Birinin hüznü diğerini mutlu eder mi? – Neriman Kızılay

Şeytanistan Ne kadar hoş karşılanır bilemem ama o gün çok mutlu oldum. Hep yüreğimde yaşattığım o sevgi coştu, salona taştı, diğer sevgilerle buluştu. Çünkü benim bir kaybım yoktu, hocamı fizik olarak hiç tanımadım, elini yüzünü görmedim ama özünü tanıdım yazılarından, kitaplarından… O kadar çok dönüp dönüp okudum ki yüreğim doluncaya kadar Ali Yüce sevgisiyle.

Kaç kez okudum Şeytanistan’ı bilemem, sayısını hatırlayamayacağım kadar çok insana okuttum. Biri çaresiz mi, çözümsüz mü, çıkış mı arıyor, ver eline Şeytanistan’ı; daha iyi rehber mi bulacak… Anlatsın yokuşun nasıl tırmanılacağını… Daha çok da Şeytanistan’ı okutacağım kişileri böyle seçerdim. Yıllar önce karşı komşumun ergen yaştaki kızının böyle bir anında verdim kitabı ona. Kitabın anlaşılır olabilmesi için uygun zamanı kollardım.

Bir gün annesi, kızın odasını temizlerken kitabı görüyor. Sanki Şeytanistan’ı değil de bizzat şeytanı görmüş gibi telaşla bahçe duvarından sesleniyor. Hemen çıktım karşısına. “Yaho bu kitap ne bu kitap?” diye bağırıyor. Komşudaki telaşın önemsizliği anlayınca rahatladım. Gayet sakin biçimde, “Kitap sizde komşum. Oku, o zaman anlayacaksın ne olduğunu.” dedim. Tabi ön bilgiler de verdim: “Hisarcık köyünün yaşam tarzını, bir yazarın yaşadıklarını anlatıyor.” Yine de analık içgüdüsüyle, evladımı zarardan korumalıyım düşüncesiyle hızlı biçimde okumuştu. Anneyi de okumaya böylece başlatmış olduk.

Bazen gençlere ulaşmanın yolu, sur gibi ebeveynleri aşmadan geçiyor maalesef. Ali Yüce Hocam da Nuri surunu böyle yıkmıştı. Okul aşkıyla yanarken komşu köydeki sözü geçen, aydın, okumaya önem veren birini duyuyor. Azığını çoban arkadaşlarına vererek hayvanlarını emanet ediyor. Gidip Kışlak köyünde Cuma Gündüz’ü arıyor. Fakat köyde bulamıyor. Köyün hemen alt kısmında sebze ektiğimiz, adına bostan denilen yerde işçi çalıştırıyor babam. Ali Yüce o kadar kararlı ki ya da son çare köylülere sorarak orada buluyor babamı. Anlatıyor durumunu: “Amca, ben okumak istiyorum ama babam beni okutmuyor, Düziçi’ne gitmeme izin vermiyor.”

Bu cevheri keşfeden Cuma Gündüz harekete geçiyor. “Çöz gel oğlum şu atı!” diyor. İşçileri bostanda bırakarak ata biniyor, Ali Yüce’yi de terkine alıyor ve Hisarcık’ın yolunu tutuyor. Eve varınca kesin ve net bir dille, “Nuru Nuru! Bu çocuk okula gidecek. Sen bu çocuğa karışmayacaksın!” diyor. Eskiden insanlar böyle arsız değildi. Bir yetkili, aydın kişi bir söz söyledi mi o sözü tutarlardı. Şimdi bakıyorum da “sayın cumhurbaşkanı”mızın durumu içler acısı. Eskiden olsaydı hiç gerek kalmayacaktı böyle kılıktan kılığa girmesine. Saraydan seslenmesi bile yeterliydi dört yüz milletvekili için. Neyse biz dönelim Ali Yüce Hocamıza…

Kızkardeşim Nesli Gündüz, Hacettepe Üniversitesi’nde edebiyat bölümü öğrenciliği döneminde, Ali Yüce’nin imza gününü öğreniyor. Gidip kendini tanıyor. Çok sıcak sevgiyle yanına oturtuyor, sohbet ediyor. Bir şiir kitabı babama, bir de kendisine “Anamı Arıyorum” kitabını “Bu küçük kız anasını arıyor” diyerek imzalıyor.

Ben Hocamı anlatmakta sözcüklerin yetersiz kalacağını düşünüyorum. Belki iyi bir sözcük işçisi olamadığımdan kaynaklanıyor ya da benim yüreğimdeki sevginin büyüklüğünden… Çok okuyan biri olarak bu kadar döne döne okuduğum bir başka yazar hatırlamıyorum. Yıllarca hep sormuşum kendime: “Şoven duygularım mı ağır basıyor acaba? Neden bu insanı bu kadar seviyorum?” Bu sorunun yanıtını, iki yıl önce küçük oğlumun okulundaki bir etkinliğe katılan Adnan Binyazar’ı dinlediğimde anladım ki ben niteliği seviyormuşum. Yazarımızın öyle salona hakim, gençlere hakim anlatımını çıt çıkarmadan dinlediler enerji dolu gençler. Kendi yaşam öykülerinden örneklerle zorluklar nasıl aşılır pes etmeden… Ali Yüce’ye yakın bir yaşam öyküsünü sergiledi. Coşkuyla dinledim. Sözü bitince sordum: “Siz Ali Yüce’yi tanıyor musunuz?” “Tanımaz olur muyum, arkadaşım.” dedi. “Şeytanistan’ı okudunuz mu?” “Okumaz mıyım?” dedi ve öğretmene döndü: “Bu kim, veli mi?” “Veli…” yanıtını alınca kendisine takdim edilen çiçek buketini bana vermez mi! Bir anda bütün neşem kaçtı. Hüzünle mutluluğun yan yana olduğuna bir de o zaman tanık olmuştum.

Neşet’in babası Muharrem Ertaş’a yabancı bir besteci geliyor. Onun bağlamasını dinlediğinde mest oluyor ve hemen soruyor: “Senin hocan kim? Seni kim yetiştirdi?” Muharrem Ertaş, odanın öbür ucundaki pencereye yürüyor ve pencereyi açıyor. “Gel!” diyor, “Bak benim hocam bu bozkır.” O besteci iki gün hiç konuşmuyor. Ev halkı üzgün. Havaalanına giderken soruyorlar: “Size karşı bir kusur mu, saygısızlık mı yaptık? Neden hiç konuşmuyorsunuz?” “Hayır, bu sizinle ilgili değil, ben geçirdiğim otuz beş yılı test etmeye gidiyorum.” diyor.

Ali Yüce de bizim bozkırımızın yetiştirdiği büyük şair, yüce insan… Katıksız kalite, yaşanmışlıkların her zerresine dokunan, herkesin hakkını teslim ettikten sonra kapatın dükkanı…

Ben seni hep içimde yaşattım, yaşadığım sürece de yaşatacağım. Arkada bıraktığın en belirgin izini tanıdım, Galip’ini tanıdım. Beni bağışlasın ama hüznü hiç yaşamadım. İçime baktım, ordasın ve yaşıyorsun. Bugüne kadar yüreğimde taşıdığım o sevgi, taştı yürekten.

16 Mayıs’ta bir konferans dolusu büyüdüğünü gördüm. Ne çok yürekte yer aldığını… Biraz da hafifledim, hep o sevgiyi benim yaşatmam gerekir diye düşünüyordum çünkü. Hatay, Hocamı algılayamadı mı demeyeceğim. Bana bugünü, hüznü bastıracak mutluluğu yaşatanlara, Müslüm Kabadayı başta olmak üzere tüm Ali Yüce dostlarına minnettarım. Ben biraz hazıra kondum.

Küçük oğlum, ilköğretim öğrencisiyken bir gün bana dedi ki, “Anne yazıyorsun ama yazmayı bilmiyorsun. Nokta yok, virgül yok, böyle yazılmaz. Ben sana yazmayı öğreteceğim.” dedi. “Ali Yüce yaşamda virgül nokta yok demiş.” dedim. “Hayır, var anne. Hastalık virgül, ölüm nokta.” dedi oğlum. Al sana çelişki…
Sen hiç ölmedin Hocam! O tabutun önündeki fotoğrafı saymıyoruz. Oğlunun dediği gibi üretime nokta koydun sadece, bir de benim hiç uğramadığım o adresi değiştirdin.

Nitelikli insanların
Yetiştiği topraklara
Eğilerek bakarım
Onlara sevgimi
Yürekten yakarım
Uzaktan da olsa
Bir selam çakarım
Bir de kıvanç tacı var
Gururla başıma takarım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir