Çakal Yağmuru – Duran Aydın

Yaz göğüne yakışmayan pis pis bulutlar nedense, daha Temmuz?un ancak üçte biri yeni yeni eskiyorken bu kez Akdeniz üzerinden değil, Toroslar?ın kuzeydoğu yamaçlarından, yani Kozan dolaylarından koca kente; evrile devrile, üzerimize üzerimize geliyordu.
Önlerine kattıkları ve onlardan önce kente ulaşan rüzgâr, yağmur yağmur da kokmuyor değildi. Tenlerde hafif ürpertiler bırakarak tıpkı Mart ve Nisan aylarında olduğu gibi, şöylemesine sarsıverdi cümlesini ağaçların.
Okaliptüs, palmiye, zakkum, dut, incir mincir ne kadar ağaç varsa; yaprakları arasında cilveleşen kuşları ürküttü önce. Sıcaktan geberiyorduk; kim sevmezdi böylesi bir rüzgârı? Üstelik, apaçık görüyorduk ki, karınları özlenen yağmurlarla şiş biraz fazlaca esmer zemheri bulutlarını peşleri sıra sürüklemiyorlar mı?
Kanal boyu; Narlıca, Denizli, Yeşilevler, Yurt gibi yoksul mahallelerin çocukları, her ?ölüm sezonu?nda 15-20 akranının kurban edildiğini hiç de önemsemeden; delicoş akıntıya bırakı bırakıveriyorlardı kendilerini o gün de?
Birçoğu, abilerine özenip salya sümük ağlayarak onların ardı sıra gelmiş; şortları varsa şortla, yoksa pantolonla, olmadı büllüklü büllüklü yüzmeyi, yani ?ölmeyi? göze almıştı.
Kanalın az ilersinde, beton setin yataylaşıp suyun yufkalaştığı yerlerde; yatak, yastık yünü ya da halı yıkayan yoksul anne ve ablalar böylelikle kendilerini denizde yıkanmış mı varsayıyorlardı; bilemeyeceğim!
At arabasına tıka basa doldurduğu karpuz ve kavunlarına 50 kuruşa alıcı bulamayan ve bu nedenle sövmedik ?makam-merci? bırakmayan işportacı; atın koşumlarını çözmüş, onu akarsuyun o yufka kıyıcığında yarı beli suların içinde çimdiriyordu.
Kentin güney varoşlarının bir çocuğu olarak; bu kanalda aynen biz de böyle ?ölmeyi göze alıp? öğrendiydik yüzmeyi.
O zamanlar ?Özen Köprüsü? denilen, bir mahalleyi diğerine bağlayan köprüden, yaya, bisiklet ve Mobiletliler geçebilirdi geçse geçse? Yayalar ki etekli ve pantolonsuzsa beşimiz, onumuz; köprü altındaki demir çıkıntılara tutunup bir baldır bacak ziyafeti çekmez miydik kendimize?
Ta o yıllardan beri de duyar, biliriz ki; yarısı yaz günü günlük güneşlik ve masmavi, diğer bir yarısı kömür karası bulutlarla zemheri göğünü aratmayacak koyu gölgeli bir havada, yağıp geçiveren iri taneli yağmurlar ?Çakal Yağmuru?dur.
Bugün, işte koca Adana?da kimselerin haberi olmadan; sokaklarda, parklarda, şurada burada edebiyat dergisi okuyan, ara sıra bir şeyler yazdığını sanan, sıra dışı bir emekli olmanın verdiği ayrıcalıkla; kanal boyunca, zırnık güneş geçirmeyen, deliksiz gölgeli ve iç içe geçmiş dut ağaçlarının altında bir bankta akıp giden, geçip giden, yok olup giden Seyhan?ın sularını izlerken, aniden tutuluverdim bu ?Çakal Yağmuru?na?
Önce ?yakın gözlüğüme? düşüverdi yapraklardan sekip gelen bir damla. Ciddiye almadım! Ama, ne zaman ki okuduğum derginin sayfalarına pat pat düşmeye başladı iri taneler; anladım ki sığınmalı bu dut ağacının duldasına? Dergiyi, telefonu, sigarayı filan poşetime dolayıvermem fazla zaman almadı. Ağacı da sarmalayan ?Çakal Yağmuru? insanı cımcılık edecek ve hızını git gide artıran türdendi. Yaprakları henüz seyrelmemiş ağacın, hızla yağan ?yağmuru kırması? artık mümkün görülmüyordu.
Bir ara, aşağılarda kalan kent merkezine, isli göğüne baktım: Amanallah, zından! Durduğum noktadan az ilerdeki kuzey mahalleleri, çok değil 500, 1000 metre ötesiyse pırıl pırıl, masmavi, güneşe batmış!
Cadde boyu; daha sonra güçsüzleşen, buralarda adına ?Çakal Yağmuru? dediğimiz güneşli yağmurun altında yürümesem ayıp olmaz mıydı?
Beni boşverin, yağmurun yıkadığı kanal sularında çimen çocuklar bir de şarkı tutturmazlar mı?
Bir polis minibüsü gelip polisler kendilerini kovalayana kadar aralıksız sürdü şarkıları.
Ne ?Çakal Yağmuru?na aldırıyor, ne kara, kapkara gökten ve gürültüsünden ürperiyorlardı.
40 yıl önceleri yine buralarda, yine polisler bizleri de kovalardı böylesi ?ölüm sezonları?nda? Don-atlet, pantolon ve ayakkabılarımız ellerimizde; kaçardık önleri sıra kanal boyu?

Duran Aydın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir