Böyle Buyurdu Zerdüşt – Herkes için ve Hiçkimse için bir Kitap – Friedrich Nietzsche


‘Böyle Buyurdu Zerdüşt: Herkes ve Hiçkimse için Bir Kitap’ (Orijinal adıyla Also sprach Zarathustra), Alman filozof Friedrich Nietzsche tarafından kaleme alınmış bir kitaptır. Kitabı belirli bir kategori içerisinde tanımlamak genelde zor olmuştur: Bir edebiyat eseri ve aynı zamanda felsefî bir çalışmadır. Nietzsche kendisi kitabı “yazılmış en derin” eser olarak tanımlamıştır. Eser, birçok farklı konu ve tarz barındırmaktadır. Nietzsche’nin felsefî görüşleri açısından önemli bir yer tutan kitap, birçok eleştiriye maruz kalmıştır.
Eserin ortaya çıkışının koşulları ise şöyledir: 1882’de Nietzsche Lou Salome ile buluştu. Nietzsche ve Lou, Tautenburg’da yaz ayını birlikte geçirdiler. Burada Paul aracılığıyla Lou’ya evlenme teklifi yapan Nietzsche, red cevabıyla çok sarsıldı. Bundan sonra kış ayını geçirmek için Rapallo’ya gitti ve eseri Böyle Buyurdu Zerdüşt’ü burada on günde yazdı. Kitabı hiç tutulmadı ve sadece kırk adet basıldı. Bunlar da yakın arkadaşlar tarafından nezaketen satın alındılar.
Nietzsche, Zerdüşt’ün oluşum dönemine ait notlarında birçok kez Zerdüşt’ü, Buda, Musa, İsa ve Muhammet gibi kişiliklerin yanına koyarak onu bir yasa koyucu olarak tasvir etmiştir. Nietzsche eserini ilk başta üç bölüm halinde yazmıştı. Fakat daha sonra eserine “Zerdüşt Şiirine Eklemeler” adında dördüncü bir bölüm ekledi.
Böyle Buyurdu Zerdüşt Nietzsche?nin En Temel Düşünceler?den biri olan? Bengi Dönüş (ewige Wiederkehr) Kavramı üzerine kurulmuştu. Şiirsel bir yapı içinde Alışılmış Dünya ve Hayat Anlayışları?nın yeniden değerlendirilmesinin Doruk Noktası?nı oluşturan? Bengi Dönüş? düşüncesi, hem Dünya?yı zorunlu bir Bütün olarak görüp? Evetleme?ye, hem de en Büyük Özgürlük İhtimali yaratmaya Yönelik?ti. Her İnsan?ın Hayat?ının baştan sonra belirlenmiş bir Bütün olduğunu, ama İnsan bu Bütün?ü Tam Anlamı?yla bilinçlendirip onaylarsa, Yani Hayat?ını Bütünlüğü içinde olduğu gibi kabullenirse, Büyük bir Özgürlük kazanacağını İleri sürdü.Bu Nokta?ya ulaşabilmiş İnsan Übermensch olacaktı. Zerdüst?de Übermensch?i şöyle tanımlar: ?Maymuna göre İnsan neyse, İnsan?a göre de İnsanüstü odur.’

Edebiyat ve felsefe
20. yüzyıl felsefesinde belirgin bir eğilim olarak edebiyat ve felsefenin içiçe geçtiği, felsefe anlatıların edebi anlatılara benzemeye başladığı ya da edebi anlatının felsefi nitelik taşıdığı gözlemlenir. Bu gelişmenin kaynağındaki en önemli düşünür Nietzsche’dir ve özellikle onun Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabıdır. Bu kitapta Nietzsche şiirsel bir uslûpla felsefi meseleleri dile getirmiş, kendi felsefi düşüncelerini ve kavramlarını açıklamıştır. Nietsche’nin en belirgin etkisi Martin Heidegger’in felsefi çalışmalarındaki şiirsellik arayışında ve varoluşçu filozofların edebi-felsefi yapıtlarında görülür. Nietzsche, felsefe alanında yalnızca metnin içeriğiyle değil, uslûbu ya da söylemiyle de yakından ilgilenmiş, yeni düşünceleri yeni söyleyişlerle dile getirme prensibiyle hareket etmiştir. Böyle Buyurdu Zerdüşt, bu anlamda felsefeye yeni bir içerik katkısından ibaret olmayıp yeni bir söylemsellik de getirmiştir.

Üst-insan, (Almancası Übermensch)
Nietzsche’nin geliştirdiği, yapıtlarında kullandığı ve özellikle Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı kitabında açık bir şekilde tanımladığı felsefi terimlerden birisidir.Nihilizm ve güç istenci kavramlarıyla ilişkili bir kavramdır.

Yeryüzünün anlamı olacak üstinsan! Yalvarırım size, kardeşlerim, yeryüzüne bağlı kalın, inanmayın size dünya ötesi umutlardan söz edenlere ! der Nietzsche.

Bu deyiş onun üst-insan kavramının anlam katmanlarından birini gösterir diyebiliriz.Bu da Nietzsche’nin dinsel düşünüşe yönelik itirazından ileri gelir.
Terim Nietzsche sonrasında pek çok karşıt anlamlarda anlaşılmış ve değerlendirilmiştir; örneğin bu kavram, üstün insan arayışının bir ürünü olarak görülmenin yanı sıra, ırkçı ideolojiler tarafından da ırkçı düşüncelere kaynaklık edecek şekilde yorumlanmıştır. Öte yandan Nietzsche’nin bu üst-insan kavramıyla bütün bunlarla ilişkili olmadığı birçok düşünür tarafından açıklanmış ve gösterilmiştir. Nietzstch’nin burada, insan üstü özellikleri olan bir varlıktan ya da belirli bir ulus ya da etnik kimlikten söz etmediği ortaya konulmuştur.

Nietzsche’ye göre, insan, ilk olarak hayvan’la üst-insan arasında kalmış bir varlıktır ve ikinci olarak bu nedenle alt edilmesi gerken bir şeydir.Bunu bu şekilde Zerdüşt’te birçok ifade etmektedir. Bunun anlamı, Nietzsche’nin düşüncesine göre insan’ın eksikli yani tamamlanmamış bir varlık olmasıdır.İnsan eksikli varlığını aşabilecektir, yanılgılardan ve yücelttiği yanılsamlardan kurtulduğunda, kendisini tamamlayabilecektir. İnsan hep kendini aşmaya çalışarak, alt ederek üst-insan olma yolunda ilerleyecektir.Çağımız nihilizm çağıdır Nietzsche’ye göre ve bu ancak üst-insan’a giden yol ile aşılabilecektir. Aksi halde Nietzsche’nin değişiyle; “İnsan, bir an önce kargaşasını, kendine anlam veren bir düzene çevirmezse, yıldız doğurtmazsa karanlığına, yok olacaktır.” (Böyle Buyurdu Zerdüşt’ün Önsöz’ünde)

Tanrı öldü
Tanrı öldü! sözü, Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında dile getirdiği ünlü sav sözüdür. Nietzsche bu durumu, nihilizm çağına giriş olarak değerlendirmiş, Tanrı’yı öldürenin biz olduğumuzu söylemiştir.

Şimdi nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı? Durmadan düşmüyor muyuz? Öne, arkaya, sağa, sola, her yere düşmüyor muyuz? Hâlâ bir yüksek ve alçak kavramı var mı? Sonsuz bir hiçlik içinde aylak aylak dolaşmıyor muyuz? Yüzümüzde boşluğun nefesine duyumsamıyor muyuz? Hava şimdi daha soğuk değil mi? Geceler gittikçe daha fazla karanlıklaşmıyor mu? Tanrı öldü! Tanrı öldü! Onu öldüren biziz!

Tanrı’nın insan tarafından uydurulmuş bir yücelik olduğunu, bu kavramın temsil ettiği yaşam anlayışının ise temelli olarak varoluşa karşıt olduğunu düşünen Nietzsche, Tanrı’nın öldürülüşünü, yaşamı yeniden anlamlandırmak, değerleri yeniden değerlendirmek ve yaratmak için bir şans olarak görür. İnsan bu ölümü büyük bir reddedişe ve kendi üzerinde yeni bir zafere dönüştürmelidir, yoksa anlamsızlığın ve yokluğun içinde yaşamakla bunun bedelini ödeyecektir. Nietzsche, Tanrı’nın ölümüyle üst-insan’a giden yolun açıldığını, bu şansın değerlendirilmesi gerektiğini düşünmektedir.

Martin Heidegger, Nietzsche’nin Tanrı öldü sözünü, felsefi açıdan Batı metafiziğinin sorgulanması ve yeni bir yöne girmesi olarak değerlendirmiştir. Buna göre Nietzsche batı felsefesi geleneği içinde bir kırılma noktasıdır.

Bengi dönüş
Bengi dönüş düşüncesi, Nietzsche’nin, Üst-insan terimini varoluşsal anlamda tamamlayan ve geleceğe dair yön veren bir savıdır. Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı başyapıtında, zamanın çembersel bir görüngü olup, bulunduğumuz anın sonsuz ihtimal arasında, en azından bir kere yaşanmış veya yaşanacak olması gerektiğinden bahseder.* Nietzsche, Bengi dönüş düşüncesini ilk kez Şen bilim adlı eserinde açıklamıştır.
Eğer bir şeytan gece gündüz seni izlese , en gizli düşüncelerine girip şöyle derse ne olurdu : Yaşamakta olduğun ve yaşamış olduğun bu yaşamı bir kez daha ve sayısız kez yaşamak zorundasın.Yeni bir şeyle karşılaşmayacaksın , tersine herşey aynı olacak!
Nietzsche, bengi dönüş düşüncesi için herhangi bir kanıt sunmaz. Kimi yorumcular, Nietzsche’nin bu düşünceyi bilimsel bir temele oturtmak istediği, fakat sağlığının elvermediği yorumunda bulunurlar.
*Friedrich Nietzsche – Böyle Buyurdu Zerdüşt, Evham ve Muamma Hakkında

Amor Fati
Amor Fati, Friedrich Nietzsche’nin eserlerinde sıklıkla kullandığı bir terimdir. Türkçe’ye, çevirmenler tarafından genellikle kader sevgisi olarak çevrilir. Hayatın en üst düzeyde olumlanması, Nietzsche’nin deyimiyle ‘evet’lenmesi anlamına gelir.

Nietzsche ve Lou Salome
Nietzsche adının geçtiği çoğu yerde bu ada rastlamak mümkündür ; Lou Salome..

-Peki Nietzsche’yi derinden etkileyen bu kadın kimdir?

-Nietzsche ile aralarında ne yaşanmıştır?

-Nietzsche neden sonradan Salome’a kin ve nefrete varan cinsten duygular beslemiştir?

Nietzsche’nin felsefesinin gelişiminde baş rol oynayan bu gizemli kadın, Yahudi bir aileye mensup olan Lou Salome’dur. Güzelliği, zerafeti, aykırılığı ve ukalalığıyla bir erkeği rahatlıkla baştan çıkarabilen bu kadın, zamanında neredeyse Nietzsche’nin gözünde tanrıçalaştırılmıştır..

Ortak arkadaşları olan Paul Ree vasıtasıyla tanıştırılan Nietzsche ve Salome, kısa süre sonra iyi bir dost olurlar. Sık sık Ree ile birlikte bir araya gelip, felsefe sohbetleri yaparlar.

Lakin Nietzsche, ilk günden beri Salome’a derin duygular beslemekte ve O’nu kendi “düşün eşi” olarak görmektedir. Duyduğu platonik aşk , Nietzsche’nin bir dişiye karşı ilk derin duygudur.

Nietzsche, babasının ölümüyle birlikte hep kadınların himayesinde büyümüştür. Bunun etkiyle olsa gerek ki, hayatında Salome’dan önce hiçbir kadına aşık olmamış, hatta yanaşmamıştır bile.. Tersine kadınlar hakkındaki düşünceleri oldukça serttir ve Lou Salome’dan sonra daha da sertleşmiştir..

Nietzsche , bu baştan çıkarıcı ve gizemli kadına yüzyüze duygularını açamamış , bu konuyu ortak dostları Ree vasıtasıyla Salome’a iletmeye kalkmıştır. Salome’un red cevabı ise , Nietzsche’de büyük bir düş kırıklığına sebep olmuştur.

Neredeyse bir yıkım olarak tanımlanabilecek bu duygu kaosu , zamanla yerini hem Ree’ye hem de Salome’a nefrete dönüşecektir.

Nietzsche’ye göre Ree, gizliden gizliye Salome’a ilgi duyuyordu. Bu sebeple bilerek ve isteyerek, Nietzsche ve Salome’un arkadaşlığını zaten bozmak istiyordu.. Fakat nedense bu ithamlar, Nietzsche’nin red cevabıyla başlamıştır. Gerçekte böyle bir durum yaşanmış mıdır bilinmez ama, red cevabından sonra Nietzsche’nin kesinkes Ree’nin ihanetine uğradığına inanmıştır.

Kısa bir süreliğine de olsa bu üç arkadaş, güzel şeyler paylaşmış, güzel düşünceler üretmişlerdir. Durum bunu göstermektedir ki, Nietzsche bu kısa zaman zarfında felsefesi adına büyük adımlar atmıştır.

Bu dönemden kalma tek resim, Salome’un eline kırbacı ile dikkat çektiği Ree, Salome ve Nietzsche’nin ortaklaşa resmidir.
Bu resim, daha sonra Nietzsche’nin ablası Elizabeth tarafından, Nietzsche’yi Salome’a karşı kışkırtmakta kullanılmıştır. Salome’un elindeki kırbacıyla iki erkeği at yerine geçirmesi, oldukça ilginçtir. Nietzsche’nin ablası, ilk tanıştığı günden beri hep Salome’u Nietzsche için uygunsuz bulmuş, tehlikeli olarak tanımlamıştır… ve Nietzsche’yi Salome’dan koparmak için elinden geleni yapmıştır. Etkisi olmuşmudur bilinmez ama Nietzsche’nin ablası ve annesinden sürekli kaçtığını ve gezgin hayatı yaşadığını söylemek yanlış olmaz.

Sonuç olarak bu platonik aşk, Nietzsche’nin büyük acılar çekmesine sebep olmuş ve felsefesinin gelişiminde etki yapmıştır.. Her ne kadar Nietzsche’nin Salome’a kin dolu sözlerle bezenmiş mektuplarının varlığından haberdar olsakta , Nietzsche’nin bu kadını hayatının sonuna kadar hep sevdiğini söylemek ne kadar yanlış olur bilmem.

Zerdüşt’ün Başlangıç Söylevi

Zerdüşt otuz yaşında yurdunu ve yurdunun gölünü bırakıp dağlara çıktı. Orada ruhunun ve yalnızlığının tadını çıkardı ve on yıl bundan bıkmadı. Ama en sonu gönlünde değişme oldu, -ve bir sabah tanla kalktı, güneşin karşısına geçti ve ona şöyle dedi:

” Ey ulu yıldız! Aydınlattıkların olmasaydı, ne olurdu senin mutluluğun!

On yıldır mağaramın üstüne yükselir durursun: ışığından ve yolculuğundan bıkardın ben olmasaydım, kartalım ve yılanım olmasaydı!

Ama biz seni her sabah bekledik, senden fazlalığını aldık ve kutsadık seni bunun için.

Bak! Pek çok bal toplamış bir arı gibi, bilgeliğimden usandım; onu almaya uzanacak eller gerek bana.

İnsanlar arasında bilgeler delilikleriyle, yoksullarda zenginlikleriyle bir daha sevininceye dek, vermek dağıtmak isterim.

Derinliklere inmeliyim işte bunun için: tıpkı senin akşamları denizin ardına inişin ve altdünyaya ışık iletişin gibi, ey taşkın yıldız!

Aralarına inmek istediğim insanların dediği gibi batmalıyım sencileyin.

Kutsa beni öyleyse, en büyük mutluluğa bile kıskanmadan bakan ey durgun göz!

Taşmaya durmuş kadehi kutsa da altın aksın su ve dört bucağa götürsün parıltısını sevincinin!

Bak! Bu kadeh yine boşalmak ister ve Zerdüşt yine insan olmak ister.”

– Böyle başladı Zerdüşt’ün batışı.

Zerdüşt dağdan yalnız indi ve kimseyle karşılaşmadı. Ama ormana girdiğinde, kutlu kulübesinden ormanda kök aramaya çıkmış yaşlı bir adam belirdi birden önünde. Ve şöyle dedi yaşlı adam Zerdüşt’e:

“Yabancı değil bana bu gezgin kişi: yıllar önce geçmişti buradan. Adı Zerdüşt’tü; ama değişmiş.

O gün külünü dağlara götürüyordun: bugün de ateşini vadilere mi götüreceksin? Kundakçılığın cezasından korkmuyor musun?

Evet, Zerdüşt’ü tanıdım. Dupduru gözleri ve ağzında tiksinti hiç yer etmemiş. Oynar gibi değil mi yürümesi?

Değişmiş Zerdüşt, çocuk olmuş Zerdüşt, uyanmış biri Zerdüşt: uyuyanlar arasında neyleyeceksin?

Sanki denizde yaşardın yalnızlığında ve deniz seni taşırdı. Yazık, kıyıya mı çıkmak istiyorsun? Yazık, gövdeni yine kendin mi sürükleyesin istiyorsun?”

Zerdüşt cevap verdi: “insanları seviyorum.”

“Neden” dedi ermiş, “ormanın ıssızlığına çekildim ben? İnsanları fazla sevdiğim için değil mi?

Tanrıyı seviyorum şimdi: insanları sevmiyorum. İnsan fazla eksik birşey bence. İnsan sevgisi yıkım olurdu benim için.”

Zerdüşt cevap verdi: “Sevgi de ne söz! Ben insanlara armağan götürüyorum.”

“Onlara birşey verme” dedi ermiş. “Onlardan al daha iyi ve onlarla birlikte taşı, -bu onların daha çok hoşlarına gider: yeter ki senin de hoşuna gitsin!

Ve onlara vermek istersen, sadakadan fazlasını verme, onu da dilensinler senden!”

“Hayır” diye cevap verdi Zerdüşt. “Ben sadaka vermem. Yoksul değilim o kadar.”

Ermiş Zerdüşt’e güldü ve şöyle dedi: “Öyleyse hazinelerini onlara kabul ettirmeye bak! Onlar yalnızlardan kuşkulanırlar ve bizim armağanlarla geldiğimize inanmazlar.

Adımlarımız sokaklarından pek ıssız çınlar. Ve gece yataklarındayken, güneş doğmadan çok önce birinin geçtiğini işitseler, kendi kendilerine soracaklardır: nereye gider bu hırsız?

Gitme insanlara, ormanda kal! Hayvanlara git daha iyi! Neden benim gibi olmak istemiyorsun, -ayılar arasında ayı, kuşlar arasında kuş?”

“Peki ormanda ne yapıyor ermiş?” diye sordu Zerdüşt.

Ermiş cevap verdi: “Türküler düzüp söylüyorum ve bu türküleri düzerken gülüyor, ağlıyor ve mırıldanıyorum: böyle övüyorum tanrıyı.

Türkü söyleyerek, ağlayarak, gülerek ve mırıldanarak övüyorum benim tanrım olan tanrıyı. Peki sen armağan olarak bize ne getiriyorsun?”

Zerdüşt bu sözleri işitince ermişi esenledi ve dedi:” Ne vereyim ben size! Çabucak gideyim de birşey almayayım sizden!” -ve ayrıldılar böylece, yaşlı adamla Zerdüşt, iki çocuk gibi gülüşerek.

Ama Zerdüşt yalnız kalınca, şöyle dedi gönlüne:”nasıl olur! Bu yaşlı ermiş, tanrının öldüğünü daha işitmemiş ormanında.”

Zerdüşt ormanın kıyısındaki en yakın kente vardığında, birçok kimseyi pazar yerinde toplanmış buldu: çünkü bir ip cambazının oynayacağı bildirilmişti. Ve Zerdüşt halka şöyle buyurdu:

Ben size üstinsanı öğretiyorum. İnsan altedilmesi gereken birşeydir. Onu altetmek için ne yaptınız?

Bütün varlıklar şimdiye dek kendilerinden öte birşey yaratmışlardır: peki siz bu büyük yükselişin inişi olmak ve insanı altedecek yerde hayvanlara dönmek mi istiyorsunuz?

İnsana göre maymun nedir? Gülünecek birşey, ya da acı bir utanç. İnsan da tıpkı böyle olacaktır. üstinsana göre: gülünecek birşey, ya da acı bir utanç.

Solucandan insana dek yol aldınız ve sizde çok şey daha solucandır. Maymundunuz bir zamanlar ve şimdi bile insan, her maymundan daha maymundur.

İçinizde en bilgeniz bile uyumsuzluktur, bitki ve görüntü melezidir. Ama bitki ya da görüntü olun mu diyorum size?

Bakın, size üstinsanı öğretiyorum! Üstinsan yeryüzünün anlamıdır. İsteminiz desin ki: Üstinsan yeryüzünün anlamı olacaktır!

Yalvarırım size kardeşlerim ,yeryüzüne bağlı kalın, ve inanmayın size dünya ötesi umutlardan söz açanlara! Ağı saçanlardır onlar, bilerek bilmeyerek.

Hayatı horgörenlerdir onlar, çürüyen ve ağılanmış kişiler, yeryüzü bıkmıştır onlardan: bırakın gitsinler!

Bir zamanlar tanrıya karşı işlenen günah en büyük günahtı, ama tanrı öldü, onunla birlikte öldüler o günahkarlar da. Yeryüzüne karşı günah işlemek şimdi en korkuncudur, ve bilinmezin özünü yeryüzünün anlamından üstün tutmak!

Bir zamanlar can, gövdeyi horgörürdü: bu horgörme de en üstün şeydi: -can, gövde cılız, iğrenç ve aç olsun isterdi. Böylece gövdeden ve yeryüzünden kurtulmayı kurardı.

Ah, bu canın kendisi cılız, iğrenç ve açtı: ve işkence bu canın tutkusuydu!

Ama siz de, kardeşlerim, söyleyin bana: gövdeniz, canınız için ne diyor? Canınız, yoksulluk ve kirlilik ve acınacak rahatlık değil mi?

Evet, kirli bir ırmaktır insan. Kirli bir ırmağı içine alması ve bozulmadan kalması için deniz olmalı kişi.

Bakın, size üstinsanı öğretiyorum: o, işte bu denizdir, onda batabilir sizin büyük horgörmeniz.

Yaşayabileceğiniz en büyük şey nedir? Büyük horgörme saatidir. Mutluluğunuzun bile size iğrenç geldiği saat ve usunuzun ve erdeminizin.

Dediğiniz saat: “Benim mutluluğum nedir ki! Yoksulluk ve kirlilik ve acınacak rahatlıktır o. Ama varlığı kendisi haklı çıkarmalı mutluluğum!”

Dediğiniz saat: “Benim usum nedir ki! Aslanın, yiyeceğine duyduğu özlemi duyuyor mu bilgiye? Yoksulluk ve kirlilik ve acınacak rahatlıktır o!”

Dediğiniz saat: “Benim erdemim nedir ki! daha beni çıldırtmadı. Ne kadar bıktım iyiliğimden ve kötülüğümden! Hep yoksulluk ve kirlilik ve acınacak rahatlıktır o!”

Dediğiniz saat: “Benim doğruluğum nedir ki! Ateş ve kömür değilim bakıyorum da. Oysa doğrular ateş ve kömürdürler!”

Dediğiniz saat: “Benim acımam nedir ki! Acıma, insanı sevenin çivilediği çarmıh değil midir? Oysa benim acımam çarmıha germe değildir.”

Hiç böyle konuştunuz mu? Hiç böyle haykırdınız mı? Ah, böyle haykırdığınızı duysaydım bir!

Günahınız değil, yetingenliğiniz haykırıyor göklere, günahınızdaki bayağılık haykırıyor göklere!

Sizi diliyle yalayacak şimşek nerede? Sizi aşılayacak çılgınlık nerede?

Bakın, size üstinsanı öğretiyorum: o, bu şimşektir; o, bu çılgınlıktır!-

Zerdüşt böyle konuştukta, halktan biri bağırdı: “İp cambazını yeterince dinledik; artık kendisini görsek!” Ve bütün kalabalık Zerdüşt’e güldü. Ama bu sözlerin kendisi için söylendiğini sanan ip cambazı, başladı oyununa.

Fakat Zerdüşt halka baktı da, şaştı. Derken şöyle buyurdu:

İnsan, hayvanla üstinsan arasına gerilmiş bir iptir, -uçurum üstünde bir ip.

Korkulu bir geçiş, korkulu bir geribakış, korkulu bir ürperiş ve duraklayış.

İnsanda büyük olan, onun köprü olmasıdır, erek değil: insanda sevilebilecek olan, onun karşıya geçiş ve batış olmasıdır.

Ben, yaşamasını bilmeyenleri severim, meğer ki batmasını bileler; çünkü bunlardır karşıya geçenler.

Ben, büyük horgörenleri severim, çünkü bunlar büyük saygılılardır ve karşı kıyıya duyulan özlem okları.

ben, batmak ve kurban olmak için önce yıldızların ötesinde bir neden aramayanları, yeryüzü birgün üstinsanın olsun diye, kendilerini yeryüzüne kurban edenleri severim.

Ben, bilmek için yaşayan ve birgün üstinsan yaşasın diye bilmek isteyeni severim. Böyle ister o kendi batışını.

ben, üstinsana ev kurmak, toprak, hayvan ve bitki hazırlamak için çalışanı ve türeteni severim: çünkü böyle ister o kendi batışını.

Ben, erdemini seveni severim: çünkü erdem batma istemidir ve özlem oku.

Ben, kendisi için bir damla bile ruh ayırmayanı, baştan başa erdemin ruhu olmak isteyeni severim: ruh olarak böyle yürür o köprünün üstünde.

Ben, erdeminden eğilim ve yazgı yapanı severim: böylece o, erdemi uğruna yaşamak ister, ya da hiç yaşamak istemez.

Ben, bir sürü erdem istemeyeni severim. Bir tek erdem, iki erdemden daha erdemdir, çünkü yazgının asıldığı daha zorlu düğümdür o.

Ben, gönlü har vurup harman savuranı severim. -Ne teşekkür bekler, ne de teşekkür eder: çünkü hep verir o ve kendini korumak istemez.

Ben, zar kendine uygun düşünce utananı ve soranı severim: “Ben düzenci bir oyuncu muyum yoksa?” -çünkü yok olmak ister o.

Ben, işine başlamadan önce altın sözler saçan ve hep söz verdiğinden fazla yapanı severim: çünkü batışını ister o.

Ben, gelecektekileri haklı çıkaranı ve geçmiştekileri kurtaranı severim: çünkü şimdikiler eliyle yok olmak ister o.

Ben, tanrısını yola getireni severim, çünkü tanrısını sever o: tanrısının öfkesinden yok olması gerekir de.

Ben, yaralanmada bile gönlü derin olanı ve küçücük birşeyden yok olabileni severim: böyle geçer o köprüyü seve seve.

Ben, gönlü dolup taşanı severim, öyle ki kendini unutur ve her şey onun içindedir: herşey onun batışı olur böylece.

Ben özgür ruhlu ve özgür yürekli olanı severim: böylece kafası, yüreğinin yalnız içi olur, ama yüreği batmaya zorlar onu.

Ben, insanların üstünde asılı o kara buluttan tek tek düşen ağır damlalar gibi olan herkesi severim: onlar şimşeğin gelişini haber verirler ve haberci olarak yok olurlar.

Bakın, ben şimşeğin habercisiyim ve buluttan düşen ağır bir damlayım: oysa şimşek, üstinsandır.

Zerdüşt bu sözleri söyledikten sonra, yine halka baktı ve sustu. “İşte ordalar,” dedi gönlüne, “işte gülüyorlar: beni anlamıyorlar, ben bu kulaklara göre ağız değilim.

Gözleriyle işitmeyi öğrenmeleri için, kulaklarını mı patlatmalı? Dümbelek gibi, vaiz gibi ötmeli? Yoksa yalnız kekemeye mi inanırlar?

Onların gurur duydukları birşeyler vardır. Onları gurrulandıran şeye ne diyorlar? Kültür diyorlar, -bu onları keçi çobanlarından ayırıyormuş.

İşte bundandır, kendileri için “horgörme” sözünün kullanılmasından hoşlanmazlar. Ben de gururlarına sesleneyim bari.

Onlara en horgörülesi şeyden söz açacağım, “bu, son insandır.”

Ve halka şöyle buyurdu Zerdüşt:

İnsanın, kendine bir erek edinme zamanı gelmiştir. İnsanın en yüksek umudunun tohumunu ekme zamanı gelmiştir.

Toprağı bu iş için yeternce verimli daha. Ama bu toprak bir gün yoksullaşacak ve güçten kesilecek ve hiç ulu ağaç yetişmeyecek onda.

Yazık! İnsanın, özlem okunu insandan öte salamayacağı ve yayının, vınlamayı unutacağı zaman geliyor.

Size diyorum: hora tepen bir yıldız doğurabilmek için, kişinin içinde kargaşa olmalı daha. Size diyorum: daha var sizde bu kargaşa.

Yazık! İnsanın artık yıldız doğuramayacağı zaman geliyor. Yazık! En horgörülesi adamın, kendini artık horgöremeyenin zamanı geliyor.

Bakın! Size üstinsanı gösteriyorum.

“Sevgi nedir? Yaratma nedir? Özlem nedir? Yıldız nedir?” -böyle sorar da son insan, göz kırpar.

Yeryüzü artık küçülmüştür ve üstünde, herşeyi küçülten son insan sıçramaktadır. Toprak piresi gibidir o, kökü kurutulamaz: son insan, en uzun ömürlüdür.

“Biz mutluluğu bulduk” -böyle derler de son insanlar, göz kırparlar.

Güç yaşanan bölgelerden ayrılmışlardır: kişiye sıcaklık gerekir de. Komşu daha sevilir ve ona sürtünülür: kişiye sıcaklık gerekir de.

Sayrı düşmek ve kuşkulu olmak günahtır onlarca: sakınarak yürünür. Budaladır, daha ayağı taşlara ya da insanlara takılıp sendeleyen!

Arasıra biraz ağı: tatlı düşler kurdurur bu. Ve çokça ağı sonunda, tatlı bir ölüm için.

Daha çalışılır, çünkü iş eğlencedir. Ama eğlencenin zarar vermemesine bakılır.

Artık zengin ya da züğürt olunmaz: ikisi de pek sıkıntılıdır. Kim buyurmak ister daha? Kim söz dinler: ikisi de pek sıkıntılıdır.

Bir sürü ki çobansız! Herkes aynı şeyi ister, herkes aynıdır: başka türlü duyan, deliler evine gönüllü gider.

“Eskiden bütün dünya deliymiş” -böyle derler de en inceleri, göz kırparlar.

Akıllıdırla ve olup biten herşeyi bilirler: alaylarının sonu gelmez böylece. Daha bozuşulur, ama hemen barışılır, -yoksa mideleri bozulur.

Gündüz için küçük hazları ve gece için küçük hazları vardır: ama sağlığı sayarlar.

“Biz mutluluğu bulduk” -böyle derler de son insanlar, göz kırparlar.-

Zerdüşt’ün, “öndeyiş” de denen ilk konuşması burda sona erdi: çünkü bu sırada kalabalığın bağrışması ve sevinci, sözünü kesti. “Bize ver bu son insanı, ey Zerdüşt” diye bağrıyorlardı, “bu son insanlardan eyle bizi! Üstinsanı biz sana bağışlarız sonra!” Ve bütün kalabalık çılgınca seviniyordu ve dudaklarını şapırdatıyordu. Ama Zerdüşt üzüldü ve gönlüne dedi:

“Beni anlamıyorlar: ben bu kulaklara göre ağız değilim.

Anlaşılan pek fazla kalmışım dağlarda, pek fazla dinlemişim dereleri ve ağaçları, şimdi keçi çobanlarına söz söyler gibi konuşuyorum onlarla.

Durgun gönlüm ve duru, sabahleyin dağlar gibi tıpkı. Oysa beni soğuk sanıyorlar ve korkunç şakalar yapan alaycının biri.

Ve işte bana bakıyorlar ve gülüyorlar: ve gülerken benden nefret ediyorlar. Gülüşleri buz gibi.”

Derken bütün ağızları susturan ve bütün gözleri fal taşı gibi açtıran birşey oldu. Çünkü bu arada ip cambazı oyununa başlamıştı: küçük bir kapıdan çıkmış, iki kule arasına ve pazar yerinin ve halkın üstüne gerili bir ip boyunca ilerliyordu. Tam yarı yoldayken, küçük kapı bir daha açıldı ve alaca bulaca giysiler içinde, soytarıya benzer biri uğradı dışarı ve öncekinin ardından hızlı hızlı yürüdü. “İleri, seni topal seni”, diye haykırdı korkunç sesi, “ileri, seni miskin, sinsi, saz benizli seni! Yoksa ayağımın altına alırım seni ha! Bu kuleler arasında ne işin var? Senin yerin kulenin içi, kitlemeli seni, kendinden üstün olanın yolunu tıkıyorsun!” -Ve her sözle birlikte gittikçe yaklaşıyordu öndekine: fakat bir adım kala, bütün ağızları susturan ve bütün gözleri fal taşı gibi açtıran o şey oldu: şeytan gibi çığlık kopardı ve yolunu tıkayan adamın üzerinden atladı. Fakat beriki, rakibinin kazandığını görünce, başı döndü ve ipini şaşırdı; attı sırığını ve sanki bir kol ve bacak çevrintisi gibi, sırıktan daha tez, daldı derine. Pazar yeri ve halk, fırtınaya uğramış bir deniz gibiydi: kalabalık darmadağın olmuş, hele gövdenin düşeceği yerde, birbirine girmişti.

Fakat Zerdüşt yerinden kıpırdamadı ve gövde paramparça ama henüz canlı, yanı başına düştü. Az sonra, yaralı kendine geldi ve Zerdüşt’ü yanında diz çökmüş gördü. “Ne yapıyorsun öyle?” dedi sonunda. “Şeytanın bana çelme takacağını çoktandır biliyordum. Şimdi cehenneme sürükleyecek beni: ona engel olacak mısın?”

“Şerefim hakkı için, dostum,” diye cevap verdi Zerdüşt, “bu söylediğin şeylerin hiçbiri yoktur: ne şeytan var, ne cehennem. Canın, gövdenden bile önce ölecektir: hiçbir şeyden korkma artık!”

Adam gözlerini kuşkuyla kaldırdı. “Söylediğin doğruysa” dedi sonra, “hayatımı yitirmekle hiçbirşey yitirmiş olmayacağım. Ben, dayakla ve bir lokma yiyecekle oyun öğretilmiş bir hayvandan fazla birşey değilim pek.”

“Ne demek” dedi Zerdüşt, “sen tehlikeyi iş edindin, bunda horgörülecek ne var. Şimdi de işin yüzünden ölüyorsun: bunun için seni kendi elimle gömeceğim.”

Zerdüşt bunu söyledikten sonra, can çekişen adam daha fazla karşılık vermedi; yalnız, teşekkür için Zerdüşt’ün elini arıyormuş gibi, elini kımıldattı.

Bu sırada akşam oldu ve pazar yeri karanlığa büründü: derken halk dağıldı, çünkü merak ve yılgı dahi yorulur. Ama Zerdüşt, yerdeki ölünün yanına oturdu ve düşünceye daldı: böylece zamanı unuttu. Sonunda gece oldu ve soğuk bir yel, yalnızın üstünden esmeye başladı. Derken doğruldu Zerdüşt ve gönlüne dedi:

Gerçek, Zerdüşt iyi balık tuttu bugün! İnsan değil tuttuğu, ceset.

Tekin değil insan varlığı ve hala anlamsız: soytarının biri yıkım olabilir onun için.

Ben insanlara, varlıklarının anlamını öğretmek istiyorum: Üstinsandır bu, – o kara buluttan, insandan çakan şimşek.

Ama ben onlardan uzağım daha ve benim düşüncem onlara birşey söylemiyor. Ben onlara göre daha deliyle ceset arası birşeyim.

Karanlıktır gece, karanlıktır yolları Zerdüşt’ün. Gel, soğuk ve katı yoldaş! Seni kendi elimle gömeceğim yere götüreyim.

Zerdüşt bunu gönlüne dedikten sonra, cesewdi sırtladı ve yola koyuldu. Daha yüz adım gitmemişti ki, bir adam sokuldu yanına ve kulağına fısıldadı, – bakın hele! kuledeki soytarıydı bu konuşan. “Git bu kentten, ey Zerdüşt” diyordu, senden nefret eden pekçok burada. İyilerle doğrular senden nefret ediyorlar, seni düşman ve kendilerini horgören biri sayıyorlar; hak dine inananlar senden nefret ediyorlar ve seni kalabalık için tehlike sayıyorlar. Talihin varmış ki, sana güldüler: Gerçek, soytarı gibi konuştun. Talihin varmış ki, şu ölü köpekle arkadaşlık ettin; böylece alçalarak yakayı kurtardın bugün. Ama git bu kentten, yoksa yarın üstünden atlarım, -bir diri bir ölünün üstünden nasıl atlarsa.” Bunu dedikten sonra adam kayboldu: ama Zerdüşt karanlık sokaklardan yoluna yürüdü.

Kentin kapısında mezarcılarla karşılaştı: onlar meşalelerini yüzüne tuttular, Zerdüşt’ü tanıdılar ve hayli alay ettiler. “Zerdüşt ölü köpeği götürüyor: ne hoş değil mi Zerdüşt’ün mezarcı olması! Ellerimiz bu kebaba dokunamayacak kadar temizdir de. Zerdüşt şeytanın lokmasını mı aşırmak istiyor? Peki! Afiyet olsun! Şeytan, Zerdüşt’ten daha usta bir hırsız olmasa bari! -o, ikisini de aşırır, ikisini de yer! Ve gülüştüler ve başbaşa verdiler.

Zerdüşt buna birşey demedi ve yoluna yürüdü. Ormanlar ve bataklıklardan öte iki saat yol aldıktan sonra, kurtların aç ulumalarını o kadar dinledi ki, kendisi dahi acıktı. Derken, ışığı yanan bir evin önünde durdu.

“Açlık” dedi Zerdüşt, “beni haydut gibi bastırıyor. Ormanlarda ve bataklıklarda bastırıyor beni açlığım, ve derin gecede.

Ne tuhaf huyları var açlığımın. Çokluk, yalnız yemekten sonra gelir bana, bugünse hiç gelmedi: nerdeydi ki?”

Ve bunun üzerine Zerdüşt, evin kapısını çaldı. Yaşlı bir adam çıktı; elinde ışık vardı ve sordu: “bana ve tedirgin uykuma gelen kim?”

“Bir diriyle bir ölü” dedi Zerdüşt. “Bana yiyecek içecek birşey ver, gündüz yemeyi unuttum. Açları besleyen, kendi gönlünü canlandırır: böyle der bilgelik.”

Yaşlı adam gitti, ama çabucak döndü, Zerdüşt’e ekmek ve şarap sundu. “Burası açlara göre biryer değil” dedi, “onun için burda oturuyorum. Hayvanla insan, ben yalnıza gelirler. Yoldaşına da yedirip içirsene, o sende yorgun.” Zerdüşt cevap verdi: “yoldaşım sağ değil, ona kolay kolay yemek yediremem.” “Bana ne,” dedi yaşlı adam ters ters, “kapımı çalan, verdiğimi almalı. Yiyin ve uğurlar olsun!”

Bunun üzerine Zerdüşt, yola ve yıldızlara bel bağlayarak iki saat daha yürüdü: çünkü gece yürümeye alışıktı ve uyuyan herşeyin yüzüne bakmayı severdi. Fakat tan ağırırken, Zerdüşt kendini sık bir ormanda buldu, yol yoktu görünürde. Derken ölüyü, bir ağaç kovuğuna yerleştirdi -kurtlardan korumak istiyordu- Kendisi de toprak ve yosun üzerine uzandı. Ve hemen uykuya daldı, gövdesi yorgun, gönlü durgun.

Uzun zaman uyudu Zerdüşt ve yüzü üzerinden yalnız tan değil, sabah dahi geçti. Ama sonunda gözleri açıldı: şaşmış, baktı Zerdüşt ormanın ve sessizliğin içine; şaşmış, baktı kendi içine. Derken, birdenbire karayı gören bir gemici gibi, çabucak doğruldu ve sevinçten bağırdı: çünkü yeni bir gerçek görmüştü. Ve gönlüne şöyle dedi:

“İçime bir ışık doğdu: yoldaşlar gerek bana, diriler, -istediğim yere götürebileceğim ölü yoldaşlar ve cesetler değil.

Beni, benim istediğim yere, kendi istekleriyle izleyecek diri yoldaşlar gerek bana.

İçine bir ışık doğdu: sözünü halka değil, yoldaşlara yöneltecek Zerdüşt! Sürünün çobanı ve köpeği olmayacak Zerdüşt!

Niceleri sürüden çekmek, -bunun için geldim ben. Halk ve sürü bana kızacak: çobanlar, haydut diyecekler Zerdüşt’e.

Ben çobanlar diyorum ya, onlar kendilerine iyiler ve doğrular derler. Ben çobanlar diyorum ya, onlar kendilerine hak dine inananlar derler.

İyilere ve doğrulara bakın! En çok kimden nefret ediyorlar? Kendi değer levhalarını parçalayandan, bozandan, yasabozandan: -oysa o, yaratıcıdır.

Bütün inançların erlerine bakın! En çok kimden nefret ediyorlar? Kendi değer levhalarını parçalayandan, bozandan, yasabozandan: -oysa o, yaratıcıdır.

Yoldaşlar arar yaratıcı, cesetler değil ve sürüler ve inançlar değil. Yaratma arkadaşları arar yaratıcı, yeni levhalara yeni değerler kazıyanları.

Yoldaşlar arar yaratıcı ve hasat arkadaşları: çünkü ona göre herşey, hasada hazırdır. Ama yüz orağı yok: bu yüzden başakları yolar da, canı sıkılır.

Yoldaşlar arar yaratıcı, oraklarını bilemesini bilenleri. Yıkıcılar denecek onlar için, iyi ile kötüyü horgörenler denecek. Oysa hasatçılar ve bayram edenler onlardır.

Yaratma arkadaşları arıyor Zerdüşt, hasat arkadaşları ve bayram arkadaşları arıyor Zerdüşt: sürülerden ve çobanlardan ona ne!

Ve sen, ilk yoldaşım benim, uğurlar olsun! Seni ağaç kovuğuna iyice gömdüm ve seni kurtlardan iyice sakladım.

Ama senden ayrılıyorum: vakit erişti. İki tan arası, bana yeni bir gerçek geldi.

ne çoban olacağım ben, ne mezarcı. Halka söz söylemeyeceğim artık: ben ölüyle son kez konuştum.

Yaratıcılara, hasatçılara, bayram edenlere katılacağım: gökkuşağını göstereceğim onlara ve üstinsana çıkan merdiveni.

Tek-barınanlara söyleyeceğim türkümü ve çift-barınanlara; ve her kimde işitilmemiş için kulak varsa, mutluluğumla ağırlaştıracağım onun yüreğini.

Varacağım ereğime, ben kendi yolumu yürüyorum: duraklayanların ve geride kalanların üzerinden atlayacağım. benim ilerleyişim, onların batışı olsun böylece!”

Güneş tam tepedeyken, gönlüne söylediği buydu Zerdüşt’ün: derken sorarcasına yukarı baktı, çünkü başının üstünde bir kuşun tiz çığlığını işitmişti. Bakın hele! Bir kartal havaad geniş değirmiler çizerek uçuyordu ve ona bir yılan, ev gibi değil, dost gibi asılmıştı: çünkü yılan, kartalın boynuna dolanmıştı.

“Bunlar benim hayvanlarım!” dedi Zerdüşt ve yürekten sevindi.

“Güneşin altındaki en gururlu hayvanla güneşin altındaki en bilge hayvan, -araştırmaya çıkmışlar.

Zerdüşt daha sağ mı, bilmek istiyorlar. Gerçek, sağ mıyım daha?

İnsanlar arasında yaşamayı, hayvanlar arasında yaşamaktan daha tehlikeli buldum; tehlikeli yollarda yürüyor Zerdüşt. Bana hayvanlarım yol göstersinler!”

Zerdüşt bunu der demez, ormandaki ermişin sözlerini hatırladı, iç çekerek şöyle dedi gönlüne:

“Daha bilge olsam! Baştan aşağı bilge olsam, yılanım gibi tıpkı!

Ama ben olmazı istiyorum: onun için hep bilgeliğimle yürümesini dileyeyim gururumdan!

Ve bilgeliğim beni birgün yüzüstü bırakacak olursa: -ah, kaçmaya bayılır o!- gururum deliliğimle kaçsın o zaman!”

-Böyle başladı Zerdüşt’ün batışı.

Binbir Amaç Hakkında

Zerdüşt nice ülkeler, nice uluslar gördü: nice uluslara göre iyi ile kötü nedir, anladı böylece. Zerdüşt, iyi ile kötüden daha büyük bir güce rastlamadı yeryüzünde.

Hiçbir ulus, önce değerlendirmeden yaşayamaz; fakat ayakta durmak isterse, komşusu gibi değerlendirmemesi gerekir.

Bir ulusun iyi saydığı pek çok şeyi, başka bir ulus, utanç ve düşüklük sayıyordu: böyle gördüm ben. Burda kötü denen pek çok şeyin, erguvani şereflerle süslendiğini gördüm başka yerde.

Komşu komşuyu anlamıyordu hiç: komşusunun delilik ve kötülüğüne şaşıyordu hep.

Her ulusun üstünde bir iyiler levhası asılıdır. Bakın, onların yengiler levhasıdır bu; bakın, onlardaki güç isteminin sesidir bu.

Övülesidir, güç saydıkları şey; pek gerekli ve güç olana iyi derler; en büyük sıkıntıdan kurtaranı, eşsiz ve en güç olanı, kutsal diye överler.

Onları egemen kılan ve yengi kazandıran ve parıldatan, komşularını ürküten ve kıskandıran, -en yüce ve en bşta gelen şey sayılır, her şeyin ölçüsü ve anlamı sayılır.

Gerçek, kardeşim, bir ulusun neyi gereksindiğini, toprağını, göğünü ve komşusunu bilirsen, o zaman anlarsın yengilerinin yasasını ve neden bu merdivenle umuduna tırmandığını.

“Başta gelmelisin hep, başkalarını geçmelisin, kimseyi sevmemeli kıskanç gönlün, meğer ki dost ola!” -bu, Yunanlının içini titretirdi: o böyle yürürdü büyüklük yolunda.

“Doğruyu söylemek, ok ve yayda usa olmak” -bu sevimli ve güç gelirdi bana adımı veren ulusa, -bana sevimli ve güç gelen adı.

“Atayı ve anayı saymak, onların isteğini bütün gönlümle yerine getirmek” -bu yengi levhasını astı üstüne başka bir ulus, bununla güçlü ve ölümsüz oldu.

“İçten bağlanmak, bu bağlılık uğruna, kötü ve tehlikeli şeylerde dahi, şeref ve kandan olmayı göze almak” -bunu başka bir ulus kendine öğreterek kendini altetti, ve kendini böyle altederken, büyük umutlara gebe kaldı.

Gerçek, insanlar her türlü iyi ve kötülerini kendi kendilerine vermişlerdir. Gerçek, bunları almadılar, bunları bulmadılar, bunlar gökten bir ses gibi inmedi onlara.

İnsan kendini korumak için değer biçti nesnelere, -nesnelerin anlamını o yarattı, insanca anlamı! Bundan ötürü “insan” der kendine, yani : değerlendiren.

Değerlendirmek, yaratmaktır: işitin, ey yaratıcılar! Değerlendirmenin kendisi, bütün değerlendirilmiş nesnelerin hazinesi ve cevheridir.

Ancak değerlendirmeyle var olur değer: değerlendirme olmasaydı, varlık, içi boş bir kabuğa dönerdi. İşitin, ey yaratıcılar!

Değerlerde değişme, -bu, yaratıcılarda değişmedir. Yaratıcı olması gereken, yıkar hep.

Önce uluslardı yaratıcılar, ancak son zamanlarda bireyler yaratıcı oldular; gerçek, bireyin kendisi en son yaratmadır daha.

Eskiden uluslar üstlerine iyinin levhasını asarlardı. Sözgeçirmek isteyen sevgiyle söz dinlemek isteyen sevgi, birlikte yarattılar bu türlü levhaları.

Sürüdeki sevinçten eskidir “ben”deki sevinç: ve iyi vicdan sürüyle bir tutuldukça, ancak kötü vicdan “ben” der.

Gerçek, kendi çıkarını çokluğun çıkarında gören kurnaz, sessiz ben, -sürünün kaynağı değil, yıkımıdır.

Sevenlerdi hep, yaratıcılardı iyi ile kötüyü yaratanlar. Bütün erdemlerin adlarında sevgi ateşi yanardı, ve öfke ateşi.

Zerdüşt nice ülkeler, nice uluslar gördü: sevenlerin yaratmalarından daha güçlü birşeye rastlamadı yeryüzünde, – “iyi” ile “kötü” denir bunlara.

Gerçek, canavarın biridir bu övme ve yerme gücü. Deyin bana, kim altedecek onu, ey krdeşler, bu hayvanın bin boynuna kim vuracak boyunduruğu?

Bir erek vardı şimdiye dek, bin ulus vardı da ondan. Ancak bin boyuna vurulacak boyunduruk yok daha, bir erek eksik. İnsanlığın ereği yok daha.

Ama deyin bana kardeşlerim, insanlığın daha ereği yoksa, yok değil midir daha, -insanlığın kendisi de?

Böyle buyurdu Zerdüşt.

Şairler Hakkında

Zerdüşt havarilerinden birine şöyle diyordu: “Bedeni daha iyi tanıyalı beri ruhun bence ehemmiyeti kalmadı. Ve ”ebedi” denen her şey bir sembolden ibaret.”

Havari cevap verdi: “Evvelce de böyle bir şey söylemiştin. Fakat şairler çok yalan söylerler diye ilave etmiştin. Bunu neden demiştin.”

Zerdüşt, “neden diye soruyorsun” dedi. “Ben o adamlardanım ki onlara neden diye sual sorulmaz. Ben bunları henüz dün mü yaşadım. Fikirlerimin sebeplerini yaşayalı beri hayli zaman geçti. Eğer sebeplerimi de yanımda taşımam gerekseydi benim bir hafıza ambarı olmam lazım değil miydi? Fikirlerimi kendim için saklamam bile bana fazla geliyor.

Ve nice kuşlar uçup gidiyorlar. Bazen güvercinliğime yabancı ve elimle dokunduğum zaman titreyen bir kuşun sığındığını görürüm.Fakat Zerdüşt sana bir zaman ne diyordu? Şairlerin çok yalan söylediğini mi? Fakat Zerdüşt de bir şairdir. Onun bu işte hakikati söylediğine inanıyor musun? Neden inanıyorsun?”Havari cevap verdi: “Ben Zerdüşt”e inanırım.”

Zerdüşt başını salladı ve gülümsedi.
“İnanman, hele bana inanman, beni mesut etmez.Fakat, birisi ciddiyetle, şairler çok yalan söylerler diyorsa haklıdır. Biz çok yalan söyleriz.Biz pek az şey biliriz. Ve güç öğreniriz. Onun için yalan söylemeye mecburuz.Biz şairlerden, şarabını tağşiş etmeyen kim var?Kilerimizde nice zehirli karıştırmalar yaptık. Tarif edilmez nice işler yaptık.Çok az şey bildiğimiz için ruhça züğürt olanlar hoşumuza gider.

Hele kadınlar!
Hatta ihtiyar kadınların akşamları anlattıkları masallara bile hasret duyarız. Ve kendimizce buna “ebedi karanlık” deriz.Sanki hususi ve mahrem bir kapı varmış da öğrenmek isteyenlere oradan bilgi dağıtılıyormuş gibi, halka ve onun vecizelerine inanırız.
Çayırda veya münzevi tepelerde yatıp kulaklarını diken herkesin gökle yer arasındaki şeylerin bazılarına agah olabileceğine bütün şairler inanır.Ve şairler kendilerine nermin heyecanlar gelince bizzat tabiatın kendilerine aşık olduğunu ve tabiatın kulaklarına gizlice okşayıcı sözler fısıldadığını duyarlar ve faniler önünde bununla göğüs kabartırlar.

Ah yerle gök arasında o kadar çok şey var ki bunları ancak şairler tahayyül edebilir. Hele tanrı hakkında. Çünkü bütün ilahlar şair sembolleri ve şair uydurmalarıdır.Gerçekten, daima göklere yeni bulutların alemine yükseliriz bu bulutların üstüne alaca körüklerimizi kurarız. Ve sonra onlara tanrılar ve üst insanlar deriz.Onlar ancak bu iskemlelere oturabilecek kadar yufkadırlar. Bütün o şairler ve üst insanlar!

Ah, olağanüstü bir şeymiş gibi görünmek isteyen bütün bu acizlerden ne bıkkınım! Ah bütün şairlerde ne bezginim.”Zerdüşt böyle deyince çömezi ona kızdı. Fakat sustu. Zerdüşt de sustu. Ve gözleri sanki çok uzaklara bakıyormuş gibi içine yöneldi. Nihayet içini çekti ve nefes aldı. Ve şöyle dedi:”Ben bugünün ve dünün eseriyim. Fakat içimde bir şey var ki,yarının, yarından sonranın ve daha uzak bir istikbalindir. Ben eski ve yeni şairlerden bezginim. Bence hepsi sathidirler. Ve sığ sulardır. Derinlere dalamamışlardır. Onun için duyguları dibe nüfuz edememiştir.Biraz şehvet biraz can sıkıntısı. Onların en çok düşündüğü bu idi.Onların saz tıngırtıları bir hayaletin hışırtılarıdır. Seslerin içliliğinden ne anlıyorlardı?

Onlar temiz de değillerdi. Derin görünsün diye bütün sularını bulandırmışlardır. Ve böylelikle barıştırıcı görünmek istediler.Fakat bence aracı, karıştırıcıdırlar. Yarım ve pistirler.Ah, ben ağımı onların denizlerine daldırdım ve balık avlamak istedim. Fakat daima eski bir tanrının başını çektim.Böylece deniz ancak bir taş vermiş oldu. Bizzat onlar da denizden gelmiş olabilirler.Tabii içlerinde inci vardır. Fakat kabuklu hayvanlara o nispette benzerler.

Ve kendilerinde ruh yerine ekseriya tuzlu bir sümük buldum.Onlar denizden gurur da öğrenmişlerdir. Deniz tavus kuşlarının en güzeli değil mi? Tavus en çirkin bir manda karşısında bile kuyruğunu açar gümüşten ve ipekten kanatlarından hiç bıkkınlık göstermez.

Manda hayretle bunu seyreder. Ruhunda kuma yakın, sazlıklara daha yakın, batağa en yakın olarak.Mandaya güzellikten, denizden ve tavus süsünden ne? Şairlere bu sembolü söylerim.Gerçekten, onların ruhları tavusların tavusudur ve bir kibir denizidir.Şairin ruhu seyirci ister. İsterse seyirci manda olsun.Fakat ben, bu ruh dan bezdim. Ve görüyorum ki o da kendinden bezecek.Ben şairleri değişmiş ve bakışları kendilerine yönelmiş görüyorum.Ruh tövbekarlığının geldiğini görüyorum. Bunlar onlardan meydana gelmiştir.

Zerdüşt böyle dedi.

Armağan Eden Erdem Hakkında

Zerdüşt, gönülden bağlandığı, adı “Alaca İnek” olan kentten ayrıldığında, onu, kendilerine Zerdüşt’ün öğrencileri diyen birçok kimseler izlediler, ona eşlik ettiler. Böylece bir dörtyol ağzına geldiler: derken Zerdüşt onlara, artık yalnız yürümek istediğini söyledi; çünkü yalnız yürümeyi severdi. Fakat ayrılırken, öğrencileri ona bir asa armağan ettiler: altın kabzasında, güneşin çevresine bir yılan sarılıydı. Zerdüşt asaya sevindi ve on dayandı; derken şöyle buyurdu öğrencilerine:

Söyleyin bana: nasıl oldu da altın en yüksek değere ulaştı? Az bulunur ve yararsızdır ve parıldar ve tatlı bir parlaklığı vardır da ondan; hep kendisini armağan eder.

Ancak en yüksek erdemin simgesi olarak erişti altın en yüksek değere. Altın gibi parıldar armağan edenin bakışları. Altın parlaklığı, ayla güneş arasında barış kurar.

Az bulunur en yüksek erdem ve yararsızdır, parıldar ve tatlı bir parlaklığı vardır: armağan eden erdem en yüksek erdemdir.

Gerçek, anlıyorum sizi öğrencilerim: siz de, benim gibi, armağan eden erdem için çırpınıyorsunuz. Sizin kediler ve kurtlarla ortak neyiniz olabilir ki?

Kendiniz kurban ve armağan olmaya susamışsınız: bundandır bütün zenginlikleri gönlünüzde toplamaya susamanız.

Doymak bilmeden çırpınır gönlünüz hazineler ve mücevherler için, çünkü erdeminiz armağan etmek isteğine doymuyor.

Bütün nesneleri kendinize ve içinize dolmaya zorluyorsunuz, sevginizin armağanları olarak yeniden aksınlar diye çeşmenizden.

Gerçek, böyle armağan eden sevgi, bütün değerlerin hırsızı olmalıdır: ama ben sağlam ve kutlu derim böylesi bencilliğe.

Bir başka bencillik daha vardır, züğürt mü züğürt ve aç, hep çalmak isteyen, -sayrıların bencilliği, sayrı bencillik.

O, her parlayan şeye hırsızın bakışlarıyla bakar; yiyeceği bol olanı, açların tutkusu ile süzer; hep armağan edenlerin masalarına sokulur.

Bu tutkuda sayrılık dile gelir, ve görünmez yozlaşma; bir sayrı gövdeden söz eder bu bencilliğin hırsız tutkusu.

Söyleyin bana kardeşlerim, bizce kötü ve en kötü nedir? Yozlaşma değil mi? -Ve armağan eden gönlün olmadığı yerde hep yozlaşmadan kuşkulanırız.

Yükselen bir yoldur bizimki, türden üst türe doğru. Fakat “herşey benim için” diyen duygu ürperme verir bize.

Yükseğe uçar bizim duygumuz: gövdemizin bir simgesi olur böylece, bir yükseliş simgesi. Bu türlü yükselişlerin simgeleri, erdemlerin adlarıdırlar.

Böyle geçer gövde tarihten, oluşarak savaşarak. Ya ruh, -nesidir gövdenin? Savaşlarının ve zaferlerinin habercisi, yoldaşı ve yankısı.

Simgelerdir, iyi ile kötünün bütün adları. Onlar açık söylemezler, ancak çıtlatırlar. Delidir onlardan bilgi isteyen!

Ruhunuzun simgelerle konuşmak istediği her saati kollayın kardeşlerim: ordadır erdeminizin kaynağı.

Yükselir o zaman gövdeniz ve dirilir; sevinciyle kendinden geçirir ruhu; o da böylece, yaratan ve değerlendiren ve seven ve herşeyin yardımcısı olur.

Yüreğiniz ırmak gibi dolup taşarcasına aktığında, -dolaydakiler için bolluk ve tehlike: ordadır eyleminizin kaynağı.

Övgünün ve yerginin üstüne yükseldiğinizde ve isteminiz, seven birinin istemi gibi, bütün nesnelere buyurmak istediğinde: ordadır erdeminizin kaynağı.

Hoş şeyleri ve yumuşak döşeği horgördüğünüzde , döşeğinizi yumuşak yüreklilerden yeterince uzağa serdiğinizde: ordadır erdeminizin kaynağı.

Bir tek istemle istediğinizde; ve bu, bütün gereksinmeleri giderene “zorunluluk” dediğinizde: ordadır erdeminizin kaynağı.

Gerçek, yeni iyi ve kötüdür o! Gerçek, yeni bir derin çağıltı, yeni bir kaynağın sesi!

Güçtür bu yeni erdem; bir egemen düşüncedir o, ve çevresinde bir uyanık can: bir altın güneş ve çevresinde bilgi yılanı.

Burda biraz durdu Zerdüşt, öğrencilerine sevgiyle baktı. Ve şöyle sürdürdü konuşmasını: -sesi değişmişti.

Yeryüzüne bağlı kalın kardeşlerim, erdeminizin gücüyle! Armağan eden sevginiz ve bilginiz yeryüzünün anlamına hizmet etsin! Bunu diler, yalvarırım size.

Yersel şeylerden kaçırtıp da, sonrasız duvarlara çarptırmayın kanatlarını! Ah, öteden beri hep öyle çok erdem kaçmıştır ki!

Siz de, benim gibi, kaçmış erdemi geri döndürün yeryüzüne, -evet, gövdeye ve hayata: yeryüzüne kendi anlamını versin diye, -insanca bir anlam versin diye!

Ruh da erdem gibi yüzlerce kez kaçmış ve yanlışlara saplanmıştır şimdiye dek. Ah, bütün bu delilikler, bu yanlışlar gövdenizde barınır daha: gövde ve istem olmuştur orda.

Ruh da erdem gibi yüzlerce kez denemiş ve yorulmuştur şimdiye dek. Evet, denemeydi insan. Ah, biz de pek çok bilgisizlik ve yanılgı gövdeleşmiştir.

Binlerce yılın yalnız usu değil, çılgınlığı da kopar bizim içimizde. Tehlikelidir mirasçı olmak.

Adım adım raslantı deviyle çarpışıyoruz daha; bütün insanlığa şimdiye dek anlamsızlık, anlam yokluğu buyruk yürütmüştür.

Ruhunuz ve erdeminiz yeryüzünün anlamına hizmet etsin kardeşlerim: ve herşeyin değeri sizce belirlensin yeniden! Bundan ötürü savaşçı olmalısınız siz! Bundan ötürü yaratıcı olmalısınız siz!

gövde bile arıtır kendini; bilgiyle deniyerek kendini yükseltir; gören kişide bütün içgüdüler kutsallaşırlar; yükselen kişide can sevinçli olur.

Hekim, kendine yardım et sen: böylece sayrılarına da yardım etmiş olursun. Onun en iyi yardımı, kendi kendini iyi edeni kendi gözüyle görebilmesi olsun.

Binlerce yol var daha ayak basılmadık, hayatın binlerce sağlıkları ve gizli adaları. İnsan ve insanın dünyası tükenmemiştir, açığa çıkarılmamıştır daha.

Uyanın da dinleyin ey yalnızlar! Yeller esiyor gelecekten gizli kanat vuruşları ile, duyarlı kulaklara iyi haberler açıklanıyor. Siz ey bugünün yalnızları, ey çekilenler, siz ilerde bir ulus olacaksınız: sizden, kendini seçmiş kişilerden bir ulus doğacak: -bu ulustan da üstinsan.

Gerçek, bir iyileşme yeri olacak yeryüzü daha! Şimdiden bir yeni koku var çevresinde, kurtuluş getiren, -ve yeni bir umut!

Zerdüşt bu sözleri söyledikte, daha son sözünü söylememiş biri gibi durdu; asasını uzun bir süre tarttı elinde kuşkuyla. Sonunda şöyle buyurdu: -sesi değişmişti.

Artık yalnız gidiyorum öğrencilerim! Siz de gidin, yalnız gidin! Öyle istiyorum ben.

Gerçek, size salık veririm: benden ayrılın da Zerdüşt’e karşı koyun! Daha iyisi: ondan utanın! Belki o sizi aldatmıştır.

Bilgi eri düşmanlarını sevebilmekle kalmamalı, dostlarından da nefret edebilmeli.

Kişi salt bir öğrenci olarak kalırsa, öğretmenine borcunu iyi ödememiş sayılır. Ve siz sanki neden benim çelengimi yolmayasınız?

Beni sayıyorsunuz; ya saygınız birgün çökerse? Sakın bir heykelin altında kalmayasınız!

Zerdüşt’e inandığınızı mı söylüyorsunuz? Fakat ne önemi var Zerdüşt’ün! Bana inanan kişilersiniz: fakat ne önemi var bütün inanan kişilerin!

Daha kendinizi aramamıştınız: beni buldunuz derken. Bütün inananlar böyledirler; bütün inançların önemi bu yüzden bu kadar azdır.

Artık beni yitirmenizi ve kendinizi bulmanızı istiyorum; ancak hepiniz beni yadsıdığınız zaman döneceğim size.

Gerçek, o zaman başka bir gözle arayacağım yitik kişilerimi kardeşlerim; o zaman başka bir sevgiyle seveceğim sizi.

Ve dostlarım olacaksınız bir daha, ve bir tek umudun çocukları: o zaman, büyük öğleyi sizinle kutlamak için, üçüncü bir kez olacağım aranızda.

Şudur büyük öğle: insan, hayvanla üstinsan arasındaki yolunun ortasındadır ve akşam yolunu en büyük umudu olarak kutlamaktadır: çünkü bu, yeni bir sabah yoludur.

O zaman kutsar kendini batan kişi, karşıya ve öteye geçen olduğu için; ve bilgisinin güneşi tam tepesinde durur.

“Öldü bütün tanrılar; üstinsanın yaşamasını istiyoruz artık.” -O büyük öğlede son arzumuz bu ola!

Böyle buyurdu Zerdüşt.

Engerek Sokması Hakkında

Birgün Zerdüşt, hava sıcak olduğu için, kolları yüzünde, uyuya kalmıştı bir incir ağacının altında. Derken bir engerek geldi ve boynundan soktu, öyle ki Zerdüşt ağrıdan bağırdı. Kolunu yüzünden çekince, yılanı gördü; ve yılan tanıdı gözlerini Zerdüşt’ün, beceriksizce kıvrılıp kaçmaya yeltendi. “Olmaz” dedi Zerdüşt, “daha teşekkürümü almadın ki! Beni vaktinde uyandırmış oldun, yolum daha uzun.” “Yolun kısa”dedi engerek üzgün üzgün, “benim zehrim öldürücüdür.” Zerdüşt gülümsedi, “ejderin, yılan zehrinden öldüğü nerde görülmüş?” dedi, “geri al şu zehrini! Sen bunu bana armağan edecek kadar zengin değilsin.” Ozaman yılan yine sarıldı Zerdüşt’ün boynuna, yarasını yaladı.

Zerdüşt birgün bunu öğrencilerine anlatınca, onlar sordular: “Peki bu öykünden alınacak ahlak dersi nedir, ey Zerdüşt?” Zerdüşt de şöyle cevap verdi:

Ahlak yıkıcısı, derler bana iyilerle doğrular: benim öyküm ahlaka aykırıdır.

Ama, düşmanınız olursa, kötülüğüne iyilikle karşılık vermeyin: onu utandırır da ondan. Yalnız, size iyilik ettiğini gösterin ona.

Ve utandırmaktansa, kızın! Ve size sövüldüğünde sizin övmeye kalkışmanız hoşuma gitmez. Biraz da siz sövün!

Ve size büyük bir haksızlık edilecek olursa, siz de buna beş küçük haksızlık ekleyin. Korkunçtur haksızlığa yalnız katlananı seyretmek.

Bunu biliyor muydunuz? Bölüşülen haksızlık, yarım haktır. Ve buna katlanabilen, kendisi yüklenmeli haksızlığı!

Küçük bir öç, hiç öç almamaktan daha insancadır. Ve cez, saldırgan için aynı zamanda bir hak ve şeref olmazsa, cezanız eksik olsun!

Kendini haksız çıkarmak, hak istemekten daha soyluca bir iştir, hele kişi haklıysa. Yalnız, kişi bunu yapacak kadar zengin olmalı.

Sizin soğuk doğruluğunuzu istemem; yargıçlarınızın gözünden cellat ve celladın soğuk kılıcı bakar hep.

Söyleyin, gören gözlü sevgi olan doğruluğu nerde bulmalı?

Öyleyse, yalnız bütün cezaya değil, bütün suça da katlanan sevgiyi yaratın bana!

Öyleyse, yargıçtan başka herkesi temize çıkaran doğruluğu yaratın bana!

Şunu da işitmek ister misiniz? Tepeden tırnağa doğru olmak isteyen için, yalan bile insanseverlik olur.

Fakat nasıl tepeden tırnağa doğru olabilirim ki! Nasıl herkesin hakkını verebilirim ki! Şu bana yetsin: herkese kendi hakkımı veririm.

En son, kardeşlerim, yalnıza haksızlık etmekten sakının. Yalnız nasıl unutur! Acısını nasıl çıkarır!

Bir derin kuyuya benzer yalnız. Taş atmak kolaydır içine: ama bu taş dibe inecek olursa, deyin bana, kim çıkarabilir?

Yalnızı incitmekten sakının! Ama incitecek olursanız, eh, artık öldürün de!

Böyle buyurdu Zerdüşt.

Dost Hakkında

“Biri hep fazladır çevremde” -böyle düşünür yalnız kişi!

“Hep bir kere bir, -iki olur çıkar sonunda!”

“Ben” ve “beni” hep pek ateşli görüşürler: dost olmasa, nasıl katlanılırdı?

Yalnız için dost, hep üçüncü kişidir: üçüncü, iki kişi arasındaki konuşmanın derinlere dalmasını önleyen bir tıpadır.

Ah, bütün yalnızlar için pek çok derinlikler vardır. Bundandır, dosta ve dostun yüksekliklerine özlem çekmeleri.

Başkalarına inancımız, kendimizde neye inanmak istediğimizi açığa vurur. Dost özlemimiz bizi ele verir.

Ve sık sık sevgimizle sadece kıskançlığı aşmak isteriz: ve sık sık saldırırız ve bize saldırılabileceğini gizlemek için, düşman ediniriz.

“Düşmanım ol hiç değilse!” -böyle der, dostluk dilemeyi gözü kesmeyen gerçek saygı.

Dost edinmek isteyen, dostu uğruna savaşmaya gönüllü olmalı: savaşmak için de, düşman olabilmeli.

Kişi dostundaki düşmana dahi saygı göstermeli. Dostuna, ondan yana geçmeden, yaklaşabilir misin?

Kişi dostunda en iyi düşmanını bulmalı. Dostuna karşı koyduğunda, ona yüreğinle en yakın olmalısın.

Dostunun önünde çıplak durmak mı istersin? Kendini olduğun gibi göstermen, dostunun şerefine midir? Am bu yüzden, şeytan görsün yüzünü, der sana dostun!

Kendisini hiç gizlemeyen, kişiyi deli eder: öylesine çekinmeniz gerekir çıplaklıktan! Evet, tanrı olsaydınız, o zaman utanabilirdiniz giysinizden!

Dostun için ne denli süslensen azdır; çünkü sen onun için, bir ok ve bir özlem olmalısın üstinsana.

Dostunu uyurken gördün mü hiç, -nasıl göründüğünü anlamak için? Dostunun yüzü nasıldır sahi? Kaba ve pürüzlü bir aynada kendi yüzündür o senin.

Dostunu uyurken gördün mü hiç? Dostunu öyle görünce irkilmedin mi? Ah dostum, insan altedilmesi gereken bir şeydir.

Sezmekte ve susmakta usta olmalı dost: görmek istememelisin herşeyi. Dostunun uyanırken ne yaptığını sana düşün açıklamalı.

Ko acıman sezme olsun: dostun acınmak istiyor mu, önce onu bilmen için. Onun sende sevdiği belki keskin göz ve sonrasızlık akışıdır.

Ko dostuna duyduğun acıma sert bir kabuk altında saklansın; sen bu kabuk üzerinde bir diş kırmalısın. Böyle incelir ve tatlanır o.

Duru hava ve yalnızlık ve ekmek ve ilaç mısın dostuna sen? Nice kimseler kendi zincirlerini çözemezler de, dostlarının kurtarıcısı olurlar.

Köle misin? Öyleyse dost olamazsın. Zorba mısın? Öyleyse dostun olamaz.

Pek uzun bir süre köleyle zorba gizlenmiştir kadında. Bu yüzden kadın, daha dostluğa yeterli değildir: o yalnız sevgiyi bilir.

Kadının sevgisinde, sevmediği herşeye karşı haksızlık ve körlük vardır. Kadının bilinçli sevgisinde bile, ışığın yanı sıra, hep baskın ve şimşek ve gece vardır daha.

Kadın daha dostluğa yeterli değildir: kadınlar daha kedi kuşturlar. Ya da olsa olsa, inek.

Kadın daha dostluğa yeterli değildir. Ama deyin bana ey erkekler, hanginiz dostluğa yeterlisiniz?

Ah sizin yoksulluğunuz, ey erkekler, hele sizin gönül oburluğunuz! Sizin dostunuza verdiğiniz kadarını, ben düşmanıma dahi veririrm, hem bununla züğürtleşmem.

Arkadaşlık var: ko dostluk olsun!

Böyle buyurdu Zerdüşt.

Yeni Putlar Hakkında

Bazı yerlerde daha uluslar ve sürüler vardır, ama bizde yoktur kardeşlerim: burda devletler vardır.

Devlet mi ? O da ne ? Peki ! Şimdi bana kulak verin, size ulusların ölümünden söz açacağım.

Bütün soğuk canavarların en soğuğuna devlet denir. Soğuk soğuk yalan söyler o ve ağzından şu yalan sürüne sürüne çıkar: “Ben, devlet – ulusum ben.”
Yalan! Yaratıcılardı ulusları yaratanlar ve onların üstüne bir inanç ve sevgi asanlar: böylece hayata hizmet ettiler.

Yıkıcıdırlar, nicelere tuzak kuranlar ve buna devlet diyenler: onların üstüne bir kılıç ve yüzlerce arzu asarlar.

Nerde daha ulus varsa, orda devlet anlaşılmaz; kem göz ve yasalara, törelere karşı işlenmiş bir günah sayılarak ondan nefret edilir.

Size şu belirtiyi veririm: her ulus kendi iyilik ve kötülük diliyle konuşur: komşu anlamaz bunu. O, dilini yasaları, töreleri içre yaratılmıştır kendine.

Fakat devlet bütün iyilik ve kötülük dilleriyle yalan söyler ve ne söylese yalandır – ve nesi varsa hepsi çalıntıdır.

Düzmedir onda her şey; çalınmış dişlerle ısırır bu ısırgan. Bağırsakları bile düzmedir onun.

İyilik ve kötülük dillerinin karışıklığı: devletin belirtisi olarak bu belirtiyi veririm size. Gerçek ölüm istemini gösterir bu belirti! Gerçek, ölüm vaizlerini çağırır o!

Gereğinden arta insan doğuyor: gereksizler için yaratılmıştır devlet!

Hele bakın, devler nasıl ayartıyor bu gereksizleri! Nasıl yutuyor, çiğniyor da çiğniyor onları!

“Yeryüzünde benden büyüğü yoktur: düzenleyen parmağıyım ben tanrının” -böyle böğürür o canavar. Ve yalnız uzun kulaklılar ve kısa görüşlüler değildir diz çökenler!

Ah, size de fısıldar, ey ulu canlar, karanlık yalanlarını o! Ah, kendilerini harcamayı seven zengin gönülleri bulur çıkarır o!

Evet, sizi de bulur çıkarır o, ey eski tanrıyı yenenler! Siz savaştan yorgun düştünüz, şimdiyse yorgunluğunuz yeni puta yarıyor!

Çevresine kahramanlar ve onurlu kişiler dizmek ister o, yeni put! İyi vicdanların günışığında ısınmayı sever o, -soğuk canavar!

Siz ona taparasanız, herşeyi verir size, bu yeni put: böylece erdemlerinizin parıltısını ve gururlu gözlerinizin bakışını satın alır.

Gereksizleri ayartmada sizi yem olarak kullanır. Evet, cehenneme vergi bir araç uydurulmuştur burda, tanrısal şereflerin süslü koşumu içre şıngırdayan bir ölüm atı!

Evet niceler için bir ölüm bulunmuştur burda, kendini hayat gibi över: gerçek, yürekten bir yardım bütün ölüm vaizlerine!

Devlet derim ona, herkesin ağı içtiği yere, iyilerin ve kötülerin: devlet, herkesin kendini yitirdiği yer, iyilerin ve kötülerin: devlet, herkesin ağır ağır kendi canına kıymasına “hayat” denen yer.

Şu gereksizlere bakın hele! Türeticilerin eserlerini ve bilgelerin hazinelerini çalarlar: kültür derler hınzırlıklarına, -ve herşey sayrılık ve sıkıntı gelir onlara!

Şu gereksizlere bakın hele! Hep sayrıdır onlar; safralarını kusarlar ve buna gazete derler. Birbirlerini yutarlar ve kendilerini dahi sindiremezler.

Şu gereksizlere bakın hele! Servet edinirler ve bununla züğürtleşirler. Güç isterler, en çokta güç kaldıracını, bol parayı isterler, -bu yetersiz kişiler!

Tırmanışlarına bakın şu çevik maymunların! Birbirinin sırtına binerek tırmanırlar, böylece çamura ve uçuruma yuvarlanırlar.

Hepsi de tahta ulaşmak ister: bu onların çılgınlığıdır, -tahtın üstünde sanki mutluluk otururmuş gibi! Çokluk çamur oturur tahtın üstünde, -tahtta çokluk çamurunun üstüne oturur.

Bna hepsi çılgın görünür bunların ve tırmanan maymun ve azgın görünür. Burnuma kötü kokar putları, o soğuk canavar: hepsi de kötü kokar burnuma, bu putperestlerin!

Kardeşlerim, bunların ağızlarının ve iştahlarının dumanında boğulmak mı istiyorsunuz? Pencereleri kırıp dışarı fırlasanız.

Kötü kokunun yolundan çekilin! Gereksizlerin putperestliğinden uzak durun!

Kötü kokunun yolundan çekilin! Bu insan kurbanlarının buğusundan uzak durun!

Yeryüzü ulu canlar için açık duruyor daha. Nice yerler- çevresinde durgun denizlerin kokusu yüzen -yalnızlar ve yalnız çiftler için boş duruyor daha.

Ulu canlar için özgür bir hayat açık duruyor daha. Gerçek, malı az olanın köleliği az olur: ne mutlu küçük yoksulluğa!

Orada, devletin bittiği yerde, orada başlar gereksiz olmayan insan: orada başlar gerekli kişilerin türküsü, o eşsiz, o benzersiz ezgi.

Oraya, devletin bittiği yere, -oraya bak, kardeşim! Görmüyor musun gökkuşağını ve köprülerini üstinsanın?

Böyle buyurdu Zerdüşt.

Okuma ve Yazma Hakkında

Bütün yazılmış şeyler içinde yalnız, kanla yazılmış olanı severim. Kanla yaz: göreceksin ki kan, ruhtur.

Yabancı kanı anlamak kolay değildir: aylak okurlardan nefret ederim.

Okuru tanıyan, artık başka birşey yapmaz okur için. Bir okurlar yüzyılı daha geçsin, -ruhun kendisi de kokuşacaktır.

Herkesin okuma öğrenebilmesi, zamanla, yalnız yazmayı değil, düşünmeyi de bozar.

Bir zamanlar ruh, tanrıydı; derken insanlaştı, şimdiyse, yığınlaşıyor bile.

Kanla ve özdeyişlerle yazan okunmak değil, ezberlenmek ister.

Dağlarda en kısa yol, doruktan doruğadır; ama uzun bacakların olmalı bunun için. Özdeyişler, doruklar olmalı; söz söylenen kişiler de boylu poslu olmalı.
Hava yeğni ve duru, tehlike yakın ve ruh sevinçli hınzırlıklarla dolu; iyi uyar bunlar birbirine.

Çevremde cinler olsun isterim; çünkü yürekliyim ben.

Hayaletleri kaçırtan yüreklilik, cinler yaratır kendine – yüreklilik gülmek ister.
Ben artık sizin gibi duymuyorum: bu altımda gördüğüm bulut, bu gördüğüm karaltı ve ağırlık, – bu sizin fırtına bulutunuzdur işte.

Siz, yükselmek isteyince yukarı bakarsınız. Bense aşağı bakarım; çünkü yükselmişim.

Sizden kim aynı zamanda güler ve yükselmiş olur?

En yüce dağlara çıkan, güler bütün acıklı oyunlara ve acıklı ağırbaşlılığa.

Aldırmaz, alaycı, zorlu, -böyle olalım ister bilgelik: kadındır. O, ancak savaşçıyı sever.

Bana diyorsunuz: “hayata katlanmak güçtür.” Yoksa ne işe yarardı sabahki gururunuz, akşamki yerinmeniz.

Hayata katlanmak güçtür: siz de çıtkırıldım olmayın öyle! Hepimiz bulunmaz eşekler, hem de kancık eşekleriz!

Üzerinde bir damla çiğ var diye titriyen gül tomurcuğuyla ortak nemiz var bizim?

Doğrudur: biz hayatı severiz; ama yaşamaya değil, sevmeye alıştığımız için.

Sevgide her zaman biraz çılgınlık vardır. Ama çılgınlıkta da her zaman biraz yöntem vardır.

Bana da, ben ki hayatı severim, öyle geliyor ki, mutluluğu en iyi bilenler kelebekler ve sabun köpükleri ve insanlar arasında bunun gibi olanlardır.

Bu yeğni, budala, ince, küçük canları çırpınır görmek, -Zerdüşt’ü gözyaşlarına ve türkülere salar bu.

Ben ancak dans etmeyi bilen bir tanrıya inanırdım.

Şeytanımı gördüğümde, onu ağır, derin, somurtkan ve resmi buldum. Ağırlığın ruhuydu o – her şey onun yüzünden düşer.

Öfkeyle değil, gülmeyle öldürür kişi. Haydi öldürelim ağırlığın ruhunu !

Ben yürümeyi öğrendim: o gün bugün, kendimi koştururum. Ben uçmayı öğrendim: o gün bugün, kımıldamak için itilmem gerekmez.

Yeğniyim artık, uçarım artık, kendi altımda görürüm artık kendimi, bir tanrı dans eder içimde artık.

Böyle buyurdu Zerdüşt.

Solgun Suçlu Hakkında

Ey yargıçlar ve kurban edenler, hayvan başını eğmeden öldürmek istemiyor musunuz? Bakın, solgun suçlu başını eğdi: büyük horgörme konuşuyor gözlerinden.

“Benim ben’im altedilmesi gereken bir şeydir: benim ben’im insanın büyük horgörülmesidir bence”: böyle diyor bu gözler.

Kendi kendini yargılaması, onun en yüksek anıydı: yücelmiş olan, aşağılık durumuna düşmesin yine!

Böyle kendi elinden acı çeken için kurtuluş yoktur, meğerki tez bir ölüm gele.

Sizin öldürmeniz, ey yargıçlar, acıma olmalıdır, öç alma değil. Ve öldürürken, kendiniz hayatı haklı çıkarmaya bakın!

Öldürdüğünüzle barışmanız yetmez. Üzüntünüz üstinsan sevgisi olsun: böyle haklı çıkarırsınız sağ kalmanızı!

“Düşman” demelisiniz, “alçak” değil; “sayrı” demelisiniz, “düşük”değil; “deli” demelisiniz, “günahkar” değil.

Ve sen, ey kızıl yargıç, aklından geçenleri açığa vursan, şöyle haykırır herkes: “Defolsun şu pislik ve ağılı böcek!”

Oysa düşünce başka, eylem başka, eylemin tsarımı yine başka. Nedensellik çarkı bunlar arasında dönemez.

Bu solgun adamı solduran tasarımıdır. İşlerken eyleminin eriydi, ama eylem bittikten sonra, bu eylemin tasarımın dayanamadı.

Artık kendini hep bir eylemin yapıcısı olarak görüyordu. Delilik derim buna: kuraldışı, onda kural oldu çıktı.

Bir çizgi tavuğu büyüler; onun indirdiği vuruşta, zavallı usunu büyüledi. Eylemden sonraki çılgınlık derim buna.

Dinleyin ey yargıçlar! Bir başka çılgınlık daha vardır: o da eylemden önceki çılgınlık. Ah, siz bu gönlün derinliklerine yeterince sokulmadınız!

Şöyle buyurur kızıl yargıç: “Bu suçlu neden öldürdü? Çalmak istiyordu da ondan.” Ama ben size derim ki: onun canı kan istiyordu, yağma değil: bıçağın mutluluğuna susamıştı o!

Fakat zavallı usu, bu çılgınlığı kavrayamadı ve onu kandırdı. “Kan da neymiş!” dedi, “hiç değilse, birşey çalsan? Ya da öç alsan?”

O da zavallı usuna uydu: sözleri, üstüne kurşun gibi çökmüştü, -bu yüzden, öldürürken çaldı da. Çılgınlığından utanmak istemiyordu.

İşte suçu kurşun gibi üzerinde, zavallı usu yine öyle uyuşmuş, öyle inmeli, öyle ağır.

Kafasını bir sallayabilse, yükü düşüverecek üzerinden: fakat bu kafayı kim sallayabilir ki?

Bu adam nedir? Kendi aralarında binde bir sessiz duran bir azgın yılanlar yumağı, -bu yüzden ayrı ayrı çıkarlar ve dünyada av ararlar.

Şu zavallı gövdeye bakın! Onun çektiklerini ve isteklerini zavallı can kendine göre yorumladı, -öldürme tutkusu ve bıçak mutluluğuna duyulan hırs diye yorumladı.

Şimdi sayrı düşeni bastırır şimdi kötü olan kötülük: kendine acı çektirenle acı çektirmek ister. Ama başka çağlar da vardı, başka bir kötü ve iyi de.

Bir zamanlar kötüydü kuşku ve kendi istemi. O zaman sayrılar zındık ve büyücü oldular: zındık ve büyücü olarak acı çektiler ve acı çektirmek istediler.

Fakat bu sizin kulağınıza girmez ki: iyi kişilerinizi incitirmiş, -bana öyle diyorsunuz. Peki ama bana ne sizin iyi kişilerinizden!

İyi kişilerinizin birçok şeyi beni tiksindiriyor; gerçek, kötülükleri değil. Keşke delilikleri olsaydı da, bu delilik yüzünden yok olabilselerdi, şu solgun suçlu gibi!

Evet, deliliklerine gerçek, ya da bağlılık, ya da doğruluk denseydi keşke: oysa onların erdemi çok yaşamak, acınacak bir rahatlık içre yaşamak içindir.

Ben ırmak kıyısında bir parmaklığım: tutunabilen tutunsun bana! Fakat koltuk değneğiniz değilim ben.

Böyle buyurdu Zerdüşt.

İffetli Bilgi Hakkında

Dün ay yükselirken, güneş doğurmak istermiş gibi geldi bana; öylesine geniş ve gebe dururdu ufukta.

Ama gebeliği yalancı bir gebelikti; ben aydaki erkeğe inanırım da, aydaki kadına inanmam.

Doğrusu, onda pek erkeklik de yoktur ya, bu utangaç gece cümbüşçüsünde. Evet, damlar üzerinde tedirgin bir vicdanla gezinir o.

Şehvet düşkünüdür, kıskançtır aydaki o keşiş; yeryüzüne şehvet duyar o, ve sevenlerin bütün sevinçlerine.

Hayır, sevmem damlarda sürten bu kediyi! Tiksinirim yarı kapalı pencerelere sokulan herşeyden!

Yıldız-halılar üzere yürür o, sessiz ve sofu: – ama ben usul basan, mahmuz şakırdatmayan insan ayaklarını sevmem.

Her dürüst adım ses verir; oysa kedi, toprak üzerinde uğrun uğrun gider. Bak, kedi gibi geliyor ay, dürüstlükten uzak.

Şu benzetmeceyi sunarım size, ey duygulu, iki yüzlü kişiler, ey “duru algılayanlar”! Ben size şehvet düşkünleri derim!

Yeryüzünü ve yersel olanı siz de seversiniz: iyi anladım sizi! -ama sevginizde utanç var, tedirgin bir vicdan var, -ay gibisiniz!

Yeryüzünü horgörmeye kandırılmış ruhunuz; ama bağırsaklarınız kandırılmamış: bunlar en güçlü yerleriniz sizin!

Ve ruhunuz, bağırsaklarınızın buyruğuna girmekten utanç duyuyor şimdi; utancını gizlemek için de, sinsi ve yalancı yollara sapıyor.

“Bence en ulu şey”- der yalancı ruhunuz kendine -“hayata istek duymadan bakmaktır, köpek gibi dilini sarkıtarak bakmak değil:

Bakmakla mutlu olmak: ölü bir istemle, bencilliğin pençesinden ve açgözlülüğünden uzak, -tepeden tırnağa soğuk ve külrengi, ama esrimiş ay gözleriyle bakmak!

Bence en sevimli şey”-baştan çıkmış olan böyle baştan çıkarır kendini” yeryüzünü ayın sevmesi gibi sevmektir, yeryüzünün güzelliğine ancak gözlerle dokunmaktır.

Ve bence şudur bütün nesnelerin lekesiz algılanması: nesnelerden birşey istememek, onların önüne bin gözlü bir ayna gibi uzanabilmek.”

Ey duygulu, ikiyüzlü kişiler, ey şehvet düşkünleri! Sizin isteğinizde suçsuzluk eksik: bu yüzden karaçalarsınız her isteğe!

Gerçek, siz yaratanlar, doğurganlar ve oluştan sevinç duyanlar gibi sevmezsiniz yeryüzünü!

Suçsuzluk nerdedir? Doğurma isteminin olduğu yerde. Ve bence en duru istem, kendinden öte yaratmak isteyende bulunur.

Güzellik nerdedir? Bütün istemimle istemem gereken yerde: görüntü, salt görüntü olarak kalmasın diye sevmek ve yok olmak istediğim yerde.

Sevmek ve yok olmak: bunlar ta baştan beri uyarlar birbirine. Sevme istemi: bu, ölmeyi de istemektir. Böyle derim size, ödlekler!

Oysa sizin o iğdiş göz süzmeniz, “dalınç” adını almak istiyor şimdi! Ödlek gözlerin kendisine dokunmasına ses çıkarmayan şeye de “güzel”denecek! Ah, soylu adları kirletenler sizi!

İşte üstünüzdeki ilenç, ey temiz kişiler, ey arı duru algılayanlar: hiçbir zaman doğuramayacaksınız, ufukta geniş ve gebe dursanız da!

Gerçek, ağzınızı soylu sözlerle doğurursunuz: yani yüreğinizin taştığına mı inanalım, yalancılar?

Ama benim sözlerim küçük, horgörülen, çarpık sözlerdir: yemek masanızda düşenleri seve seve toplarım ben.

Ama ben onlarla daha gerçeği söyleyebilirim iki yüzlülere! Evet, kılçıklarım, kabuklarım ve dikenli yapraklarım, -gıdıklayarak burunlarını iki yüzlülerin!

Sizin ve sofranızın çevresinde hep kötü bir hava vardır: şehvetli düşünceleriniz, yalanlarınızla sırlarınız bu havanın içindedir çünkü!

Kendinize inanmaya kalkışın yalnız, -kendinize, bir de bağırsaklarınıza! Kendine inanmayan hep yalan söyler.

Siz bir tanrının maskesini takmışsınız ey “arı duru kişiler”: bir tanrı maskesinin altına çöreklenmiş iğrenç yılanınız.

Gerçek, siz aldatırsınız, ey “dalgın kişiler”! Bir zamanlar Zerdüşt bile sizin tanrısal derilerinize aldanmış, onların içini dolduran yılan kangallarını sezememişti.

Bir zamanlar, oyunlarınızda bir tanrı gönlünü oynar gördüğümü sanırdım, ey duru algılayanlar! Sizin sanatlarınızdan üstün sanat yok sanırdım.

Yılan pisliğini ve kötü kokuyu, uzaklık gizlerdi benden: ortalıkta bir kertenkele kurnazlığı şehvetli şehvetli sürünürdü.

Ama ben size yaklaştım derken geldi gündüz bana, -şimdi de size geliyor, -sona erdi ayın sevişmesi!

Bakın işte! Tutulmuş ve solgun duruyor orada, -tan kızıllığının önünde!

O geliyor çünkü o, parıl parıl yanan, -onun yeryüzüne sevgisi geliyor! Suçsuzluktur, yaratıcı özlemdir her güneşsiz sevgi!

Bakın işte, nasıl sabırsız geliyor denizin üzerinden! Sevgisinin susuzluğunu ve sıcak soluğunu duymuyor musunuz?

Denizi emmek istiyor o, denizin derinliklerini kendi yüksekliğine çekmek istiyor: denizin arzusu binlerce göğüsle kabarıyor işte.

Güneşin susuzluğu ile öpülmek, emilmek istiyor, hava olmak istiyor yükseklik ve ışık yolu ve ışığın kendisi olmak istiyor!

Gerçek, güneş gibi ben de severim hayatı ve bütün derin denizleri.

Algı da şudur bence derin olan herşey ağacaktır- benim yüksekliğime!-

Böyle buyurdu Zerdüşt.

Bedeni Küçümseyenler Hakkında

Gövdeyi horgörenlere yöneltmek istiyorum sözümü. Ne yeniden öğrensinler, ne yeniden öğretsinler bana, kendi gövdelerine hoşçakal desinler yalnız, ve böylece sussunlar.

“Gövdeyim ben, ve can” -böyle der çocuk. Fakat neden çocuklar gibi konuşmamalı?

Oysa uyanmış, bilen kişi der:” Baştan aşağı gövdeyim ben, başka hiçbirşey değilim; can da ancak gövdedeki bir şeyin adıdır.”

Gövde büyük bir ustur, tek anlamlı bir çokluk, savaş ve barış, sürü ve çoban.

Senin küçük usun dahi gövdemin bir aracıdır kardeşim, o senin “ruh” dediğin, -büyük usunun küçük bir aracı ve oyuncağıdır.

“Ben” diyorsun ve bu sözden gurur duyuyorsun. Oysa daha büyüktür ondan -senin inanmak istemediğin- gövden ve gövdenin büyük usu: o “ben”
demez, “ben” eyler.

Ne ki duyu duyar, ne ki ruh bilir, kendi başına erek değildir hiçbir zaman. Oysa duyu ve ruh seni, herşeyin ereği olduklarına inandırmak isterler: öylesine kendini beğenmiştir onlar.

Araç ve oyuncaktır duyu ve ruh: arkalarında “kendi” vardır daha. Bu “kendi”, duyuların gözleriyle arar, ruhun kulakları ile dinler.

Hep dinler “kendi” ve arar: karşılaştırır, boyun eğdirir, yener, yıkar. Egemenlik sürer ve “ben”in dahi egemenidir.

Düşüncelerinin ve duygularının gerisinde kardeşim, zorlu bir hakan, bilinmeyen bir bilge vardır, -ona “kendi” denir. O senin gövdende barınır, o senin gövdendir.

Senin gövdende, değme bilgeliğinden daha çok us vardır. Ve gövden kimbilir neden ille de bu değme bilgeliğini gereksinir.

Kendi’n, ben’ine ve onun mağrur sıçrayışlarına güler: “Düşüncenin bu sıçrayışlarından ve uçuşlarından bana ne?” der kendi kendine. “Amacım için dolambaçlı bir yol. Ben yöneten ipiyim ben’in ve kavramlarını fısıldayanım.”

Kendi, ben’e der: “Ağrı duy!” Derken ben acı çeker ve daha fazla acı çekmemenin yolunu düşünür, -ve düşünmesi yanız bunun içindir.

Kendi, ben’e der: “Sevinç duy!” Derken ben sevinir ve sık sık sevinmenin yolunu düşünür, -ve düşünmesi yalnız bunun içindir.

Bir çift sözüm var gövdeyi hor görenlere. Horgörmelerini doğuran saygılarıdır. Saygıyı ve horgörmeyi ve değeri ve istemi yaratan nedir?

Yaratıcı kendi, saygıyı ve horgörmeyi yarattı kendine, sevinci ve acıyı yarattı kendine. Yaratıcı gövde, istemine el olsun diye, kendine ruhu yarattı.

Deliliğinizle ve horgörmenizle dahi, ey gövdeyi horgörenler, kendi’nize hizmet ediyorsunuz. Size diyorum: kendi’nizdir ölmek ve hayattan ayrılmak isteyen.

En çok yapmak istediği şeyi yapamıyor artık: -kendinden öte yaratmayı. En çok istediği budur, bütün özlemi budur.

Oysa bunda çok geç kalmıştır: -bu yüzden kendi’niz batmak istiyor, ey gövdeyi horgörenler.

Batmak istiyor kendi’niz; ve siz bu yüzden gövdeyi horgörenler oldunuz. Artık kendinizden öte yaratamıyorsunuz da ondan.

Bu yüzden kızıyorsunuz hayata ve yeryüzüne. horgörmenizin şaşı bakışında bilinçsiz bir kıskançlık var.

Ben sizin yolunuzdan gitmiyorum, ey gövdeyi horgörenler! Siz bence üstinsana köprü değilsiniz!

Böyle buyurdu Zerdüşt.

Erdem Kürsüleri Hakkında

Uyku ve redem üstüne pek güzel konuşan bir bilgeyi övdüler Zerdüşt’e: kendisi bu yüzden çok saygı görür, el üstünde tutulurmuş, bütün gençler de kürsüsünün önünde otururlarmış. Ona gitti Zerdüşt ve bütün gençlerle birlikte, kürsüsünün önüne oturdu. Ve şöyle buyurdu bilge:

Saygı ve utanç duymalı uykunun karşısında! İşin başı budur! Ve kötü uyuyanların ve geceleri uyanık duranların yolundan çekilin!

Hırsız dahi utanç duyar uykunun karşısında: hep geceleyin sessizce çalar. Utanmaz ama gece bekçisi, utanmadan taşır düdüğünü.

Öyle kolay bir sanat değildir uyumak: onun uğruna bütün gün uyanık durmak gerekir.

Günde on kez altetmelisin kendini: bu iyi bir yorgunluk verir ve canın afyonudur.

On kez yine barışmalısın kendinle; çünkü altetme acıdır ve kötü uyur barışmayan.

On gerçek bulmalısın günde, yoksa gece de ararsın gerçeği ve canın aç kalır.

On kez gülmelisin günde ve sevinmelisin: yoksa miden , o dert babası, gece seni tedirgin eder.

Bunu bilen azdır: iyi uyumak için kişide bütün erdemlerin bulunması gerekir. Yalan yere tanıklık mı edeceğim? Zina mı edeceğim?

Komşumun hizmetçisine göz mü dikeceğim? Bütün bunlar uykuya iyi gelmez.

Ve kişide bütün erdemler olsa bile, bilinmesi gereken birşey daha vardır: erdemlerin kendilerini de tam vaktinde uykuya yollamak.

Birbirleriyle çekişmesinler diye bu hanım hanımcık dişiler! Senin yüzünden, ey mutsuz kişi!

Tanrıyla ve komşuyla barış: bunu isater iyi uyku. Ve komşunun şeytanıyla dahi barış! Yoksa geceleri tebelleş olur sana.

Yetkililere saygı ve boyun eğiş, çarpık yetkilere dahi! Böyle ister iyi uyku. Çarpık bacaklar üstünde yürümek istiyorsa güç, benim elimden ne gelir?

Her kim koyununu en yeşil otlağa götürürse, ben ona her zaman en iyi çoban derim: bu bağdaşır iyi uykuyla.

Ne çok şerefim olsun isterim, ne de çok hazinem: bunlar safra kabartırlar. Ama iyi bir adın ve küçük bir hazinen olmazsa iyi uyunmaz.

Bence küçük bir topluluk kötü bir topluluktan yeğdir: tam vaktinde gelip gitsinler de. Bu bağdaşır iyi uykuyla.

Çok hoşuma gider ruh yoksulları da: bunlar uykuyu ilerletirler. Mutludurlar, hele kendilerine her zaman hak verilirse.

Böyle geçer erdemlilerin günü. Gece olunca uykuya çağırmaktan sakınırım! Çağrılmak istemez o, uyku, erdemler hakanı!

Ama gündüzün ne yaptığımı ve ne düşündüğümü düşünürüm. Böyle, inek gibi sabırlı, geviş getirirken kendime sorarım: senin on yengin nelerdi?

Ve gönlümü gönendiren on barışma ve on gerçek ve on gülüş nelerdi?

Ben bunları düşünür, kırk düşüncenin beşiğinde sallanırken, birden bastırır beni uyku, o çağrılmayan, erdemler hakanı.

Uyku gözlerime vurur: onlar da ağırlaşırlar. Uyku ağzıma dokunur: o da açık kalır.

Doğrusu, yumuşak tabanlar üzere gelir bana hırsızların en sevgilisi ve düşüncelerimi çalar: şu kürsü gibi aptal, kalakalırım ben de.

Ama fazla kalamam böyle: artık yatarım.

Zerdüşt bilgenin bu dediklerini işitince için için güldü. Çünkü içine bir ışık doğmuştu. Ve şöyle dedi gönlüne:

Bence soytarının biri bu kırk düşünceli bilge: ama uyumayı iyi biliyor sanırım.

Ne mutlu bu bilgeye yakın duranlara! Böylesi uyku bulaşıcıdır, kalın bir duvardan bile geçer.

Kürsüsünde dahi büyü var. Gençlerin, bu erdem vaizinin önünde oturmaları boşuna değilmiş.

Onun bilgeliği şu: iyi uyumak için uyanık durmalı. Gerçek, hayatın anlamı olmasaydı ve ben anlamsızı seçmek zorunda kalsaydım, bence de en seçilesi anlamsızlık olurdu bu.

Eskiden, erdem öğreticileri aranırken, en çok neyin arandığını iyice anlıyorum şimdi. İyi uykuydu aranan. Ve afyon erdemler, bu uyku için!

Bütün bu övülmüş kürsü bilgelerinin bilgeliği düşsüz uykuydu: onlar hayat için daha üstün bir anlam tanımazlardı.

Bugün de erdem vaizi gibi olanlar var, her zaman bu kadar dürüstte değiller: ama onların çağı geçti. Daha fazla ayakta kalamazlar artık: işte yatmışlar bile.

Mutludur bu uykulu kişiler, çünkü çok geçmeden dalacaklardır.

Böyle buyurdu Zerdüşt.

Mezar Türküsü

Orası mezarlar adasıdır, susan ada; gençliğimin mezarları da oradadır. Hep yeşil kalan bir hayat çelengi iletmek isterim oraya.

Bunu gönlüme koyup aştım denizi.

Siz ey gençliğimin görünümleri, görüntüleri! Siz ey bütün sevgi bakışları, siz tanrısal bakışlar! Ne çabuk yitirdim sizi! Bugün sizi ölülerim gibi anıyorum.

Sizden, ey sevgili ölülerim, bana bir burcu koku geliyor, gönül açan, göz yaşartan. Gerçek, bu koku, yalnız gemicinin gönlünü açıyor, allak bullak ediyor.

En zengin, en imrenilesi kişiyim daha ben, -ben en yalnız olan! Çünkü siz benimdiniz, ben sizinim daha. Deyin bana; böyle kırmızı elmalar benden başka kime düşmüştür ağaçtan?

Sevginizin mirasçısı ve mirasıyım daha ben; sizi andıkça renk renk, yabanıl erdemlerle çiçeklenmekteyim, ey en sevgililer!

Ah, birbirimize yakın olmak için yaratılmıştık, ey güzel, görülmemiş harikalar; ürkek kuşlar gibi gelmediniz bana ve özlemime, -hayır, güvenene güvenenler gibi geldiniz!

Evet, bağlılık için yaratılmıştınız bence, ince sonrasızlıklar için: Şimdi gelgeç diye mi adlandırayım sizi, ey tanrısal bakışlar, anlar; başka bir ad öğrenmedim daha ben.

Gerçek, pek erken öldünüz bana göre, kaçaklar. Ama siz kaçmadınız benden, ben de sizden kaçmadım: gelgeçliğimizde suçsuzuz birbirimize karşı.

Beni öldürmek için, sizi boğdular, ey şakıyan kuşları umutlarımın! Evet, size attı, en sevgililer, oklarını kötülük, -yüreğimden vurmak için!

Vurdu da! Çünkü benim gönlüme en yakın sizdiniz hep, benim dediklerim, bana benim diyenler: Bu yüzden genç ve pek erken ölmek zorunda kaldınız.

En can alıcı yerime saldılar oku: siz ki deriniz tüy gibiydi, daha doğrusu, bir bakışta sönen gülümseme gibiydi!

Ama bir çift sözüm var düşmanlarıma: bana ettikleriniz yanında adam öldürmek nedir ki?

Adam öldürmekten daha beter kötülük ettiniz bana; yerine konmaz şeylerimi aldınız benden: -bunu derim size ey düşmanlarım!

Öldürmediniz mi gençliğimin görüntülerini, en sevgili harikalarını! Oyun arkadaşlarımı aldınız benden, kutlu canları! Onların anısına koyuyorum bu çelengi, bu ilenci.

Size bu ilenç, düşmanlarım! sonrasızlığımı kısaltmadınız mı, bir sesin soğuk gecede sönmesi gibi! Ancak tanrısal gözlerin pırıltısı gibi gelirdi o bana, -bir anlık bakış gibi!

Şöyle demişti mutlu bir saatinde tertemizliğim: “tanrısal olacaktır benim için bütün varlıklar.”

Derken kirli hortlaklarla üşüştünüz başıma; ah, nereye uçtu şimdi o canım saat!

“Bütün günler benim için kutsal olacaktır” -böyle demişti gençliğimin bilgeliği: evet, sevinçli bir bilgeliğin dili!

Ama sonra siz düşmanlarım, çaldınız benim gecelerimi, onları uyku bilmez ağrıya sattınız: ah, nereye uçtu şimdi o sevinçli bilgelik!

Eskiden mutlu belirtiler özlerdim kuşlardan: derken bir baykuş azmanı çıkardınız yoluma, iğrenç mi iğrenç. Ah, nereye uçtu en ince özlemim o zaman?

Bütün tiksintileri yadsımaya and içmiştim: derken çıbana döndürdünüz yakınlarımı, en yakınlarımı. Ah, nereye uçtu en soylu andım o zaman?

Kör gibi yürürdüm kutlu yollarda eskiden: derken pislik attınız körün yoluna: şimdi kör, eski kaldırımından tiksiniyor.

Ve en güç işimi başardığım ve yengilerimin bayramını kutladığımda: beni sevenleri bağırttınız, en çok o sırada canlarını yakarmışım gibi.

Gerçek, sizin işiniz buydu hep: en tatlı balımı zehir ettiniz bana, en iyi arılarımın çabasını.

İyilikseverliğime en arsız dilencileri gönderdiniz hep; acımanın çevresine onulmaz yüzsüzleri yığdınız. Erdemimin inancını böyle yaraladınız işte.

Ve en kutsalımı süngü olarak koyduğumda, “sofuluğunuz”hemen daha semiz armağanlar yerleştirdi yanına: böylece en kutsalım, sizin yağınızın dumanında boğuldu.

Ve öyle bir hora tepmek istiyordum ki, benzeri geçmişimde bulunmasın: hora tepmek istiyordum bütün göklerden öte. Derken en gözde çalgıcımı kandırdınız.

O da korkunç, ağır bir havaya başladı; ah, yaslı bir kaval gibi ötüyordu kulaklarımda!

Öldüren çalgıcı, kötülük aracı, en suçsuz araç! En güzel oyuna durmuştum: derken öldürdün coşkumu seslerinle!

En yüce şeylerin simgesini oyunla anlatabilirim ancak: -en yüce simgem dile gelmeden kaldı üyelerimde!

Dile gelmeden, gerçekleşmeden kaldı en yüce umudum! Ve soldu bütün görüntüleri, avuntuları gençliğimin!

Buna nasıl dayandım? Nasıl atlattım, nasıl kurtuldum bu yaralardan? Bu mezarlardan nasıl yekindi ruhum yeniden?

Evet, yara almaz, gömülmez birşey var içimde, kayaları parçalayacak birşey: bu benim istemim’dir. Sessiz ilerler ve o değişmeden, yıllar boyu.

Yolunu benim ayaklarımla yürüyecektir koca istemim; taş yüreklidir yapısı ve yaralanmaz.

Yara almaz yerim ancak topuğumdur. Sağsın daha, olduğun gibisin, ey en sabırlı olan! Bütün mezarlardan uğramadın mı hep!

Ne ki gençliğimde kurtarılmadı, sende yaşar daha; umut dolu, hayat ve gençlik gibi oturursun burada, mezarların sarı yıkıntıları üstünde.

Evet, sen daha benim için bütün mezarları yıkansın: selam sana, istemim benim! Ve ancak mezarların olduğu yerde olur dirilmeler.

Türküsü buydu Zerdüşt’ün.

Panayır Sinekleri Hakkında

Yalnızlığına kaç, dostum! Seni büyük adamların gürültüsünden sersemlemiş, küçüklerin iğneleriyle de delik deşik olmuş görüyorum.

Seninle nasıl susulacağını pek iyi bilir orman ve kaya. O sevdiğin ağaca benze yine sen, o geniş dallıya: sessiz ve dinlercesine sarkar o, denizin üstüne.

Yalnızlığın bittiği yerde, pazar yeri başlar; pazar yerinin başladığı yerdeyse, büyük oyuncuların gürültüsü ve ağılı sineklerin vızıltısı başlar.

Dünyada en iyi şeyler dahi, göstereni olmazsa, değersizdirler: Bu göstericilere “büyük adam “der halk.

Halk pek anlamaz büyükten, yani: yaratıcılıktan. Ama büyük şeylerin bütün göstericilerinden ve oyuncularından hoşlanır.

Yeni değerler yaratanların çevresinde döner dünya: -görünmeden döner. Oysa oyuncuların çevresinde döner halk ve şan :” dünyanın gidişi” böyledir.

Ruh vardır oyuncuda, ama ruhun vicdanı pek yoktur. O hep, en çok inandırdığı şeye inanır, – kendine inandırdığı.

Yarın buna inanır, öbürgün başkasına. Keskin gözleri vardır halk gibi, ve değişken huyları.

Devirmek, -onca kanıtlamaktır bu. Çıldırtmak, -onca kandırmaktır bu. Ve onca kan, bütün kanıtların en iyisidir.

Ancak duyarlı kulaklara sızan gerçeğe, yalan ve hiç der o. Gerçek, dünyada büyük gürültü koparan tanrılara inanır o ancak!

Gösterişli soytarılarla doludur pazar yeri, – ve halk övünür büyük adamları ile! Bunlar onlara göre, anın efendileridirler.

Fakat an onu sıkıştırır, o da seni sıkıştırır. Ve senden “evet” ya da “hayır” ister. Yazık, “…yana olma” ile “…karşı olma” arasına mı koymak istiyorsun iskemleni?

Bu dediği dedik, bu sıkıcı kişileri kıskanma, ey gerçek tutkunu! Dediği dedik kişinin koluna hiçbir zaman asılmamıştır gerçek.

Bu apansız kişiler yüzünden, güvenliğine dön; kişiyi ancak pazar yerinde bastırır; Evet mi hayır mı?

Ağır duyuşludur bütün derin kaynaklar; derinliklerine düşenin ne olduğunu anlamak için uzun süre beklemeleri gerekir.

Pazar yerinden ve şandan uzakta yer alır büyük olan herşey; hep pazar yerinden ve şandan uzakta barınmıştır yeni değerler yaratanlar.

Yalnızlığına kaç dostum; görüyorum ki her yerini ağılı sinekler sokmuş. Sert ve sağlam bir havanın estiği yere kaç!

Yalnızlığına kaç! Sen küçük ve acınacak kişilere pek yakın yaşadın. Onların göze görünmez öçlerinden kaç! Onlar sana karşı öçten başka bir şey değildirler.

Artık el kaldırma onlara! Sayısızdır onlar, hem senin yazgın sinek kovmak değil ki.

Sayısızdır küçük ve acınacak kişiler, nice mağrur yapıların yıkımı olmuştur yağmur damlaları ve yabanıl otlar.

Sen taş değilsin, ama sayısız damlalar seni şimdiden oymuşlar. Sayısız damlalardan yarılıp parçalanacaksın daha.

Görüyorum ki ağılı sinekler bitirmiş seni; görüyorum ki kan akıyor deşilmiş binbir yerinden; ve gururun kızmak dahi istemiyor.

Senden kan isterler tam bir suçsuzluk içinde; kansız canları kana susamıştır, ve sokarlar bundan ötürü, tam bir suçsuzluk içinde.

Ama sen, ey derin kişi, küçük yaraların acısını dahi pek derin duyarsın; ve daha iyileşmeden, aynı ağılı kurt elinin üstünde yürümektedir.

Bu pisboğazları öldüremeyecek kadar gururlusun sen. Ama sakın, onların bütün ağılı haksızlıklarına katlanmak senin alınyazın olmasın!

Onlar senin çevrende övgüleriyle dahi vızıldarlar; yılışıklıktır onların övgüsü. Onlar senin derine ve kanına yakın olmak isterler.

Sana tanrı ya da şeytanmışsın gibi yaltaklanırlar; senin önünde, sanki tanrı ya da şeytan karşısındaymış gibi sızlanırlar. Neye yarar ki! Yaltaklananlar ve sızlanandırlar onlar, o kadar.

Ve sık sık sevimli görünürler sana. Fakat bu öteden beri korkakların kurnazlığıdır. Evet, korkaklar kurnaz olurlar.

Seni dar gönülleriyle çok düşünürler, hep kuşkulanırlar senden! Çok düşünülen herşey, kuşkuyla düşünülür.

Seni erdemlerin yüzünden cezalandırırlar. Yürekten bağışladıkları ancak, yanlışlarındır.

Sen yumuşak ve doğru olduğun için, dersin ki: “suçsuzdur onlar küçük varlıkları içinde.” Fakat onların dar gönülleri düşünür: “suçludur bütün büyük varlıklar.”

Sen onlara yumuşak davranırken dahi, kendilerini horgördüğünü sanırlar; ve senin iyiliğini gizli kötülüklerle öderler.

Senin sessiz gururun onların beğenisine hep aykırıdır; bir kez olsun hafiflik etmek alçakgönüllülüğünü gösterirsen, sevinirler.

Biz, bir kişide bulduğumuz şeyi, onda alevlendiririz de. Onun için sakın küçüklerden!

Senin önünde kendilerini küçük bulurlar ve alçaklıkları sana karşı bir görünmez öç içinde parıl parıl yanar.

Görmedin mi, sen yanlarına varınca sık sık nasıl sustuklarını, ve güçlerinin, sönen bir ateşin dumanı gibi, onlardan nasıl ayrıldığını?

Evet dostum, komşularının tedirgin vicdanısın sen; çünkü onlar senin dengin değildirler. Bunun için senden nefret ederler ve kanını emmeye can atarlar.

Senin komşuların hep ağılı sinekler olacaktır.; sende büyük olan, -işte bu, onları daha bir ağılı, daha bir sineksi kılacaktır.

Yalnızlığına kaç dostum, -ve oraya, sert ve sağlam bir havanın estiği yere. Senin yazgın sinek kovalamak değildir.

Böyle buyurdu Zerdüşt.

Merhamet Edenler Hakkında

Dostlarım, dostunuza şöyle bir yergi yöneltmişler: “Zerdüşt’e bakın! Sanki biz hayvanmışız gibi dolaşmıyor mu aramızda?

Ama şöyle dense daha iyi olur: ” Gören kişi insanlar arasında, hayvanlar arasındaymış gibi dolaşır.”

İnsanın kendisi, gören kişi için nedir: al yanaklı bir hayvan.

Bu, insanın başına nasıl gelmiştir? Pek sık utanmak zorunda kalmasından değil midir?

Ey dostlarım! Şöyle der gören kişi: utanç, utanç, utanç, -insanın tarihi budur!

Ve bunun için soylu kişi, başkalarını utandırmamayı buyurur kendine: bütün acı çekenlerin önünde utancı buyurur kendine.

Gerçek, sevmem onları, o acıyanları, o acırken mutlananları: utançtan yana pek eksik onlar.

Acımam gerekirse, bana acıyan kişi denmesini istemem; ve acıyan kişiysem, uzaktan olmasını yeğ tutarım.

Ve yeğ tutarım başımı örtmeyi ve daha tanınmadan kaçmayı: sizin de böyle yapmanızı isterim, dostlarım.

Yazgım yoluma hep sizin gibi dertsizleri çıkarsın, kendileriyle umut ve yemek ve bal bölüşebileceğim kişileri!

Gerçek, o dertliler için şunu bunu yaptım: fakat daha iyi sevinmeyi öğrendiğimde, hep daha iyi şeyler yapmışım gibi geldi bana.

İnsanlığın var olduğu günden beri insan pek az sevinmiştir: yalnız bu, kardeşlerim, bizim ilk günahımızdır!

Daha iyi sevinmeyi öğrenirsek, başkalarına zarar vermeyi ve zarar düşünmeyi daha kolay unuturuz.

Bunun için elimi yıkarım acı çekene yardım edince; bunun için gönlümü dahi silerim.

Çünkü acı çekeni acı çeker görünce, onun utancından ötürü utandım; ve ona yardım edince, gururunu pek yaman incitmiş oldum.

Büyük borçlar insanları değer bilmeye değil, kin beslemeye yöneltir; küçük bir iyilik, unutulmazsa, kemiren bir kurt olur çıkar.

“Çekingen kabul edin! Kabul ederken kendinizi gösterin!” -bunu salık veririm armağan edecek şeyi olmayanlara.

Ama ben, armağan edenim: dostun dosta vermesi gibi armağan etmeyi severim. Fakat yabancılarla yoksullar, meyveyi ağacından kendileri koparabilirler; daha az utandırır bu.

Ama dilencilerin kurutmalı kökünü! Gerçek, onlara vermek kişiyi tedirgin eder, onlara vermemek dahi kişiyi tedirgin eder.

Günahkarlarla tedirgin vicdanlar da öyle! Bana inanın, dostlarım: Vicdan yarası, yaralanmayı öğretir kişiye.

Ama en kötüsü, küçük düşüncelerdir. Gerçek, kötülük işlemek, küçük düşmekten yeğdir.

Elbet, siz dersiniz: “küçük kötülüklerin verdiği haz, bizi nice büyük kötü işlerden esirger.” Fakat burda kişi esirgenmek istememeli.

Çıban gibidir kötü iş: kaşınır ve sinirlendirir ve patlar, -dürüst konuşur.

“Bak, ben sayrılığım,” der kötü iş: bu onun dürüstlüğüdür.

Oysa mantar gibidir küçük düşünce: sokulur ve saklanır ve hiçbir yerde olmak istemez, -ta ki bütün gövde küçük mantarlarla çürür, sararır, solar.

Ama cin tutmuş kişinin kulağına şu sözü fısıldamak isterim: “cinini büyütsen iyi edersin! Senin için bile daha büyüklük yolu bulunur!”

Ah kardeşlerim! Kişi herkesi biraz fazla tanır. Ve nice kimseler bize göre saydamlaşırlar, yine de biz onların içine hiçbir zaman giremeyiz.

İnsanlar arasında yaşamak güçtür, susmak çok güçtür de ondan.

Ve biz zıddımıza gidene haksızlık etmeyiz en çok, bizi hiç ilgilendirmeyene ederiz.

Fakat acı çeken dostun varsa, acısına dinlenme yeri ol; sert bir yatak gibi ama asker yatağı gibi: onun en çok böyle yararsın işine.

Ve dostun biri sana kötülük ederse, şöyle de: “Bana ettiğini sana bağışlıyorum; ama kendine ettiğini, – onu nasıl bağışlarım!”

Böyle buyurur her büyük sevgi: o bağışlamayı da, acımayı da alteder.

Kişi yüreğini sıkı tutmalı: onu bir koyverdin mi, kafanı da pek çabuk kaçırırsın!

Ah, dünyada acıyanların deliliklerinden daha büyük delilikler nerede görülmüştür? Ve dünyada acıyanların deliliklerinden daha çok acı doğurmuş ne vardır?

Yazık bütün o seven, fakat acımalarının üstüne çıkmayan kişilere!

Birgün bana şöyle dedi şeytan: “tanrının dahi kendi cehennemi vardır: bu, insana sevgisidir.”

Ve şöyle dediğini işittim geçenlerde: “Tanrı öldü: insana acımasından öldü tanrı.”

Böylece acımadan sakının: o yandan insan üstüne bir kara bulut gelecek daha! Gerçek, ben havanın dilinden anlarım!

Ama şu sözü de belleyin: her büyük sevgi, bütün acımasının üstündedir: çünkü o, sevileni yaratmak ister!

Kendimi sunuyorum sevgime,”komşumu da kendim gibi” -konuşması da böyledir, bütün yaratıcıların.

Ama bütün yaratıcılar çetindirler.

Böyle buyurdu Zerdüşt.

Savaş ve Savaşçılar Hakkında

Ne en iyi düşmanlarımız esirgesin isteriz bizi, ne de yürekten yürekten sevdiklerimiz, öyleyse size doğruyu ben söyleyeyim!.

Savaş kardeşlerim benim! Sizi ben yürekten severim, oldum olası ben sizlerdenim. Ve en iyi düşmanınızım aynı zamanda. Öyleyse size doğruyu ben söyleyeyim.

Yüreklerinizin nefret ve hasedini bilirim. Nefret hasedi bilmeyecek kadar büyük değilsiniz siz. Bunlardan utanmayacak kadar büyük olun!

Ve bilgi ermişleri olamıyorsanız, hiç değilse bilgi savaşçıları olun. Onlardır bu ermişliğin yoldaşları ve öncüleri.

Pek çok asker görüyorum: pek çok savaşçı görebilsem keşke! “Üniforma” diyorlar giydiklerine: üniformanın içindekiler üni-form olmasalar bari!

Gözleri hep bir dülman arayan kişiler olmalısınız, -kendi düşmanınızı, ve aranızdan bazıları ilk bakışta nefret eder.

Kendi düşmanınızı aramalısınız, kendi savaşınızı yapmalısınız, ve kendi düşünceleriniz uğruna! Ve eğer düşünceleriniz yenilirse, yine de dürüstlüğünüz zafer naraları atmalıdır.

Siz barışı, yeni savaşlara bir araç diye sevmelisiniz. Ve kısa bir barışı, uzunundan çok dafa fazla sevmelisiniz.

Kişi, ancak okla yayı olunca susar ve sakin oturabilir: yoksa gevezelik eder ve didişir. Barşınız bir zafer olsun!

Savaşı bile kutsayan, iyi bir davadır!: -mı diyorsunuz? Ben size derim: iyi bir savaştır her davayı kutsayan!

Savaş ve cesaret, komşu sevgisinden daha büyük şeyler başarmıştır. Acımanız değil, cesaretiniz kurtarmıştır bugüne dek çaresizliğe düşenleri.

“İyi nedir” diye soruyorsunuz. Cesur olmak iyidir. Bırakın küçük kızlar desinler: “İyi olmak hem güzel hem de dokunaklı olmaktır” diye.

Size yüreksiz diyorlar: ama tertemizdir sizin yüreğiniz ve içtenliğinizdeki utangaçlığı seviyorum ben. Siz yükselişinizden utanıyorsunuz, başkalarıysa inişlerinden.

Çirkin misiniz? Peki, öyleyse kardeşlerim! Yüceye bürünün, çirkinlerin örtüsüne!

Ruhunuz büyüdümü kibirlenir, yüceliğinizde ise kötülük vardır. Ben sizi bilirim.

Kibirli kişiye aciz kişi kötülükle konuşur.Ama birbirlerini yanlış anlarlar. Ben sizi bilirim.

Ancak nefret edilesi düşmanlarınız olmalı sizin, horgörülesi değil! Düşmanlarınızla övünç duymalısınız: o zaman düşmanınızın başarısı sizin de başarınız olur!

İsyan, -bu, kölenin soyluluğudur. Sizin soyluluğunuz, sözdinlerlik olmalı. Sizin emredişiniz bile, sözdinlerlik olmalı!

“Yapmalısın”, “istiyorum”dan daha hoş gelir iyi bir savaşçının kulağına. Ve sizce sevilen herşeyi, önce emrettirmelisiniz kendinize.

Hayat sevginiz, en yüksek umudunuza duyduğunuz sevginiz olsun; en yüksek umudunuz da en yüksek hayat düşünceniz olsun!

En yüksek düşüncesinizi ise bir emir olarak benden almalısınız : İnsan, aşılması gereken birşeydir!

Böyle yaşayın sözdinlerlik ve savaş hayatınızı! Uzun ömrün ne önemi var! Savaşçı neyin esirgenmesini ister ki!

Esirgemem sizi ben, yürekten severim, savaş kardeşlerim benim!

Zerdüşt böyle diyordu…

Genç ve Yaşlı Kadınlar Hakkında

“Alacakaranlıkta öyle ürkek ürkek nereye gidiyorsun Zerdüşt? Paltonun altında ne saklıyorsun öyle itinayla? Servet mi sana bahşedilen? Ya da bir çocuk, senden dünyaya gelen? Yoksa sen de mi hırsızların yolunu tuttun ey kötülerin dostu?”

“Hakikaten kardeşim” dedi Zerdüşt, bana bahşedilmiş bir servettir bu: Küçük bir hakikattir bu taşıdığım şey! Fakat bu hakikat, afacan bir çocuk gibidir, ağzını kapamasam avazı çıktığı kadar bağırır.

Bugün, güneşin battığı bir vakit, yolsa yürürken ihtiyar bir kadına rastladım. Şöyle seslendi gönlüme;

-“Çok şey söyledi Zerdüşt, bir kadınlara da.Lakin kadınlar hakkında hiçbirşey söylemedi.”

Ben de karşılık verdim kendisine;

-“Yanlız erkeklerle konuşurum kadınlar hakkında.”

“Bana da bahset” dedi kadın: “Söylediklerini unutacak kadar ihtiyarım”

Ve itaat ettim yaşlı kadına, şöyle konuştum onunla;

Herşey bir muammadır kadında ve herşeyin tek bir çözümü vardır: Gebelik! Erkek, kadın için bir araçtır, amaç daima çocuktur. Peki kadın nedir erkek için?

İki farklı şey ister sahih erkek: Tehlike ve oyun! Bundan ötürü ister kadını, en tehlikeli oyuncak olarak.

Savaş için eğitilmelidir erkek. Ve kadın sa savaşçıyı dinlendirmek için. Bunun dışındaki herşey deliliktir!

Fazlasıyla tatlı meyveleri sevmez savaşçı. Bu sebeple sever kadını. En tatlı kadın dahi acıdır zira.

Kadın, çocukları erkekten daha iyi anlar. Lakin erkek, daha çocuktur kadından.

Bir çocuk gizlidir sahih erkekte. Oynamak ister. Haydi kadınlar! Keşfedin bakalım erkekteki bu çocuğu!

Bir oyuncak olmalıymış kadın. Saf ve zarif, henüz teşekkül edilmemiş bir dünyanın erdemleriyle mücevher misali parlayan.

Sizin sevginizde parlasın bir yıldızın ışığı! Umudunuzun tarifi olsun şu: “İnsanüstünü doğurabilsem”

Cesaret olmalı sevginizde! Sevginizle yürümelisiniz üstüne, sizde korku uyandıranın.

Haysiyet olmalı sevginizde! Aksi takdirde haysiyeti yeterince idrak edemez kadın. Haysiyetiniz, sevildiğinizden daha fazla sevmek ve hiçbir zaman ikinci olmamak olmalı!

Seven kadından korkmalı erkek: Sevdiği uğruna her türlü fedakarlıkta bulunur ve sevgisi dışındaki herşey kaybeder kıymetini.

Kin güden kadından kormalı erkek: Zira erkek ruhunun derinliğinde çok fenadır. Kadın ise orada bayağıdır.

En çok kimden nefret eder kadın? -Demir böyle sormuş mıknatısa: “En çok senden nefret ederim, zira çekersin, fakat yeterince güçlü değilsin, kendine tutacak kadar.”

Erkeğin mutluluk tarifi şudur: Ben isterim! Kadının mutluluk tarifi ise: O ister!

“İşte şimdi dünya kusursuz oldu!” -böyle düşünür, tüm sevgisiyle itaat eden her kadın.

Ve itaat etmelidir kadın, ve bir derinlik katmalıdır yüzeyselliğine. Kadının ruhu bir yüzeydir, bir zardır, sığ sular üzerinde oynamak, fırtınalı!

Erkeğin ruhu ise derindir, çağlar nehri yeraltı mağaralarında: Kadın onun gücünü sezer, lakin idrak edemez.

İhtiyar kadın bana şu cevabı verdi: “Pek sevimli şeyler söyledi Zerdüşt, özellikle de bunlara uygun yaştaki gençler için.”

Ne tuhaf ki yeterince tanımaz kadınları Zerdüşt, ancak haklıdır söylediklerinde. Bunun sebebi, kadında imkansız diye bir şeyin olmayışımıdır?

Ve şimdi küçük bir hakikati bir teşekkür olarak kabul et. Ben böylesi bir hakikati dile getirebilecek kadar ihtiyarım.

Onu sar sarmala ve kapa ağzını! Yoksa avazı çıktığı kadar haykırır bu hakikat.

“Anlat bana kadın şu hakikati” dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu ihtiyar kadın;

-“Kadınlara mı gidiyorsun? Kırbacını unutma!”

Zerdüşt böyle buyurdu…

Ayaktakımı Hakkında

Bir haz pınarıdır hayat; fakat zehirlenir ayaktakımının içtiği tüm pınarlar.
Temiz, açık seçik olan herşeye bayılırım; ancak sırıtan ağızları ve pislerin susuzluğunu sevmem.

Gözlerini aşağıya, pınara diker onlar: ondan sonradır ki, iğrenç gülüşleri, pınardan yukarı doğru yansır bana.

Kutsal suyu şehvetleriyle zehirlediler ve kirli rüyalarını haz diye tanımlarken, sözcükleri de zehirlediler.

İştahı kesilir kıvılcımların, tutsalar yaş kalplerini ateşe; kaynamaya ve tütmeye başlar ruhun ta kendisi, ne zaman yaklaşsa ayaktakımı ateşe.

Buruşur ve içi geçer meyvenin onların elinde; rüzgar karşısında dayanaksız kılar bakışlarıyla meyve ağacını, kurutur tepesini.

Ve bazıları, sırtını dönüp hayata, özünde ayaktakımına sırtını dönmüş oldu: paylaşmak istemedi pınarı, alevi ve meyveyi ayaktakımıyla.

Ve çöle gidip yırtıcı hayvanlarla birlikte susuzluk çeken bazıları oturmak istemediler sarnıcın başına, pasaklı devecilerle. Ve yok etmek üzere gelen ve meyve bahçelerinin üzerine dolu sağanağı misali boşalan bazıları, ayaklarını ayaktakımının boğazına tıkamak ve seslerini kesmek niyetindeydiler sadece.

Bana en çok bulantı veren lokma, hayatın ta kendisinin düşmanlık,ölüm ve azap çarmıhları gerektirdiğini bilmek değildir.

Tam tersi; bir gün şu soruyu sordum kendime ve az kalsın boğuluyordum bu sebeple: Ne? Hayatın ayaktakımına da mı ihtiyacı var?

Zehirlenmiş pınarlara mı ihtiyaç var? Berbat kokan ateş, kirlenmiş rüyalar ve hayat ekmeğinin içindeki kurtlar da mı bir ihtiyaç?

Nefretim değil, tiksintim kemirip bitiriyor hayatımı, aç kurtlar gibi! Ah, bezdirdi beni ruhtan[zekadan], ayaktakımının dahi bir ruhu[zekası] olduğunu görmek.
Ve döndüm sırtımı hükümdarlara, neyi kasteddiklerini öğrendikten sonra hükmetmekle: hükmetmek diyorlar, iktidar uğruna pazarlık yapmaya ve çekişmeye -ayaktakımıyla.

Dilini bilmediğim yabancı halklar arasında kulakları tıkalı yaşadım: duymayayım diye, iktidar uğruna yapılan pazarlık ve çekişmeyi.

Burnumu tıkayıp gönülsüzce geçtim, tüm dün ile bugündeki herşeyin içinden.Hakikaten,muharrir ayaktakımın tüm dün ile bugünü berbat kokusunu yayıyor.

Bir dilsiz, bir sağır, bir kör ve kötürüm gibi, -böyle yaşadım, uzun bir süre; uzak kalmak için iktidar-ayaktakımı, muharrir ayaktakımı ve haz ayaktakımından.
Zahmetle tırmandı merdivenleri ruhum, ihtiyatla; haz sadakalarıyla ferahladı ve sürünerek geçti ömrü körün.

Ne oldu bana böyle? Nasıl kurtardım kendimi tiksintiden? Kim gençleştirdi gözümü? Ve nasıl ulaştım, pınar başlarında ayaktakımının bulunmadığı yüceliğe?

Tiksintim mi verdi bana, kanat takıp, pınarı bulma gücünü? Hakikaten, yeniden bulmak için haz pınarını, en yüksek irtifalara yükselmem gerekti!

Ah, buldum onu kardeşlerim! Burada, en tepede kaynıyor benim için haz pınarı. Ve sularından hiçbir ayaktakımının içmediği bir hayat var burada!

Ey haz pınarı, pek şiddetle akmaktasın gibi geliyor bana! Ve doldurmak isterken çok defa, boşaltıyorsun kaseyi.

Benimse çok daha tevazu göstererek yaklaşmayı öğrenmem gerek sana: hala şiddeletle akmakta kalbim sana doğru.

İçinde yazımın yandığı kalbim; o ömürsüz, kızgın, kara sevdalı ve mesut yazımın: Nasıl da hasretlik çekmekte serinliğine, benim yaz kalbim!

Gelip geçti baharımın dingin hüznü! Geçti hırçınlığı, haziranda görülen kar yumaklarının! Tepeden tırnağa yaz kesildim, hatta yaz öğlesi.

Bir yaz ki, en yüksek irtifada, soğuk pınarlar ve bahtiyarlık veren bir sükunet içinde: ah, geln dostlarım, gelin de daha da bahtiyar olsun sükunet!

Zira bu, bizim zirvemiz ve bizim yordumuzdur: burada, tüm pislik ve onların susuzlukların ötesinde, sarp bir yerde yaşıyoruz.

Dostlarım, sizler ey, dikin duru gözlerinizi haz pınarıma! Nasıl olur da bulanır bununla! Gülüşünüze, kendi temizliğiyle karşılık verecektir pınar. Yuvamızı istikbal ağacının üstüne kurarız; kartallar gagalarında, biz yanlızlara, yiyecek getirir!

Hakikaten, temiz olmayanların bizimle paylaşabileceği bir yiyecek değil bunlar! Onlar ateşi yiyebileceklerini sanıp yakarlar ağızlarını!

Hakikaten, kalacak bir yer hazırlamıyoruz temiz olmayanlar için! Buz mağarası gibi gelir saadetimiz, onların bedenleri ve ruhlarına!

Ve sert rüzgarlar gibi yaşamak isteriz onların üstünde; kartallara komşu, kara komşu, güneşe komşu: böyle yaşar sert rüzgarlar.

Ve bir gün, sert bir rüzgar misali eseceğim aralarında ve ruhumla keseceğim soluğunu ruhlarının: böyle olmasını arzular benim geleceğim.

Hakikaten, sert bir rüzgardır Zerdüşt, tüm düzlüklerde; şu öğüdü verir tüm düşmanlarına, tüm tüküren ve kusanlara : “Sakının rüzgara karşı kusmaktan!”

Zerdüşt böyle buyurdu…

Üç Dönüşüm Hakkında

Size ruhun üç dönüşümünü anlatacağım: ruhun nasıl deveye, devenin aslana ve aslanın da çocuğa dönüştüğünü.

Ruhun ağır yükleri vardır, güçlü, dayanıklı bir ruhun, içinde derin saygının barındığı: onun gücü, daima ağırı ve en ağırı ister.

Ağır olan nedir? Böyle sorar dayanıklı ruh, deve gibi diz çöker ve iyi yüklenmek ister.

En ağır olan nedir, ey yiğitler? diye sorar dayanıklı ruh, ki omzuma alayım ve memnun kalayım gücümden.

Şu değil mi: kibrini zedelemek için kendini alçaltmak? Hikmetiyle alay edebilmek için deliliğini ışıldatmak?

– Ya da şu: zaferini kutlarken davamızdan vazgeçmek? Baştan çıkaranı baştan çıkarmak için yüksek dağlara çıkmak?

– Ya da şu: idrakin palamut ve çiminden beslenmek ve hakikat istenciyle ruh açlığı çekmek?

– Ya da şu: hasta olmak ve teselliye geleni eve göndermek ve istediğini hiçbir zaman duymayan sağırlarla dostluk kurmak?

– Ya da şu: içinde hakikat var diye kirli sulara dalmak ve soğuk kurbağlarla, sıcak kaplumbağları hakir görmemek?

– Ya da şu: bizi tahkir edenleri sevmek ve bizi korkutmak isteyen hayalete el uzatmak?

Tüm bu ağırlıları yüklenir dayanıklı ruh: kendi çölüne doğru hızla ilerler, yükünü alıp ilerleyen deve gibi.

Fakat en ucra çölde ikinci dönüşüm gerçekleşir: aslana dönüşür ruh, hür bir ortam kurmak ve çölünün efendisi olmak ister.Son efendisini arar burada: onun düşmanı olmak ve zafer uğruna büyük ejderhayla güreşmek ister.

Ruhun artık efendi ve tanrı olarak tanımadığı büyük ejderha nedir? Büyük ejderhanın adı “sen yapmalısın”dır. Oysa aslanın ruhu “ben isterim” der. “Sen yapmalısın” durur yolunda, altın kıvılcımlarıyla parlayan pullu bir hayvandır o ve her pulun üstünde altın gibi bir ” sen yapmalısın” parıldar.

Binlerce yıllık kıymetler bu pulların üstünde parıldar ve şöyle der ejderhalar içinde en güçlüsü: “Bende parıldar nesnelerin tüm kıymeti.”

“Tüm kıymetler önceden yaratılmıştı ve yaratılmış kıymetlerin tamamı – işte benim.Sahiden ” ben isterim” olmamalıdır artık.” Böyle buyurur ejderha.
Kardeşim, ruh aslana niçin ihtiyaç duysun? Yük hayvanı neye yetmez ki, mütehammil ve saygılı?

Yeni kıymetler yaratmak -Buna aslan dahi muktedir olmuş değildir: yenisini yaratmak için kendine özgürlük yaratmak- işte buna yeter aslanın gücü.

Kendine özgürlük yaratmak, kaçınılmaz görevler karşısında dahi mukaddes bir ” hayır ” diyebilmek: kardeşlerim, işte bunun için aslana ihtiyaç vardır.

Yeni kıymetlere hak kazanmak – bu dayanıklı ve saygılı bir ruh için “almaların” en korkuncudur. Hakikaten bu onun için bir gasptır ve yırtıcı bir hayvanın işidir.

Vaktiyle en mukaddes şey olarak “sen yapmalısın”ı seviyordu: şimdi sevgisinden özgürlüğünü çalabilmek için, en mukaddes olanda bile hezeyan ve keyfilik bulmak zorunda: bu gasp için aslana ihtiyaç vardır.

Fakat söyleyin bana kardeşlerim, aslanın yapamayıp da çocuğun yapabildiği nedir? Gaspçı neden bir de çocuklaşmak zorundadır?

Masumiyettir çocuk, ve unutkanlık, yeni bir başlangıç, bir oyun, kendiliğinden yuvarlanan bir çember, ilk hareket ve mukaddes bir “evet”tir.

Evet, yaratma oyunu için kardeşlerim, mukaddes bir “evet” lazımdır: ruh, kendi iradesini ister, dünyayı kaybeden, kendi dünyasını kazanır.

Size ruhun üç dönüşümünden bahsettim: ruhun nasıl deveye, devenin aslana ve nihayet aslanın da çocuğa dönüştüğünü.

Böyle buyurdu Zerdüşt. Ve o esnada, kimilerinin “Alaca İnek” dediği şehirde bulunuyordu.

Zehirli Örümcek Üstüne

Bak, bu zehirli örümcek mağarasıdır. onu kendin görmek ister misin? Ağ şurada asılıdır. Dokun da titresin. Nah işte kendiliğinden geliyor. Hoş geldin örümcek!

Sırtında bir işaret, bir kara üçgen var. Ben, ruhunda ne olduğunu da bilirim.

Senin ruhunda öç vardır. Isırdığın yerde siyah kabuk biter. Senin zehrin, kiniyle ruha baş dönmesi verir.

Ey eşitlik öğütleyenler, ruhu titreten sizler için bu sembolü kullanıyorum. Siz bence zehirli örümceklersiniz ve kendini saklayan kincilersiniz.

Fakat ben sizin saklandığınız şeyleri açığa vuracağım. Onun için yüzünüze karşı yüksekliklerin kahkahasıyla gülüyorum.

Onun için ağınızı koparıyorum ki öfkeniz sizi yalancılık mağaranızdan çıkarsın. Ve hakkaniyet sözünüzün arkasındaki kininiz ortaya çıksın.

Çünkü insanın kinden kurtulması, en yüksek umuda götüren köprü ve uzun süren kötü havalardan sonra görülen gökkuşağıdır bence.

Fakat zehirli örümcekler bunu istemezler. “Dünyanın, kinimizin fırtınalarıyla dolması bizce hakkaniyettir,” birbirleriyle böyle konuşurlar.

Onların örümcek kalpleri; “Bize eşit olmayan herşeyden intikam almak ve küfretmek isteriz,” diye sözleşir.

“Ve eşitlik iradesi.” Bundan sonra erdemin ismi bu olmalı ve kudreti olan her şeye haykırmalıyız.

Ey eşitlik öğütleyenler, kudretsizliğin zalim çılgınlığı sizde eşitlik diye haykırıyor. En gizli, zalim şehvetleriniz erdem kelimelerine bürünüyor.

Zedelenmiş kibir, saklanmış kıskançlık, belki babalarınızın kini ve kıskançlığı. Bunlar sizden ateş ve kin halinde çıkıyor.

Babanın gizlediği şey, oğlunda açığa çıkar. Çok defa oğul, babanın açığa çıkmış sırrıdır.

Onlar heyecanlı gibidirler, fakat onları heyecana getiren kalp değil, kindir. İnce ve soğuk göründükleri zaman onları böyle yapan kıskançlıktır.

Kıskançlıkları onları dalgın dalgın düşünenlerin yoluna da yöneltir. Kıskançlıklarının işareti şudur: Daima aşırı giderler.Öyle ki; yorgunlukları sonunda, kar üzerinde uyumaya mecbur olurlar.

Her şikayetlerinden kin sesi duyulur. Her övgülerinde bir ceza vardır ve yargıç olmak onlara mutluluk gibi gelir.

Fakat dostlarım, size şu öğüdü veririm, içlerinde ceza verme eğilimi kuvvetli olanlara güvenmeyin.

Bunlar özü ve kaynağı bozuk halktır. Suratlarından cellat ve polis köpeği bakar.

Adaletten, haktan çok bahsedenlere güvenmeyin. gerçekten, ruhlarının eksiği yalnız bal değildir.

Kendilerine iyiler ve adiller, diyorlarsa da unutmayınız ki, ikiyüzlü olmaları için iktidardan başka eksikleri yoktur.

Dostlarım, başkaları ile karıştırılmak, başkalarına benzetilmek istemem. Öyleleri vardır ki, benim hayat ilkemi telkin ederler ve aynı zamanda eşitlik öğütleyen ve zehirli örümceklerdir.

Bu zehirli örümcekler mağaralarında oturup hayata sırtlarını çevirdikleri halde hayatı överler. Bundan amaçları acı vermektir.

Şimdi iktidarda olanlara acı vermek isterler. Çünkü bunlarda ölüm öğüdü geçerlidir.

Böyle olmasaydı örümcekler başka türlü öğütleyeceklerdi: Bizzat onlar daha önce dünyayı en fazla inkar eden ve tanrıya ortak koşanlara ceza verenlerdi.

Bu eşitlik öğütleyenleriyle karıştırılmak istemem. Çünkü bence hakkaniyetli hüküm şudur : İnsanlar eşit değildir. Ve eşit olmamalıdırlar da. Eğer böyle demeseydim İnsanüstü’ne olan sevgim ne olurdu?

İnsanlar, bin türlü köprü ve patika üstünden geleceğe koşuşmalıdır. Ve aralarında daha fazla savaş ve eşitsizlik olmalıdır. Büyük sevgim bana bunu söyletir!

Düşmanlarında sahneler ve hayaletler yaratmalıdırlar. Ve bu hayaletlerle birbirlerine karşı en çetin bir savaşa girişmelidirler.

İyi ve kötü, zengin ve fakir, büyük ve küçük ve bütün diğer değer yargıları, bunlar bizzat hayatın kendisini yenmesi için silah ve akıl olmalıdır.

Bizzat hayat, okları ve merdivenleriyle yükseklere çıkmak ister. Uzak mesafelere bakmak ve tatlı güzelliklere yönelmek ister. Onun için yüksekliklere muhtaçtır.

Yüksekliklere muhtaç olduğu için merdivenlere; merdivenler ve çıkıcılar arasında zıtlıklara ihtiyaç vardır. Hayat, yükselmek ve yükselerek kendini yenmek ister.

Dostlarım, bana bakın, bu örümcekler mağarasının bulunduğu yerde eski bir tapınağın yıkıntıları yükseliyor. Ona dikkatli bakın!

Gerçekten, bir zamanlar burada fikirlerini taş halinde yükselten ; en akıllı bir insan gibi, hayatın bütün sırlarını biliyordu.

Güzellikte de savaş ve eşitsizlik olmasını ve iktidar ve üstün iktidar için harp yapılması zaruretini o burada bize en açık işaretlerle gösteriyor.

Burada kubbe ve kavis bir güreş yapar gibi, nasıl ilahi bir şekilde bağdaşıyor. Bu ilahi sütunlar ışık ve gölge aracılığı ile nasıl birbirlerini aşıyorlar.

Dostlarım, bizde böyle güzel ve emin bir düşmanlık yapalım, birbirimize karşı ilahi bir şekilde yükselelim.

Vay eski düşmanım, örümcek, beni ısırdı.Parmaklarımı ilahi bir güven ve güzellikle ısırdı.

“Bu bir ceza ve adalet olmalı” o, böyle düşünür. O burada düşmanlık şerefine şarkılarını boşuna söylemiş olmamalı”

Evet o öcünü aldı. ve eyvah, şimdi intikam ile başımı da döndürmek istiyor.

Fakat dostlarım, başımın dönmemesi için, şu sütuna beni sıkıca bağlayın.

Kindarlık kasırgası olacağıma, sütunlara bağlı azizlerden olurum daha iyi!

Gerçekten, Zerdüşt, dönen bir kasırga değildir. O, bir dans edense de bir örümcek dansör asla değildir.

Zerdüşt böyle dedi.

Yaratıcının Yolu Üstüne

İnzivaya çekilmekmi istersin kardeşim?
Aramak mı istersin kendine giden yolu?
Biraz durakla ve dinle beni?

“Arayan, kolayca kaybedebilir kendini… Günahtır her türlü yanlızlık!” : böyle buyurur sürü… ve sen , uzun süredir parçasısın bu sürünün.

Sürünün sesi , senin içinde de çınlayacaktır..ve şöyle demek istersen eğer , “müşterek vicdana sahipdeğilim artık sizlerle” , işte o zaman bir şikayet ve ızdırap olacaktır bu.

Bak , bu acıyıda o müşterek vicdan doğurdu : ve bu vicdanın son kıvılcımı senin tasan üzerinde parlamakta hala..

Fakat sen kederinin yolunda mı ilerlemek istersin? Kendine varmak mı yani? Göster bana o halde gücünü ve kanıtla bunu hak ettiğini!

Sen yeni bir güç , yeni bir hak mısın? İlk devinim misin? Kendiliğinden yuvarlanan bir tekerlek misin? Yıldızları zorlayabilirmisin kendi etrafında dönmeye?

Ah, ne çok yükseklik heveslisi var! Kibirli olanın o kadar istekleri var ki , bana bu şehvet düşkünü ve kibirlilerden olmadığını göster! Ah , çok büyük fikirler vardır ki , bir körükten başka birşey değillerdir : körüklerler ve hep daha fazla boşaltırlar.

Kendine özgür mü diyorsun? Bir boyunduruktan kurtulduğunu değil , hükmeden düşüncelerini işitmek isterim. Boyunduruktan kurtulmaya layık bir adam mısın? Uşaklıktan çıktıktan sonra son değerlerini kaybedenleri de bilirim.

Nelerden kurtuldun? Bu bana vız gelir.Fakat gözün bana şunu apaçık bir şekilde söylemeli : Özgür ! Ama ne amaçla?

Kendi iyilik ve kötülüğünü kendin yaratabilirmisin? … ve iradeni kendine bir yasa gibi egemen kılabilirmisin? Kendi kendinin yargıcı ve kendi yasanın intikamcısı olabilirmisin? Kendi yasasının yargıcı ve intikamcısı ile yanlız kalmak korkunç bir şeydir. Bir yıldız , uzayın boşluğuna ve yanlızlığın buzlu soluğuna böyle atılır.

Ey yanlız adam! Bugün hala daha kalabalığın acısını çekiyorsun.Bugün henüz bütün cesaretine ve ümitlerine sahipsin. Fakat bir zaman gelecek , yanlızlık seni yoracak.Bir zaman gelecek ve gururun eğilecek.Cesaretin kırılacak.Bir zaman gelecek ve “ben yanlızım” diye haykıracaksın.

Bir zaman gelecek , yüksekliğini görmeyecek ve alçaklığı pek yakın duyacaksın.Kendi yüceliğin bir hayalet gibi seni korkutacak.Bir zaman gelecek : “Her şey yanlış!” diye bağıracaksın.

Yanlızı öldürmek isteyen hisler vardır.Öldürmezlerse kendilerinin ölmeleri gerekir.Fakat katil olmayı başarabilirmisin?

Kardeşim! Aşağılamak kelimesini ve seni aşağı olarak görenlere karşı adil olmanın acısını tanırmısın?

Senin hakkında düşüncelerini değiştirmeye çoklarını zorladın.Bunun intikamını alacaklardır.Onlara yaklaştın ; fakat yine de önlerinden geçip gittin.

Bunu sana hiçbir zaman bağışlamayacaklardır.Sen onları geçtin.Fakat sen yükseldikçe , kıskançlığın gözü seni o oranda küçük görür.En çok da uçandan nefret edilir.

Demelisin ki ;Bana karşı nasıl adil olabilirsiniz? Ben kendime sizin haksızlığınızı yakıştırıyorum.

Onlar yanlızca haksızlık eder ve çamur atarlar.Fakat kardeşim , eğer bir yılsız olmayı istiyorsan , böyle davrandılar diye onları daha az aydınlatmamalısın!

İyiler ve adillerden sakının! Onlar , kendi erdemlerini yaratanı çarmıha germeyi severler.Onlar , yanlız olandan nefret ederler.

Kutsal basitlikten de sakının!Basit olmayan her şey , onlarca kutsal olmayandır.

Bu odun yığını , ateşle oynamasınıda sever.

Kendi sevginin baskınlarından da sakın! Yanlız olan , rast geldiğinde pek çabuk elini uzatır.

Bazı adamlara elini değil , sadece pençeni uzatmalısın…ve isterim ki, pençenin tırnakları da olsun.Fakat ; rast gelebileceğin en kötü düşman , yine bizzat kendin olacaksın.Bizzat sen , mağaralarda ve ormanlarda kendini izlersin.

Yanlızsan , kendine giden yolu yürüyorsun.Fakat bu yol , kendine ve yedi şeytanına uğrar.

Sen , kendinin inkarı , cini , cinneti , falcısı , delisi , şüphecisi , uğursuzu ve kötülüğü olacaksın. Kendi alevinde yanmayı istemelisin.Kül olmadan nasıl yenileceksin?

Yanlız! Sen yaratıcının yolundan yürüyorsun.Yedi şeytanından kendine bir Tanrı yaratacaksın. Yanlız! Sen sevenlerin yolundan yürüyorsun.Sen bizzat kendini seviyorsun..ve yanlız sevenlerin yaptığı gibi kendini küçümsüyorsun.

Seven kişi , yaratmak ister. Sevdiğini küçümsemeyen aşktan ne anlar?

Sevgin ve yaratıcılığınla yanlızlığına git kardeşim.Çok sonra hakkaniyet , seni topallayarak izleyecektir.

Göz yaşlarımla yanlızlığına git kardeşim! Ben , kendinden üstün bişey yaratmak isteyen ve bu yüzden harcananı severim!

Zerdüşt böyle buyurdu

Yakın Sevgisi Üstüne

Yakınlarınız için ısrar ediyorsunuz. Ve güzel sözler buluyorsunuz. Fakat ben size derim ki yakınlarınıza olan sevginiz, bizzat kendinize olan kötü sevginizdir.

Bizzat kendinizden kaçarak yakınınıza sığınıyorsunuz. Ve bundan bir erdem yaratmak istiyorsunuz. Fakat ben bu özverinizin iç yüzünü bilirim.

“Sen”, “Ben”den daha eskidir. “Sen” kutsal sayılmıştır. Fakat “Ben” henüz değil. Onun için insan yakınına sokulur.

Size yakın sevgisini mi önereyim? Yakınlardan kaçmayı ve en uzaktakini sevmeyi öneririm.

En uzağa ve geleceğe olan sevgi, yakın sevgisinden daha yüksektir. Eşyaya ve hayaletlere sevgi; insana olan sevgiden daha yüksektir.

Kardeşim, önüne koşan bu hayalet senden güzeldir. Ona neden etini, kemiğini vermiyorsun? Fakat korkuyorsun ve yakınlarına koşuyorsun.

Siz kendinize dayanamıyorsunuz ve kendinizi yeteri kadar sevmiyorsunuz. Şimdi yakınınızı sevgiyle aldatmak ve onun hatasıyla yaldızlanmak istiyorsunuz.

İsterdim ki bu çeşit yakınlarınıza ve onun komşularına katlanmayasınız ve böylece dostunuzu ve onun taşkın ruhunu bizzat kendinizden yaratasınız.

Kendi lehinizde konuşmak istediğiniz zaman bir tanık çağırıyorsunuz. Onu, hakkınızda “iyidir” demeye kandırınca kendinizin iyi olduğuna inanıyorsunuz.

Yalancı, yalnız bilgisi karşılığında konuşan değildir. Özellikle bilgisizliği karşısında konuşandır. İlişkilerinde kendinizden böyle söz ediyorsunuz. Ve kendiniz hakkında, komşunuzu aldatıyorsunuz.

Deli şöyle der: ” İnsanlarla ilişki, karakteri bozar. Özellikle karakter bulunmazsa.”

Birisi yakınına, kendisi aradığı için gider. Diğeri kendini kaybetmek istediği için gider. Kendinize olan diğer gamlığınız, yalnızlığınızı bir hapse çevirir.

Yakınınıza olan sevginizi ödeyen daha uzaktakilerdir. Ve beşiniz birleşince bir altıncının ölmesi gerekir.

Sizin bayramlarınızı da sevmem. Orada pek fazla artist gördüm. Seyirciler bile artist pozu alıyorlar.

Size, yakın sevgisini önermem, dostu öneririm. Dost sizin için evrenin bayramı ve İnsanüstü’nü seziş olmalı.

Size dostu ve onun taşkın gönlünü öğretiyorum. Fakat taşkın gönüllüler tarafından sevilmek isteyen, bir sünger olmalı.

Size içinde hazır bir dünyası olan ve iyiliklerin kabuğu olan dostu, daima armağan etmeye hazır bir alemi olan yaratıcı dostu öğretiyorum.

Onun çözülen dünyası; kötüden iyinin, rastlantıdan amacın oluşu uğrundaki savaş sırasında yine birleşir.

Bu günün nedeni, gelecek ve en uzaktaki hedef olmalı. Dostunda İnsanüstü’nü kendi nedenin olarak sevmelisin.

Kardeşlerim, size yakın sevgisini önermem. Size en uzağı sevmeyi öneririm.

Zerdüşt böyle dedi.

Sevinçler ve Tutkular Üstüne

Kardesim,senin bir erdemin varsa ve bu erdem senin kendi erdeminse,ona hiç kimseyle ortak değilsin. Şüphesiz,ona ad vermek ve onu oksamak istersin; kulağını cekmek ve onunla eglenmek istersin.

İste bak! artık onun adına halkla ortaksın ve sen erdeminle,halktan ve sürüden biri oldun! Şöyle deseydin keşke;”dilegelmez ve adsızdır o gönlüme acı ve tat veren,karnımın da açlığı olan”

Ki erdemin,adların senli benli olamayacağı bir yüksekliğe dursun ve ondan söz açman gerekirse,kekelemekten utanma.

Şöyle konuş ve kekele: Bu benim iyimdir,budur sevdiğim,böyle hoşuma gidiyor o,ancak böyle istiyorum iyiyi.

Tanrı yasası olarak istemiyorum onu,insan buyruğu ya da gereği olarak istemiyorum onu: o benim için,yerötesi ülkeler ve cennetler yolunun işareti olmayacaktır.

Yersel bir erdemdir benim sevdiğim: kurnazlık azdır onda,hele ortak us daha da azdır..

Ama bu kuş,yuvasını benim yanımda kurdu: bu yüzden onu sever,okşarım, -işte yanımda kuluçkaya yatmış altın “yumurtaları üzre.” Böyle kekelemelisin işte ve erdemini övmelisin.

Tutkuların vardır bir zamanlar ve onlara kötü derdin. oysa yalnız erdemlerin var şimdi : bunlar senin tutkularından ürediler.

En yüksek ereğini bu tutkuların bağrına sunmuştun: derken senin erdemlerin ve sevinçlerin oldu bunlar.

İster öfkeliler,ister sehvetliler,ister bağnazlar,ister kinciler soyundan ol: Sonunda bütün tutkuların erdemlerin oldular,bütün şeytanlraın da meleklerin.

Mahzeninde azgın köpeklerin vardı bir zamanlar ama bunlar,sonunda kuşlar ve sevimli türkücüler oldular.

Ağılarından kaynattın kendi iksirini sen;ineğini,derdi sağdın,-memesinin tatlı sütünü içiyorsun simdi. ve senden artık kötülük doğmaz; megerki erdemlerinin çatlamasından doğan kötülük ola.

Kardeşim,talihin varsa,bir tek erdemin olur,fazla olmaz: böyle daha kolay geçersin köprüyü.

Birçok erdemi olmak ayrıcalıktır,ama çetin bir yazgıdır; ve niceler,erdemlerinin savaşı ve savaş alanı olmaktan bıktıkları için çöle gitmişler ve kendi canlarına kıymışlardır.

Kardeşim,savaş ve çarpışma kötü müdür? Ama gereklidir bu kötülük,gereklidir erdemler arasındaki kıskanclık ve güvensizlik ve karaçalma..

Bak,erdemlerinin her biri nasıl en yüksek yere göz diker: kendi habercisi olsun diye bütün ruhunu ister; öfkede,nefrette ve sevgide bütün gücünü ister.

Her erdem kıskanır öbür erdemleri ve korkunç bir şeydir kıskanclık. Erdemler dahi kıskanclık yüzünden yok olabilirler..

Kıskanclık yalımıyla sarılan kişi,sonunda,akrep gibi,ağılı iğnesini kendine çevirir..
Ah kardeşim,erdemin kendine karaçaldığını ve kendini bıçakladığını hiç görmedin mi?

İnsan altedilmesi gereken bir şeydir: bundan ötürü seveceksin erdemlerini-: çünkü onlar yüzünden yok olacaksın.-

Böyle buyurdu Zerdüşt.

Serbest Ölüm Üstüne

Çokları çok geç ve bazıları da pek erken ölürler. “Zamanında öl”, vecizesi henüz yabancı geliyor. “Zamanında öl.” Zerdüşt bunu önerir.

Fakat hiçbir zaman, zamanında yaşayamayan, zamanında nasıl ölsün? Keşke hiç doğmasaydı. Gereksiz kişilere bunu öneririm. Fakat gereksizler de henüz ölümlerini önemsiyorlar ve en boş ceviz bile kırılmak istiyor.

Herkes ölümü önemsiyor. Ölüm henüz bayram değil, insanlar henüz en iyi bayramlarını nasıl kutlayacaklarını öğrenmediler.

Ben size yaratıcının yaşayanlara bir diken ve bir adak olan ölümünü göstereceğim.

Yaratıcı, zafer kazanmış bir halde, umanlar ve övenlerle çevrili olarak kendi ölümü ile ölür.

Böyle ölmeyi öğrenmeli!. Böyle bir ölmenin, canlılara yeminler sunmadığı hiçbir bayram kutlanmamalı.

Böyle ölme en iyisidir. Fakat ikincisi, mücadelede ölmek ve bir büyük ruhu harcamaktır. Fakat sizin sinerek sokulan ve bir efendi gibi gelen yaslı ölümünüz savaşanın ve zafer kazananın yabancısıdır.

Size kendi ölümümü ve istediğim için bana gelen serbest ölümü överim.

Bunu ne zaman isteyeceğim? Bir hedef ve bir varise sahip olan, bu hedef ve varis için tam zamanında ölmek ister.

Ve hedef ve varise saygı için, hayat mabedine kuru çelenkler asmaz.

Gerçekten, ben tel çevirenlere benzemek istemem. Bunlar tellerini uzatırken kendileri geri giderler.

Bazıları gerçeklerin ve zaferlerinin değerinden çok fazla yaşlanırlar. Dişsiz bir ağzın artık her gerçeği söylemeye hakkı yoktur.

Şöhret sahibi olmak isteyenler tam zamanında şereften ayrılmalı. Ve “Zamanında gitmek” güç hünerini göstermeli.

En fazla tat verdiğimiz zaman, kendimizi yedirmeyi durdurmalıyız. Uzuzn zaman sevilmek isteyenler bunu bilirler.

Ekşi elmalar vardır ki, yazgıları güzün son gününe kadar beklemektir. Bunlar olgunlaşır, sararır, buruşurlar.

Bazılarının kalbi, bazılarının ruhudaha önce ihtiyarlar.Bazıları da gençliklerinde düşkün ihtiyardırlar. Geç gençleşen, uzun zaman genç kalır.

Bazılarına yaşam aksilik eder ve yüreklerini bir zehirli sülük aşındırır. Bunlar ölümü kendilerine yakıştırma çaresine baksınlar.

Bazıları hiç tatlılaşmaz, daha yazın çürür. Onu dalda tutan şey, korkaklıktır.

Pek çokları pek uzun zaman dalda asılı kaldılar. Bir fırtına gelse de bütün bu çürük ve kurt yeniklerini ağaçtan sökse.

Tez ölüm öğütleyenleri gelse. Bunlar bence hayat ağaçları için en iyifırtınalar ve sallayıcılardır. Fakat yalnız, yavaş yavaş ölümü ve bütün evrene ait olan felaketlere dayanmayı önerdiklerini duyuyorum. Ah, “Evrene ait olan”a dayanmayı öneriyorsunuz. Ey şom ağızlılar işte bu evrene ait olan, size fazla dayanıyor.

Gerçekten ,yavaş yavaş gelen ölüm öğütleyenlerinin saygı gösterdikleri o yahudi, pek erken öldü ve onun erken ölmesi, o zamandan beri çoklarının başına ansızın bela oldu.

Yahudi İsa, yalnız Yahudiliğin göz yaşlarını ve kederini; iyilerin ve adilerin kinini tanıyordu. Böylece ölüm özlemine tutulmuştu.

Çölde iyilerden ve adillerden uzak kalabilseydi belki yaşamayı, evreni sevmeyi ve gülmeyi öğrenirdi.

Kardeşlerim ,bana inanın. O pek erken öldü. Eğer benim yaşıma kadar yaşasaydı, tebliğlerini geri alırdı. Geri alacak kadar asildi. Fakat henüz olgunlaşmamıştı.

Delikanlı ham sever. Ve hamlıkla insandan ve evrenden nefret eder. Onun gönlü ve ruhunun kanatları henüz ağırdır ve serbest değildir.

Olgun erkekte delikanlıdan fazla çocukluk ve daha az gam vardır. ölüm ve dirimi daha iyi anlar.

Ölmek için özgür ve ölümde özgür olabilen ve evet demeye zaman kaldığında hayır diyebilen. böylesi, ölmeyi ve yaşamayı anlar.

Dostalrım, ölümünüz insan ve toprağa karşı bir günahkarık olmamalı. Bunu ruhunuzun tatlılığından dilerim.

Ölümünüzde, ruhunuz ve erdeminiz evrenin etrafındaki akşam kızıllığı gibi parıldamalı. Yoksa ölümünüz kötü bir ölümdür.

Siz, dostlarım, hatırım için evreni daha fazla seviniz diye, ben böyle ölmek isterim ve beni doğuran toprağa karışmak isterim.

Gerçekten, Zerdüşt’ün bir hedefi vardı. Zarını attı. Şimdi siz, dostlarım, hedefimin varisi oldunuz. Altın topu size atıyorum.

Dostlarım, altın topu attığınızı görmeyi herşeyden fazla severim. bunun için bir süre daha dünyada dolaşıyorum. Beni bağışlayın.

Zerdüşt böyle dedi.

Öte Dünyalılar Üstüne

Zerdüşt’te bir zamanlar , bütün öte dünyalılar gibi insanın ötesi kuruntusuna kapıldı.O zaman bana dünya , ızdıraplı ve eziyet çeken bir tanrının eseri gibi görünürdü.

O zaman bana dünya bir rüya ve bir tanrı şiiri gibi görünürdü.İlahi memnun olmamışın gözleri önünde bir duman gibi görünürdü.

İyi ve kötü , haz ve elem , ben ve sen ; yaratıcının gözleri önünde renkli bir duman gibi görünürdü.

Yaratıcı ,kendinden uzaklaşmak istiyordu : o zaman dünyayı yarattı. Acı çeken için ıstırabından uzaklaşmak ve kendini kaybetmek çılgın bir haz verir. Bir zaman dünya bana çılgın bir haz ve bir kendini kaybetme gibi görünürdü.

Bu dünya sonsuz, sonsuz bir çelişkinin örneği, mükemmel olmayan bir örneği mükemmel olmayan yaratıcı için çılgın bir haz dünyayı bir zamanlar böyle görüyordum.

Böylece ben de bütün öte dünyalılar gibi, insanın ötesi kuruntusuna kapıldım.

Gerçekte, insanın ötesi nedir? Ah kardeşlerim, benim yarattığım bu Tanrı, bütün Tanrılar gibi bir insan eseri ve kuruntusuydu. O, bir insandı hatta zavallı bir insan ve bir ben!.. Bu bana kendi kül ve alevimden geliyordu. Bu hayalet bana gerçek öte dünyadan gelmiyordu.

Ne oldu kardeşlerim? Ben kendimi, ıstırap çekeni, yendim. Kendi külümü dağa taşıdım. Ve kendime daha parlak bir alev buldum. Ve bakın, o zaman derhal hayalet kayboldu.

Şimdi benim için, hastalıktan yeni kalkmış biri için, böyle hayaletlere inanmak dert ve ıstıraptır. Istırap ve hakarettir. Öte dünyalılara böyle sesleniyorum.

Bütün öte dünyaları yaratan, acı ve iktidarsızlıktı. Ve yalnız en çok acı çekenin duyabileceği kısa bir mutluluk kuruntusuydu.

Bir adımla, bir ölüm adımıyla son durağa varmak isteyen bir yorgunluk, artık bir şey isteyemeyen zavallı, toy bir yorgunluk. Bütün Tanrıları, öteki dünyaları yaratan duygu.

Bana inanın kardeşlerim, vücuttan yılgınlık gösteren vücuttu! O varlığın kendisine seslenişini dinliyordu. Ve böylece kafasıyla ve yalnız kafasıyla değil, bütün varlığıyla son duvarların arasından geçip öte dünyaya göçmek istiyordu.

Fakat öte dünya, insanlardan iyi gizlenmiştir. O, ilahi bir hiç olan insansız ve insanca olmayan dünya. Ve varlık insana hiç hitap etmez, meğer ki insan olarak bunu yapsın.

Gerçekten; her türlü varlık güç kanıtlanır ve güç söyletilir. Söyleyin kardeşlerim, en iyi kanıtlanan şey en acayip şey değil midir?

Evet bu ben ve “Ben”in karşıtı ve karışıklığı en içten olarak kendi varlığından söz eder. Bu yaratan, isteyen “Ben”ki her şeyin ölçüsü ve değeridir.

Ve bu içten varlık, ben; bu, vücuttan dem vurur ve hatta şiir söylediği, hayal kurduğu ve kırık kanatlarla titrediği zaman bile bedeni ister.

“Ben” gittikçe daha içten konuşmasını öğrenir!.. ve öğrendikçe beden ve hayat için daha fazla saygı duyar.

Benim “Ben”im, bana yeni bir gurur öğretti. Onu insanlara söylüyorum: Artık başınızı kutsal şeylerin gizine gömmeyin. Tersine, onu özgürce taşıyın. Yaşama anlam kazandıran bir kafa taşıyın.

İnsanlara yeni bir irade öğretiyorum: İnsanın körü körüne gittiği yolu tutun ve onu onaylayın. Hastalar gibi ondan sapmayın!

Bedeni ve hayatı hor gören “Tanrı katını” e “Kurtarıcı kan damlasını” bulan, hastalardır. Fakat bu tatlı ve karanlık zehri bile bedenden ve yaşamdan alıyorlardı!

Sefaletlerinden kaçmak istiyorlardı. Fakat yıldızlar onlara çok uzaktı. O zaman içlerini çekerek; ” Ne olur, başka bir varlık ve mutluluğa ulaştıracak Tanrısal yollar bulunsa!” dediler. Böylece kendi çıkmazlarını ve kanlı içkilerini bulmuş oldular.

Bu nankörler, böylece bedenden ve yaşamdan sıyrılabileceklerini zanettiler. Oysaki bu sıyrılışın çarpıntısını ve neşesini kime borçluydular? vücutlarına ve bu toprağa.

Zerdüşt hastalara karşı şefkatlidir. Geçekten onların teselli tarzlarına ve nankörlüklerine kızmaz. Tek, hastalıktan kurtulsunlar ve yenenler arasına katılsınlar ve kendilerinden daha üstün bir varlık yaratsınlar.

Zerdüşt, kendi kuruntusuna dikkatle bakan ve gece yarısı, Tanrısının mezarı etrafına sokulan, hastalıktan yeni kalkmış olanlara kızmaz. Fakat bence onun gözyaşları da hastalıktır ve hasta bir bedenin eseridir.

Şairler ve tanrı çılgınları arasında çok hastalar vardı. Bunlar anlayanlardan ve erdemlerin en genci olan içtenlikten şiddetle nefret ederler.

Onlar daima geriye, karanlık zamanlara bakarlar. Fakat o zaman kuruntu ve iman başka bir şeydi. Aklın çılgınlıkları Tanrı benzerliğiydi ve şüphe günahtı.

Bu Tanrı benzerlerini pek iyi tanırım. Onlar kendilerine inanılmasını isterler. Ve şüphe günahtır derler. Özellikle kendilerinin neye inandıklarını pek iyi bilirim.

Gerçekten onlar da en çok öte dünyalara ve kurtaran kan damlalarına değil, bedene inanırlar ve onlarca kendi bedenleri ” Mutlak varlık”tır.

Fakat vücut onlarca hasta bir şeydir ve vücuttan ayrılmak isterler. Onun için ölüm öğütleyenlere inanırlar ve özellikle öte dünya öğütleri verirler.

Kardeşlerim, beni, sağlam vücudun sesini dinleseniz daha iyi, bu ses, daha içten daha temiz bir sestir.

Sağlam, mükemmel, dik vücut daha içten konuşur ve yaşam amacından söz eder.

Zerdüşt böyle dedi.

Namus Hakkında

Ormanı severim.Şehirlerde yaşamak kötüdür.Orada çok azgın var!

Azgın bir dişini rüyasına girmektense , bir katilin eline düşmek daha iyi değil midir?

Ve şu erkeklere de bakın ; gözlerinden , dünyada bir kadınla yatmaktan daha iyi bir şey olmadığı okunuyor.

Ruhlarının dibi bataklık.Bataklıklarının bir de zekası varsa , ne yazık!

Bari hayvan olarak mükemmel olsaydınız.Fakat hayvan olmak için de masum olmak gerekir.

Duygularınızı öldürmenizi mi önereyim? Duygularınızda namus öneriyorum.

Size namusu mu önereyim? Namus bazılarınca bir erdemdir.Fakat bir çokları için de , hemen hemen bir günahtır.

Şunlar kendilerini tutarlar , fakat şehvet denen dişi köpek , yaptıkları herşeyde kıskançlıkla sırıtır.

Erdemlerinin zirvesine ve soğuk zekalarına kadar onları bu hayvan ve onun huzursuzlukları izler. Ve şehvet köpeği , kendisinden biraz et esirgendiğinde bir parça akıl için dilenmesini nasılda biliyor.

Siz dramları ve kalp burkan şeyleri seversiniz.Fakat ben , sizdeki dişi köpeğe karşı güvensizim.

Gözleriniz bana pek zalim gelir ve sıkıntı içinde olanlara şehvetle bakarsınız.Şehvetiniz , kılık değiştirerek acıma ismini almadı mı?

Size şu sembolü veriyorum : Şeytanlarını kovmak isterken bizzat bataklığa gömülenler az değildir!

Namus , kime güç gelirse vazgeçmelidir. Ta ki bir cehennem yolu olmasın.Bu , ruhun bataklığı ve azgınlığıdır.

Kirli şeylerden mi söz ediyorum? Bence işin en kötüsü bu değildir.

Olgun olan , gerçeğin suyuna kirli olduğu zaman değil , sığ olduğu zaman girmeyi sevmez.

Gerçekten , tam anlamıyla namuslu olanlar vardır.Bunlar temiz kalplidirler.Sizden daha çok ve daha sevimli gülerler.

Onlar namusa da gülerler.”Namus nedir?” derler.

Namus delilik değil midir? Fakat bu delilik bize geldi.Biz ona gitmedik.

Biz bu konuğa barınak ve gönül verdik.Şimdi bizimle oturuyor.İstediği kadar kalsın.

Zerdüşt böyle buyurdu…

Kurtuluş Hakkında

Zerdüşt birgün büyük köprünün üstünden geçerken etrafını sakatlar ve dilenciler aldı. Bir kambur ona şöyle dedi:

“Bak Zerdüşt, halk da senden birşeyler öğreniyor ve senin mezhebine inanıyor. Ama halkın sana tamamen inanması için birşey daha gerekir: Biz sakatları da ikna etmelisin. Bak içimizde her çeşidi var. Körleri gördürebilirsin, kötürümleri yürütebilirsin, kamburları biraz düzeltebilirsin. Zannederim ki sakatların Zerdüşt’e inanması için en iyi çare budur.”

Zerdüşt konuşana şu cevabı verdi: “kamburun kamburluğunu alsak canı da alınmış olur. Halk buna inanır. Ve eğer körün gözünü geri versek, dünyada kötü şeyleri çok görür ve bu yüzden kendisine şifa verene lanet eder. Kötürümü yürüten, ona en büyük zararı verir, çünkü yürümeye başlayınca günahlar da onunla beraber harekete geçer. Halk kötürümler için böyle der. Ve eğer halk, Zerdüşt’ten birşey öğreniyorsa Zerdüşt halktan niye birşey öğrenmesin?

Fakat ben, insanlar arasında bulunalı beri görüyorum ki, birinin tek gözlü, öbürünün sağır, bir üçüncüsünün de topal oluşu ve başka birinin dilini, burnunu veya kafasını kaybetmiş olması önemsiz şeydir.

Ben daha kötü şeyler gördüm ve görüyorum. Öyle ki, hepsini anlatamam. Bazıları hakkında da susmam. İnsanlar vardır ki, herşeyleri eksiktir, fakat yine de birşeyleri fazladır. İnsanlar vardır ki; büyük bir gözden, büyük bir ağızdan, büyük bir karından veya herhangi bir organdan başka birşey değildirler. Bunlara ters kötürümler derim.

Yalnızlığımdan dönüp de ilk defa bu köprü üzerinden geçerken gözüme inanamadım. Bir baktım, bir daha baktım. Sonunda şöyle dedim: ” Bu bir kulaktır, bir insan kadar büyük bir kulak.”

Daha dikkatli baktım; kulağın altında bir şey kımıldıyor ki, acınacak kadar küçük ve çelimsizdi. Gerçekten o muazzam kulak küçük ince bir sapın üstünde oturuyordu. Sap bir insandı. Gözünün önüne bir mercek koyan onda; küçük, kıskanç bir surat ve bulanık bir ruhçuk ta görebilirdi. Fakat halk bu büyük kulağın yalnız bir insan değil, büyük bir insan, bir dahi olduğunu söylüyordu.

Fakat ben halka, büyük insandan söz ettiği zaman hiçbir şekilde inanmadım. Ve büyük insan dedikleri şeyin bir kötürüm olduğuna ve bir çok şeyinin eksik, yalnız bir şeyinin fazla olduğuna hükmettim.”

Zerdüşt, kambura ve onun temsil ettiklerine bu sözleri söyledikten sonra derin bir kederle çömezlerine döndü ve şöyle dedi :

Gerçekten dostlarım ben insanlar arasında, insan kırıntıları ve oranları arasındaymışım gibi dolaşıyorum.

Gözüm için en korkunç şey, insanı paramparça olmuş; bir savaş sahasında veya kasap dükkanındaymış gibi görmektir.

Gözüm bugünden geçmişe kaydığında da aynı şeyi görür. Parçalar, organlar ve korkunç rastlantılar. Fakat hiçbir insan göremiyor.

Dünyanın şimdiki ve geçmişteki hali; ah dostlarım, benim en tahammül edemediğim şey budur. Eğer ben gelecek şeyleri de gören bir veli olmasaydım nasıl yaşardım?

Bir görücü, bir isteyici, bir yaratıcı, bizzat bir gelecek ve geleceğe bir köprü. Ve üzgünüm bu köprünün üstünde bir kötürüm. Zerdüşt işte budur.

Siz de çok defa soruyorsunuz. Zerdüşt kim? Bu bizim neyimiz. Bana olduğu gibi kendinize de soruyorsunuz.

O, bir adayıcı mıdır, bir gerçekleştirici midir, bir fatih midir, yoksa bir varis midir, bir güz müdür, yoksa bir sapan demiri midir, bir hekim midir yoksa bir şifa bulan mıdır?

Bir şair midir yoksa bir gerçek midir? Bir kurtarıcı mıdır yoksa bir bağlayıcı mıdır? Bir hayır mıdır yoksa bir şer midir?

Ben insanlar arasında geleceğin parçaları arasındaymışım gibi dolaşıyorum, gördüğüm geleceğin.

Benim bütün şiirim ve düşüncem : Parçaları, bilmeceleri ve korkunç rastlantıları tek parça haline getirmektir.

Ve eğer insan; şair, bilmece çözen ve rastlantıdan kurtaran olmasaydı , insan olmaya nasıl dayanabilirdim?

Geçmişleri kurtarmak ve bütün “Böyleydi “leri ” Böyle istiyordum” haline getirmek. Bence kurtuluş budur.

İrade kurtarıcı ve sevinç getiricinin adı budur. Dostlarım size bunu öğrettim. Fakat şunu da öğrenin; bizzat irade henüz hapistir.

İrade kurtarır. Fakat kurtarıcıyı da zincire vuran şeyin adı nedir? “Böyleydi” iradenin diş gıcırtısı ve en çileli derdi budur. Olmuş şeylere karşı iktidarsız olan için, bütün geçmişlere karşı kötü bir seyircidir.

İrade geriye gitmesini istemez. Zamanı ve zamanın tutkularını kıramaması, iradenin en çekilmez derdi budur.

İrade kurtarır. Kederinden kurtulmak ve zindanın alayından kurtulmak için irade ne bulur?

Ah, her tutsak bir çılgın olur ve tutsak irade de kendisini çılgınca kurtarır.

Zamanın geri gitmemesine kızar. Geçmiş, onun yuvarlayamadığı taştır. O böylece gam ve hiddet taşları yuvarlar ve kendisi gibi gam ve öfke duymayandan intikamını alır.

İrade, böylece bir kurtarıcı ve bir acı verici oldu. Ve acı çekebilen herşeyden de geriye gidemediği için ,intikam alıyordu.

İntikam : iradenin zamana ve geçmişe karşı tiksintisinden ibarettir.

Gerçekten, irademizde de büyük bir delilik var. Ve bu iradenin espri öğrenmesi her insani şeye bir lanet oldu.

Kin ruhu: Dostlarım, insanları şimdiye kadar en çok düşündüren buydu. Ve acı olan her yerde ceza bulunmalıydı.

Bu ceza, intikamın kendi kendisine verdiği addır. o, bu yalan söze sığınarak iyi vicdanlı görünmek ister.

İrade, geçmişi kapsamadığı için ıstıraplıdır. Onun için bizzat irade ve hayat birer ceza olmalıdır.

Sonunda ruhun üzerine bulutlar yığılır ve şu çılgınlık hükmü meydana gelir: “Herşey sona eriyor, onun için herşey bitmeye layıktı. Zamanın çocuklarını yemesi yasası bizzat adalettir.” Delilik bunu telkin eder.

“Herşey hukuk ve cezaya göre ve ahlaki bir sıraya uydurulmuştur. Öyleyse olayların akışından ve varlık cezasından kurtuluş nerede?” delilik bunu söyler.

” Sonsuz bir hukuk varsa kurtuluş olabilir mi? Ah ‘böyleydi’ taşı, kımıldatılmaz. (Yani geçmişe etki edilemez) O halde, bütün cezalar sonsuz olmalı”, delilik bunu söyler.

“Hiçbir eylem yok edilemez, ceza ile nasıl olmamış hale gelir. Varlık denen ceza şundan dolayı sonsuz: O daima eylem ve suç olmaya mecburdur. Meğer ki irade kendini kurtarsın ve istemek, istememek haline gelsin”. Fakat kardeşlerim, bu bir çılgınlık masalıdır.

Ben, irade yaratıcır, dediğim zaman sizi bütün bu masallardan uzaklaştırmış oldum.

Yaratıcı irade “Böyle istiyordum, böyle isteyeceğim” deyinceye kadar “Böyleydi” hükümleri bir kırıntı, bir bilmece ve bir korkunç rastlantıdan ibarettir.

Fakat böyle konuşuyor muydu, bu ne zaman olacak? İrade kendi deliliğinden korunabilir mi?

İrade bizzat kendisinin kurtarıcısı ve sevinç getiricisi oldu mu? Kini ve diş bilemeyi unuttu mu? Ona zamanla barışmayı ve bütün barışmaların daha üstünde olan şeyi kim öğretti?

Kudret isteyen irade, barışmaktan daha üstün bir şey istemelidir. Bu nasıl oluyor? Geçmişi istemeyi ona kim öğretti?”

Zerdüşt sözünün burasında birdenbire durdu. Pek fazla korkmuş gibi bir hal aldı. Korkmuş gözlerle şükredenlere baktı. Bakışı, onların fikirlerini ve içlerinde saklananı bir ok gibi deldi, fakat az sonra yine gülümsedi ve tatlılıkla şöyle dedi:

” İnsanlarla beraber yaşamak güç; çünkü susmak güç, hele bir geveze için.”

Zerdüşt böyle dedi. Fakat kambur, konuşmayı dinlemiş ve bu sırada yüzünü örtmüştü. Fakat Zerdüşt’ün güldüğünü duyunca soran bakışlarla gözünü açtı ve yavaşça şöyle dedi:

– ” Fakat Zerdüşt şükredenlerine neden bizimle konuştuğu gibi konuşmuyor? “

Zerdüşt cevap verdi: “Bunda şaşacak ne var? Kamburlarla kamburca konuşulabilir.

– “Pekala ” dedi kambur, “öğrencilerle de okul dedikodusu yapılır. Fakat Zerdüşt neden öğrencileriyle kendisiyle konuştuğu gibi konuşmuyor?”

Kendini Yenmek Hakkında

“Gerçek iradesi” ey en akıllılar! Sizi yöneten ve ayartan şey bu , öyle mi?

Oluş halindeki herşeyi düşünebilmek iradesi ; sizin iradenize ben bu adı veriyorum.

Oluş halindeki herşeyi anlaşılır yapmak istiyorsunuz.Çünkü onun düşünülmesi mümkün olduğundan , haklı bir güvensizlikle şüpheleniyorsunuz.

Fakat o size itaat etmeli ve eğilmelidir.İradeniz bunu ister. Ruhunuzun bir aynası ve yansıması gibi düz ve zekaya kul olmalı.

Ey en güçlüler! Sizin kudret iradeniz tüm iradeniz bu : İyiden , kötüden ve değer biçmekten bahsettiğiniz zaman da bu.

Önünde diz çökebileceğiniz bir dünya yaratmak istiyorsunuz. Sizin son umudunuz ve bu yiyici olmayanlar , yani halk , üstünde bir sandalın yüzmeye devam ettiği ırmak gibidir.Ve bu sandalda susan ve debdebeli değer ölçüleri bulunur.

Siz iradenizi ve değerlerinizi , oluşan ırmağın üstüne koydunuz.Halkın iyi ve kötü diye iman ettiği şeyler bana eski bir kudret iradesini açıklar.

Ey en güçlüler! Böyle konukları bu sandallara yerleştiren ve onlara süslü ve gururlu isimler veren sizdiniz.Sizin egemen iradenizdi.

Irmak , sandalımızı daha ileri taşıyor ve onu taşımaya mecburdur.Kırılmış dalgaların köpürüp öfkeyle tekneye kafa tutmasından ne çıkar?

Ey en güçlüler! Karşı karşıya olduğunuz tehlike , iyilik ve kötülüklerinizin sonu ; bu ırmak değildir.Tersine bizzat o , kudretin iradesidir. Tükenmeyen , yaratan hayat iradesidir.

Fakat benim iyilik ve kötülük hakkındaki sözlerimi anlamanız için size hayat ve tüm canlılar hakkındaki fikrimi söyleyeyim.

Ben canlıyı izledim. Canlının özelliklerini bulmak için en büyük ve en küçük yollardan geçtim.

Ağzını kapadığı zaman , yüz katlı ayna ile bakışını yakaladım.Ve o göz benimle konuştu.

Fakat canlı bulduğum her yerde buyruğa uyma buldum.Her yaşayan , bir buyruğa uyandır.

İkinci nokta şudur : Kendi buyruğuna uymayan , emir altına girer.Hayatın gidişatı böyledir.

İşittiğim şylerin üçüncüsüde şudur : Emretmek , buyruğa uymaktan güçtür.Bunun nedeni , yalnız emredenin bütün buyruğa eğenlerin yükünü taşıyışından ve bu yükün onu kolayca ezmesinden değildir.

Her emir verme bence bir deneyim ve cesarettir.Canlı , emir verdiği zaman daima kendini zorlar.

Evet! O , kendine emir verdiği zaman emrin cezasını çekmeye mecburdur.O , kendi yasasının hakimi, intikan alanı ve kurbanı olmaya mecburdur.

“Bu neden böyle oldu?” diye kendime sordum.Canlıyı boyun eğmeye , emretmeye ve emrederken buyruğa uymaya kandıran şey nedir?

Sözümü dinleyin yiyiciler , acaba hayatın sırlarını çözüp köklerine ulaşabiliyor muyuz?

Canlının bulunduğu heryerde kudret iradesi buldum.Ve hizmet edenin iradesinde de efendi olmak arzusunu buldum.

Daha zayıfın daha güçlüye hizmet etmesi için , zayıfın iradesi kendinden daha zayıfa hakim olmaya ikna eder.Fakat o , bu isteğe sahip çıkmaz.

Küçük , büyüğün buyruğuna uyarken daha küçüğe hakim olmanın keyfini taşır.En büyükte kudret iradesi uğruna canına kıyar.

En büyüğün vazgeçmesi , cüreti , ölümle ve ölüm tehlikesiyle oynamaktır.

Özveri , hizmet ve sevgi bulunan yerde egemen olmak iradesi vardır.Zayıf olan , dolambaçlı yollardan kuvvetlinin kalbine ve kalesine sokulur , kudret çalar.

Yaşam bana şu sırrını verdi :” Bak , ben kendini daima yenmeye mecbur olanım!”

Siz ona üreme iradesi , hedefli bir içgüdü daha yükseğe , daha uzağa ve daha yukarıya yönelen bir içgüdü dersiniz.Fakat bunların hepsi birdir ve bir sırdır.

Şu noktayı reddedeceğime ölmeyi tercih ederim : Nerede aşağılama ve yaprak dökümü varsa , orada hayat kendini kudret uğruna feda eder.

Ben bir savaş , bir oluş , bir hedef ve çelişkiler hedefi olmaya mecburum.Benim irademi keşfeden , onun hangi eğri yollardan gitmeye mecbur olduğunu da bulur.

Ne yaratsam ve ne kadar sevsem az.Sonunda ona ve sevgime düşman olmaya mecburum.İradem böyle ister.

Ve ey sen anlayan! İrademin bir patikası ve ayak izisin.Gerçekten , benim kudret iradem , senin iradenin ayakları üstünde gerçeğe doğru yol alır.

Var olmak iradesini ortaya atan , gerçeği söyleyememiştir.Böyle bir irade yoktur.

Çünkü var olmayan bir şey , isteyemez.Ve varlığı olan bir şey daha ne varlığı isteyebilir?

Nerede yaşam varsa , orada irade vardır.Fakat yaşama iradesi değil , kudret iradesi.Ben bunu öğretiyorum.

Yaşayan için bir çok şey hayattan daha değerlidir.Ve değer biçen gibi konuşan , kudretin iradesidir.

Bir zamanlar yaşam bana bunu öğretti.Siz en egemenler! Kalbinizdeki bilmeceyi bununla çözüyorum.

Evet size söylüyorum : Sonu olmayan bir iyilik ve kötülük yoktur.O daima kendini yenmeye mecburdur.

Siz değer biçenler , iyi ve kötü hakkındaki sözleriniz ve değerlerinizle yanlışlık yapıyorsunuz.Bu gizli sevginizle ruhunuzun parlayışı , titreyişi ve coşması bundandır.

Fakat değerlerinizden daha güçlü bir kuvvet ve daha büyük bir zafer doğar.Yumurta ve kabuğu , buna çarpılarak kırılır.

İyilik ve kötülükle bir yaratıcı olmak isteyen , önce bir yıkıcı olmaya ve değerleri yıkmaya mecburdur.

En büyük kötülük,en yüksek iyilik için gereklidir.Bu iyilik ise yaratıcılıktır.

Acaba bu kötü birşey midir?Bunu konuşalım ey güçlüler , susmak daha kötüdür.Gizlenen bütün gerçekler zehirli olurlar.Bizim gerçeklerimizden parçalanacak herşey , varsın parçalansın!

Daha kurulacak nice yapılar var!

Zerdüşt böyle buyurdu…

Dağdaki Ağaç Üstüne

Zerdüşt, bir delikanlının kendisinden kaçındığını görmüştü. Bir akşam, ‘Alaca inek’ dedikleri kenti çevreleyen tepelerde yalnız gezinirken, işte: bir ağaca yaslanmış oturur ve yorgun bakışlarla vadiyi seyreder buldu o delikanlıyı.

Zerdüşt, altında delikanlının oturduğu ağacı kavradı ve şöyle buyurdu: ‘Bu ağacı ellerimle sallamak istesem, sallayamam.Oysa bizim görmediğimiz yel, onu dilediği gibi üzer ve eğer. Bizi en çok, görünmeyen eller eğer ve üzer. ‘

Bunun üzerine delikanlı, şaşkınlık içinde doğruldu ve dedi: ‘Zerdüşt’ü işitiyorum, ben de tam onu düşünüyordum şimdi!

Zerdüşt cevap verdi: ‘Ne korkuyorsun öyleyse? -insan da ağaca benzer.Ne denli yükseğe ve ışığa çıkmak isterse, o denli yaman kök salar yere, aşağılara, karanlığa, derinliğe -kötülüğe.’

‘Öyle ya, kötülüğe!’ diye bağırdı delikanlı. ‘ Sen nasıl oldu da benim gönlümü açığa çıkardın?’

Zerdüşt gülümsedi ve dedi: ‘ Nice gönüller açığa çıkarılmaz hiç bir zaman, meğerki biz onları bulalım önce.’

‘Öyle ya, kötülüğe!’ diye bağırdı delikanlı bir daha.

‘Doğru söyledin, Zerdüşt. Yükseğe çıkmak isteyeli artık kendime güvenim kalmadı, nasıl oldu bu?’ ‘Pek çabuk değişiyorum: bugünüm, dünümü yadsıyor.

Merdivenleri çıkarken, basamakları atladığım oluyor sık. Sık, ve hiçbir basamak bağışlamıyor bunu. Yukardayken, kendimi hep yalnız buluyorum. Kimse benimle konuşmuyor, yalnızlık ayazı titretiyor beni. Ne arıyorum yükseklerde?Benim horgörmem ve özlemim birlikte büyüyorlar; ne denli yükseğe çıkarsam, o denli horgörüyorum yükseleni. Ne arıyor yükseklerde! Nasıl utanıyorum yükselmemden ve sendelememden! Nasıl alay ediyorum çabuk çabuk solumamla! Nasıl nefret ediyorum uçandan! Nasıl yoruldum yükseklerde?’

Delikanlı burada sustu. Zerdüşt, altında durdukları ağaca baktı da, şöyle buyurdu: ‘ Bu ağaç tek başına duruyor şu dağ başında; insan ve hayvan üzre yükselmiş.Ve konuşmak istese, kendisini anlayacak kimse bulunmaz: öylesine yükselmiş. işte bekler de bekler, -nedir beklediği? Bulutlar otağına pek yakın barındığı yer: yoksa ilk şimşeği mi bekler?’

Zerdüşt bunu dedikte, delikanlı, elini kolunu hızlı hızlı sallayarak bağırdı: ‘ Evet Zerdüşt, doğru söylersin. Ben yıkımımı istemiş oldum yüksekleri islediğimde, beklediğim şimşek de sendin! Bak, sen aramızda görüneli neyim ben? Seni kıskanma m dır beni yıkan!’ -Böyle dedi delikanlı, acı acı ağladı. Fakat Zerdüşt, kolunu beline doladı ve onu götürdü.

Bir süre yürüdükten sonra Zerdüşt, şöyle demeye başladı: Yüreğim parçalanıyor, içinde bulunduğun tehlikeleri, sözlerinden daha iyi anlatıyor bana gözlerin.
Sen daha özgür değilsin; özgürlüğü daha arıyorsun. Pek uykusuz kalmışsın araman yüzünden, pek uyanık. Açık yükseklikleri özlersin, yıldızlara susamış gönlün. Ama kötü itkilerin de özgürlüğe susamış. Azgın köpeklerin özgürlük isterler; ruhun bütün zindan kapılarını açmaya uğraşırken, mahzenlerinde sevinçten havlaşırlar.Sen benim gözümde, özgürlüğü düşünen bir mahpussun daha: ah, kurnaz, ama aldatıcı ve kötü olur gönül bu türlü mahpuslarda.Ve özgürleşen ruh dahi kendini artırmak zorundadır daha. İçinde daha pek çok zindan ve küf vardır: gözünün arınması gerektir daha. Evet, içinde bulunduğun tehlikeyi biliyorum. Fakat sevgim ve umudum hakkı için yalvarırım sana: sevgiden ve umudundan yüz çevirme!

Kendini soylu buluyorsun daha, başkaları dahi seni soylu buluyorlar daha, sana hınç bağlasalar, kötü gözle baksalar da. Bil ki herkesin yolunu bir soylu kişi tıkamaktadır.

İyilerin dahi yolunu bir soylu kişi tıkamaktadır: ona iyi dedikleri zaman bile, onu ortadan kaldırmak için öyle derler.Yeni bir şey yaratmak soylu kişi, ve yeni bir erdem . Eskiyi isterler iyiler ve eski saklansın isterler.

Fakat soylu kişinin içinde bulunduğu tehlike, iyi bir kişi olması değil, arsız, alaycı, yıkıcı olmasıdır.Ah! En yüksek umutlarını yitiren soylu kişiler tanıdım. Derken bütün yüksek umutlara kara çaldılar.Gelgeç hazlar içre arsızca yaşadılar derken, erekleri günün sınırını pek aşmaz oldu.

“Ruh şehvettir de,’ -böyle diyorlardı onlar. Derken kırıldı ruhlarının kanatlan; ve ruhları şimdi yerde sürünüyor ve kemirdigi her şeyi kirletiyor. Eskiden kahraman olmayı kurarlardı; şehvet düşkünü oldular şimdi. Kahraman üzgü ve yılgıdır onlarca.

Fakat sevgim ve umudum hakkı için yalvarırını sana: içindeki kahramandan yüz çevirme! En yüksek umudunu kutsal tut!-

Böyle buyurdu Zerdüşt.

Çocuk ve Evlilik Üstüne

Kardeşim , senin için bir sorgum var. Bunu bir sonda gibi ruhunun dibine atıyorum.Derinliğini anlamak için.

Sen gençsin , evlilik ve çocuk arzu ediyorsun.Fakat sana soruyorum ; çocuk istemeye ehil bir adammısın?

Sorarım ; zafere erişmişmisin? Kendi kendini zorlayan mısın? Duygularının hakimi misin? Erdemlerinin efendisi misin?

Yoksa arzun , hayvanlıktan ve zina ihtiyacından mı? Kendinle geçinememekten mi geliyor?

İsterim ki , zaferin ve özgürlüğün çocuğu özlensin.Zaferine ve mutluluğuna canlı anıtlar dikesin.

Kendinden ötesi için inşaa etmelisin.Fakat önce , kendin beden ve ruhça tam yapıda olmalısın.

İşin yalnız üretmekten ibaret olmamalıdır.Kendinden üstün bir varlık yaratmalısın.Bu iş için sana evlilik bahçesi yardım etmelidir.

Daha yüksek bir varlık , bir ilk hareket , kendiliğinden dönen bir tekerlek , bir yaratıcı yaratmalısın.

Evlenmek ; … iki kişinin bütün yarattıklarından daha üstün bir varlık getirme iradelerine derim.Böyle bir iradenin sahibi oldukları için , iki kişinin birbirini saymasına derim.

Senin evliliğinin anlamı ve tek gerçeği bu olmalıdır.Fakat şu gereksizlerin evlilik dediği şey … Buna ne ad vereyim?

Ah bu iki kişinin karşılıklı ruh yoksunluğu! Ah , bu iki kişinin karşılıklı ruh kirliliği! Ah , bu iki kişinin acınacak rahat düşkünlüğü!

Bunları herbirine evlilik diyorlar ve nihaklarının gökte kıyıldığını söylüyorlar.

Bu gereksizlerin göğünü istemem.Bu ilahi ağda kucaklaşan hayvanları istemem.

Birbiri için yaratmadığı bu iki insanın nikahını onaylamak için topallayarak gelen Tanrı da bana uzak olsun.

Böyle evliliklere gülmeyin! Hangi çocuk ana babasının haline ağlamak için neden sahip değildir?

Şu adam , bana olgun ve dünyanın anlamını kavramaya yetkin göründü. Fakat karısını görünce , dünyayı bir tımarhane sandım.

Evet! Ben isterdim ki bir azizle bir kaz çiftleştikleri zaman dünya sarsıntıyla çırpınsın.

Şu adam , bir kahraman gibi gerçekleri aradı ve sonunda , küçük ve süslü bir alan yakaladı.Buna evliliğim diyor.

Şu adam , ilişkilerinde pek çekingen ve çok güç beğenirdi.Fakat birdenbire sonsuz olarak derneğini bozdu.Buna evliliğim diyor.

Şu adam , melek erdemlerine sahip bir hizmetçi arıyordu.Fakat birdenbire bir kadının hizmetçisi oluverdi.Şimdi yalnız , bir melek olması kaldı.

Bütün alıcıları dikkatli görüyorum.Hepsinin hilekar gözleri var.Fakat en hilekar adam bile karısını torbada alıyor.

Çok kısa delilikler ; siz buna “aşk” diyorsunuz.Ve evliliğiniz , uzun bir budalalık halinde olan bu deliliklerinize son veriyor.

Kadına olan secginiz ve kadının erkeğe olan sevgisi … Bu , acı çeken ve gizlenen Tanrılara bir acıma olsaydı.Fakat çoğu kez i iki hayvan birbirini buluyor.

Sizin en iyi aşkınız bile şaşkın bir sembol ve acıklı bir alevden ibarettir.O ise , daha yüksek yolları aydınlatacak bir fenerdir.

Birazda kendinizden ötesi için sevin.Böyleyi sevmeyi öğrenin.Bunun için aşkınızın acı kadehini içmelisiniz.

En iyi aşkın kadehinde bile acılık vardır.Böylece İnsanüstü’ne sıcaklık getirir.Böylece yaratıcı , sana susuzluk verir.

Yaratıcıya susuzluk , İnsanüstü’ne özlem ve ok. Kardeşim söyle ; evlilik iraden bu mu? Bu iradeyi ve evliliği kutsarım.

Zerdüşt böyle dedi.

Ölüm Öğütleyenler Hakkında

Ölüm öğütleyenler vardır. Dünya, hayattan çekilmelerini önerdiğimiz böyleleriyle doludur.İşte böyle gereksiz insanlarla doludur dünya.Bu fazlalar yüzünden hayat bozulmuştur. Bunları “sonsuz hayat” sözleriyle kandırıp bu dünyadan ayırmak gerek.

Ölüm öğütleyenlere sarı veya kara diyorlar.Fakat ben onları size başka renklerde de göstermek istiyorum.
İşte içlerinde vahşi hayvan taşıyan , keyfetmek ve kendini yemekten başka birşey yapamayan korkunçlar.Onların keyifleri de , bir kendini yemedir.Bu korkunçlar daha insan bile olamamışlardır.Varsın ölüm vaat etsinler ve kendileri de göçsünler.

İşte ruhu veremliler : Daha doğmadan , ölmeye başlarlar ve yorgunluktan bir tarafa çekilip kendi kendine özlem çekerler.Onlar ölmeyi istiyorlar.Bizim de onların bu arzusunu onaylamamız gerekir.Bu ölüleri diriltmekten ve bu canlı tabutları zedelemekten sakınalım.

Karşılarına bir hasta , bir ihtiyar , bir cenaze çıksa hemen “hayat boştur” derler.Fakat kendileri ve varlığın yalnız bir yüzünü gören gözleri boştur.

Yoğun bir kedere bürünmüş ve ölüm getirecek küçük rastlantılara inanıp böyle beklerler ve dişlerini gıcırdatırlar.Yahut şekerlemelerine uzanırlar ve çocuklarıyla alay ederler : Bir saman çöpü gibi olan hayatlarına asılırlar.Ve bir saman çöpüne asılı durmakla alay ederler.

Onların hikmeti şudur : “Yaşamak isteyen delidir.İşte biz bu kadar deliyiz ve hayatta en büyük delilik budur.”

“Hayat yalnız acıdır” ; Bazıları böyle derler ve bu yalan değildir.

Öyleyse bu hayatın bitmesine çalışın. Öyleyse yalnız acı olan bu hayatın bitmesine çalışın.

Erdemleri onların şu öğüdü vermelidir: “Sen kendini öldürmelisin. Sen kendini bu hayattan çekmelisin.”

Ölüm öğütleyenlerden bazıları, “Şehvet günahtır” derler. “bırakın kenara çekilelim ve çocuk yapmayalım.”

Bazıları da: “Doğurmak güçtür,” derler. Ve niye doğurmalı? “Bütün doğanlar mutsuz oluyorlar” Bunlar da ölüm öğütçülerdir.

Yine bir kısımları: “Acımak gerek. Neyim varsa alın. Ben ne isem alın ki hayata daha az bağlanayım.” der.

Fakat tam merhametli olsalardı en yakınlarını hayattan bıktırırlardı. Kötü olmak, onların gerçek iyilikleri olurdu.

Fakat bunlar hayattan çekilmek isterler. Başkalarını zincirleri ve armağanlarıyla hayata daha sıkı bağlamaktan ne bekliyorlar?

Hayatları vahşi bir çalışma ve huzursuzluktan ibaret olanlar, sizler, hayattan pek yorgun değil misiniz? Ölüm öğütçüleri için pek olgun değil misiniz?

Vahşi çalışmayı, aceleyi, yeniyi, yabancıyı seven sizler, kendinizden memnun değilsiniz. Çalışmanız, kendinizi unutmak için arzu ve bir kaçmadır.

Hayata daha fazla inansaydınız, kendinizi “An”a bu kadar kaptırmazdınız. Fakat beklemek için, hatta tembellik etmek için bile yeteri kadar isteğiniz yok.

Her yerde ölüm öğütleyenlerin sesi çınlıyor ve dünya, kendilerine ölüm öğütlenmesi gereken böyle insanlarla doludur. Ya sonsuz hayat? Bence onlar için uygun, yeter ki tez göçsünler.

Zerdüşt böyle dedi.

ZERDÜŞTİLİK
(Mazdaizm)
İran dinleri içerisinde, tek tanrı inanışına yer vermesi bakımından, en dikkat çekicisi Zerdüştilik ‘tir. Bu din, adını kurucusundan alır. Bu dine, dayandığı tek tanrı Ahura Mazdah ‘a nispeten ?Mazdeizm? de denir.

1. Zerdüşt ‘ün Hayatı
Zerdüşt kelimesi (Zoroaster), Zarathustra ‘nın Yunanca karşılığıdır (Zarath: güzel, doğru; üstra: develer demektir. Güzel develere sahip olan anlamını ifade eder. Halk dilinde zerdüşt, yaşayan yıldız olarak nitelendirilir). Zerdüşt ‘ün doğumu, M.Ö. 570 olarak tahmin edilmektedir. Zerdüşt, İran dinleri üzerinde önemli bir etki bırakmıştır. Tektanrılı bir inanç telkin ettiği için onu bir peygamber olarak kabul edenler bulunduğu gibi, ona bir hakim veya şaman olarak bakanlar da vardır. Gatha’lar diye adlandırılan kutsal metinler ona dayandırılır.

Zerdüşt, Yüce Tanrı olarak telkin ettiği Ahura Mazdah ile yakın irtibatı bulunduğunu ilan etti. Ona göre alemlerde mücadele eden, İyilik ve Kötülük diye adlandırılan iki asli ruh (ilkine ?Spenta Mainyu?, ikincisine ?Angra Mainyu? denilir) var idi. Ahura Mazdah ‘ın bu iki ruhla alakasını bugün pek iyi bilemesek de O, iyilikle beraberdir. İnsanoğlu, bu iki ruh arasından birini seçmeye mecburdur ve seçimi onun kaderini etkileyecektir.

Zerdüşt ‘ün ölümünden sonra insanlar, onun karşı çıktığı Mitra, Anahita gibi tanrılara tekrar tapınmaya başladılar.

2. Kutsal Kitapları ; Gathalar – Avesta
Zerdüşt ‘ten sonra çoktanrılı inançlar yayılmışsa da ona nispet edilen kutsal Gatha ‘lar, İran ‘da etkisini sürdürmüştür. Avesta, eski İran ‘ın ve bugün Hindistan ‘da yaşayan İran asıllı Parsî lerin ve diğer Zerdüşt inancını kabul edenlerin kutsal kitabıdır. Dili Pehlevice (Eski Farsça) ve Kürtce ‘dir..  Avesta (Hikmet, bilgi anlamında), şu bölümden oluşur:

2.1. Yasna: Dini törenlerde okunan ilahiler. Zerdüşt ‘ün Gatha ‘ları bu bölümdedir. Gatha ‘lar, Avesta ‘nın eski metinleri ve kısımlarıdır. Gatha ‘lar, Zerdüşt ‘ün sözleri sayılır ve hususi bir saygı görür. Pehlevi dilinde Gatha ‘nın her şiirine ?Gas? denir. Gatah ‘ların tamamının 17 fasıl, 338 kıta, 896 mısra ve 5560 kelimeden ibaret olduğu belirtilir. Avesta ‘daki Gatah ‘lar; Eşnut Gat, Eştut Gat, Spentmend Gat, Vonu Hişter Gat ve Vehiştvet Gat olmak üzere beş tanedir.

2.2. Yast: Çeşitli tanrılara yöneltilen ilahiler.Güneş tanrısı Mitra, Ahura Mazda ile ölmez azizleri ve diğer tanrısal olgular için yapılacak kurban şarkıları olup yirmibir söylevi kapsamaktadır.

2.3. Videvdat: ?Şeytanlara karşı kanun? diye de adlandırılır; şeytanlara karşı tılsımlar ve temizlenme kaideleri bu bölümde yer alır. Toplam yirmi iki söylevi kapsamaktadır.

2.4. Vispered : Tüm kutsananlar anlamında olup, ibadetlerde anılması gerekli olan kutsallar ve onlara yapılan ibadetleri ve bazı edebi bölümleri içermektedir.

2.5.Horda (Xorda) Avesta : Genç avesta anlamına gelmekte olan bu bölümde günlük ve yaşam sürecinde yapılması gerekli ibadet zamanlarını gösteren bir zaman takvimi niteliğindedir. Bu da dört bölüm halindedir.

2.5.1.Nijis : Mitra Tanrısı,umut,aydınlık,su ve ateş hakkındadır
2.5.2.Kataha : Beş umudu kapsamaktadır.
2.5.3.Sihroje : Günlük yaşamda iyi ve kötü anların varlığı hakkında bilgileri kapsar
2.5.4.Aferinkan : İnsanların iyiliklerle mutlu anlarından eğlence ve kutsamalarından bahsetmektedir.

2.6.Nirangastan : Bu bölümde de ölenlerin ruhlarının göğe çıkışları anlatılmaktadır.

Bu Avesta bölümlerinden eksik -kayıp- olanlarının tamamlanması amacıyla MS yapılan çalışmalarda halkın ve din adamlarının sözlerini ve eski kaynaklar esas alınarak (zaman zaman değişikliklere uğramış) hazırlanan bölümlerde şu alt bölümlerden meydana gelmektedir.

a.Bundahişn : Temel veya yaratılış anlamında olup uzay ve dünyanın yaratılışı sürecini ve sonucunu eski kaynaklara bağlı olarak anlatmaktadır.

b.Denkart : Dini eser anlamına gelmekte olan Avesta ‘nın kayıp olan yirmibir bölümü ve onların içerikleri hakkında bilgi verirken, karmaşık bir ansiklopedi durumundadır.

c. Brahman Yaşt : Sassaniler zamanında yazılmış olduğu belli olan bölüm, Avesta ‘nın son kayıp olan bölümleri hakkında bilgi vermektedir.

d. Ayatkar-i Zamaspik : Zerdüştlüğün ortaya çıktığı bölgenin ilginç mitolojik ve kahramanlık hikayelerini anlatır.

e. Menok-i Xrat : İyilik ruhu ve bilgelik anlamına gelmekte olup, Menok-i Xrat ile bir Zerdüşt dini bilgini arasında geçen ve Zerdüşt dini inancı konusunda 62 sorulu cevaplı bir bölümdür.

f. Pank Namak-i Zerdüşt : Zerdüşt ‘ün fikir kitabı anlamında olan bu kitap da Sassaniler zamanında Zerdüşt ‘ün fikirleri konusunda yazılmıştır.

g. Ardai Viraz Namak : Bu kitap Arda i Viraz ‘ın göğe ve cehenneme seyahatini anlatmaktadır.

h. Viçitakihai Zatspram : Zatspram ‘ın seçilen yazıları anlamında olup, Zerdüşt ‘ün var oluş veya dünyanın yaratılışı konusundaki görüşünün Zervanist düşüncesi ile yazılmasıdır.

ı. Şayast na Şayast : Müsaadeli ve müsaadesiz anlamında olan bu bölüm dini inançları gereği soru ve cevaplı kuralları içeren bir bölümdür.

i. Pahlavi Rivayat Zu Datesstan-i Denik : Dini kuralları içeren Pehlevi rivayetleridir. Bu bölümde dini, mitolojik ve kahramanlık konularında bilgiler verilmektedir.

Avesta ‘nın büyük bir kısmının dili pek güç anlaşılır. Avesta, Şapur II (309-380) zamanında bir araya getirilmiştir.

3.Zerdüşt ‘ün Getirdiği Dini Prensipler
Zerdüşt, eski İran ‘a tevhid inancını getirmiştir. Onu getirdiği din, tek tanrıya inanmakta idi. Ondan önce İranlılar bir kısım tanrılara tapınmakta ve rahiplerin hazırladığı uyuşturucu bir kutsal içkiyi içmekle uygulanan Haoma kültürünü devam ettirmekte idiler (Haoma, bütün alemi sıvı şekilde doldurduğuna inanılan hayat tanrısı idi).

Zerdüşt, daha sonraları Ormazd şekline dönüşmüş ve islam kaynaklarında da ?Hürmüz? olarak yer almış Ahura Mazdah (Hakim Rab anlamında), Daryus (tahminen M.Ö. 500 ‘ler) ve takipçileri tarafından Batı Asya ‘ya getirilen ve birkaç yüzyıl içinde Turfan ‘ dan Habeşistan ‘a, İndus nehrinden Ege Denizine kadar yayılan bir yüce Tanrı idi. O, alemin tanrısı idi. Alemin gayesi; yalanın, kötülüğün hakikat tarafından yenilmesidir. Alemdeki maddi ve manevi nizamı yaratan,tabiat kanunlarını koyan, Ahura Mazdah ‘dır. Kötülüklerin kaynağı, Ehrimen ‘dir.

Ahura Mazdah önce manevi bir varlık olarak kabul edilirken sonraları, Zerdüşt ‘ten önce olduğu gibi, onu nuru ateşin ihtiva ettiği, yaratılmamış bir ışık olarak düşünüldü ve böylece ateş kültürü gelişti (Mecusilik). Ahura Mazdah ‘ın yanında altı baş melek bulunur. Bunlara Ameşa Spenta ‘lar (Kutsal Ölümsüzler) denilir. Bunlar; İyi Akıl, Adalet (veya Hakikat), İlahi İrade Ülkesi, Tevazu (veya Dindarlık), Mükemmeliyet ve Ölümsüzlük şeklinde, Ahura Mazdah ‘ın sıfatları, çeşitli vecheleri ve fonksiyonları olarak telakki edilir.

Zerdüşt ‘e göre bir taraftan sağduyu, iyilik ve aydınlıktan oluşan ?Aşa? (alem nizamı), öteki tarafta da suç, kötülük ve karanlığı içinde bulunduran ?Drug? (yalan, anarşi, fesat) vardır. İnsanın iyilik tarafını seçmesi gerekir. İnsanın bu seçimi öteki dünyada sonuç verecektir.

Zerdüşt ‘ün ölümden sonraki muhakeme ile ilgili telkinleri vardır. Ahura Mazdah ‘a inananların ruhu, ölümden sonra dördüncü gün muhakeme edilir. O, önce Cinvat Köprüsünden geçecektir. Bu köprü, bu alemden ötekine götürür. Dinsiz bu köprüden geçemeyip cehenneme düşer. Dindar kişi ise bu köprüden geçip cennete ulaşır ( ona altı Ameşa Spenta ‘ya sonradan katılan ?itaat? yol gösterir). Cinvat Köprüsü ‘nün ortası kılıç yüzü gibi olur ve dinsiz cehenneme düşer; ancak iyi insanın ruhu geçerken geniş tarafı döner ve oda geçme imkanı bulur.

Zerdüşt gelecek bir alemşümül muhakemeden de bahsetti. Kendinden 3.000 yıl sonra Ehrimen ‘in gücü zeval bulacak ve hakikat-adalet evi kurulacaktır. Böylece itaat ruhu zafere ulaşacaktır.Muhakeme, ateş ve erimiş maden ile olacaktır. Bütün bu işler; ?Saoşyant? denilen kurtarıcının doğmasıyla gerçekleşecektir. O Kansava Gölü ‘nde yıkanan bir bakirenin o gölde bulunana Zerdüşt ‘ün tohumuyla gebe kalması sonucu doğacaktır. Böylece ölülerin doğması başlayacaktır.(dirilme). İlk insan ?Gayomart?ın kemikleri hayat kazanacak, bütün ölüler tekrar vücutlarına kavuşacak ve bir yerde toplanacaktır. İyiler, kötüler ayrılacak; iyiler cennete kötüler cehenneme gidecektir. Üç gün kalınacak, sonra bütün yaratıklar ateş ırmağından geçecek, ateş kötüleri temizleyecek ve şeytanlarla bütünleşenler hariç, herkes AHURA MAZDAH ‘ın ülkesine girecektir.

Zerdüşt ‘ten önce ?deva? denilen ve Ehrimen ‘in avenesi olan şeytanlara, onları yatıştırmak üzere, kurban kesilirdi. Onların kurbanlardan çıkan buğu ile beslendiklerine inanılırdı. Böylece onlara ibadet edilmiş olunurdu. Zerdüşt’ün kurban kesimi ile mücadelesi bu sebebe dayanır. Zerdüşt, sığır eti yemeyi de yasakladı.( Hindistan ‘da da bu yasak vardır. İslam ile Yahudilikte ise domuz eti yasaklanmıştır)

Günah, insanı kötü güçlerin esiri kılar; fazilet iyiliğin nihai galebesine yardım eder. Zerdüştilikte, doğru yaşama,ahlaki emirlere uyma esastır. Ahlaki emirler; iyi düşünce iyi söz, iyi iş diye özetlenir. Fakirlere, cömert davranma,yabancılara misafirperverlik, bütün lekelerden uzak kalma, toprağı sürme, sığırlara bakma, sıkıcı şeyleri imha da faziletli işlerden sayılır. Temiz hayvanları, özellikle köpekleri öldürme büyük günahtır. Zina yasaktır. Bazı cinsi konular ve ölü bedenine temas, kirlenmeye yol açar; özel ayinler gerektirir.

Zerdüşt ?iyi hayvanların içinde olduğu bir ev ve dişilerin içinde bulunduğu bir sürü ile yayılacağı bir yaylak olduğunda orada mutluluk ve şanslılık doğar. Orada tam güzel bir hayat doğar?diye belirtmektedir. Zerdüşt her alanda tarım ve hayvancılıkla uğraşılıp bol üretimin sağlanmasını ve zararlı bitkilerle hayvanlarında kökünün kesilmesini tavsiye etmektedir. Temiz hayvanlarda sayılan köpek ve kedinin öldürülmesini büyük günah saymaktadır. Döllenmeyi ve çiftleşmeyi önleme kesin olarak yasaklanmıştır.

Bu dini inançta söz konusu edilen şarap içkisi,dini ibadetle ilgili olup,dini düşüncelerin geliştirilip derinleştirilmesi ve ruh gözünün açılması amacıyla içilmekte olduğu vurgulanır. Avesta ‘nın Gatha bölümünde belirtildiğine göre dini inanç alanında şarkı ve şiirlerin önemli bir yeri olduğu görülür. Cenneti şarkılı bir yer olarak değerlendirdiği dikkate alınırsa bunun önemi daha iyi kavranır.

Zerdüşt intihar etmeyi tanrı Ahura Mazda ?ya düşmanlık olarak niteler ve çok günahkarca bulur. Kendini ve eşini her alanda korumakla yükümlü olan insanın intihar etmesi veya kendilerini koruyan askerlerine kötülük etmesini büyük günah saymasının yanında, Tanrı Ahura Mazda ‘ya düşmanlık olarak belirler.

Zerdüşt dini inancına göre tanrı kadın ve erkeği bir arada ve birbirine arkadaş yaratmıştır. Arkadaşlar arasında eşitliği temel alan bu inançta kadın ve erkek eşit olarak kabul edilmektedir. Zerdüşt inancını gelişip yayıldığı bölgelerde çok eşliliğin azaldığı ve tek eşliliğin arttığı görülmüştür. Zerdüşt, kadınların evlerinde çocukların anası olması, çocuklarını yetiştirmede ve onlara iyilikler ile yurtseverlikleri aşılamada en etkin kimse olduğunu belirtir.Erkek çocukların anaları olarak, kötü düşmanlara karşı ülkelerini savunmaları ile mal, can ve namuslarını korumalarında kadınların, eğitip yetişmelerinde büyük rol oynayacaklarını belirler.

Zerdüşt, kim kardeşlerine doğru ve dürüst olur ve fakirlere yardım ederse, tanrı Ahura Mazda yolunda çalıştığı için, tanrı da onu destekler ve korur, derken inananlarına doğru olana yapmayı, buna inanç göstermelerini ve bunu yaymaya çalışmalarını tavsiye eder, zayıf ve fakir olanların da yardım edilerek korunmasını belirtir.

4.Zerdüşt Dini İnancında Kutsal Ateş
Ateş Zerdüşt dini inancı tarafından kutsal olarak kabul edilmektedir.Ateş Zerdüştizm ‘de çok önemli bir yere sahiptir. Avesta ‘ya göre ateş tanrı Ahura Mazda ‘nın ruhu ve oğludur.

Esas olarak ateşe üç anlam veriliyordu veya bu anlamlarda ateş kutsanıyordu. Ateşin başlangıcı olarak ev ateşi yani ocak ateşi kabul ediliyordu. İkincisi kurbat ateşi olup, bu ateş devamlı yanan ve kötülükleri uzaklaştırandır. Üçüncüsü ise halk topluluklarınca meydanlarda yakılan ve etrafında eğlenilen,aynı zamanda ateşle temasa gelerek veya bu ateşin içinden geçerek suç ve günah işlemiş olanlar, kime karşı suç veya günah işlemişse onun yakacağı ateşin içinden yürüyerek kendini temize çıkarması günahını veya suçunu affettirmesi, yani kendisinin suçsuz ve günahsız olduğunu ispatlaması geleneği bakımından önemliydi.

Bir Part destanında, Kral Muhabad ‘ın oğlu Prens Wise, suçsuzluğunu ispat edebilmesi için büyük bir ateş yaktırdığını anlatırken ilgili şiirde,

?………………………………..
Şimdi hak ve askerler
Benden suçsuzluğumu ispat etmemi isterler
Bana deki ?ateşin içinden geç ‘
Halka ve dünyaya temiz
Suçsuz olduğunu ispat et? diye belirlemesinde de ateşin bu gücüne inanıldığını açık ortaya koymaktadır.

Bu inanca göre ateş,sadece günah ve suçlardan arındırıp temizleyen yetkisinin dışında aynı zamanda ilahi güç, kuvvet ve kudret veren bir kaynak olarak da görülür. Çünkü ateşin tanrı Ahura Mazda ‘nın oğlu olduğuna inanılmasının yanında, insanların ruhlarının da ateşten geldiği ve ölümden sonrada ruhun yapılmış olduğu gökteki ateşe çekileceği ve onunla birleşeceğine inanılmaktadır.

Geçmişte ateşin kutsanması konusunda anlatılanların dışında tapınaklarda devamlı yanmakta olan ateşler : Bölge halkının inançları için yaptıkları tapınakların çok basit yapılar olmalarına rağmen, tüm tapınaklarında devamlı ateşlerin yanması için ateşgahları vardır. Bu ateşlerin devamlı yakılması ve kutsanması ile dini ibadetlerin yapılması için tapınaklarda din adamları sürekli bulunurlar.

Zerdüştlüğün ilk döneminde Tapınaklarda ki kutsal ateşlerin rahatsız olmamaları için yaklaşan her kim olursa olsun nefesinin kutsal ateşi rahatsız etmemesi için yüzünü örtmek zorunluluğu vardı. Dini törenler açık alanlarda ve ortasında büyük ateşlerin yakılması ile yapılırdı. Zerdüşt ‘ün kanlı kurbanları yasaklaması sonrasında kutsal ateşe ekmek ve süt kurban olarak sunulmakta idi.

Kutsal ateş bazı kaynaklara göre ise üçe ayrılmaktadır.Bunlar ;

– Farhang Ateşi ; Din adamlarının ateşi
– Guşnah Ateşi ; Savaşçıların ateşi
– Burzin Mihr Ateşi ; Köylü ve çiftçilerin, halkın ateşi olarak bir ayrıma tabi tutulur. Bu ateşin konumu toplumun sosyal yaşantısının açık bir yansımasıdır.

Zerdüştlüğe göre esasta yeryüzündeki her türlü canlı ve cansızda ateş vardır. İnsanda , hayvanda, bitkilerde gökte ve yerde bu ateşi değişik zaman ve durumlarda açık görmek mümkündür. Bunlarda insanda bulunan ve insanların ilişkilerini sağlayan ve aynı zamanda Tanrı ile ilişkide olan ateşin en kutsal ateş olduğu belirlenir. Bu ateşin 215-216 değişik ateşten meydana geldiği ve her bir ateşin ise çalışan bir meslek grubuna ait olduğu belirtilir. Aynı zamanda insanların değişik şeylerden yaktığı ateşin, insanları kötülükten ve günahlardan arındırdığına inanılır. Ateşin, dünyanın yaratılışında altı unsurda karışık varlığı ile ateşten yaratıldıkları belirtilir. Bu unsurlar gökyüzü,yeryüzü,veya toprak,su,bitkiler,hayvanlar ve insanlardır.Bunların bünyesindeki ateşi değişik şekillerde ve olaylarda gözle dahi görmek mümkündür diye belirlenir. Zerdüştlükte sabah güneşinin öğleye kadar geçen zamanda bereket getirdiğine inanılırdı.

5.Avesta ‘dan Bazı Konularla İlgili Kısa Alıntılarla Zerdüşt İnancı
5.1.Yaratılış
Avesta ‘da Üçüncü Gatha ‘nın Yasna otuz kısmı, uzayın yaratılışını anlatan bir bölümdür. Burada uzayın ve dünyanın yaratılışı anlatılırken, birbirlerine karşıt iki ruhun ilişkileri ile yaratıldığı belirtilmektedir. Bu ruhların her şeyi yaratışları şöyle anlatılır ;

?V e ondan tüm varlıkları yarattı.Varlıkları yaratınca onları gövdesinde taşıdı. Böylece devamlı olarak çoğalıp büyüdü ve her şey giderek güzelleşti. Ve sonra diğerlerini birbiri arkasına gövdesinden yaratmaya başladı.
Ve sonra kafasından göğü
Ve yeri ayaklarından yarattı.
Ve suları gözyaşlarından
Ve bitkileri tüylerinden,
Ve ateşi kendi anlamından yarattı.?(Riv.Dat.Den.XIVI 3-5,11,13-28) Burada esas olarak anlatılmak istenen Tanrının kendisi yani Ahura Mazda olduğu şeklinde yorumlanmaktadır. Böylece uzayda görünen görülemeyen her şey tanrının görünen organları veya görünmeyen parçalarıdır.Böylece uzayın tüm elementleri tanrının bizzat yapısıdır.

5.2.Ölüm ve Sonrası Hakkında Öğretisi
Zerdüşt dini inancında ölenlerin ruhları Cinvat köprüsünden geçmeye çalışırlar iyiler geçer kötüler için ise köprü incelir keskinleşir ve kötüler köprüden aşağıya karanlıkların içine düşerler.Aşağıya düşen kötüler 3 ‘e ayrılır.Tamamen kötü olanlar(sürekli cehennemde kalırlar),Çok günah işlemiş fakat iyiliği de olanlar(onikibin yıl cehennemde kaldıktan sonra cennete girerler),Günahları ve Sevapları eşit olanlar (günahlarından arınıncaya kadar cehennemde kalıp sonra cennete girecekler).Yine Cinvat Köprüsü ‘nü geçmiş olan iyi insanların ruhlarının cennete varış seyiri 3 ‘e ayrılmaktadır.İyi düşüncelerinden dolayı(Hamut) önce yıldızlara,İyiyi konuşmalarından (Huxt) dolayı önce aya, İyiyi yapması (Huvarşt) ile önce güneşe yükseleceği,bu aşamalardan geçtikten sonra cennet kapısına varabileceğini belirler.Burada da sorgulamaya tutulurlar. Avesta ‘nın Gatha bölümünde bu şöyle anlatılır;

?Ona sorma,
Çünkü sen ona başından geçen kötülükleri,
Göz yaşları ile bozulmuş yolları,
Ki onlarda o geldi,
Üzüntülü gözyaşlarından akıllanmak vardır.

Nasıl buraya geldin ey haklı?
Geçmiş olan yaratılışından, iyileşmenden,
Duran bir yaşam için, günahsız geldin,
Ölümsüzlüğü tad görüyorsun kal uzun zaman.?
Köprüyü rahatlıkla geçebilen iyi insanların ruhları ise Ahura Mazda tarafından yapılmış cennete çok güzel bir genç kızla (Huri) ile mutluluk içinde sonsuza kadar yaşarlar.Huriler cennete yaşamayı hak etmiş iyi kadınlardır.Cennette yaşayanların her türlü istekleri sonsuza kadar yerine getirilir.Avesta ‘da cennette bulunan bir kadın şöyle tasvir edilmektedir;
?Bir parlak ve çok güzel kız,
Beyaz bilekli ve güçlü
Çok güzel görünüşlü
Yeni yetişmiş
Çabuk büyümüş,iri göğüslü,
Asil yapıda, asil doğmuş,
Zengin aileden,daha onbeş yaşında,
Görünüş ve şeklinde öyle güzel ki
Sanki yaratıkların en güzeli ? (Yasna 43-46 )

5.3.Kıyamet Öğretisi
Zerdüşt inancına bağlı olanlar Zerdüşt ‘ün dünyanın üçüncü döneminde gelmiş olduğuna inanmaktadırlar.Avesta ‘nın Yaşt Bölümünün 13:141 de Zerdüşt ‘ten sonra peygamber olarak, yine Zerdüşt ‘ün soyundan veya direk Zerdüşt ‘ün bir kızla birleşmesinden her bin senede bir peygamberin geleceği belirtilmektedir. En son gelecek olan Asvart-Arta, dünyayı tüm kötülüklerden temizleyip kurtaracağı belirtilmektedir.Bunların zaman ve sırası ile şöyle olacağı belirtilir.
3000 yılı sonuna kadar Zerdüşt
2000 yılı sonuna kadar Uxşyat-Arta
1000 yılı sonuna kadar Uxşyat-Nemah
0 yılı sonuna kadar Astvart-Arta
Zerdüşt dini inancına göre Zerdüşt ‘ten sonra üç peygamber gelmesi sonrasında,üçüncü peygamber zamanında son mahkeme kurulacaktır.Böylece Ahura Mazda ‘nın zamanı gelmiş olacak ve tüm iyi amele sahip olan insanlar,öyle bir dünyada yaşayacaklar ki, hiçbir hükümdarlık,haksızlık olmayacak, karanlık ve üzüntü olmayan bir yaşam başlayacaktır. Tüm kötülükler eriyen metalle Tanrı tarafından yok edilecek.. Ölüler canlanacak,yaşam yada ruh geri dönecek dünyada yaşlılık ve ölüm olmayacak ve böylece sonsuza kadar mutluluk içinde bir yaşam başlayacağı belirtilmektedir. Yeniden diriliş konusu Avesta ‘da ;
?Ölüler dirildiğinde
Yaşayanlar yaşlanmadan gelir
İsteğe göre yaşantılar düzenlenir? (Yaşt 19:11,89) diye belirtilir.

5.4.Avesta ‘nın yazılışı ve Zerdüşt ‘ün Peygamberliği Öğretisi
Avesta ‘nın Brahman Yaşt bölümünde Zerdüşt ‘ün zaman zaman Ahura Mazda ile görüştüğü ve Ahura Mazda ‘nın isteklerini halka bildirdiği aktarılmaktadır.

?Zerdüşt ile herşeyi bilen Tanrı Ahura Mazda birleşip yedi gün yedi gece birlikte kaldılar.Zerdüşt Avesta ‘yı yazdı.Bizler böylece Zerdüşt ‘ün yazdığı Avesta ‘ya inanıyoruz ve
onun çerçevesi dahilinde hareket ediyoruz? denilmektedir. Bu durum Vistaspa hakkındaki bir bölümde ise şöyle anlatılmaktadır.

?Ve ona söyledi: Şaraba Hanf kat Vistasp ‘a ver.
Sonrasında bilerek yapıyordu,onu içtiğinde hemen olduğu yerde,
Bayıldı ve ruhu ile beraber cennete gitti?

Zerdüşt, dini inancı konusunda ve sosyal alanlarda inananları ve öğretileri üzerinde yegane otorite durumundadır ve kendisini Ahura Mazda ‘nın aracısı olarak tanıtmaktadır.

?Onların doğum ve büyümelerine
Su ve bitkiler seviniyorlardı.
Onların doğum ve büyümelerinde
Su ve bitkilerde büyüdüler.
Onların doğum ve büyümelerinde
Tüm kutsal yaratıklar
İsteklerinin gerçekleştiğini gördüler.
Bizim istediğimiz ise din adamlarının doğuşu
Kutsal Zerdüşt, kurbanlaştırdığı demetleriyle
Şereflendirir bizleri kurban sunmalarıyla? ( Avesta / Yaşt : 13.39 94)

Burada açıkça bir peygamber yada kutsal tanrı yapısı Zerdüşt ‘ün kişiliğinde anlatılmaktadır.

6. Parsîler
Parsî İranlı anlamına gelir. Özellikle Bombay ‘da oturan Kuzeybatı Hindistan ‘daki Zerdüşti topluluğa verilen addır. Parsîler, 641 de Müslümanların İran ‘ı fethetmelerinden sonra 8. yy dan itibaren Hindistan ‘a göç eden İranlılardır. İran ‘da kalıp inançlarını devam ettirenlerde olmuştur.,bunlara ?Ceberler? (Geber ‘ler) denir. Parsîler, önce Kathiavar ‘daki Diu, sonra Gucarat ‘taki Sencen ‘e daha sonrada şimdi kaldıkları diğer yerlerde ikamet ettiler. Onların kaldıkları önemli bir merkez Surat yakınındaki Nausari idi. Surat batılı tüccarlar için önem kazanınca Parsî ler maddi refaha kavuştular.Daha sonra ticaret merkezi Bombay ‘a geçince onlardan çoğu Bombay ‘a göç etti. 19.yy ‘ın ilk yarısında Britanya usulü öğrenim Bombay ‘a girdiğinde Parsîler hızla bu kültürü benimsediler.Böylece ticaret ve imalatta önemli bir yer kazandılar.

Hindistan ‘a yerleşen Parsîler, bir Hindu kastı gibi teşkilatlandılar.Parsîler ‘in büyük bir kısmı şimdi ileri gelen tüccar,endüstrici ve banker konumundadır. Dolayısıyla Parsîler , Hindistan ‘a gelmelerinden bu yana ticaretle uğraşan bir topluluk olarak kendi inançlarını da büyük bir muhafazakarlılıkla devam ettirmişlerdir. Parsîler 15.yüzyılda İran ‘da kalan Ceber ‘lerle temas kurmuş, Pehlevi literatürünü getirtebilmişlerdir. Böylece Şapur II zamanında düzenlenen ?Avesta? eski materyalle genişletilmiş oldu. Ancak bu önce 18 Yüzyılda takvimden kaynaklanan mezhep ayrılığına yol açtı. Sonra 19.yy daki reform hareketi kendini gösterdi. Yeni araştırma ve incelemeler sonucu, rahip sınıfının ayin tarzının Avesta ‘ya uygun olmadığının belirlenmesi üzerine bu yola gidilmişti. Bununla beraber bazı yorumlarla eski geleneği savunanlarda vardı. Reform tedrici olarak tuttu. Cemaatte bir yandan dünyevileşme, öte yandan da mecazi açıklama yollarıyla muhafazakarlığı sorgulayan teosofik eğilimler ağırlık kazandı.

Şimdiki Parsîlik, kuvvetli monoteist karakterlidir. Merkezi ayine dayanan Tanrı sembolü ateştir. Kültün tapınakları vardır. Bu tapınaklara Parsî olmayanlar alınmaz. Günde beş defa ateşin temizliğini korumak için temizleme ayinleri yapılır. Bu ayinler, rahiplerin nezaretinde yürütülür. Ayinlerde Avesta ‘dan ilahiler, parçalar okunur. Sunu ve kurbanlara önem verilir.Ölüler şehirden uzak ?dakhma? denilen ölü kulelerine (sessizlik kuleleri) bırakılır. Bu kuleler, necis sayılır.Kuleler, 4 – 5 yüksekliğinde ,silindirik yapılardır. Terasında çıplak ölüler sıra halinde yatırılmıştır. Yırtıcı kuşların, akbabaların etlerini gagalaması ve güneşin kemikleri kurutması sonucu bu kemikler, kulenin içinde depolanır. Böylece toprağın kirletilmediğine inanılır. Hindistan ‘daki Parsî toplulukları bu geleneği devam ettirirler. Parsîler , oturulmayan, cin, şeytanın top oynadığı yerlere ?sessizlik kulesi? derler. Halk dakhmalardan korkar. Dakhmaların özel hizmetçileri vardır.

Parsîlikte ayrıntılı takdime veya kurbanlar bir sistem içinde yürütülür. Eski İran geleneğindeki Haoma veya benzeri Hint geleneğindeki Vedik Soma ‘dan rahiplerce ilk sıkmayla elde edilen acı bir bitkinin suyu olan ve yine ?haoma? diye adlandırılan sıvının takdimesi gibi. Hayatını doğru sürdürme,ahlak ve temizlik kurallarına bağlı kalma ?aşa? diye adlandırılır. ( Vedik ?rta? terimiyle eşanlamlı ). Ahura Mazdah ‘ın Ameşa Spentaları denilen altı sıfatı (veya meleği ) arasından biri Ardibeheşt şeklinde Tanrı ‘nın kozmik yaratıcı düzenini ifade ederki aşa da bu düzenle ilgilidir. Ahlaki prensipler üç maddede özetlenebilir :

1- İyi düşünce (humata)
2- İyi Söz (hukhta)
3- İyi İş (huvarşta) İyilik ve yardıma önem verilmesi bu topluğun öğretim ve sosyal
refahını arttırmıştır.

7.Günümüzde Zerdüştlük
Günümüzde Zerdüştlük Parsiler ve Ceberler olarak iki ana kola ayrılmış olarak varlıklarını devam ettirmektedirler. Günümüzde Parsilerin büyük bir bölümü Hindistan ‘da yaşamaktadırlar. Caynistler gibi Parsîler de kast sisteminin cemaat dışında evlenmeme gibi bazı özelliklerini benimsemişlerdir. Bununla beraber Avrupalı ‘larla evlenenler de vardır.

Zerdüştler günümüzde ?Dünya Zerdüştler Birliği? adı altında örgütlenmiş olmakla beraber; Hindistan, ABD, Pakistan, İngiltere, Kanada gibi ülkelerde yerel toplulukları bir arada toplayan örgütlenmelere gitmişlerdir ve bu ülkelerde Tapınakları da mevcuttur.

Zerdüştlerin sayısı Bugün 40.000 ‘ni İran 100.000 ‘i Hindistan ‘da olmak üzere yaklaşık 200.000 kadar olup geriye kalan büyük bölümü İngiltere, ABD, Pakistan, Kanada yaşamaktadır.
(Kaynak: dunyadinleri.com)

Previous Story

Ölümü gömdüm, geliyorum – Edip Cansever

Next Story

Kapitalizmin Maskesini Düşüren 15 Anti-Reklam Billboardlarda

Latest from Felsefe

Nietzsche

FRIEDRICH NIETZSCHE: Felsefede “Akıl”

Felsefede “Akıl” 1 Soruyorlar bana, nedir filozoflardaki bütün bu alerji diye?… Sözgelimi tarih duygusu eksiklikleri, oluşun düşünülmesine bile duyduktan nefret, Mısırcılıkları.[17] Bir davayı tarihsellikten
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ