Cemal Süreya ‘nın Kaleminden Turhan Selçuk…

Her sanatçı kendisine sağlam bir dil kurmak zorundadır. Çizgiye dayanan karikatürde bunun daha da gerekli bulunduğunu söylemek fazla olacak. Turhan tam anlamıyla kurmuştur dilini. Bu bakımdan gerçek ve soylu bir sanatçıdır. Hatta Türk karikatür geleneği Turhan’ın kurduğu dille başlamaktadır, diyebiliriz. Turhan’da ide, çizgiden önce gelir. Önce ide belirir, sonra çizginin genel konumuna yer hazırlar, sonra da çizgi güvenli bir şekilde gelir, zaten bildiği ve hiç yabancılık çekmeyeceği bu yere kurulur. İlişkiler ve durumlar önemlidir onda. Siyasal karikatürlerinde de siyasal olmayan karikatürlerinde de böyledir. Bu yüzden çizdiği kişiler evrensel ve matematik bir insanın ortalama profilini taşırlar, îşaretleşmişlerdir hatta. Kapıcının yüzü bekârın yüzüne, onun vücudu da şoförün vücuduna benzeyebilir. Bu, Turhan’ın bir kusuru değil, bir özelliğidir. Hatta Turhan’ın sanatını bu noktadan girerek açıklamak yararlar sağlar. Çünkü onun karikatürlerinde herhangi bir insanın değil, insanî bir durumun betimlenmesi ya da ırgalanması söz konusudur.

Tabureye çökmüş, bağdaş kurmuş köylünün yüzü önemli değildir. Turhan’ın yerselli-ğini de ayrımlarını da bağdaş kurma işleminde arayacaksınız. Dış biçimde çok yerleşik davranışı, şekerleşmiş kuralı işliyor çünkü. Bugün birçok başarılı karikatürist var yurdumuzda. Bunların, bireyin hiçliğinden güzel olanakları çıkaran birçoğu, dış biçim olarak Turhan’dan daha yersel tipleri yakalayabilmektedirler. Ancak davranışta ve ilişkide yer-selliği en iyi koruyan sanatçı Turhan’dır. Bu nokta çok önemli galiba. Turhan evrensel insan profilini öyle bir nesneye koşullandırıyor ki, sonuçta yüzde yüz bir yersel portre elde ediyor. Önce ide, sonra insan, sonra da o nesne… Ve insanla nesnenin ilişkisi başladığı andan itibaren, idenin egemenliği bitiyor, sadece bu ikisi arasındaki ilişkinin olanakları işlemeye başlıyor. Çizginin egemen durumu da burda başlıyor. Ondan sonra karikatür kendi kendini çiziyor. Bunun için de her yapıtında, her yapıtının iç ekonomisinde önce klasik bir oynaklık bulabiliyoruz.

Turhan’ın düşünür yönü üstünde çok duruldu. Değişen Türkiye’deki kavgacı yönü, devrimci düşünce açısından işlevi birçok yazarlarca belirtildi. Bu bakımdan biz burada daha çok yapının estetik bağlantıları üstünde konuşmakla yetiniyoruz.

Meksika’da at yoktu eskiden, İnkalar da at nedir görmemişlerdi hiç. İspanyollar ise Meksika’ya ilk baskınlarını at üstünde yaptılar. Bu sırada tuhaf bir şey oldu. İnkalar at üstündeki İspanyolun attan ayrı bir varlık olduğunu, kendileri gibi bir insan olduğunu anlamadılar önce. Attan İspanyoldan meydana gelen yeni biryaratıkmış gibi sandılar. İki başlı, altı ayaklı, iki elli, bir kafasıyla konuşurken, bir kafasıyla kişneyen bu canavardan çok korktular. Bazen iki parçaya ayrılabilen, iki parçası da koşan, sonra birleşen böylesi bir varlığa teslim olmaktan başka çare yoktu. Teslim oldular.

İyice bakarsak, Turhan’ın karikatürlerinde attan İspanyoldan meydana gelen bir durumun değişimleri, olabilirlikleri, çözümleri var. Atı ve İspanyolu tek tek değil de, attan İspanyoldan meydana gelen yeni bir birimmiş gibi sunmak eğilimi ya da geleneği. Gökdelenin yanma servirevan bir Amerikalıyı dikerken, ağanın karnına kubbe yaptırırken bunun ilk örneğini verir. İdeden hareket etmesi ve insanla evrenin dış yapısı arasında paralellikler araması onu her zaman bir karşlaştırma işlemine itmiştir. Bir şey mutlaka bir şeye göre konumunu alır, daldaki ağaçlar yerdeki yapraklara göredir. Steinbergde böyle değildir oysa. Steinberg, simetri düşüncesine yan çizdiğinden, eşyanın ve insanın çelişiğine ulaşır. Bu yüzden hem sanatının alanı daha genişlemiş, hem de evrene sevgiyle bakabilme olanağını kazanmıştır. Turhan için bu bir eksiklik midir acaba?

Daumier’den sonraki dönemde karikatür sanatının büyük ustası Steinberg ideden hareket etmediği halde rasyonalist ve teknik dünyanın eleştirisini yapar sonuçta.

Grosz da öyledir. Ne var ki Grosz insanı daha çıplak, daha sert bir davranışla karşıladığı halde, Steinberg rahat bir sevecenlikle eğilir ona. Turhan’ın çizgilerindeki yargı keskinliği bu bakımdan Grosz’un davranışına daha yakındır. Çirkinin acı ve tedirgin edici şiirini akıtır. Chaval’m çağrışımcı çalışmasına ilgi duyduğu da anlaşılıyor. Yaşıtlarından ise Roland Searle’i sevdiği belli. Gerçi Roland Searle çok ayrı özellikleri olan bir sanatçı, ama Turhan’ın özellikle siyasal olmayan yapıtlarmdaki çıkış nokta-si, öykünün belirişi, Roland Searle’in tutumuyla aynı düzeyde.

Siyasal olmayan yapıtlarında zaman zaman Turhan’ın us dışına dadanmak istediğini görüyoruz. Baştan sona kendi kendini çizen bir karikatürün, çizgide mizahın olanaklarını deniyor. Çizgi artık bir araç olmaktan çıkıyor da bir ortam oluyor sanki. Komik öğenin ötelerine kaydı sanıyorsunuz. Yine de tam us dışı çalışmalar diyemeyiz bunlara. Çünkü mutlaka bir siyah beyaz, mutlaka bir karşılaştırma işlemi, mutlaka bir simetri oluyor derinde. İdenin önceliği ve egemenliği bütün bağlantılarda korunuyor. Yine de gerçeğin dış yapısındaki yerleşik mantığa tutunuyor, o yapıda incelikleri sunuyor Turhan. Böyle olması onun sanatının yararınadır diyorum. Çünkü yapıtmdaki tutarlığı hiç yitir-memiş oluyor. Çıkış noktasını kalkındıran, zenginleştiren bir araştırmacı kimliği kazanıyor. Oysa karikatüristlerimizin çoğunda baştan sona giden böyle bir tutarlık yok.
Yazan: Cemal Süreya

Kaynak: Şapkam Dolu Çiçekle
“Önce Çizgi Vardı… “çizgide 60.yıl” kitabından…

SELÇUK’UN GÖRÜŞLERİ, AÇIKLAMALARI VE SÖYLEŞİLERİ
Karikatür, Karikatürcü
? Karikatürist çizgiyle düşünen, düşündüğünü çizgiyle izleyiciye ulaştıran kişidir.

? Mizah (humour), çizginin eğilimindedir, mizahla yüklü grafiğin yazısız olması, onu sanatsal yönden değerlendireceği gibi, uluslararası bir dile de ulaştırır.

? 20. yüzyıl, işlevlerinin bilincinde sanatçılar yetiştirdi. Bunların eserleri ne resme benzeyen karikatürdür, ne de karikatürize edilmiş resimlerdir. Bunlar yalnızca karikatürdür. Yani “grafik mizah”tır. Geçmişin karikatüristi, daha çok ahlak sorunlarıyla ilgiliydi. Günümüzün karikatürcüsü dünyamızı değiştirmek, dünyamızda gerekli olan değişiklikleri gerçekleştirmek amacıyla savaşım vermek zorundadır. Tüm insanların eşitliğinden, doğrudan, iyiden yana bir değişim için savaşım…

? Çoğu kez olayların içinde, yönelişinde mizahi bir unsur, mizahi bir çelişki bulup çıkarmak olasıdır ve bunu uğraş edinmiş kişiler için kolaydır. Bu mizahi eğilim ya da çelişkiyi yakaladıktan sonra çizgilemek de yeterlidir. Ama bu yol, daha çok her gün bir konu ile okuyucu karşısına çıkmak zorunda olan çizerlerin çoğunlukla seçtikleri kolay yoldur.

Benim sevdiğim yol, kendine özgü dünyası ve bakış açısı içinde insanları, olayları bir düşünür, bir psikolog, bir felsefeci, bir eleştirici gibi izlemek, incelemek, kendi gerçekçi dünyagörüşü doğrultusunda bir sonuca vardıktan sonra, kişileri olumlu ve doğru olana yöneltmek eleştiriyi sunarken, mizahi fikrini ve söylediğini sarsıcı, etkileyici, vurucu bir şekilde çizgiye dönüştürmektir.

Karikatürün hammaddesi insandır. İnsanın çelişkileri, yanılgıları, yapıtları, yaptıkları, davranışları, gözlemleri, özlemleridir. La Fontaine dahil, hayvanları konu edinen birçok mizahçı ve mizah çizeri bu kahramanları yine insan ilişkileri içinde algılamışlar ya da çizmişlerdir. İnsanı alış biçimine gelince: Toplumları, kişileri oldukları gibi görmek, çelişkilerini, yanlışlarını gerçeklerden uzaklaşmadan değerlendirdikten sonra eleştirmektir. Evrensel çelişkinin diyalektiğindeki insan çelişkisi, çizgiyle mizahın hammaddesidir.

? Sanatçı, olayları kendine özgü bakış açısı içinden bakarak değerlendirmelidir. Yakaladığı çelişkileri, yanlışları yine kendine özgü bir biçimde yorumlayarak eleştirisini, esprisini, yine kendine özgü çizgiyle izleyene ulaştırmalıdır. Yazı, espri çizginin içinde, eğiliminde olmalıdır. Bu koşullar, günümüzün modern mizahının içerdiği koşullardır ki, bence en büyük basın karikatürü ekolü bu koşulla en fazla uyum sağlayabilen yapıtlardandır.

?Karikatür, az çizgiyle çok şey anlatmaya yönelik olmalıdır. Yalnız gerektiği kadar çizgi… İzleyenin dikkatini başma yönlere çekecek ayrıntılardan arıtılarak en güçlü, en çarpıcı, en açık biçimde anlatılmak istenen üzerine, o noktanın üzerine abanılmalıdır. Ayrıntı, ancak anlatılmak isteneni desteklemek için kullanılmalıdır. Söz bir ayrıntı, bir destektir ve karikatürün etkisini sınırlar.

?Karikatürün amacı salt güldürü değildir. Bağnazlığın, tutuculuğun, cehaletini, çıkarcılığını, bilinçsizliğin desteklediği kötülükler, ihanetlerle dolu bir dünyada iyilikleri, güzellikleri sezebilmek, görebilmek, anımsayabilmek, bilim alanında, sanat alanında yarınki kuşaklara kalacak yapıtlar, güzellikler bırakabilmek, insanı insan yapan, mutlu kılan başlıca nedenlerdir.

? Karikatür, saygınlığını ve önemini ancak “grafik mizah” tanımına uygunluğu oranında kazanır ve sanatlaşır. Grafik mizah deyimini 1950’lerde Yeni İstanbul gazetesindeki yazılarımda ilk kez gündeme getirerek uygulamaya başladığımda tepkilerle karşılaştım. Oysa Batı’da yıllar önceleri karikatür yazıdan arınmış. “Humour graphique” ya da “dessin humoristique” diye tanımlanarak, çizgiyle mizah yapma sanatı kökleşmiştir.

? Karikatür, çizgi yönüyle grafik resme, espri ve yazı yönüyle de edebiyata bağlanabilirdi belki. Ama, bunları o kadar değişik yollarla vermeye başladı ki, bağımsız bir sanat kimliğine çoktan hak kazandı… Yazıdan arındı. Düşündüğünü çizgiyle anlatmaya başladı. Çizgisi grafik resme bağlı sayılsa bile, onu ayıran önemli bir etken var: Mizahla yüklü olması, çizginin eğiliminde mizahın olması…

? Karikatürün güçlü bir sanat olmasının nedenleri vardır: Yaygın bir sanattır, basın yoluyla, sinemayla, televizyonla, afişlerle, sergilerle halkın her an karşısındadır. Söyleyeceğini en kısa yoldan, zahmetsizce, fakat çarpıcı bir şekilde söyler, çizgileriyle sempatiktir, ilgiyi çeker. Bu nedenlerdir onu güçlü bir sanat kolu yapan.

? Mizah çizeri, bir makale yazarı, bir fıkra yazarı gibi içinde yaşadığı olayların etkisi altındadır. Aktüaliteyi ister istemez izlemek zorundadır. Günün konusu kendiliğinden oluşur. Bu konuyu kendisi seçmelidir. Aksi vinyetçilikten öteye geçemez.

? Kişiliği olan güçlü bir desen, sanatçının anlatım olanağına geniş bir alan sağlar. Bu tür çizgiden yoksun bir kişi, zorunlu olarak salt komiğe yönelecek, çoğu zaman bol yazıya gerek duyacaktır. Burada gündeme gelen komik, gülme duygusu uyandıran, güldürücü anlamındadır.

Politik Karikatür

Politik karikatürler gelip geçici gibi görünürler ve birçok kişide politik karikatürlerin ömürlerinin az olduğu düşüncesi vardır. Gazetede basılır, yirmi dört saat yaşayan bir kelebek gibi, ertesi sabah ölür. Bu, tümüyle doğru bir düşünce sayılamaz. Siyaset, mademki, ne kadar değişik görünürse görünsün, birbirine benzer olayların periyodik devamıdır; pekâlâ zamana dayanacak karikatürler çizmek olasıdır.

? Sanatçı, toplumun önünde giden kişidir. Devrimciliğe, ilericiliğe yatkın, tutuculuğa karşı olması doğaldır. Böyle olunca faşizm gibi çağdışı bir baskı rejimine karşı olması da doğaldır.

? İster gerici, ister ilerici, ister kapitalist, ister sosyalist olsun, mizah çizerinin bir üsluba, bir dünya görüşüne sahip olması gereklidir. Olaylara bu açıdan bakması ve eleştirmesi onun düşünsel yönden kişiliğini belirleyecektir. Bu düşünsel kişilik, çizgi kişiliğiyle bütünleştiğinde gerçek mizah çizeri oluşur. Bu sanatın özünde, hangi düzende yaşarsa yaşasın (feodal, kapitalist, sosyalist), insan ilişkilerini ve insan ruhunun çelişkilerini yansıtmak gibi bir işlev söz konusudur. Sanatın her dalında bu kural geçerlidir.

? Yıllar önce çizilmiş siyasi ve toplumsal karikatürlerin, tekrar tekrar çizildiğini, ayrı kişiler tarafından çizildiğini çokça görüyoruz. Kalıcılığını yitirmiş görünen karikatürler ise, çağının belgeleri arasında zaman geldikçe anımsanmakta, yayımlanmaktadır. Bu bile önemi küçümsenmeyecek bir işlevdir. Tarih, bilimsel yasalar içinde oluşur. Yaşadığımız dönemin siyasası içinde değişen olayların değişmez özünü yakalayan karikatürcü, yarma kalacak yapıtlar yaratabilir.

Karikatürün işlevi

? Mizah çizeri, halktan bir kişidir. Halkın sorunları, istekleri, özlemleri onun da istekleri, özlemleridir. Bu durumda, halkın yani okurun beklentisiyle çizerin beklentisi arasında bir farklılık yoktur.

Mizah Evrenseldir

? Mizah evrenseldir. Yerel farklılıklar elbet vardır ama, insana yönelik karikatür bütün insanlıkça benimsenecek, anlaşılacak çizgileri özünde taşır. İnsan dünyanın her yerinde gülen ve düşünen yaratıktır. Bu paralel doğrular içinde çizer, kendisinden bekleneni en iyi biçimde yerine getirmek zorundadır. Buna karşılık okurdan beklediği ilgi ve övgü, onun en büyük ödülü olacaktır.

? Karikatür salt eleştirici değil, yönlendirici de olmalıdır. Tüm sanatlarda olduğu gibi yapıcı, iyiye doğruya yöneltici, insanı yüceltici olmalıdır. Günümüz mizah çizerinin işlevi de budur.

Mizah, Ciddi Bir İştir

? Nasreddin Hoca gibi büyük bir usta yetiştiren Türkler, mizahı çok severler. Geleneksel hikâye, fıkra, hatta karikatürün kökeninde Nasrettin Hoca’nın etkileri vardır diyebilirim. Hoca, olaylara bir filozof gibi bakar.

Baskılı dönemlerde rejimi yeren olağanüstü güzel, incelikli fıkralar – kimin yazdığı, ürettiği bilinmez -, “kulak gazetesi” aracılığıyla tüm ülkeye yayılır.

Türk çizgi mizahı ise 1950’den sonra çok güçlü bir biçimde yaygınlaşarak gelişmiştir. Yazılı mizahta olduğu gibi çizgili mizahta da Nasreddin Hoca’nın etkilerini görmek olasıdır. Bu denli mizaha yatkın, bu denli mizahı seven bir ülkede, aynı zamanda mizaha çok da kızılır. İşi ciddiye alarak o kadar çok dava açılmaktadır ki, bunu Batı’daki hoşgörünün Türkiye’de olmamasına bağlayabiliriz.

Biz Türkler mizahı Batılı ülkelerden daha fazla önemsemekte, ciddiye almaktayız. Kısacası, “Türkiye’de mizah ciddi bir iştir” diyebiliriz. Sanırım Türk mizahının önemli bir özelliği de budur.

Etkilenme sorunu

?Mizah çizeri, çizgisinde ve olaylara bakış açısında bir uslübe ulaşmışsa, etkiden kurtulmuş demektir. Usta sayılan bazı çizerlerimizde bile bu etkilerin belirtileri açıkça görülmektedir. Batı’da eleştiriciler, bugün büyük sayılan Flora’nın, Steinberg etkisinde olduğunu yazmışlardı bir zamanlar. Önemli olan, bu etkilerden kurtulmaktır. Her sanatçı, başlangıçta beğendiği bir sanatçının etkisinde kalır. Genç karikatürcülerimiz için kaygı duymuyorum. Zamanla aralarında kişiliklerini bulacak olanlar çıkacaktır. Yalnız etkiden öte, kopyaya kadar varan karikatürlere de rastlıyorum.

? Bazı hallerde olaylar iki sanatçıyı aynı konuya yaklaştırmakta yardımcı oluyor. Bakıyorsunuz, aynı gün iki mizah çizeri aynı karikatürü yapmışlar. Çizenlerden biri ötekinin etkisi altındaysa bu rastlantılar daha da kolaylaşıyor.

Sanatçı bazen de çok daha önceleri görmüş olduğu bir karikatürün konusunu farkına varmadan tekrarlamaktadır. Çünkü, konu vaktiyle onu etkilemiş ve bilinçaltına yerleşmiştir. Ama bu tür rastlantıların seyrek olması gerekir. Eğer mizah çizeri sık sık “benzer karikatürler” çiziyorsa, bu bilinçli yapılıyor demektir ki, hem yeteneksizlik işareti, hem de hırsızlıktır.

Bakıyorsunuz, elinden biraz çizgi çıkabilen bir kişi, eski konuları ya aynen ya ufak bir değişiklikle, ya da o konuyu çoğaltma usulüyle yıllar yılı saygın mizah çizeri olarak geçinme ortamı bulabiliyor. Ülkede bir mizah eleştiricisinin yokluğu da bunda etken oluyor.

Bant- Karikatür

? Bant-karikatürün bizdeki ilk örnekleri, sanırım, sürekliliği ve etkinliği yüzünden, Cemal Nadir ile başlıyor. “Amcabey” (yazılı), “Ak’la Kara”, “Dalkavuk” (yazısız) gibi. Dışta bunun örnekleri çok… İyi örnekler arasında şunlar gösterilebilir. “Les Poulets n’ont de chaises”: Copi, “Snoopy”: Schulz, “The Little King”: Soglow.

Bu alanda benim de çalışmalarım olmuştur. “Politikacının Maceraları” en nefeslisi oldu. Daha önceleri mizah çizerlerinin Türkiye’yi simgelemek için kullandıkları bu farklı, silindir şapkalı tip, böylece Türk karikatüründe eskisinden çok, daha bol kullanılarak “politikacı” tipinin değişmez simgesi haline gelmiştir.

Çizgi Roman

? Bugün, ayrı bir sanat kolu haline gelen, büyük yaygınlık kazanan çizgi roman, günlük karikatürden daha çok ilgi görür hale gelmiştir.

Yurdumuzda çizgi romanın ilk örneği Çocuk Sesi dergisinde yayımlanmıştır. “Lüklüğün Serüvenleri” adlı bu sürekli çizgi romanı Orhan Tolon çizmekteydi. “Baytekin” serisi (Flash Gordon) en fazla ilgi çekeni oldu. Daha sonraları Dolmuş dergisinde, Milliyet gazetesinde yerli çizgi romanlar yayımlanmaya başladı. Suat Yalaz’m “Tarzan”ı, Altan Erbulak’ın “Cafer ile Hürmüz”ü, Bedri Koraman’ın “Cici Can”ı, Oğuz Aral’ın “HaykMammer”i… Bunlar sürekli olamadılar. Bugün Gırgır dergisinde Oğuz Aral ve arkadaşları çizgi roman türünü ön planda tutarak yeni tipler oluşturmuşlardır.

Abdülcanbaz

? “Abdülcanbaz” 1957 yılında Milliyet sütunlarında doğdu. Böyle bir tip çizmekteki düşüncemi parasızlık geliştirdi… Milliyette yayımlanan “Turist Rehberi” serüvenine Aziz Nesinle birlikte başlamıştık. O yazıyor, ben çiziyor, gelirini de bölüşüyorduk. Bu serüvenden sonra “Abdülcanbaz”ın isim babası olan Aziz Nesin, işlerinin çokluğundan olacak, vazgeçti. “Abdülcanbaz, başlangıçta yalnızdı. Bir turist rehberi, bir Yeşilçam simsarı, anasının gözü, hatta üçkâğıtçı bir tipti… Tek başına sürdürmek zorunda kalınca, onu yeniden yaratmaya, karakterini yeniden çizmeye mecbur oldum. “Abdülcanbaz” giderek arınıp sağlam bir kişilik edindi. Daha sonra karşıtları ve yandaşları ile değişik karakterlerin belirlendiği bir kalabalık oluştu onun çevresinde…

Sanırım ‘Abdülcanbaz”a duyulan ilgi yerliliğinden, geleneksel köklerinden renk almasından (Karagöz-Hacivat, ortaoyunu gibi) ileri geliyor… Bir çizgi, bir üslup araştırması yanında, onun diğer çizgi romanlara benzememesi, kendine özgü anlatım, kendine özgü çizgi dünyası, kısacası bir üslup edinmesine çalıştım, hâlâ da çalışıyorum. Bu özgün anlatımın bir bakış açısı vardır. Olayları, sonuçları bu açıdan bakarak değerlendirmek ve sonuca bağlamak gerekir.

? “Abdülcanbaz” halktan bir kişidir. Değerlerini, cevherlerini yitirmemiş bir kişi… İyiden, doğrudan, halktan, haktan yana olduğu için güçlüdür. “Bizim insanımız”dır o. Halkın karşısında, kendilerine halktan ayrıcalık tanıyan kişilerin tarihi süreç içinde elenmeleri, yok edilmeleri yanında, “Abdülcanbaz”m temsil ettiği prototipin sevilmesi, desteklenmesi, devamını sağlayan unsurlardan birincisidir. Sakin görünüşlüdür, fakat zamanında, ünlü “Osmanlı tokadı”nı en can alıcı noktaya vurmasını bilir. Halkını seven her dürüst ve namuslu kişide az çok Abdülcanbaz’lık vardır.

? Gazetelerde yayımlanan çizgi romanlara karşı bir tepki oluşmuştu bende. Kültür emperyalizminin hizmetinde, kapitalist dünyanın, geri kalmış ülkelerdeki propaganda araçlarıydılar tümü. Onlara karşıt bir çizgi roman oluşturduğumu sanıyorum.

? Karagöz ve Hacivat’taki gibi halkın içinden kişiler, halkın karşısında kişiler vardır “Abdülcanbaz”da. Olaylar içinde bunların çatışmaları, savunmaları görülür. Bizim halkımızın, insanımızın çatışmaları, savunmalarıdır bunlar. “Abdülcanbaz”ın günümüzdeki yaygınlığını bu niteliklerine bağlamak yanlış olmaz sanırım.

Yarışmalar, Ödüller

? Yarışmalar çoğunlukla genç sanatçıları teşvik nedeniyle düzenlenir. Karikatür yarışmaları ise turistik nedenlerle giderek artıyor.

Karikatür yarışmalarının sakıncalı yönleri de var. Denetim olanağı olmadığı için, hayatında hiç karikatür çizmemiş bir kişi veya yeteneksiz, nefessiz bir mizah çizeri, bir ustanın çizgi ve konusunu kopya ederek yarışmaya katılıyor ve büyük ödülü alıyor. Örnekleri çokça gösterilebilir.

? Bence, bu ödüller bir karikatüre değil, çizerine verilmelidir. (Nobel Ödülü’nde olduğu gibi.)

? Bir ülkenin sanatının ileri ya da geri olmasını, yarışmalarda kazanılan ödüllerle değerlendiremeyiz. Yine iki mizah çizerini karşılaştırıp, ?Bu ödül almıştır daha değerlidir, bu ödül almamıştır değersizdir? gibi yargılara varmak da tamamen yanlıştır. Kaldı ki, yarışmalara girmeyen, karşı olan ustalar çoğunluktadır yeryüzünde ve ödül almış mizah çizerlerinin çoğu, onların ulaştıkları çizginini özlemi içindedirler.

Çizgi Kişiliği İçin

? Batı karikatürünü inceleme olanağı bulduktan sonra, bende ilk değişim başladı. Günlük gazete karikatürlerinde yazıyı atmak çok güç bir iştir.

Buna rağmen hiç yazı kullanmamak, çizgimi sadeleştirmek amacım oldu. Önceleri yuvarlak çizgilerle çalışıyordum. Sonra çizgilerimi köşeleştirdim (Yeditepe Yaymları’nın 1954’de yayımladığı kitabımda örnekleri vardır). Daha sonra yuvarlak ve köşeli çizgileri beraber kullanmaya başladım. Bir ara çok sert, çok düz çizgilerle çalıştım. Ama sadelikten hiç ayrılmadım. Çizgiyle beraber, konularımda da kişilik edinmek için çabalarım oldu.

Önceleri karikatürlerimde yazı kullanmamak için özen gösterdim. Deneylerim, gazete ve dergi karikatürlerinde bunun okuyucu-sanatçı arasındaki alışverişi kısıtladığı sonucunu verdi. Daha sonra, anlatım çok açık olmadıkça, – karikatürün tanımı çerçevesinde -yazı kullanmakta sakınca görmedim. Hatta yararlı buldum bunu.

? Başlangıçta Aydede’de çalışırken, ilk eleştiriyi ayakkabıları uzun çizdiğim için almıştım, küçülttüm. Eleştiriye açık olmak gerek. Sonraki çizgilerimi yadırgayanlar okurlar değildi; gazetelerin başındaki, Cemal Nadir’in çizgileriyle şartlanmış kişilerdi. Buna karşın ben yeni çizgimi güçlü esprilerle destekleyerek yavaş yavaş kabul ettirme uğraşma girdim. Kolay olmadı, ama oldu. Okur yenileşmeyi seviyor, hatta zaman içinde tutkunu oluyor.

Turhan Selçuk Hayatı
Türk mizahının önde gelen isimlerinden, duayen karikatürist Turhan Selçuk 1922’de Milas’ta doğdu. İlk karikatürleri Adana’daki ortaöğrenimi sırasında aynı yerde çıkan Türk Sözü gazetesi ile İstanbul’da Kırmızı Beyaz ve Şut spor dergilerinde yayımlandı (1941). 1943’te Akbaba’nın kadrosuna girdi, 1948’de Tasvir’de karikatürcü ve ressam olarak çalıştı; Refik Halit Karay’ın çıkardığı Aydede’nin baş çizeri oldu. Kardeşi İlhan Selçuk’la birlikte 41 Buçuk (1952), Dolmuş (1956) mizah dergilerini çıkardı. 1949’da, dünyada Steinberg’in öncülüğüyle başlayan modern karikatür anlayışına yöneldi. Yeni İstanbul gazetesindeki yazılarında “grafik mizah”ın karikatürün evrensel anlatımı olduğunu savundu; çalışmalarını bu yönde sürdürmeye başladı.

Yeni İstanbul, Yeni Gazete, Akşam, Milliyet, Cumhuriyet gazetelerinde ve Akis, Yön, Devrim, Toplum, vb. dergilerde çizdi. 1957’de Milliyet’te çizmeye başladığı Abdülcanbaz dizisi büyük ilgi gördü. Tiyatroya ve sinemaya uyarlanan bu çizgi romanın bir deseni 1991’de PTT tarafından pul olarak basıldı. 1969’da iki arkadaşıyla Karikatürcüler Derneği’ni kuran Turhan Selçuk 1973’te Sanatçılar Birliği tarafından “Halkın Sanatçısı”, 1983’te Gazeteciler Cemiyeti tarafından “Yılın Karikatürcüsü” seçildi. 1997 yılında da ”Cumhurbaşkanlığı Büyük Sanat Ödülü”nü alan Selçuk’un, 1992 yılında Dışişleri Bakanlığı’nın önerisi üzerine hazırladığı ”İnsan Hakları” konulu sergisi Avrupa Konseyinin önerisiyle ilk kez Strasbourg’da açıldı ve 1997’ye kadar Avrupa’nın çeşitli kentlerinde ve Güney Afrika’da izlenime sunuldu.

1997’ye kadar Avrupa’nın çeşitli kentlerinde ve Güney Afrika’da dolaştı. “Barış ve Kitap” konulu karikatürü 1992’de Avrupa Konseyi’nin başlattığı kitap okuma kampanyası boyunca bütün afiş ve dokümanlarda logo olarak kullanıldı. Sanatçı, çalışmalarını Turhan Selçuk Karikatür Albümü (1954), 140 Karikatür (1959), Turhan 62 (1962), Hiyeroglif (1964), Hal ve Gidiş Sıfır (1969), Söz Çizginin (1979) adlı albümlerinde topladı. Türkiye ve Avrupa’da bir çok müzede karikatürleri sergilendi.

Turhan Selçuk 11 Mart 2010 tarihinde karın atar damarının yırtılması sonucu gelişen multi organ yetmezliği nedeniyle tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir