Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey – Marc Levy

‘Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey’ sürprizler, macera vaat eden yolculuklar ve merak uyandırıcı hikâyelerle genç bir kadının hesaplaşmaları etrafına örülen bir uzun tretman.
Efsaneye göre, dolunayın yansıdığı bir su birikintisinin içine atlarsan, ayın ruhu seni hemen özlediklerinin yanına götürürmüş. Efsanelere pek de yer açmayan günlük hayatta ise, sevdiklerini özleyen insanlar en çok ne yapar, herkes bilir. Bir üçüncü şahıs bulup, bulamazsa yaratıp, durmadan onları konuşurlar. Bu üçüncü şahıs seanslarının en güzel yanı da sevdiklerinin adını yüksek sesle söyleyebilmektir, elbette. Peki, sarılan, şarkı söyleyen, içen ve dans eden binlerce kişi arasından insan arkadaşını nasıl bulur, bulabilir mi? ?Dünya büyük, arkadaşlık ise uçsuz bucaksız? diyor Tomas, kitabın kahramanlarından biri. Tam olarak sebeplerini bilmeden sever çünkü seven insan, zamanla öğreneceğine inanarak.
?Hayatı yaşamanın iki yolu vardır: Biri hiçbir şeyin mucize olmadığını düşünmek, diğeri her şeyin mucize olduğunu düşünmek.? Marc Levy, Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey kitabını Albert Einstein?ın bu sözüyle açıyor. Bireysel meseleleri taşıyan öğelerle başlayan hikâye, an geliyor, bir kavşaktan usulca dönüyor, evrensele, her insana dokunabilecek bir yolculuğa açılıyor. Bir baba kızın ilişkilerinin ve geçmişte yarım kalmış bir aşkın peşinde, bir hafta içinde ardı ardına yapılan yolculuklar… New York, Montreal, Paris, Berlin… Aslında, evlenmek üzere olan genç kadının ölmüş babasıyla, kendisiyle, anılarıyla yaptığı hesaplaşmanın yolculuğu bu. Bir iç hesaplaşma. Barışma da denebilir, buluşma. Kahramanın anılarına, bireysel tarihine doğru yaptığı bu yolculukla, toplumsal bir tarih gezisine de çıkan yazarın, okunması kolay, hızlıca çevrilen kitap sayfaları Berlin Duvarı?na gelince, takılıyor. Dünyanın geçmişine insanlık ayıplarından biri olarak kazınmış olan Berlin Duvarı?nın yıkıldığı günlere giden sayfalar, bu duvarın ötesine, bir Amerikalı genç kız, Doğu Berlinli bir genç adam ve iki Fransız gencin gözüyle geçiyor.

Kolay okunan ilginç karakterler
Romantik komediler kolay tüketilen filmler olduğundan, çoğunlukça, romantik komedi yazmanın ve çekmenin de kolay olduğu sanılır. Oysa bu türün denklemini kurmak, mayasını tutturmak o kadar kolay değil. Genellikle ?çıtlamalık? filmler olduklarından akılda kalan ve tekrar izlenmek için film oynatıcının yakınına yerleştirilen romantik komedi örnekleri pek de fazla değildir. Her yıl onlarcasının çekilmesine rağmen… İşte o akılda kalan filmlerin arasına Marc Levy?nin Keşke Gerçek Olsa adlı kitabından uyarlanan 2005 yapımı ?Just Like Heaven? da alınabilir. Levy bu kitabında, film sektörünün dikkatini elbette çekecek oldukça ilginç bir konuyu, komadaki bir genç kadının ruhuyla bir genç adam arasındaki ilişkiyi irdeliyor, aşk ve hayata, birbirine tensel olarak dokunamayan iki varlık üzerinden bakıyordu.
Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey de Hollywood?un ilgisini çekecek türden. Sürprizler, macera vaat eden yolculuklar ve merak uyandırıcı hikâyelerle genç bir kadının hesaplaşmaları etrafına örülen bir uzun tretman. Kahramanlarını ve durumları pek çok yerde diyaloglara başvurarak anlatan yazar ayrıntılı bir senaryo yazmayı hedeflemiş sanki. Yoldan geçen arabaların, izlenen tv kanalının, içilen içeceklerin markasını belirtecek kadar ayrıntılı hem de. Okunan kitapları, sevilen roman kahramanlarını ya da sevilmeyen ünlüleri, hatta cep telefonlarında çalan şarkıyı diyaloglara yedirecek kadar.
Marc Levy çok okunan, kolay okunan, ilginç karakter, olay ve durumlar yaratıp olayları onların çevresine kuran bir yazar. Senaryo tekniği dilinde ?çengel? de denen bu ilginçliklere ardı arkası kesilmeyen irili ufaklı çatışmalar da ekleyip okurun bir an olsun kitabı elinden bırakmasını istemeyen yazarlardan. Dışarıya çıkmayı arzu etmeyen okur sıcak koltuğuna gömülüp bir pazar gününü, hızla okunan bu kitabın sayfaları arasında film izler gibi geçirebilir.
Yazan: Nurduran Duman
Radikal Kitap Eki / 02.04.2010

Tanıtım Yazısı
Düğününden birkaç gün önce, Julia babasının sekreterinden bir telefon alır. Önemli bir iş adamı olan babası Anthony Walsh törene katılamayacaktır. Her zaman mesafeli ve sorunlu bir ilişkileri olduğundan, Julia bu habere pek de şaşırmaz, ancak bu kez babasının mazereti haklıdır: Anthony Walsh ölmüştür.
Cenazenin ertesinde onu bekleyen bir sürpriz daha vardır. O güne kadarki en tuhaf seyahatine çıkacaktır; üstelik hiç düşünmediği biriyle ve on sekiz yıl önce kaybettiği başka birine doğru. Julia?nın, söylenememiş gerçekler, itiraf edilememiş sırlarla dolu geçmişi yaşamına yeni bir yön vermesine izin verecek midir? Babasının ve Tomas?la yarım kalan ilişkisinin açtığı yaralar onu nerelere savuracaktır?
Fransız edebiyatının yıldız yazarı Marc Levy?nin baştan sona macera, romantizm, aşk dolu bu romanı, dilimizin ucuna gelip de söyleyemediklerimizi yeniden düşündürecek.

Kitabın Künyesi
Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey
(Toutes ces choses qu’on ne s’est pas dites)
Marc Levy
Çevirmen : Ayça Sezen
Can Yayınları
Basım Tarihi : 02 – 2010
Sayfa Sayısı : 304

Marc Levy ‘in Hayatı
Marc Levy, 1963 yılında Fransa?da doğdu. 17 yaşında Kızılhaç örgütüne katıldı, altı yıl gönüllü olarak hizmet verdi ve bir yandan da Paris-Dauphine Üniversitesi?nde öğrenimini sürdürdü. Yirmi üç yaşında ülkesinden ayrılıp ikinci vatanı ABD?ye yerleşti. Yedi yıl sonra, iki arkadaşıyla birlikte bir mimarlık şirketi kurmak üzere Fransa?ya geri döndü. On yıl boyunca bu şirketi yönetti. 40 yaşına yaklaştığı günlerde, oğluna anlattığı hikâyeleri kâğıda dökmeye karar verince, ilk romanı Keşke Gerçek Olsa (Can Yayınları, 2001) ortaya çıktı. Dünya çapında büyük bir başarı elde eden kitap, aylarca çoksatar listelerinin başından inmedi ve otuza yakın dile çevrildi. Yazarın ikinci romanı Neredesin, ilkini aratmayacak bir başarıyla çok geçmeden 1 milyon satış rakamına ulaştı. 2003?te yayımladığı Sept jours pour une éternité (Bir Sonsuzluk İçin Yedi Gün) Fransa?da 2003?ün en çok satan romanı oldu. 2004?te yayımlanan La prochaine fois (Bir Dahaki Sefer), aşk, mizah ve masalsı öğelerle ördüğü romanlarının son halkası oldu. Bir kısa metraj filmi de (La lettre de Nabila) bulunan yazar, şu sıralar ilk uzun metraj filminin hazırlıklarıyla uğraşıyor ve Londra?da yaşıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir