Sevgili Büyükada,
Ne zamandır gelmek istiyordum sana, o hafta sonunaymış kısmet. O sabah Adalar vapuruna arkadaşımla bindim. Diğer adalarda da gözümüz vardı; ama en büyükleri olarak önce seni ziyaret etmek uygun olacaktı. Ne yalan söyleyeyim, sana yaklaştıkça, heyecanlandım biraz. Vapurdan döküldük ve güzelim iskelenden devam eden yolu yürüyüp, saat kuleciğinin ortaladığı meydanına ulaştık. O kısacık yolda bile sağlı sollu, eskice, ama alımlı binalarını, çeşit çeşit dondurmaları bizi bekleyen dondurmacıları gördüm. Selamlaştığım ilk bitki, saat kuleciğini sarıp sarmalayan begonvilindi. Sonra kedileri gördüm, her yerdeydiler; küçük, büyük, ikili, üçlü, tek tabanca ama hepsi de birbirinden vurdumduymaz kediler.
Az sonra faytonları gördüm, biraz daha sokaklarını dolaştıktan sonra iskeleye indik yeniden, bir sonraki vapurla gelen arkadaşlarımızı karşılamaya. Azdık, çoğaldık. Faytonlara doluştuk, Lunapark Meydanı’na gitmek üzere. Orada inip, Aya Yorgi’ye tırmanacaktık. Süslüydü faytonlar, ben en çok çanlarını sevdim, nalların ve tekerleklerin asfalttaki tıkırtısını da. Bu yolculuğa ‘küçük tur’ deniyormuş, bir de ‘büyük tur’ varmış Ada’yı dolanan. Lunapark’ı görmedik, ama rengarenk çiçek taçlarını, niyet boncuklarını, iplik makaralarını satan tezgahlar pek hoşumuza gitti. Yukarı vurduk kendimizi, sıkı yürüyüşçüydük hepimiz ne de olsa, vız gelir tırıs giderdi o dik yokuş bizlere. Yol boyunca çalılara, ağaçlara sardırılmış makara ipliklerini, üst üste konmuş taşları, ağaçlara asılı dilekleri, niyetçi tavşanları gördük. Meğer özellikle 23 Nisan’daki Aya Yorgi’nin isim gününde, buraya gelenler yokuşun dibinde dilek tutar, tepenin başına dek kimseyle tek kelime konuşmadan makara açarlarmış. Makaralar açıldıkça kısmetler açılır, dualar kabul olurmuş. Her bir niyetin iplik rengi de başkaymış. Kırmızı aşkmış mesela?
Yukarıda Aya Yorgi Kilisenden başka, bir şeyler yiyip içebileceğimiz hoş bir lokanta ve daha önemlisi inanılmaz güzel bir Ada, Adalar ve İstanbul manzarası da bizi bekliyormuş. Sadece 23 Nisan ve 24 Eylül’deki Aya Thekla Günü’nde gelenlere açılırmış bir kısmın, o yüzden biz bu küçük kısmını görebilirmişiz (keşke görseydik şifalı çeşmeni, para yapıştırılan kayanı ve inziva mekanlarını da?ama ‘kısmet değilmiş’. Kilise’yi gezerken, sevgili arkadaşımız Süleyman konuşuyor: “Ayios Yeorgios (Aya Yorgi), Katoliklerin Saint Georges, Ermenilerin ise Surp Kevork olarak andıkları Hıristiyan azizidir. Ortodoks Rum kültüründe 23 Nisan Aziz’in ve bütün Yorgoların isim günü, baharın da ilk günüdür. Aziz, Hıristiyan ikonografisinde atının üstünde mızrağıyla bir gelini kaçıran ejderhayı yenip, putperest halkı vaftiz etmişti?” İçerde dua edenlerden biri tarafından sessiz olmamız için uyarıldık.
Az sonra restoranda manzaraya bakıp, mırıldanıyorum “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul”, “Ada sahillerinde bekliyorum”, “Adalardan bir yar gelir bizlere”. Tatlı bir rüzgar yüzümü okşuyor anlıyorum, beğeniyorsun şarkılarımı.
Yokuş aşağı vuruyoruz kendimizi, ormanının içinden merkeze gideceğiz, Yetimhane’yi ve başka bazı önemli binaları göreceğiz. Bir arkadaşımızın evinin (yoksa köşkünün mü demeli) bahçesinde mola vereceğiz. Sonra vapura binip gidecekler, ben daha doymadığım için sana, biraz daha buradayım. Gelmişim bozkırın ortasından, seni bir gün olsun yaşamadan bırakmam.
Eski Rum Yetimhanesi içimizi acıttı. Hem dul, hem yetim, hem öksüz… Bi başına kalmış 1963’ten beri, kimsesiz? Adanın lodosu, poyrazı, geçen zaman, insansızlık, unutturmak isteği onu böyle virane kılan. Ziyaret yasak. Köpekler mesken tutmuş. Dünyanın en büyük ikinci ahşap binasıymış, Avrupa’nın en büyüğü. Eski bir piyano bekliyormuş içinde onu. Şimdi ne otel olduğu zamanlardaki konukları, ne bahçesinde rakı içen şen şakrak ziyaretçileri, ne daha sonraki yıllarında orayı yurt edinen yetimleri? Hiçbiri yok. Bekçiyi, köpekleri bile görmedik? Canlı varlığına dair tek iz, önünde asılı, rüzgarda salınan rengarenk çamaşırlar.
Orman yoluna devam ettik. Ağaçların gövdeleri rüzgardan olsa gerek sağa, sola her yere kıvrılmışlardı. Dansediyorlar diye düşündüm, bizim duyamadığımız bir müzikle.
Çaylarımızı içtik, kurabiyelerimizi yedik o güzel, arkadaş bahçede.
Yeniden sokaklara vurdum kendimi, Günseli ve Deniz’le tanıştım. Adanın güzelim sokaklarında bisikletçiklerini sürüyorlardı. Sevindim adada çocuk olmalarına.
Unutmadan, ne hoştu bazı sokaklarının adlarıı: Peltek Sokak, Yel Üfürdü, Bahçeler Önü, Banyolar Sokak. Bir gün bana anlat isterim, bu sokak adlarının hikayelerini.
Sonra nasıl oldu bilmem, kendimi o upuzun merdivenin başında buldum: kapısını bisiklet bekleyen eve, kayıkhaneye ve böylece denize inen. Kökleri çıkmış kocaman bir ağacın gövdesi altına saklanmış, kedilerin, kertenkelelerin, bir iki ergen aşığın bildiği ve evet uzun bir süre orada oturup sana kulak verdiğim, vapur düdüğünü, martıları, kedileri dinlediğim, tepeden denize kendini indiren gizli merdiven? Sanırım kalbim kalbinle beraber, orada attı. Aynı anda nefes aldım senle Adalar’ın büyüğü.
Sonra ilerideki zincir kafede kahvemi içtim, iki güzel kediyle. Benden daha şık, daha bakımlıydılar. Düşündüm de, senin en has korumaların bu kediler sanırım, hepimizi süzüp, koklayıp, dikkatle incelediklerine göre.
Çarşıda dolandım, kalacak yer buldum kendime. Sonunda kıyıya döndüm; Altınfıçı’da bira içip, midye, kokoreç yemeye, birazını şu serseri kedilerle, onlara yoldaşlık eden bıçkın martılarla ve dahası denizdeki obur balıklarla paylaşmaya.
Manavların pek güzel gözüktü gözüme, kıyıdaki duvara boyanmış at, sokaklar, kahve önlerinde tavla oynayan ada sakinleri, çay bahçesinde sohbet ettiğim adanın yerlisi Sevim Hanım? Hepsini sevdim.
Geceden yağmış hafif yağmurla ıslak, ama güneşli, sessiz, ama neşeli sabahına uyandım. Tarihi Güven Fırını’nı buldum burnumun rehberliği ile. En önemli keşiflerimden biriydi. Ne zincir kafelerde, ne o şık restoranlarda hiçbirinde bulamazdım damla sakızlı lokumlu kurabiyeyi, o leziz ada böreklerini. Yetmedi, eşime dostuma çeşit çeşit kurabiyelerden aldım paket paket. Tuttum yükümü, indim kıyıya, dönmek için bozkıra.
Şimdilik hoşçakal Büyükada, teşekkürler bana gösterdiğin, duyurduğun her şey için.
Umut İlkay Kavlak
Umut İlkay’ın yazısındaki duyarlık ve anlatımdaki sıcaklık etkileyici. Yazıda dile getirilen bir bilgiye katkı yaptıktan sonra merak ettiğim bir konuyu da sormak istiyorum. Yazar, bu konuda bizi aydınlatırsa sevinirim.
“Aya Yorgi”nin açılımında Saint Georges, Surp Kevork olarak da bilindiği ve Hıristiyan kültüründe “ejderhayı öldüren aziz” olarak anıldığı dile getirilmiş. Antakya merkezli ve Süryani kültüründeki adıyla “Mar Circis”tir, bu kişi. Hatta Samandağ sahilindeki “Hızır/Hıdır Kültü” de onunla ilişkilendirilir, Arap Alevilik’teki kimi anlatılarda da ortak noktalar olduğu görülür. Katkım bu.
Soruma gelince; “Aya Thekla” olarak adlandırılan kişi, binlerce yıldır Hıristiyanarın, özellikle Arami ve Süryani Hıristiyanların ziyaret ettikleri Şam’ın 60 km kuzey-doğusunda yer alan Malula kentindeki “Mar Takla” mıdır? Bu “kutsanmış” kahramanın hikayesi de ilginçtir ve Antakya’yla ilişkilidir. Bu nedenle olsa gerek Samandağ’da onun adına bir kilise mevcuttur. Rum-Yunan Hıristiyanlık kültüründeki “Aya Thekla”ya ve “24 Eylül”ün niçin önemli olduğuna dair bilgi verilir umarım.
Müslüm Kabadayı
selam muslum
aya tekla aziz pavlsun ikonia misyonunda hristyan olmus ilk kadin mühtedilerden biridr ve hristayanlitaki bilinen ilk kadin martirdir . ozelikle dogu hristyanliginda ve ozelikle greko hristiyanlar acisindan onemli bir sahsiyettir yasadidgiidigi var sayilan yer ikonia veya kilistra olarak kabul edilir ama kultun etkisi romanin asurya eyalatini etkilemistir . aya tekla hic bir zaman malulada bulunmamistir ama kultu o kadar yagindirki malula ile ilgili bir cok efsanede ismi gecer ayni sekilde antakya yada silifkede bir cok hikayesi vardir .
turkiyede cok onemli aya tekla ibadeti gunumuzde silifkededir . antik hac yollarindaki kilise gunumuzde de bir cok hristiyan haciya ev sahipligi etmektedir .
samandagda bir aya tekla kilisesinin varligindan haberim yok .gunumuzde aya tekla kultune daha cok katolikler sahip cikiyor . rum ortodoklar yada antakyadadi melkit hristiyanlari icin ay tekla kultu cok basat durumda degildirtipki mecdelli meryemde oldugu gib.
hızır ve st georges iliskisine gelincede bu konuda fazla tartismali. ozelikle nusayriler icin bun soylemek zor . andoludaki babiler yada vefailer icin yada melami kelanderile icin belki boyle bir benzetme yapilabilri buda ozelikle bab ilyas kultunden geliyordur . ama nusyaliler icin hidir sadec ejderha oldurn st georgesle kiyaslamak pek nusayri kulturune uygun bir sey degildir ki zaten nuayriler icin st georges kutsal kabul edilen bir zattir ve bayrami vardir . nusayrilikteki hidir kultunu upana pistimde, iskender kultunde , galukosta , kutsal kitaptaki elisa ve elia peygamberde , kingu yada typhon kultunde ariayabilriz zira cok senkretik bir kultur ve nusayrilerdeki hidir ile anadolu alevilerinin hizir tamamen birbirinden farklidir . nusayrilerin hidirnin koklerini daha cok mezapotamya mitinde bulabiliriz .anadolu kultundeki hizir ise manheist etki ile st george benzelikler gosterebilir .
suleyma askargenc
Süleyman çok teşekkürler açıklamaların için, yöreden ve bu kültürlerin içinden gelmen ve karşılaştırmalı dinler ve mezhepler konusunu çok detaylı araştırmandan dolayı bu soruyu senin yanıtlaman çok iyi oldu.
Müslüm Bey, geri bildiriminiz ve açıklamanız için size de teşekkür ederim.