manzara karşısında Selma?nın içine acı çöker. Umutsuzluk içindedir.
Yıldız, yeni Türkiye?dir.
Yarışı izlemeye başlarlar. Selma?nın bir gözü Neşet Sabit?in üstündedir. Onun mimiklerinden, gözlerinden Yıldız?a olan ilgisini ölçmek ister. Yıldız ikinci olur.
Neşet Sabit, oyununda değişiklikler yapmak için Yıldız?la çalışmak ister. Onu kendi evine çağırır. Selma?nın da evde olduğu bir gün gelmesi, şüphelerini azaltır biraz olsun. Konuşmalarını dinlediğinde öğretmen öğrenci ilişkisi dışında hiçbir şey bulamaz. Yıldız?ın gitmesinden sonra aralarındaki konuşma Selma?yı biraz olsun rahatlatır. Çünkü Neşet Sabit Yıldız?ı genç yeni neslin temsilcisi saymaktadır. Selma ve kendisinin gördüğü birçok şeyi görmemiştir Yıldız. Ne peçe, ne eski harfler, ne hilafet? Neşet Sabit?e göre, kendi nesilleri düşey, şimdiki nesil ise yataydır. Selma?nın yeni neslin eskiden çıktığını söylemesi üzerine,
?Evet, biz düşündük. Biz, tahayyül ettik, biz istedik. Fakat, bizim düşüncemiz onlarda vaka; bizim hayalimiz onlarda hakikat; bizim isteğimiz, onlarda irade oldu. Onun için yeni nesil, bizden, yalnız daha bahtiyar değil bizden daha kuvvetli bizden daha ileridir. (?) Yüreğimiz bir azap ve endişe yuvası idi. Kemiklerimiz üstünde etimiz yüktü. Yalan söylemeden sevmesini bilmezdik. Şimdikiler böyle mi? Yeni kıymetlere göre teşekkül eden bu cemiyet içinde artık fenalığa kendiliğinden yer kalmamıştır. Çünkü en ziyade muhayyilenin ve binaenaleyh tembelliğin, işsizliğin, ne yapacağını bilmezliğin, yürek sıkıntısının mahsulü olan kötülük, bu açık, aydınlık, havadar ve dinamik muhitte filiz sürmeden kuruyup gidiyor.?
Selma, Neşet Sabit?in değerlendirmelerini Yıldız?ı savunmak için yapılan retorik olarak görüyordu.
Yıllar geçiyordu. Selma şaşkınlıkla geçen zamana ayak uydurmaya çalışıyordu. Her yıl bir öncekinden daha hızlı ilerlemeler, gelişmeler yaşanıyordu. Ülke her alanda hızla yol alıyordu. Okuma yazma oranından ekonomik ilerlemelere kadar baş döndürücü bir hızla yol alınıyordu. Demiryolları ülkeyi çelik ağlarla sarmış, her bölgede kooperatifler kurulmuş ve üretim artmış, bozkırlar verimli tarım alanlarına dönüştürülmüş, özellikle ülkenin batısı Avrupa?yı aratmayacak ekonomik ve kültürel ilerlemeler sağlamıştı.
Yıl 1942 olmuştu. Bu birkaç yıl içinde Selma babasını kaybetmiş, Yıldız kendisi gibi sporcu biriyle evlenmişti. Artık iyice yorgun hissediyordu Selma.
Roman, bir Cumhuriyet bayramı töreniyle son bulur. Görkemli bir tören betimlenir. Gazi de İnönü de törene katılmıştır. Bütün Ankaralılar caddeleri alanları doldurmuş hep bir ağızdan Cumhuriyet, devrimler, İnönü ve Gazi için marşlar söylemektedirler.
Neşet Sabit ve Selma coşkulu kalabalığa bir süre katılırlar, daha sonra yavaşça kenara çekilip evlerine dönerler. Coşkulu kalabalığın sesi uzaktan duyulur artık.

Sonuç
Her şeyiyle eskiye ait olanlar aşılmış, yepyeni değerleriyle bir Türkiye kurulmuştur. Yakup Kadri?nin özlemi budur.
Son sözü yine Yakup Kadri?ye bırakalım. 1962 yılında kitabının üçüncü baskısına önsöz yazarken bakın neler söylüyor:
?Otuz yıl önce yazdığım bu romanı, üçüncü baskıya vermek üzere, gözden geçirirken bir düş görüyor gibi oldum ve bana öyle geldi ki, burada hikâye ettiğim devri bir somnambül hali içinde geçip gitmişim.
Fakat bu halim çok sürmüyor; uyanıyorum ve kendimi toparlayarak etrafıma bakıyorum, o devirden bu yana ne kalmış diye. Kitabın birinci bölümünde belirtmeye çalıştığım Milli Mücadele ruhundan hemen hiç iz bulamıyorum.
Ya son bölümde hayalini kurduğum Türkiye?nin gerçekleşmesine doğru bir gelişme olmuş mudur? Ben, o zamanlar, bir gün gelip öleceğini aklımdan bile geçirmediğim Atatürk?ün öncülüğü ve rehberliğiyle bu ideal Türkiye?ye yirmi yıl içinde varacağımızı umuyordum. Şimdi, o yirmi yılın üstünden bir yirmi yıl daha geçmiş bulunuyor. Fakat biz, sosyal, kültürel ve ekonomik devrim şartları bakımından, hala romanımın ikinci bölümünde verdiğim ve karikatürünü yaptığım Ankara?nın içinde tepinip durmaktayız.?

Korkut Köseoğlu

Yazar Hakkında Bilgi
Korkut Köseoğlu, 1967 İstanbul doğumludur. Uludağ Üniversitesi İİBF mezunu, kurulduğundan beri İnsancıl Atölyesi katılımcısıdır. İnsancıl dergisinde ve Radikal gazetesinde edebiyat, estetik konularında makale ve denemeleri yayınlanmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir