Bunlar da mı İnsan – Primo Levi

İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilere karşı anti-faişist mücadele içinde yeralan, 1944 yılında henüz 24 yaşında iken Nazi yönetimince Auschwitz Toplama Kampı’na gönderilen ve o kamptan sağ çıkan 24 kişiden biri olan Primo Levi, ‘Bunlar da mı İnsan’ (Se questo è un uomo, 1947) adlı yapıtında Nazi toplama kamplarında yaşadıklarını, gördüklerini, olağanüstü bir nesnellikle anlatıyor.
“Levi, Auschwitz’den çıkıp da, ‘Bunlar da mı İnsan?’ adlı belgesel nitelikteki kitabını kaleme aldığında, fiziksel şiddeti kat kat aşan bir şeyi; kurbanların insanlıklarının yok edilişini gözler önüne sermişti.
İnsanlara eşya gibi davranan Kapo Alex ve Levi’nin hayatını kurtarmak için kendininkini tehlikeye atan İtalyan işçi Lorenzo gibi karakterlerin yer aldığı ve Levi’nin dayanılmaz acısını bilgiye dönüştürdüğü bu kitap, tüm benzerleri arasından kolayca sıyrılıverir. Levi’nin, tüm yaşadıklarına rağmen bu kadar objektif, adil ve soğukkanlı olabilmesini, bu insanüstü gücü sağlayan neydi? Bunu becerebilen bir insan nasıl bir insandır ve bu ona neye malolur?
Yazarın bu yazım tarzı yalnızca bu kitapta çıkmıyor karşımıza. Kişisel yanını kaleme aldığı biyografisinde de aynı özellikleri rastlamak mümkün. Savaştan sonra evlenen ve sonraki 30 yı boyunca Turin eteklerinde kurulmuş bir kimya fabrikasında teknik müdürlük yapan Levi, ‘Periodic Table’ (Periyodik Tablo) adlı otobiyografisinde en az kendisinden bahseder. 1942’de ölen babasına, 47’de evlendiği karısı Lucio Morpurgo’ya, gençlik arkadaşlıklarına ve eski aşklarına geniş yer ayıran Levi, hep yanında yaşadığı annesinden hiç söz etmez. Çocukları Lisa ve Renzo’dan da. Daha da ilginci, ne biyografisinde, ne şiirlerinde ne de yazılarında ‘sevgi’ ile ilgili tek bir kelime bulmak mümkündür. Bunun nedeni sorulduğunda, kendiyle alay eden gülümsemesini takınan yazar, zaten pek çok kitabın sevgiyle ilgili olduğunu, bir de onun kaleminden çıkacak olan yeni bir kitaba kimsenin ihtiyacı olmadığını söyler. Hem zaten sevgi üzerine yazamaz çünkü ‘bu çok özel bir konu’dur.

Bölünmüş bir insandı
Onu eserlerinden tanıyoruz. Metinlerindeki ılımlılığını, zekasını ve açıkfikirliliğini seviyoruz. Ama kâğıda yansımayan diğer yarısına ulaşmak mümkün değil. Levi, tarihteki en gizli kişiliklerden
biri. Yalnızca kitaplarında değil, röportajlarında da insanlarla arasına çektiği duvarı alçaltmak yerine gittikçe yükseltti. Yaşamı boyunca aynı yapıyı korudu; soğukkanlı, iyimser ve rasyonel bir insan olarak sundu kendini. Bunu hem bir ahlaki zorunluluk hem de psikolojik bir gereklilik olarak gördü.
Fakat gerçek bu değildi. ‘Benim içgüdülerim yok’ der Levi, ‘varsa bile onları bastırıyorum’. Fakat içgüdüleri, bastırıldıkları ölçüde direnip, intikamlarını aldılar. Levi, umutsuzluk kaynağı olmamak için iyimserliğini korudukça, umutsuzluğu kendi içine hapsetti. Ve bir gün yükselen umutsuzluğunun sularında boğuldu. Bu, Auschwitz’i o nesnellikle anlatmanın ağır bedeliydi.
Primo Levi’nin yaşamının ve ölümünün gizlerini örten kapının anahtarı işte bu. 1987’de apartmanın merdivenlerinden düşerek öldüğünde gazeteler intihar ettiğini yazmıştı. Arkadaşları ve okurlarının büyük bir bölümü buna inanmadı ve hala da inanmıyorlar. Dolayısıyla tartışmalar hala sürüyor. Fakat araştırmalarım sonucu keşfettiklerimin, bu soruyu cevaplayacağına inanıyorum. Primo Levi, tüm yaşamı boyunca, hatta Auschwitz’den önce de, depresyondan şikayetçiydi. Eğer gerçek yaşamöyküsü söz konusu edilirse, bu gizli çatışma yaşamının her alanında izlenebilir.
Levi’nin gizemli yaşamı hakkında bana en fazla yardımcı olan kaynak, yarım bıraktığı son ve yayımlanmamış kitabı ‘Il doppio legame’ (Çifte Bağ). Levi bu kitabın üç bölümünü yayıncısına göndermişti, ben kimsenin okumadığı bir üç bölüm daha buldum. Son kitabında Levi, nihayet, tüm sırlarını anlatıyor, bunu yapmazsa onu yok edeceklerini anlamış olsa gerek. Yaşadığı depresyonları, ve elbette bunların nedenini, kadınlarla kurduğu ya da kuramadığı ilişkileri… Fakat Levi geç kalmıştı, son bölümü yazdıktan dört ay sonra, öldü.
Levi, tam anlamıyla bölünmüş bir insandı. Yalnızca kimyagerlik ve yazarlık arasında değil, Yahudilik ve İtalyanlık, toplumsallık ve bireysellik, ideal olan ve gerçek olan, bilinç ve bilinçaltı arasında bölünmüş bir insan. Biyografisine seçtiği isim, tam da bu bölünmüşlüğü kanıtlar nitelikte. kimyanın, tüm canlıları karakterize eden ve psikolojinin, ne yapılırsa yapılsın kurtulma imkanı bulunmayan çifte bağı…

Savaştan önce üç öykü
Levi’ye, Auschwitz deneyimi olmasaydı, yine de yazar olur muydu sorusu çok yöneltilmiştir.
Auschwitz’in olmadığı bir hayat yaşamadığını, bu nedenle de soruya doğru bir yanıt veremeyeceğini belirten Levi, aslında olamayacağı, birkaç bilimsel makaleden başka bir şey yaratamayacağını düşünürdü.
Bence, bu mümkün değil. Hatta, hiç savaş çıkmamış ve Levi, çocukluk hayallerini süsleyen o başarılı kimyager olabilmiş olsaydı bile. Eminim o koşulda da mutlaka bir şeyler yazardı. İnsanlara olan ilgisi ve yazmaya olan tutkusu, en başından beri, bilime olan aşkı kadar güçlüydü çünkü. Zaten savaştan önce üç öykü yazmıştı bile. Bunlardan ikisi ‘Periodic Table’da yer alıyor. Hiç yayımlamadığı üçüncü öykü ise, benim kitabımda yer alıyor. Bu durumda, rahatlıkla şunu söyleyebilirim; Primo Levi’yi yazar yapan Auschwitz değildi, çünkü o zaten bir yazardı. Auschwitz’in yazarlığına olan katkısı yalnızca, henüz 25 yaşındayken güçlü bir sese sahip olmasını sağlamak oldu.
Levi, 1946’da ‘Bunlar da mı İnsan?’ı tamamladığında, kitap pek çok yayınevinden geri döndü. Küçük bir yayınevi, De Silva, kitabı yayımladığında 2500 kopya bastı ve bunların ancak yarısı satıldı. Basım tarihinden iki yıl sonra Primo Levi, kitabın unutulduğuna inandığını fakat bunu umursamadığını söyledi.

‘Annem bana hiç sarılmadı’
Elbette bunlardan hiçbiri doğru değil. Kitabın yayımlanmamasını ve unutulmasını o kadar umursamıştı ki, yeniden yayımlatmayı, başardığı 1958 yılına kadar dört beş kez daha denedi. Auschwitz’den dönüşünü konu alan ikinci kitabı ‘The Truce’u kaleme aldı.
Tüm bunları neden yaptı? Neden önemsediği şeyleri bu kadar gizledi? İşte tam bu noktada kabuk kırılır, ve ötesini görünür kılar; başarısızlık korkusu. Ne karısı ne de çocukları, Levi ile Auschwitz’i ya da kitaplarını konuşamazlar… Yine o ikiye bölünmüş adam; görünürde kibar ve sabırlı bilge, ve onun ardındaki yalnız ve kaygılı insan.
Arakadaşlarıma Primo Levi ile ilgili birşeyle yazmak istediğimi söylediğimde, kimileri beni vazgeçirmeye çalıştı; 24 yıllık sessiz sakin bir burjuva yaşantısı, sonra Auschwitz, ve ardından 42 yıllık bir burjuva yaşantısından daha ne çıkartacaktım? Bunun anlamı şuydu; yüzde 1,5’u sözedilemez, yüzde
98,5’u ise sıkıcı bir yaşam.
Hayır. Auschwitz’den söz edilmeliydi ve hiç de sıkıcı bir yaşamı yoktu. Büyükbabasının, Levi’nin de farkettiği gibi, ailedeki genetik intihar eğilimini düşündüren, kendisininkine çok benzeyen ölümü, ailesinin, Levi’ye dünyanın kavgayla dolu olduğunu öğreten evliliği, depresyonla mücadelesi ve ardındaki duygusal yetersizlik… ‘Annemin bana sarıldığını hiç hatırlamıyorum’ der Levi. Fakat annesi, Levi’yi ölene kadar yanından ayırmaz, uzaklaşmasına izin vermez. Annesinden kopma ve özgür kalma isteği hiçbir zaman gerçekleşmez. İşte, Levi’nin yaşamının bireysel karanlığı. Fakat önemli olan Levi’nin bu karanlığın içinde, bilginin ve yazının mutluluğunu keşfedip, kendisi ve bizim için pisliği altına dönüştürebilmiş olması, hem de sonsuza dek.
Auschwitz, Primo Levi’yi yok edemedi. Tam tersine, iletişim kurmaya çalışmasını sağladı
Levi, tam da artık insanlarla iletişim kuramayacağını düşündüğü zaman öldü. ‘Ben bir konuşmacıyım’ demişti ‘susturursanız, ölürüm’. Onu öldüren, işte bu oldu. Yoksa, ‘Bunlar da mı İnsan?’ın Kapo Alex’i ya da yandaşları, böyle bir zaferi hayal bile edemezdi.
CAROLE ANGIER, Çeviren: Onur Gülen, 22/03/2002 Tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki

Bunlar da mı İnsan – Primo Levi
Can Yayınları, Çeviren: Zeyyat Selimoğlu
208 sayfa, Baskı Tarihi: 1996

Primo Levi’nin Hayatı
Primo Levi, 1919’da İtalya’nın Torino kentinde doğdu. Torino’daki küçük Yahudi cemaati içinde büyüyen Levi, Torino Üniversitesi?nde kimya öğrenimi gördü. İkinci Dünya Savaşı sırasında Kuzey İtalya’da direnişe başlayan arkadaşlarına katıldı, ancak yakalanarak Auschwitz’e gönderildi. Savaştan sonra Torino’ya döndü. Levi, 11 Nisan 1987’de, Boğulanlar, Kurtulanlar’ı (I sommersi e i salvati) yazdıktan birkaç ay sonra, intihar ederek yaşamına son verdi. Nazi toplama kamplarında yaşadıklarını anlattığı çarpıcı özyaşamöyküsel yapıtlarıyla ünlenen Levi, ilk kitabı Bunlar da mı İnsan?da (1947, Se questo è un uomo) Nazi toplama kampları sisteminin niteliklerini, kamptaki tutsakları ve tanığı olduğu işkenceleri, olağanüstü bir nesnellikle ele almıştır. Daha sonra yazdığı özyaşamöyküsel yapıtı La tregua (1963, Ateşkes) adlı kitabında, kamplardan kurtuluşu ve özgürlüğe kavuşmadan önce Sovyet kamplarında geçirilen süreyi işlemiştir. Levi’nin en güzel yapıtlarından biri olan Il sistema periodico (1975, Periyodik Tablo), fizik, kimya ve ahlak alanları arasındaki benzerlikleri dile getiren ve her biri bir kimyasal elementin adını taşıyan 21 düşünüden oluşan bir derlemedir. Boğulanlar, Kurtulanlar?la Levi uzunca bir aradan sonra yeniden toplama kampları konusuna dönmüş ve bu kez kamp deneyimini bir varoluş sorunsalı olarak irdelemiştir. Levi ayrıca şiir, roman ve öyküler de yazmıştır. L’altrui mestiere, La chiave a stella, Lilit e altri racconti, Ad ora incerta öteki yapıtlarından bazılarıdır.

Primo Levi’nin Şiirleri
BU DA BİR İNSAN MIDIR?
Güven içinde yaşarsınız
Ilık evlerinizde,
Bulursunuz, akşam döndüğünüzde,
Sıcak aş ve dost yüzler:
Düşünün bu da bir insan mıdır
Çamurlarda çalışır
Barış nedir bilmez
Savaşır bir dilim ekmek için
Kal de kalır öl de ölür.
Düşünün bu da bir kadın mıdır,
Ne saçı var ne adı
Hiçbir şey anımsayacak gücü yok,
Gözleri bomboş ve kucağı buz kesmiş
Bir kış kurbağası gibi.
İyice kafa yorun bu konuda:
Size söylüyorum bu sözleri.
Çıkarmayın onları kalbinizden
Yuvanızda, sokakta,
Yatarken kalkarken;
Yineleyin onları çocuklarınıza,
Yoksa yıkılsın eviniz başınıza,
Hastalıklar sakat bıraksın,
Dilerim çocuklarınız bakmaz bir daha yüzünüze.

Primo LEVI
Çeviren : Tuğrul Asi BALKAR

SAĞKALAN*
Uzunca bir süre yoldaşlarının yüzüne baktı
Öfkeden mosmor kesildi ilkin donuk ışıkta,
Boz bulanık çimento tozları,
Sis dumanı bulutu içinde,
Huzursuz uykularındaki ölümle içi sızladı.
Gece vakti, düşlerindeki ağır yükün
Altında çeneleri oynadı,
Var olmayan bir şalgamı çiğneyerek.
“Çekil geri, bir başına bırakma, karış içlerine,
Git. Hiç birini yoksun bırakmadım ben,
Ellerinden almadım ekmeklerini.
Hiçbiri ölmedi ben görevli iken. Hiç biri.
Dumanınızda yitip gittiler.
Yaşıyor ve nefes alıyorsam yemek yiyor
Su içiyorsam, uyuyor ve giyiniyorsam,
Bu benim hatam değil.”

*Levi tutsak olduğu zaman, Auschwitz’deki kampta bir süre kimyager olarak çalıştırılmıştır.

İngilizceden Türkçesi: T. Asi BALKAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir