Cesare Pavese ve “Yaşama Uğraşı”

yasama-ugrasi“Ne hazineler, ne rütbeler, ne cüppeler atabilir yüreklerden yıldızlı direkler altında uçuşan acı dertleri, kaygıları.” Horatius

Dünyanın en acımasız katliamının, yine bir Ağustos ayında üç gün arayla yarım milyon insanın ölümüne neden olan atom bombalarının Hiroşima ve Nagazaki’ye atılmasının üzerinden tam beş yıl geçmiş.

Tarih 26 Ağustos 1950, bir yazar; eleştirmenlerin övgü ve alkışlarıyla karşılanan, başarısının doruğunda, en son yazdığı “Yalnız Kadınlar Arasında” romanı İtalya’nın en önemli Strega edebiyat ödülünü hak etmiş, henüz 42 yaşında ve yapılacak çok şey var, oysa o Torino’da, küçük bir otel odasında uyku hapı alarak intihar etmeyi tercih ediyor.

Edebiyat dünyasında kendi elleriyle yaşamına son veren ilk yazar değildir Cesare Pavese. 1900’lü yılların ilk yarısı, akıl almaz işkenceler içinde geçen Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının sonuçlarına tanık olmuş ve milyonların ölüm acılarıyla yoğrulmuş bir dünya nüfusu bırakmıştır geriye. Aynı yıllarda savaşlara rağmen iyi şeyler yaratmak için uğraş verenler bu yılların dramını, içlerinde hapsedilmiş ürkütücü ve bir o kadar korkunç çığlıkları geride bıraktıkları eserlere yansıtmışlardır bir şekilde.

“İnsan altmışını aşınca, her şeye bütünüyle yeniden başlamak, çok büyük güç gerektirir. Benim gücüm ise, vatanımdan uzak, yıllarca dolaşma sonucunda tükendi. Bu nedenle, düşünce düzeyindeki çalışmaları en yüce mutluluk, kişisel özgürlüğü ise en değerli varlık saymış bir yaşamı, henüz dimdik dururken noktalamayı uygun buluyorum” diyen ve savaşın ağır sonuçlarına katlanamayarak 23 Şubat 1942’de 61 yaşında intihar eden Avusturyalı yazar Stefan Zweig ölmeden önce “Satranç”, “Acımak”, “Amok Koşucusu”, “Korku”, “Günlükler” ve “Üç Büyük Usta” gibi önemli eserleri gelecek nesillere bırakmayı başarabilmiştir.

Bombardıman uçakları tarafından ülkesi her gün ölüm yağmuruna tutulan Virginia Woolf’da 59 yaşında Ouse ırmağına atlayarak intihar ettiğinde takvim yaprakları 1941 yılını göstermektedir. Sık sık gelen sinir krizleri ve intihar eğilimleri, ruhi çöküntüler ve ağır depresyon halleri bile “Yıllar”, “Dalgalar”, “Deniz Feneri”, “Kendine Ait Bir Oda” ve “Mrs. Dalloway” gibi birbirinden başarılı eserler bırakarak bu dünyadan ayrılmasına engel olamamıştır. Woolf’un mezar taşında “Dalgalar’” isimli romanının son cümlesi yer alır; “Senin üzerine atacağım kendimi, yenik düşmeden, boyun eğmeden, Ah. Ölüm!”

Her üç yazarın da en önemli ortak özellikleri yaşadıkları dönemlerde edebiyat alanında son derece başarılı çalışmalar yapmaları, eserlerinin en ünlü eleştirmenler tarafından takdir edilmiş olmasıdır. Ve hepsinden öte her üç yazarın ortak yazgısı yazılarını sık sık yapılan hava bombardıman anonslarının altında yazıyor olmalarıdır şüphesiz. Ve her üçünde ortak bir başka nokta en iyisini yazma tutkusudur. İşkencelerle ölmüş milyonların çığlıklarını, o güne kadar alışagelmedik yeni anlatım yollarıyla ifade etmek zorundadırlar. Onlar adına bunu fazlasıyla hak etmişlerdir. Bu nedenle yazılarındaki duygu ve düşünceleri asla tatmin edici bulmazlar. Daha fazlası gereklidir. Woolf, “Yıllar” isimli kitabını bir çok kez gözden geçirir ve her seferinde onda eksik bir şeyler bulur, kitabı yeteneksizliğinin bir kanıtı olarak görüp sinir krizleri geçirir. Oysa kitabın Woolf’a verdiği yanıt gerek Amerika’da gerekse Avrupa’da en fazla okunması ve beğenilmesi şeklinde olur.

Yaşadıkları savaş dönemlerini, yüklenmiş oldukları sosyal, tarihi ve siyasi sorumluluğu eserlerine yeterince yansıtamadığını düşünmek sanatçıların ruhlarında sonsuz acılar uyandırır. Sancılar bir tek mükemmellik duygusuyla yok olabilir. Yaratılan her eserde bir öncekini aşma tutkusu vardır. İç sesler, iç hesaplaşmalar onları asla rahat bırakmaz, eserlerinin aslında kusursuz olduklarına inanmazlar ve yeterince duyuramadıklarını düşündükleri yaşam çığlıkları ne yazık ki onların da sonları olur. “Dalgalar kıyıda parçalandı.” (V. Woolf, Dalgalar isimli romandan)

Ölümünden iki yıl sonra “Yaşama Uğraşı” adıyla yayımlanan güncelerini 1935 yılında tutmaya başlar Pavese -ölümünden 15 yıl önce-. Yaşadığı her deneyimden kendine özgü düşünceler ve sonuçlar çıkarmıştır. Özellikle yazdığı şiirlerde kendini geliştirme, farklı teknikler ve konular yakalayarak yeni bir başlangıç noktası bulma çabaları, başarıları ve hüsranları, kadınları, terk ettiği ve terk edenler nedeniyle çektiği aşk acıları, yalnızlığı, nedensiz acıları, kendine, yazdıklarına ve kişiliğine yönelik acımasız eleştirileri, sürekli kendi kendisiyle yaptığı iç hesaplaşmaları, romanları, etkilendiği diğer yazarlar ve eserleri hakkında tuttuğu kısa günlük notlar, intiharla sonuçlanan acımtırak bir yaşamın analizini yapmak için bir çok ipuçları verir.

Roma’da Strega ödülünü aldıktan hemen sonra yaşadığı Torino’ya dönen Cesare Pavese günlüğü dışındaki tüm çalışmalarını yok eder. 1949 yılında simgesel gerçeklik üzerine iki ayda tamamladığı “Ay ve Şenlik Ateşleri” yazarın son eseridir. Güncesinde “Her şeyi koymalıyım bu kitaba” derken son kitabı olduğunu kendisi de biliyordur zaten. İntihar düşüncesi güncenin yazıldığı ilk günlerden itibaren kendini hep korumuştur. Bilinmeyen şey gerçekleşeceği zamandır. Sevdiği kadınlar tarafından terk edildikten hemen sonra yaşanan içini kemiren yalnızlık duygusu, (“kendimi yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturdum”) onu sık sık intihar olgusu ile karşı karşıya getirir.

“Ne zaman bir güçlükle yada acıyla karşılaşsam, hep intiharı düşünmeye yargılı olduğumu biliyorum. Beni korkutan da bu: temel ilkem intihar, gerçekleştiremediğim, hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğim ama düşüncesi duyarlığımı okşayan intihar.” İntiharından on dört yıl önce, güncesinde yer alan satırlardır bunlar. Ve devam eder.

“Bir iç trajediyi sanat biçiminde dile getirmek ve böylece ondan arınmak, ancak bu trajedinin içindeyken bile duyargalarını geren ve incecik ipliklerle örgüsünü örebilen, kısacası, bir yandan yaratıcı düşüncelerin kuluçkasına yatabilen bir sanatçının başarabileceği bir iştir. Bir çıkar yol olarak intihar yerine, bir sanat eserinin aracılığı ile fırtınayı yaşamak ve baskı altındaki duygulardan böylece kurtulmak diye bir şey olamaz. Bunun ne kadar doğru olduğunu, kendini gerçekten başına gelen bir felaket yüzünden öldüren sanatçıların genellikle sıradan şairler, duygu taşkınlıklarında içlerini kemiren kanserin en ufak bir belirtisini bile duyurmayan gösteriş düşkünleri oluşu gösterir. Bundan şunu öğrenir insan: uçurumdan kurtulmanın yolu ona bakmak, derinliğini ölçmek ve kendini o boşluğa bırakmaktır.”

“Bir arabanın altında kalmanın yada öldürücü bir hastalığa yakalanmanın korkusuyla kendini öldürmeyi düşünmenin hiç de gülünç ve saçma bir yanı yoktur. Acı çekme derecesinin dışında, insanın kendini öldürmek istemesi, ölümünün önemli, bilinçli ve yanlış yorumlanmaması gereken bir eylem sayılmasını istemesidir. Bu yüzden intihar edecek kimsenin ezilmek yada zatürreeden ölmek düşüncesi gibi anlamsız bir şeye katlanamamasını doğal karşılamak gerekir. Onun için üşütmemeye ve dönemeçlere dikkat”

Sorar kendine. “Bu yıl iki kere intiharı aklından geçirdin. Herkes sana hayranlık duyuyor, seni övüyor, seni kutluyor. Öyleyse?”

Övgüler, kutlamalar ve başarılar artık kanıksandığı için midir? Hayaller gerçekleşmiştir. Yapılacaklar tamamlanmıştır. Geriye bir şey kalmamıştır. Oysa bir sanatçının yaratıcılıktan uzak kalması düşünülemez. Aslında Pavese bilinçli ve de ne istediğini bilen bir insandır. Nitekim:

“Cecchi’nin yazısı.. De Robertis’in yazısı, Cajumi’nin yazısı. En büyük “üstatlar” ca övülüyorsun. Sana” Kırk yaşındasın ve ününü yapmış durumdasın: kendi kuşağının en iyisisin ve tarihe geçeceksin; başkalarına benzemeyen, sahici bir yazarsın…” diyorlar. Yirmi yaşındayken bundan başka bir şeyi düşlemiş miydin?”

“Peki? ‘Hepsi bu kadar, şimdi ne olacak?’ demeyeceğim. Ne istediğimi bildiğim gibi, elde ettiğim şeyin değerinin ne olduğunu da biliyorum. Bundan başka bir şey istemiyordum. Bunu sürdürmek, daha ileri gitmek başka bir kuşağı da kapsamak, bir tepe gibi sonsuzlaşmak istiyorum. Yarından başlayarak yılmadan aynı yolda yürüyeceğim.”

“Ama nasıl inanılmaz bir gözle görmüşüm geleceği isteklerimle yazgım arasında bu ne güzel rastlaşma! Ya bu sonucun değeri eserlerde değil de, bu rastlaşmadaysa?”

Doğrusu bu ya, oldukça ürkütücü cümleler…
Ama intihara giden yol yine de devam eder… Birkaç ay sonra…

“…içimde yazma dürtüsü kalmadı artık, beynimdeki boşluk yeniden beliriyor… Hangi yeniliği bulmalı, nasıl yaşamalıyız ki, bu yenilik de kokmaya başladığı zaman bunu görebilelim… Peki sonra? Bir şeftalinin, bir üzümün mutluluğu. Kim daha fazlasını ister? Yaşıyorum, bu da yeter.”

Ve sonrası…

“Yaptıklarıma, eserlerime karşı bir tiksinti duyuyorum… Çizginin aşağı doğru inmesi… Hayatı suçlamıyorum, dünyayı güzel ve sevilmeye değer buluyorum. Ama batmaktayım. Yapacağımı yaptım. Olabilir mi? İstek, özlem, bir şeyi almak, yapmak, yeni bir şeye sarılma dürtüsü. Yeniden başlayabilir miyim? (Bütün bunlar “Tepelerdeki Şeytan” ile ilgili bir sürü olumsuz eleştiri çıkması yüzünden.)”

Boşluk devam ediyor…

“Kendimi hiçbir zaman, şu öğle sonları ve akşamları olduğu kadar bir köşeye kıstırılmış ve sıfırı tüketmiş hissetmemiştim. İçimdeki boşluğu aydınlatacak bir hayat kıvılcımı hala yok. Bu noktadan öteye gidemeyeceğimi, söyleyecek neyim varsa, söyleyip bitirmiş olduğumu çok iyi biliyorum. En kötüsü, bir şeyler başarmış olmam, bu yüzden de her şeyden büsbütün vazgeçmeyi göze alamam. Bu durumdan kurtulacağımı ve başka eserler vereceğimi de biliyorum. Ama çatlak ortada, açıkça görülüyor.”

“Acının düzenli vuruşları başladı. Her akşam, hava kararırken, yüreğim gece oluncaya kadar sıkılıyor.”

Birkaç gün sonra…

“Artık sabahı da kaplıyor acı.”

Nitekim Pavese adım adım gittiği bu sona hazırdır.

“Gizlice en korkulan şey hep gerçekleşir sonunda.”
“Yazıyorum: Ey, sen, acı. Peki sonra?”
“Bütün gerekli olan biraz cesaret”
“Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım”

Bunlar son sözleridir yazarın.
İntihar düşüncesi Pavese’in tek saplantısı değildir. Yazar her mutluluğun acı bir sonla biteceğine inandırmıştır kendini. 1948 yılının başında şu notları düşmüş günlüğüne.
“Toprağa, sulara vuran pırıl pırıl güneşiyle Roma’yı hatırlatan ılık bir sabah. Şimdiye kadar hiç böyle bir yıl başlangıcı görmedim. Önümüzde korkunç bir yıl mı var acaba?”
Ama bu boş inancı gerçekleşmez, tam tersine kısa bir süreliğine de olsa yaşamındaki en mutlu günlerin başlangıcı olur. 48-49 lu yıllar; 4 başarılı kitabın -“Tepedeki Ev”, “Tepelerdeki Şeytan”, “Yalnız Kadınlar Arasında” ve “Ay ve Şenlik Ateşleri”, ödüllerin ve her şeyden önemlisi büyük bir tutkuyla bağlandığı son sevgili, Amerikalı sinema oyuncusu Constance Dawling’in yazarın hayatında olduğu yıllardır. Constance’ın onu terk edip ülkesine dönmesi ise Pavese’in sonunu hızlandırır. 1950 Mayısında düştüğü bir notta bu saplantı yine açığa çıkar. “48-49’daki mutluluğumun hesabı görüldü” derken içinde bulunduğu ruhsal çöküntüden kurtulmasına yönelik dış dünyadan bir umudu kalmamıştır artık.
Nasıl kalsın ki…
“Sokakta insanların bu kaynaşmadan habersizce omzuna çarpıp geçmelerine neden şaşıyorsun, sen kendin, yanından geçen nice insanın acılarının, içlerini kemiren kurdun ne olduğunu bilmez, buna aldırmazken.”
1950 yılında düştüğü bazı notlar içinde bulunduğu dış dünyanın durumunu belirtir.
“İnsanlar gene cephelerde ölmeye başladı. Bir gün barış içinde, mutlu bir dünya kurulursa, bütün bu olanlar için acaba ne düşünür o dünyanın insanları. Bizim yamyamlar, Aztek kurbanları, büyücü yargılamaları hakkında düşündüklerimizi belki de.”
Pavese’i yalnız bırakmayan bir diğer saplantısı ise sürekli çektiği acılardır. Bu da mutluluğun ve tutkuların sonu mutsuzluktur saplantısından kendisini kurtaramayan bir kısır döngünün sonucu olsa gerek. Cümlelerinin sonunda gelen “Peki sonra?” sorusu yaşamdan ne umduğunu yada hiçbir şey ummadığını gösterir. Elde edilen başarılar ve gerçekleşen umutlardan daha fazlası, mükemmelliği arayanların sonunda yaşama amacını unutturacak kadar daha iyisini, daha fazlasını isteyenlerin sahip olabildikleri tek duygudur acı, daha fazlasını istemekten vazgeçmeyeceğimiz sürece ona katlanmak gerekir.
“Kendini bırak, acıya dayanmayı öğren. Denemek yiğitliği gösterip acı çekmek, korkup kaçmaktan yeğdir.”
“İnsanın acı çekmeye alıştığı doğruysa, nasıl oluyor da insan yıllar geçtikçe daha çok acı çekiyor?” diye sorar kendisine.
“Bir insan kendisini herhangi bir tutkuya ne kadar kaptırırsa kendi başlarına kişisel niteliği olmayan olaylar ona o ölçüde acı vermeye başlar.”
“Yalnızlık acı çekmektir: sevişmek acı çekmek, malını mülkünü çoğaltmak yada yığınlara karışmak acı çekmek; bütün bunlara son verir ölüm.”
“Bir şey meydana getirmenin çilesi, bu iyi bilinen işkence, bir şey meydana getirip bitirdikten sonra ne yapacağını bilmemenin acısı yanında hiçtir.”
“İnsanın ülkülerine erişememekten de acı bir şey vardır; onları gerçekleştirmiş olmak.”
Korkutucu…
Ve noktayı koyar…
“Acı çekmemek için her şeyin acı çekmek olduğuna inandırmamız gerekir kendimizi. Acı çekmemek için acı çekmeyi “kabul etmek” gerekir. Bunu yapabilmek içinse, pisliği altına çevirebilecek bir simya bilgisine sahip olmalı insan. Acı çekmeyi “kabul edemeyiz” üstelik, bunun da ötesi yoktur. Hem neden edelim? Denecektir ki;
(1) daha iyi bir insan olunur,
(2) Tanrı’ya varılır,
(3) Bize şiir yazma esini verir (en zayıf gerekçe),
(4) Herkesin ödediği bir vergi ödenmiş olur.
Ama en son acıya, ölüme, gelince, (1) ile (3) geçerliliklerini yitirir, geriye Tanrı’ya erişmek ve insanlığın ortak yazgısı kalır.”
İnsanlığın ortak yazgısı acı, kelimenin kendisi bile söylenirken bir ok gibi saplanıyor insanın yüreğine ve tüketiyor ruhun gücünü. Keşke olmasaydı hiçbir sözlükte. Belki o zaman daha kolay olurdu yaşam. Kim bilir?
Acılardan uzak mutlu günler dileğiyle…

ŞİİRLERİ…

Gelecek Ölüm – Gözleri Gözlerin Olacak

Gelecek ölüm – gözleri gözlerin olacak
sabahtan akşama dek, gözünü kırpmadan,
sağırcasına, eski bir vicdan acısı gibi
saçma bir alışkanlık gibi
ardımızdan kovalayan bu ölüm
gelecek bir gün
Boş bir sözden ayrımsız olacak gözlerin
aynada kendini gördüğünden ayrımsız her sabah,
suskun bir çığlık, bir sessizlik olacak.
Ey sevgili umut, o gün biz de bileceğiz
hem yaşam hem hiçsin sen bile, ey sevgili umut!

Herkese birdir bakışı ölümün
Gelecek ölüm – gözleri gözlerin olacak
bir alışkıyı bırakırcasına
ölü bir yüzün belirdiğini görürcesine aynada
kenetli bir dudağı dinlercesine
sessizce ineceğiz o dipsiz burgaca.

Çeviri : Bedrettin Cömert

Acı

Sokaklarda dolaşacağım yorgunluktan tükenene dek
yalnız yaşamayı bileceğim ve geçen her yüzün
gözlerine gözlerimi dikmeyi ve aynı kalmayı.
Damarlarımda beni aramaya çıkan bu serinlik
sabahları hiç böylesine gerçek olarak yaşamadığım bir
uyanış: Yalnızca, kendimi bedenimden daha güçlü
Duyuyorum
ve sabahıma daha soğuk bir titreme eşlik ediyor.

Yirmi yaşında olduğum sabahlar uzak.
Ve yarın, yirmi bir: yarın sokaklara çıkacağım,
her taşı ve göğün çizgilerini anımsıyorum.
Yarından sonra insanlar beni yeniden görmeye başlayacak
ve ayağa dikilmiş olacağım ve durup
vitrinlerde kendime bakabileceğim. Bir zamanların sabahları
gençtim ve bunu bilmiyordum, geçenin ben olduğumu
bile bilmiyordum- bir kadın, kendi kendisinin
efendisi. Bir zamanlar ki zayıf çocuk
yıllar süren bir ağlayıştan uyandı:
şimdi sanki o ağlayış hiç olmamış gibi.

Ve yalnızca renkleri algılıyorum. Renkler ağlamıyor,
bir uyanış gibi: yarın renkler
dönecek. Her kadın sokağa çıkacak,
her beden bir renk- çocuklar bile.
Açık kırmızı giyinmiş bu beden
onca solgunluktan sonra kendi hayatına yeniden kavuşacak.
Çevremde bakışların kaydığını hissedeceğim
ve kendim olduğumu bileceğim: bir bakış fırlatarak
kendimi insanlar arasında göreceğim: Her yeni günle
yollara çıkacağım renkleri arayarak.
(Çev: Kemal Atakay)

Çalışmak Yorar

Evden kaçmak için yolu geçmeyi
yapsa yapsa bir çocuk yapar.
çocuk değil ki artık
bütün gün sokaklarda sürten bu adam
üstelik evden de kaçmıyor.

Hani yaz ikindileri vardır
meydanlar bomboş uzanır batan güneş altında,
geçip gereksiz bitkilerle bir bulvardan
durur yalnız adam.
Değer mi bunca yalnızlık, gittikçe daha yalnız olmak için?
Boştur yollar meydanlar yalnız gezildiğinde.
Oysa bir kadın durdurmalı
konuşup da birlikte yaşamaya inandırmalı,
yoksa hep kendisiyle konuşur insan. bunun için de
kimi vakit körkütük olur geceleri
ve anlatır durmadan, anlatır yapıp edeceklerini.

Böyle ıssız meydanda bekleyerek
rastlanmaz elbette kimseye, ama dolaşırken sokakları
durduğu olur insanın şöyle bir.
Olsalardı iki kişi, başka olurdu ev
sokaklarda bile. Kadın olurdu, değerdi dolaşmaya.
Gece kimsecikler kalmaz meydanda
Oradan geçen bu adam görmez
yararsız ışıklar içinden evleri
kaldırmaz artık gözlerini.
Kaldırımları dinler yalnızca
kendininkiler gibi nasırlı ellerin döşediği.
Doğru değil ıssız meydanlarda kalmak.
Mutlaka yolda olmalı o kadın
yalvarsan eve çeki düzen verecek.

Çeviren : Bedrettin Cömert

Hülya Atakan
http://www.izedebiyat.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir