Bozkır Çiçekleri – Selçuk Baran ‘Herkesin bir şarkısı vardır.’

?Herkesin bir şarkısı vardır. Şarkısını duymak için kimse sabırsızlık göstermez. Çünkü o nasıl olsa gelecektir. Ya çığlık çığlığa, başınızın tam üzerindeki yükselticiden yayılacak ya da ışıklarla ağarmış gökyüzüne doğru tırmanan çınarların, atkestanelerinin üzerinden inecektir. O zaman çay kaşıklarının şangırtılarını, çocuğunu azarlayan kadınların bağırtılarını, öteki şarkıları, tren düdüklerini, klakson seslerini unutup açık havaya yayılmakta olan kendi şarkınızı dinlersiniz… Aşk şarkıları… Yüz yıl önceki, elli yıl, yirmi yıl önceki ya da şimdiki sevda sözleri… Bir saçın dökülüşü, bir elin kucağa düşüşü, yerlerde sürünen etekler, bir çift karanfil dudak, gülendamlar, yeşil yeşil bakan gözler… Bu kadarcık da anlatılsa kadındırlar ya hepsi. Sonra düşkırıklıkları, ayrılıklar, doğanın ve bahçelerin türlü görünüşlerinde simgelenen öyküler, ölüm… Aşklardı hepsi de… İnsanlar, tatmadıkları bir duyguyu, bu duygu onmaz acılarla birlikte de duyulsa, bir şarkı boyunca dinleyerek avunuyorlardı. Sevmek, ayrılıklara katlanmak, görkemli bir felâketi tatmak hoşlarına gidiyordu. Hüzünlenerek, gözleri yaşararak avunuyorlardı. Ne gariptir, böylece mutlu da oluyorlardı.? Selçuk Baran

‘Bozkır Çiçekleri’ abartısız, sessiz, olaysız ama etkileyici bir hikâyeyi incelikli bir dille anlatan güzel bir roman. Selçuk Baran’ın tekdüze, sıkıcı gibi görünen hayatların arkasında kopan fırtınaları yakalayan dili, bu hüzünlü hikâyeyi edebiyat sevenler için bir okuma şenliğine dönüştürüyor.
Mayıs ayının son günlerinde BESAM?ın düzenlediği Unutulan Yazarlarımız toplantısında, edebiyatımıza emeği geçmiş birçok yazarı tanıtıcı konuşmalar yapıldı. BESAM?ın geçmişi geleceğe aktarmayı hedefleyen etkinlikleri önümüzdeki aylarda da devam edecek. Edebiyat açısından baktığımızda, birkaç isim dışında belleği neredeyse boş bir topluma geleneği hatırlatmak önemli ve övgüye değer. Ne var ki, yeni bir kültürel iklim yaratmadan günümüz alışkanlıklarını kırmak, yılların biriktirdiği tozları silkelemek ve unutulmuşluk perdesini aralamak kolay değil. İsimleri zikredilse, hatta kitapları yeniden yayımlansa bile bugünün okuma yazma alışkanlıkları ve bugünün beğeni ölçütleri ?Unutulanlar?ın okunurluklarını engelleyecek.
Selçuk Baran da unutulan yazarlarımızdan. Hikâye ve romanları uzun bir süredir YKY?nin titiz edisyonuyla yeniden yayımlanıyor. Ancak yeterince ilgi gördüğünü, günümüz okuyucusuyla buluştuğunu ya da genç yazarların ufkunu genişlettiğini söyleyebilir miyiz? Biraz zor. Oysa, ilk kitabı Haziran ile 1973 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü?nü kazanan, ilk romanı Bir Solgun Adam ile 1974 Milliyet Yayınları Roman Yarışması?nda mansiyon kazanan, 1978?te Anaların Hakkı ile Sait Faik Hikâye Armağanı?na, 1979 yılında Bozkır Çiçekleri ile Milliyet Yayınları Roman Yarışması?nda mansiyona değer bulunan Baran, gerek hikâyeleri gerek romanlarıyla önemli bir yazarımızdı. Aradan yıllar geçtikten sonra değil, henüz hayattayken unutulmuştu.
Selçuk Baran üzerine yazılacak her yazı bir hüznü barındırır. Mesela İnci Aral, ölümün ardından kaleme aldığı, ?Bir Yazma Kırgını? yazısında şöyle yansıtmış hüznünü; ?Yazarlığı üzerinde yeterince durulmadı, değerlendirilip hak ettiği yere konamadı, birçokları gibi(…) Özel hayatındaki sorunların üstesinden gelemeyişi, içsel, derin yalnızlığını yenme çabalarının boşa çıkması ve yazma uğraşının -onca güzel kitaba rağmen- boş olduğu yolunda giderek gelişen umutsuzluğu onu karamsarlığa itti. Sesini kimsenin duymadığını düşündü ve kendine kapandı. Bağlandığı en büyük değer olan yazmayı yadsımaya kadar gitti. Kendini inandırmasa da yazıdan uzak yaşamanın gerçek bir mutluluk olduğunu söyler oldu.?
60?lı yılların ikici yarısında büyük bir coşku ile, ?Haykırmalıyım? diyerek başlamıştı yazmaya, 90?lara gelindiğinde sadece yazmaktan değil sanki yaşamaktan bile vazgeçmişti. 1988?de, ?Mor Hikâye?de söyledikleri, daha sonra günlüklerinde bulacağımız ifadelerin özeti gibi; ?Bir an önce unutun beni. Tek istediğim, bir zamanlar yaşamış olduğumu unutmak.?
Ne tuhaf; birinciliği Orhan Pamuk ve Mehmet Eroğlu?nun romanlarının paylaştığı 1979 Milliyet Yayınları Roman Yarışması iki yazarın parlak kariyerlerinin başlangıcıydı. Selçuk Baran?ın kazandığı mansiyon ödülü ise cazaya dönüştü. Bozkır Çiçekleri ancak 1987?de zorlukla ve sessiz sedasız yayımlanabilmiş, Baran edebiyat dünyasına küsmüştü. Tıpkı roman kahramanları gibi o da bir bozkırda hissetmişti kendisini.
Bozkır Çiçekleri, kalabalıklar içinde yalnız kalmış, yalnızlıklarını paylaşabilecekleri yakınlarıyla bile iletişim kuramayan insanların hayatından bir kesit sergiliyor.
1960?lı yıllarda ailesiyle birlikte Ankara?ya gelen ve iyi bir öğrenim görmeyi hedefleyen Seyfi, babasının ölümü nedeniyle geçimini sağlamak, annesine bakmak için tıp fakültesinden ayrılır. Bir yakınları sayesinde devlet dairesinde elde ettiği küçük bir memurdur artık. Ancak okumayı, kendisini geliştirmeyi unutmaz. Taşralı olmanın farkındalığıyla Ankara yaşamına katılmak için gördüğü her şeyi değerlendiren, değişmeye açık bir genç. İşyerindeki ilişkiler ağını çözmekte zorlanmasına rağmen, saflığı ve iyi niyeti sayesinde yolunu çizecek, müdür sekreteri Nurten ile tanışacak ve hayatına yeni bir yön çizmek isteyecektir.

Düşünce ve duygu tahlilleri
Romanın ikinci bölüm başlığı Nurten. Anlatım ağırlıklı olarak Nurten?in düşünce ve duygu tahlilleriyle ilerliyor. Nurten hem yaş hem deneyim olarak daha olgundur Seyfi?den. Bu ilişkiye önce direnir ama sonra yalnızlığının da etkisiyle razı olur. Evlenirler. Seyfi yeniden üniversiteye yazılır. Yeni arkadaşlar, yeni bir çevre edinir. Bu çevrede onu en çok etkileyen doktor Müfit?tir. Maddi durumu, mesleği, sosyal statüsü, entelektüel düzeyi ile Müfit, Seyfi?nin eksikliğini hissettiği herşeyin sahibidir. Ne var ki Müfit de yalnızdır. Müfit, Seyfi ve Nurten?le arkadaşlığa sıkı sıkı sarılacak, bu yalnızlar üçgeni, Müfit ve Nurten yakınlaşmasıyla aşk üçgenine dönüşecektir. Ancak Nurten?in iki erkek arasında oradan oraya savrulmaya niyeti yoktur. Ankara caddelerinde ?Tank paletlerinin gıcırtısı, kabaralı botların öfkesi?ni yankılanırken herkes kendi yolunu seçecektir…
Selçuk Baran, birey toplum çatışmasını işlemek için basit bir konuyu seçmiş. Ancak basit bir konudan derinlikli bir roman dünyası kurmayı başarmış. Roman kişilerinin iç dünyalarında dolaşarak, arzu ve isteklerini orta koyarak yapıyor bunu. Ortaya koymaya yetecek bir dili ve üslubu var. Özellikle Nurten söz konusu olduğunda anlatının ışıldadığını görüyoruz.
?Seyfi gittikten sonra Nurten bir süre makinenin başında oturdu. Hiçbir şey düşünmeden öylece kalakalmıştı. Önündeki yazıya devam edemeyecekti. Yerinden kalktı. Bir süre pencerenin önünde dikeldi. Görmeden dışarılara baktı. Eski bir duyguyu eskiden yaşanmış belki de küçük, önemsiz durumların yarattığı, böyle olmakla birlikte zor sahip olunan, hatta elde tutmak istenirken kayıp kaçıveren, o kadarcık bir dokunuşla bile uzun süre yüreğini sevinçle dolduran anları hatırlar gibi oldu. Akan bir derenin üzerinden süzülüp sonra derenin büklümünde he men gözden yiten bir yaprağın, bahçeli bir taşra lokantasında tabak çatal gürültüleri ve konuşmalar arasında fıskıyeden inen su sesinin arada bir duyuluşunun, sokak fenerlerinin ışığında hızla, gene de hoş bir yumuşaklık içinde inen kar tanelerinn bıraktığına benzer bir duyguydu bu… Bütün bu benzersiz, akla gelmesi, akla gelmesiyle birlikte yeterli bir zaman süresinde algılanması güç, günlük yaşantının sığlığıyla bağdaşmayan, belki bu yüzden bir tür çekingenlik uyandıran ruhsal çırpıntıları, yazık ki unutmak zorundaydı.?
Seyfi ve Mahir?i anlatırken bir tutukluk yok. Onların kişiliklerini yansıtmak için farklı üsluplar seçmiş. Seyfi?nin küçük memur dünyasını aşmak için el yordamıyla bulduğu çareleri ve yaşama tutunma çabasını ortaya koyarkenki üslup ile Mahir?in entelektüel birikimini sergileyen üslup arasında ayrım yapabiliyoruz.
Hikayeciliğinden gelen gözlemciliğini romanın hikâyesine yansıtıyor Baran. Bir dönemin Ankara?sını simgeleyen Devlet dairelerindeki küçük memur yaşantılarını, oradaki hiçleşmeyi, iç hesaplaşmaları, kadınların dünyasını ve o yılların zihniyet biçimlerini çok iyi yakalamış. Küçük memur tiplemesinde Rus edebiyatının izlerinin yanı sıra kendisini bürokrasi mekanizmasına kaptırmış Kafka kahramanını da bulmak mümkün. Ancak Baran?ın hikâyesi hüzünlü bir havada ilerlemesine rağmen kişilerine yeni hayat imkanlarının doğduğunu sezdiren, seçimi onlara bırakan bir umuda da sahip. Baran, hikâye boyunca birey olmak için uğraş veren roman kişilerine güvenmek, tek tek insanlara önem vermek, onları yığınlardan ayırmak istiyor.
Bozkır Çiçekleri abartısız, sessiz, olaysız ama etkileyici bir hikâyeyi incelikli bir dille anlatan güzel bir roman. Selçuk Baran?ın tekdüze, sıkıcı gibi görünen hayatların arkasında kopan fırtınaları yakalayan dili, bu hüzünlü hikâyeyi edebiyat sevenler için bir okuma şenliğine dönüştürüyor.
A. Ömer Türkeş, 12/06/2009 Tarihli Radikal Gazetesi

Tanıtım Yazısı
İşinde, bodrumdaki odasında, üzerinde yükselen bütün katların ağırlığını duyuyor, boğulacağını sanıyordu. Üst katlarda odası olmayacaktı hiçbir zaman. Hayri Bey emekliye ayrıldıktan sonra onun yerine geçebilirdi, o kadar. Belki de ömrü boyunca bodrum katından çıkamayacaktı. (…) Küçük insan olarak yakaladığı ve seve seve yetinebileceği küçük yaşama sevinçlerini, Hayri Bey gibiler kirletecek; üst derecedekiler de, aslında gereksindikleri, benimsemeye, hiç değilse varlığını duymaya can attıkları olağan duyarlılıkları ?ayrıcalıklarını küçümsemeyle pekiştirebildikleri için? horlayacaklardı. Kimseler sevinmesine izin vermeyecekti.
Bozkır Çiçekleri?nde, yalnızlığı seçmediği halde umarsızca yalnız kalan kahramanlarıyla 70?li yılların Ankarası?nı adımlıyor Selçuk Baran: Yolları bozkırın ortasında kesişen Seyfi?nin, Nurten?in ve Müfit?in gözünden, yer yer umutlu, yer yer coşkulu ama çokça hüzünlü bir resim çiziyor.
Selçuk Baran, Bozkır Çiçekleri?yle 1979 Milliyet Yayınları Roman Yarışması?nda mansiyon kazanmıştı.

Kitabın Künyesi
Bozkır Çiçekleri
Selçuk Baran
Yapı Kredi Yayınları
2009
210 sayfa

Selçuk Baran ‘ın Hayatı
(d. 7 Mart 1933, Ankara – ö. 4 Kasım 1999, Ankara), öykü ve roman yazarı.
Ankara Kız Lisesi’nin ardından Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde eğitim gördü. 1958 – 1968 yılları arasında, aynı fakülteye bağlı Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü’nde kurs müdürü olarak çalıştı.[1] Baran 1980’lerde İstanbul’a taşındı.[2] 1987 – 1993 yılları arasında TRT İstanbul Radyosu için radyo oyunları yazdı ve Türkân Hanım isimli bir oyunu Devlet Tiyatroları tarafından sahnelendi.[1] 1993’te yeniden Ankara’ya döndü ve bu tarihten edebi eser vermedi.[2] 1995’ten sonra daha önce çalışmış olduğu enstitüye yayın müdürü olarak geri döndü.[2]

Yayımlanan ilk öyküsü, 1968’de Yeditepe’de çıkan Çocuğun Biri’ydi. 1972’de ilk öykü kitabı olan ve 21 hikâyeden oluşan Haziran yayımlandı. Kitap ertesi yıl TDK Öykü Ödülü’ne değer görüldü. Baran, 1974 ve 1979 yıllarında sırasıyla Bir Solgun Adam ve Bozkır Çiçekleri ile Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda mansiyon, 1978’de ise Anaların Hakkı ile Sait Faik Hikâye Armağanı kazandı.

Baran öykü, romanın ve tiyatro oyunlarının yanı sıra bir çocuk kitabı yazdı ve Roald Dahl’ın Charlie’nin Büyük Cam Asansörü isimli kitabının çevirisini yaptı. Yazarın yıllar önce yazdığı Güz Gelmeden adlı romanı, ölümünden sonra yayımlandı.

Tepkiler
Baran, genelde yalnız olan, kendi istemese bile yalnız kalan insanların umutsuzluk dolu öykülerini anlattı ve bu öykülerde düşsel ve şiirli bir anlatım kullandı.[1] Behçet Necatigil’e göre, “keskin, belirgin çizgilerden kaçınarak, dikkat isteyen, belirsiz yaşantı parçalarını birleştirdi”.[1] Vedat Günyol ise Baran’ın öyküleri için “belli bir gerçeğin, içinde yaşadığı toplum gerçeğinin, birbirini tamamlayan sürgit yansımalarını, yankılarını dile getiriyor” dedi.[2]

Eserleri
Öykü
* Haziran (1972)
* Anaların Hakkı (1977)
* Kış Yolculuğu (1984)
* Tortu (1984)
* Yelkovan Yokuşu (1989)
* Arjantin Tangoları (1992)

Roman
* Bir Solgun Adam (1975)
* Bozkır Çiçekleri (1987)
* Güz Gelmeden (ölümünden sonra, 2000)

Diğer
* Porselen Bebek (çocuk kitabı, 1996)
* Charlie’nin Büyük Cam Asansörü (Roald Dahl’den çeviri, 1991)
* Türkân Hanım (yayınlanmamış tiyatro oyunu)

Ödülleri
* 1973: Haziran ile TDK Öykü Ödülü
* 1974: Bir Solgun Adam ile Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda mansiyon
* 1978: Anaların Hakkı ile Sait Faik Hikâye Armağanı
* 1979: Bozkır Çiçekleri ile Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda mansiyon

Kaynaklar
1. ^ a b c d e Baran, Selçuk (2009). ?Kitapta yer alan biyografi?, Bozkır Çiçekleri. İstanbul: YKY.
2. ^ a b c d Baran, Selçuk (2005). ?Kitapta yer alan biyografi?, Haziran. İstanbul: Dünya Kitapları.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Klasiğimiz, Marquez ? Semih Gümüş

Next Story

Canlarına Değsin – Mehmet Saraç

Latest from Öykü Kitapları

Trevor’ın çok şey anlatan son öyküleri

William Trevor’ın geçen günlerde yayımlanan ‘Son Öyküler’ kitabı Yağmurdan Sonra’da olduğu gibi yalnız insanların umutsuzluklarını, hayal kırıklıklarını, terk edilmiş kadınların deneyimlerini, kendini dışlanmış hisseden

Boş Kentin Masalı – Ergün Doğan

Bu hikâye aslında bir kentin var oluş ve yok oluş hikâyesidir. O nedenle bu hikâyeyi kadınıyla çocuğuyla, otuyla böceğiyle ve kurduyla kuşuyla bütün bir

Önce Ekmek – Orhan Kemal

Orhan Kemal´in 1968 yılında yazdığı ve 1969 yılında hem Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü hem de Sait Faik Hikaye Armağanı kazanan kitabı Önce Ekmek,

Uyku – Orhan Kemal

Türkiye edebiyatının en özgün ve gerçekçi yazarlarından Orhan Kemal, yazdığı roman, oyun ve öykülerin hepsinde yoksul, hayatla mücadele etmek zorunda olan ama umudunu, yaşama
Go toTop