Camus’un “Yabancı”sı Meursault

“Bugün annem öldü. Belki de dün bilmiyorum.”(s.11) cümleleriyle başlıyor roman. Meursault annesinin ölümüyle ilgili hiçbir şey düşünmez. Onun annesinin ölümünden haberi yoktur ve ne zaman öldüğünü bilmez. Sanki annesinin değeri yok gibidir. Annesini huzurevine yerleştirmiş ve onu ziyarete gitmek zor gelir olmuştur. Cenazesine bir yabancı ve uzaktan biri gibi katılır. Meursault, morga girdiğinde görevli tabutu açıp bakmak istediğini sorduğunda “hayır” der. Annesinin yaşını sorduklarında bilmediğini söyler. Cenazesinde üzüntüsünü göstermez. Cenazesinden gömülmesine kadar umursamaz, ilgisiz ve soğukkanlı durur.

Meursault sonra evine döndüğünde hiçbir şey olmamış gibi davranır, denize girer, orada Marie adlı bir kızla hoş vakit geçirir. Sorulan sorulara kısa ve tek kelimelik cevaplar verir. Komşusu ve arkadaşı Raymond için bilmediği bir konuya şahit olur. Sonra Raymond’ un teklifiyle sevgilisi Marie ile üçü beraber Raymond’un arkadaşının yanına giderler. Orada Raymond’un davalık olduğu Arap ile karşılaşırlar, kavga ederler. Daha sonra Arap ile bir daha karşılaştıklarında onu vurur, öldürür.

Kitabın ikinci bölümü sorgu ve mahkeme bölümünü anlatır. Meursault hiç umursamaz halini devam ettirir. Avukat tutup tutmadığı ile ilgili soruya “hayır” diye cevap verir. Burada kendisine olayla yani adam öldürme ile ilgili değil de olayla bağlantısı olmayan konular hakkında sorular sorulur ve bu konular üzerinden suçlanır. Bu sorular kişiliği ve düşünceleriyle ilgilidir. Kişiliğiyle ilgili sorulan soru ve cevabı romanda şöyle geçer: “beni sessiz ve içine kapanık biri olarak anlattıklarını söyledi, bu konuda ne düşündüğümü bilmek istedi. Hiçbir zaman söyleyecek fazla sözüm yoktur, onun için susarım diye cevap verdim.”(s.64) Bu öldürme olayıyla ilgisi olmayan bir diğer örnek ise, “(…)annemi sever miydim diye sordu. Ben de evet herkes gibi diye cevap verdim.”(s.64) diye geçer. Bu örneğe ek olarak savcı Tanrı’ya inanıp inanmadığını, annesini niçin yurda yerleştirdiğini, annesinin cenazesindeki durumu gibi davayla ilgisi olmayıp sadece özel hayatı ve kişiliğiyle ilgili sorular sorar.

Mahkeme sürecinde tanıklar dinlenir. Bu tanıkların ifadeleri de olayla ilgili değil Meursault’un tutumu ve davranışlarıyla alakalıdır. Savcı bu tanıklara ve Meursault’deki izlenimlerine dayanarak öldürülmesini ister ve karar da bu doğrultuda verilir. Bu yüzden savcı şöyle bir savunma yapar: “Annesini manen öldüren biri, tıpkı kendisinin dünyaya gelmesine sebep olan insanın, yani babasının hayatına kasteden kimse gibi, insan topluluğundan kendi kendini kovmuş olurdu.”(s. 93) Ölüm cezasını alan Meursault’a papaz gönderilir ve hep reddeder. Aslında Meursault cezayı adam öldürmeden dolayı değil düşünceleri ve davranışlarından dolayı almıştır. Başka bir deyişle Meursault sadece cinayetten değil, toplum normlarını hiçe sayarak annesinin ölümünü kayıtsızca kabullenmesinden dolayı da yargılanır.

Meursault’a genel olarak bakarsak, Meursault annesinin ölümüne tepkisizdir ve bu duruma sıradan yaklaşır. Ölümünden sonra denize girer ve Marie diye bir kızla vakit geçirir ve sevgili olur. Bu durum onun annesinin ölümünden sonra yas tutmayıp, ölümü sıradan görüp normal davrandığını gösterir.

Meursault’un romandaki diğer bir tutumu da sorulara kısa ve genellikle tek kelimelik cevaplar vermesidir. Romanda bu durum, “Eliyle göğü göstererek, güneş çarpıyor diye tekrarladı. Evet dedim. İhtiyar mıydı? Annemin yaşını bilmediğim için ehh oldukça dedim.”(s.23) diye anlatılır. Bunun gibi birçok örnek verilebilir. Bunun sebebi insanlarla iletişimden kaçınmasıdır. O toplumu kendinden uzaklaştıran ve toplumun içinde yer almak istemeyen bir “modern-çağdaş” bireydir. Bu iletişim kurmak istememesini söyle anlatmaktadır: “(…) çünkü herkes bana mutlaka bir şeyler soracaktı, bense bunu sevmem. Yumurta pişirip sahanın içinde ekmeksiz olarak yedim; çünkü evde ekmek yoktu, aşağıya inip almaya da üşendim.”(s.26)

Albert Camus bu eserde Meursault üzerinden kişinin kendi kimliğine kapanması ve bu kimliğe yabancı kalmasını anlatır. Belki de romanda anne üzerinden insanın duyguları ve insanı hayatta var eden özellikler, değerler anlatılmak istemiştir. Camus’un romanına bir diğer açıdan bakarsak devlet sistemini insanı kuşattığı için eleştirir. Bu eleştiriyi mahkeme ve yargı üzerinden yapar. Yargı insanı gerçek suçundan değil kişilik ve tutumundan dolayı mahkum etmiştir. Bu mahkumiyetin sebebi romanda şöyle geçmektedir: “bu adamı annesini bile cani kalbiyle gömmüş olduğu için suçluyorum.”

Bu romandaki yabancılaşma kişinin kendine ve sonra da çevresine yabancılaşmasıdır. Bu durum kişinin değerlerine ve duygularına ters bir yabancılaşmadır. Roman kahramanı toplumu kendi uzağına itmiş ve toplumu kendinden uzaklaştırmıştır. Toplum veya diğer adıyla düzen kahramana cezayı -ölüm– kesmiştir. Meursault, bu yabancılaşan karakterini Camus’un varoluşçu felsefesinden almıştır. Ve sonunda da olduğu gibi toplum dışına yani ölüme itilen bir karakter olmuştur.

Yazar romandaki kahraman Meursault ile toplum dolayısıyla toplumdaki bireyler üzerindeki umursamazlık, duygusuzluk, değersizlik ve yabancılaşma temini anlatır. Bu duygusuz ve umursamaz insan romandaki gibi ölümü de değersiz kılmıştır.

Albert Camus belki de günümüzdeki sokaklarda, kentlerde ve kalabalıklardaki her şeye nesnel yaklaşan çağdaş – değersiz insanı anlatmıştır ne dersiniz…?

SERDAL KESKİN
21 Haziran 2016 http://kitapeki.com/

KİTABIN KÜNYESİ
Yabancı
Yazar: Albert Camus
Çeviri: Samih Tiryakioğlu
Türü: Roman
Basım Tarihi: Mayıs 2016
Sayfa Sayısı: 112 Sayfa
Yayınevi: Can Yayınları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir