Büyük Budapeşte Oteli’nden Stefan Zweig’a

Wes Anderson?ın son filmi Büyük Budapeşte Oteli Berlin Film Festivali?nden sonra, 33. İstanbul Film Festivali?yle Türkiye prömiyerini yaptı ve sinema salonlarına Nisan ayında girdi. Kara komedi türündeki yapım epeyce ilgi çekti ve uzun zamandır da vizyonda.

Nazi döneminde Avrupa?daki değişimi Wes Anderson?ın ruhuna özgü farklı, masalsı bir dille anlatan filmin Stefan Zweig?a uzanan yolculuğuna,George Prochnick?in Anderson?la The Telegraph?ta yayımlanan söyleşisi üzerinden bakmak, Zweig ve eserlerinden söz eden bazı ayrıntıları paylaşmak Notosoloji okurlarının ilgisini çekecektir.

Çünkü Anderson öyküsünü Hugo Guinnes ile birlikte yazarken Stefan Zweig?ın otobiyografisi The World of Yesterday?den, öykülerinden, novellalarından esinleniyor. Hatta bu söyleşide Wes Anderson Büyük Budapeşte Oteli ?nin öyküsünde yazarın Beware of Pity (Merhamet) ve The Post Office Girl kitaplarından bazı unsurları apaçık çaldığını itiraf ediyor. Anderson her ne kadar ?çalmak? sözcüğünü kullanmayı seçmiş olsa da, filmin afişinde de zaten Zweig?ın adı yazarlar arasında anılıyor. George Prochnik?in kim olduğuna gelince, kendisi Mayıs 2014 de Other Press tarafından yayımlanan Stefan Zweig?ın biyografisi The Imposible Exile: Stefan Zweig at the End of the World kitabının yazarı.

Büyük Budapeşte Oteli kurgusal Zubrowka Cumhuriyeti?nde iki büyük savaş arasında bir zamanda ancak kargaşanın oldukça uzağında, tamamen izole, doğanın ortasında bir otelde geçiyor. Bir zamanlar şaşaayla dolup taşan otel, artık tek tük gelen misafirlerini ağırlamakta, finansal güçlüklerle boğuşmaktadır. Otelin sahibi yıllar öncesinin komisi, göçmen Sıfır Mustafa?dır. Artık yaşlanmıştır, yalnızdır ve mutsuzdur. Otele gelen Jude Law?ın oynadığı yazarla birlikte geçmişe döner.

Anderson söyleşide, filmde Tom Wilkinson ve Jude Law?ın oynadığı yazar karakterinin hayal meyal Stefan Zweig?ı temsil ettiğini, fakat Ralph Fiennes?in oynadığı asıl karakter M. Gustave için açıkça Zweig?ın yaşamından ve karakterlerinden örnek aldığını söylüyor.

Prochnick, ?Zweig?ın öyküleri daima öykü içinde öykü ve sırlar içinde daha derin başka sırların açığa çıktığı itiraflarla örülü. Çoklu kesişmeler ağı ve hızla birbirini doğuran öykü satırları üzerinden hazırlanan filmin izlediği yol da oldukça çarpıcı,? derken,

Anderson, ?Zweig?ın öykülerinde bunu sıklıkla görüyoruz. Biraz eski bir araç olarak görülebilir ?Conrad ya da Melville?den bekleyebileceğimiz gibi hissediyorum?, birisi ilginç, gizemli biriyle karşılaşır, açığa çıkmayan birkaç sahneden sonra karşılıklı otururlar ve bütün hikâye ortaya serilir. Böylece okuduğumuz bir öykü ya da koskoca bir kitap olur. Zweig?da bunu seviyorum. İtiraf etmek, diye tarif ettin, onlar da böyle hissederler, sırdır açığa çıkan. Burning Secret adlı novellası. Her neyse böyle bir teknik, sahneyi kurmak için etkin bir yol. Bir araya toplama duygusu yaratıyor,? diyor.

Biz de filmi Sıfır Mustafa?nın gözünden ve Jude Law?ın oynadığı yazarın yazdığı Büyük Budapeşte Oteli adlı kitap üzerinden izliyoruz.

Wes Anderson o döneme ait ayrıntılar konusunda Zweig?ın The World of Yesterday?de anlattıklarından çokça yararlandığını söylüyor. Özellikle de trenle yolculuk ederken, sınırların kapatılması sonucu pasaportların kontrol edildiği sahneyi örnekliyor. Olayların böylesine değişmesinin Zweig?ın taşıyamayacağı her şeyin başlangıcı olduğunu ekliyor. Bu yüzden bu sahnenin iki kez tekrarlanması önemli. Avrupa?nın pek çok ülkesinde arkadaşları, bağlantıları olan, sevdiği sanatçılardan, müzisyenlerden el yazmaları, kitaplar, partisyonlar biriktiren birisinin, kendi çalışmaları da dahil olmak üzere, her şeyi elinden alınıyor ve yok ediliyor. Bu gerçekten taşınması zor bir yük.

1930?larda Zweig dönemin popüler yazarlarındandı, tabii o zamanlar popülerlikle nitelik arasında doğrusal bir ilişki vardı. Yazdıkları pek çok dile çevriliyor, öyküleri, romanları ve biyografileri bugünün deyişiyle ?çok satanlar? listesine giriyordu. Varlıklı bir ailenin oğluydu, iyi eğitim görmüştü. Nazi?lerin kitaplarını yakmasından sonra, ne yazık ki Zweig için sürgün dönemi başladı. Paris, Berlin, Londra, Bath, New York, Brezilya. Yeni ve eski dünyada pek çok şehir gezmek zorunda kaldı. Oysa büyüdüğü şehir olan Viyana bir zamanlar bir sanat merkeziydi, gazeteleri felsefik ve şiirsel yazılarla doluydu. O ve arkadaşları kafelerde düzenli olarak buluşur, oyunlar yazar, sahneler, hep birlikte izlenirdi. Kültür popülerdi ve onlar rock yıldızları gibiydiler. Tıpkı Büyük Budapeşte Oteli gibiydi Viyana.

Sürgün yıllarında Zweig, Richard Strauss?un operası için bir libretto yazar. Strauss o dönemde oldukça saygındır ve bürokrasi içinde güçlü kişilerle bağlantısı vardır. Yahudi olan yazarın operanın açılış gecesine katılması olanaksızdır, Strauss ne kadar çaba gösterse de aksini başaramaz. Opera son derece başarılı bulunduğu ve birçok şehirde gerçekleşecek etkinliklerin biletleri satıldığı halde, birden bire sahneden kaldırılır.

Dile getirdikleri bir başka Zweig anısıysa, 1941 yılında New York?ta ?PEN Sürgünde? etkinliğinden. Binlerce davetli vardır. Beklendiği gibi herkes Zweig?ı ve yapacağı konuşmayı merak ediyordur. Yazar söz aldığında özür diler. Utanç içinde olduğunu, ana dilinin dünyayı harap ettiğini söyler.

Zweig çalışırken mutlak sessizlik ve soyutlanmayı tercih ederdi. Anılarını anlattığı The World of Yesterday?deRodin?le tanışmak istediğinden ve onun atölyesine gittiğinden söz eder. Rodin bitmiş heykellerinden birinin önünde durur ve küçük bir düzeltme yapar, ancak bitmiş heykeline kendisini öylesine kaptırmıştır ki, bu arada Zweig?ın hemen arkasında durduğunu çoktan unutmuştur. Zweig bu olaydan etkilenir ve Rodin?in titizliğine hayran kalır. Prochnik ve Anderson da Zweig?ın çalışmaları sırasında benzer bir tutum takındığı konusunda uzlaşırlar.

Anderson ve Prochnick?e göre Beware of Pity bir başyapıt ve Zweig?ın en güzel eserlerinden biri. Her ikisi de bu kitabın okurunun azlığına ve kendilerinin de bunca zaman okumamışlıklarına hayıflanıyorlar. Zweig?ın kendisinin de unutulduğundan emin olduğunu üvey yeğeninin söylediğinden söz ediyor Prochnick Wes Anderson?a. Büyük Budapeşte Oteli?nin terk edilmişliği de hüzün vericidir. Unutulmak, uzakta kalmak, Avrupa?da yaşananlar kolay sindirilemez. Zweig son yıllarında sıkça şöyle söyler: ?Avrupa intihar ediyor.? Ve 22 Şubat 1942?de Rio de Janeiro?da karısıyla birlikte intihar eder. (http://www.notosoloji.com/)

(The Telegraph)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir