Darağacından Notlar (Reportaz psana na opratçe) adlı bu kitap, II. Dünya Savaşı sırasında, yazarı tarafından bir Gestapo hapishanesinde, küçük kâğıtlara kurşunkalemle yazıldı ve tek tek dışarıya çıkarılarak kitap haline getirildi. Julius Fuçik, Nazilerce yakalandıktan sonra çok ağır işkence gördü ve yargılanıp idam edilene kadar Pankrats yöresindeki Gestapo hapishanesinde kaldı. O, bütün bu süreçte güzel bir geleceğe ve insanlığa olan inancını hiç yitirmedi.

?Vücut dimdik, eller dizler üzerinde kenetli, gözler, eski Petçek Bankası olan binanın bir odasının sararmakta olan duvarına mıhlanmış, hazır ol durumda oturmak, elbet, düşünmeye elverişli bir durum olmasa gerek. Ama insanın düşüncelerini hazır olda durmaya kim zorlayabilir??
?Yaşamımın filmini yüz kez, binlerce ayrıntılarıyla gördüm. Şimdi onu yazmaya çalışacağım. Celladın ipi, ben bitiremeden boğazımı sıkarsa, geride filmin mutlu son’unu yazacak milyonlarca insan var.?

A. Ömer Türkeş’in 04/06/2010 Tarihinde Radikal Kitap Eki’nde Yayınlanan “Teslim olmamak” Adlı Yazısı
Darağacından Notlar?ın yeniden basımını elime aldığımda bir zaman tüneline girmiş gibi hissettim kendimi. Türkiye?de birinci baskısı Yücel Yayınları tarafından 1975 yılında yapılmış. Tam da o sırada okumuşum. Lise yıllarım. Nazilere karşı direnen komünist bir militanın ölmeden önce hapishanede -1942-1943 yılları arasında- kaleme aldığı kitabında anlattıklarının çoğu uçup gitmiş belleğimden. Ama duygusal açıdan ne denli etkilendiğimi çok iyi hatırlıyorum. Darağacında Notlar?ı yeniden okurken söz konusu etkinin hâlâ canlı olduğunu fark ettim. Kısacası, bir eleştiri nesnesi olarak kendimin uzağına yerleştirebileceğim bir kitap değil bu. Çünkü Fuçik?in notları, dünyanın pek çok köşesinde olduğu gibi, bizim coğrafyamızda da başkaldıran ve zulüm gören devrimcilerin altına imza atabileceği anonim bir anlatı haline gelmiştir.
Julius Fuçik, 23 Şubat 1903?te Prag?da doğmuştu. Babası bir çelik işçisi, aynı zamanda amatör bir tiyatro oyuncusu ve şarkıcıydı. Fuçik, işçi sınıfı hareketi ve Çekoslovakya kültür dünyasındaki etkinliklerine delikanlılık yıllarında başladı. Prag Üniversitesi?nde edebiyat, müzik ve sanat eğitimi gördü. Yaşamını bir işçi olarak kazanan Fuçik, Komünist Parti?ye katıldı, toplumbilimsel incelemeler yazdı ve Komünist Öğrenci Birliği?nin, önde gelen liderlerinden biri oldu. 1929 yılında Tvorba (Yaratım) adlı derginin başeditörlüğü görevini üstlendi; bu dergi onun sayesinde etkin bir kültürel ve siyasal dergi haline geldi. Daha sonra, Çekoslovakya Komünist Partisi?nin organı olan Rude Pravo?nun editörü oldu.
Sovyetler Birliği?ne iki kez giden, izlenim ve çalışmalarını yurdundaki yayın organlarında anlatan Fuçik, baskıcı Çek yönetimi tekrar tekrar tutuklandı. Komünist basın yasaklandı ve parti yeraltına geçti. Nazi kuşatması sırasında Fuçik de faaliyetlerini illegal olarak sürdürdü. Bütün zamanını Marksist yazınsal-tarihsel çalışmalara verdi, aynı zamanda da Parti?nin yeraltı merkezinin örgütlenmesinde çalıştı. Arkadaşlarıyla birlikte Rude Pravo adlı yeraltı yayın organını ve bunun yanı sıra aralarında alaycı bir dergi olan Trnavecek (Küçük Düdük) de bulunan daha başka yayınlar çıkardılar. Fuçik, 1942 yılında Gestapo tarafından tutuklanıp işkence gördü. 23 Ağustos 1943?te Berlin?de Nazi mahkemesi tarafından idama mahkûm edildi. Prag?dan Berlin?e nakledilerek 8 Eylül 1943?te Plötzense Cezaevi?nde idam edildiğinde kırk yaşındaydı.
Bütün yoldaşları gibi sevgili karısı da tutuklanmıştı Fuçik?in. Ondan bir kat aşağıda ve birkaç numara ilerdeki bir hücrede yaşayan Gustina, kocasının işkencede öldüğünü sanıyordu. Daha sonra yaşadığını öğrenecek ve bir kez görüşme fırsatı bulacaklardı. Fuçik?in notlarına bu görüşme anının son saatleri şöyle yansımış; ?Ama veda etmemize, sarılmamıza, hatta el sıkmamıza bile izin vermediler. Ancak, Pankrats ile Karlova Alanı arasında haberleşebilen hapishane komünü Bize ara sıra alınyazılarımıza ilişkin haberler iletiyor. Gustina, sen de ben de birbirimizi herhalde bir daha hiç göremeyeceğimizi biliyoruz. Ama gene de uzaktan sesini işitiyorum: ?Bir daha görüşene dek hoşça kal, aşkım benim!?… ?Bir daha görüşene dek, Gustina?m.??
Gustina, kocasının ölüme mahkûm edildiğini Ravensbrück?deki toplama kampında öğrenir, ama akibeti hakkında bir haber alamaz. Ta ki Hitler Almanya?sının 1945 Mayıs?ındaki yenilgisinden sonra, faşistlerin öldürecek kadar işkence etmeye zaman bulamadıkları tutuklular salıverilene kadar… Gustina salıverilenler arasındadır. Sonra ?Alman kuşatmacıları tarafından sürüklenip sayısız işkence cehennemine atılan, kocalarını, karılarını, çocuklarını, baba ve analarını arayan binlerce insan gibi? Gustina da çaresizce kocasını arar. Ne yazık ki öldüğünü öğrenir. Hemen ardından A. Kolinski adlı gardiyanla tanışır. Bu adam Fuçik?in, Prag?da Pankrats Hapishanesi?ndeyken notlarını yazması için içeriye gizlice kağıt-kalem sokmuş, yazılı kâğıtları tek tek dışarı kaçırmıştır. Gustina?nın gayretiyle Fuçik?in yoldaşları numaralanmış olan sayfaları teker teker bulup ortaya çıkartırlar. Julius Fuçik?in kitabı tamamlanmıştır.

Sen türkülerini söyle
Nazi vahşetini, eğlence haline getirdikleri işkence ve aşağılama yöntemlerini bildiğimiz için Fuçik?in ve diğer tutsakların başına neler geldiğini tahmin edebiliriz. Evet, yakalandığı andan idam edildiği güne kadar geçen sürede söz konusu muameleden nasibini en fazla alanlardan biri elbette hareketin önderi olmak sıfatıyla Julius Fuçik?tir. Birkaç kez ölme noktasına gelir, açlık ve işkence sonucu bir deri bir kemik kalmış bedeniyle canlıdan ziyade ölüye benzemiştir. Darağacından Notlar?da bu türden bölümler yer almakla birlikte, zindanın karanlığı Fuçik?in yaşama sevinci ve geleceğe duyduğu umutla ışıldıyor. Faşizme esir düşen ama teslim olmayan bir adamın kendisinden sonraki kuşaklara miras bıraktığı direniş destanına dönüşen ?notlar?ı gerçek anlamıyla bir yaşam kılavuzu.
Fuçik, Çek komünist partisinin son birkaç yılını, tutuklanmaları, çözülmeleri, işbirlikçileri yılgınlığa düşmeden anlatırken aynı kaderi paylaştığı hapishane arkadaşlarına da uzun sayfalar ayırmış. Öleceklerini bildiği ve unutulmalarını istemediği için. Sevgi dolu bile. En kötü koşullarda yaşarken bile hayata nasıl tutunduklarını, faşizmin ölümü kutsayışına yaşamı ve insanlık onurunu yücelterek cevap verişlerini hapishane günlerinden simgesel kesitlerle yansıtıyor.
?267. hücre türkü söylüyor. Ömrüm boyunca türkü söyledim ben ve ömrümün en sonunda, insanın en yoğun yaşadığı bir sırada türkü söylemekten vazgeçmek için bir neden göremiyorum. (…) Neşeli bir gün geçirdik mi, ya da üzerimize özlem çöktü mü, türkü söylüyoruz. Belki bir daha hiç göremeyeceğimiz, aramızdan ayrılan bir yoldaşa, yol arkadaşlığı etmek için türkü söylüyoruz. Doğu cephesinden gelen iyi haberleri kutlamak için türkü söylüyoruz. İnsanların yüzyıllardır türkü söylediği ve insanlar var olduğu sürece söyleyecekleri gibi, biz de neşelenmek ya da rahatlamak için türkü söylüyorduk. Güneş olmadan yaşam nasıl olmazsa, türkü olmadan da olamaz. Ve burada güneş bize ulaşamadığından, bize türkü iki kat daha çok gerek.?
Dehşeti duyuran ama acındırmak için değil, bir direniş nedenine çevirmek, kendisinden sonrakilere güzel günler geleceğini müjdelemek için yazmıştı Fuçik. Faşizmin kurbanı değil, yargıcıydı. Tıpkı, sonraki yıllarda faşist diktatörlüklerin işkencehane ve zindanlarında benzer insanlık dışı uygulamaları göğüsleyecek Şilili, Arjantinli, Yunanlı, İranlı, Türkiyeli gençler gibi… Tıpkı Diyarbakır cezaevinde insanlık onurlarını kendilerini yakarak koruyan Kürt devrimciler gibi… Darağacından Notlar, kendi başına da etkileyici bir kitaptı. Ama 1970?lerden sonra Türkiye?de olup bitenlerle o kadar örtüşmüştü ki -12 Mart ve 12 Eylül sonrası yazılan hikâye ve romanlarda benzer anlatılar çok yaygındır- Fuçik?i kendimizden biri olarak kabullenmiştik.
Darağacından Notlar?ın dramatik yoğunluğunu artıran, ona Yunan trajedilerinin havasını katan sonu baştan belli olmasına rağmen umudun varlığını sürdürmesidir. Bir komünist, bir sevgili, bir arkadaş, bir yazar olarak sesini duyarsınız Fuçik?in. Geçmiş hakkında, içinde bulunulan durum hakkında ve gelecek hakkında konuşurken iyimserdir, şakacıdır, neşelidir. Ama gerçeği görmeyen saf bir iyimserlik değil. Nazilerin onu sağ bırakmayacaklarının farkındalığıyla güzel bir geleceğe duyulan güven arasında titreşen anlatısını insanlık tarihine düşülen bir not olarak okumak gerekiyor;
?Hepimiz ölümü göze almıştık. Gestapo?nun eline düşmenin, sonumuzun geldiği demek olduğunu biliyorduk. Yakalandıktan sonra bile, başkalarına ve kendimize karşı, bu bilincimizin gerektirdiği biçimde davranıyorduk. Benim oyunum da sona yaklaşıyor. O sonu yazamayacağım, çünkü nasıl olacağını bilmiyorum henüz. Bu, artık oyun değil yaşamın ta kendisi. Gerçek yaşamda seyirci yoktur, herkes katılır yaşama. Son sahnenin perdesi açıldı. Dostlarım, hepinizi sevdim. Nöbeti teslim ediyorum! 9 Haziran 1943.?

“Darağacından Notlar”a Dair – Doğan Durgun
Alıntı: http://www.gundem-online.net/haber.asp?haberid=86890

İnsanlık tarihi, birçok devrimciyi tanıdı. İlk köle isyanını başlatan Spartaküs’ten bu yana nice isimler yol gösterdi bize. Haksızlığa, zulme karşı direnmenin adı oldu bu isimler. O an için, yenilginin kaçınılmaz olduğunu bildikleri halde, savaştılar ve güzel yenildiler. Bu yenilgilerin içinden, muazzam bir miras kaldı ardıllarına. Sonrakiler, o mirasın üzerine biraz daha koyarak, mücadelenin tarihini bu-güne getirdiler. Çek devrimci Fuçik de, yirminci yüzyılın namuslu halkalarından biri. Bizler tarafından pek bilinmeyen bir devrimcidir. O, faşizme karşı, cepheden karşı koyuş sergileyen siyasal bir önderdi, tıpkı Dimitrov gibi… Zaman ise, Nazi vahşetinin dünya üzerinde hüküm sürdüğü zamandı.

Julius Fuçik’in Darağacından Notlar kitabını ilk okuduğum zaman içimin yandığını ve ağladığımı hatırlıyorum. Bu kadar özverili ve öleceğini bilmesine, kağıt ve kalemsizliğe rağmen sonradan gelecek insanlara bir şeyler bırakmanın sorumluluğuyla günlüklerini yazmış.

Çek Komünist Partisi’nin önderi Julius Fuçik, Almanya’nın Çekoslovakya’yı işgal etmesi sonucunda 1942 yılında tutuklanır ve Prag’daki Pankrats Gestapo Hapishanesi’ne konulur. Fuçik, hapishaneye girer girmez içeride yapılan işkenceleri ve düşüncelerini numaralandırdığı kağıtlara yazar. 24 Nisan 1942 günü Nazi işgaline karşı nasıl bir direniş başlatacaklarını konuşmak üzere bir araya gelen komünist direnişçiler, ani bir polis baskınıyla karşı karşıya gelirler;

Biri kapıyı çalıyor. Ziyaretçiler sabırsızlanıyor. Kapıyı yumrukluyorlar. ‘Açın kapıyı! Polis’ pencereden kaçmalı. Çabuk olun! Tabancam var; ben onları oyalarım. Ama çok geç. Pencerelerin altında Gestapo’nun adamları, tabancalarını odanın içine doğrultmuşlar bile. Sivil polisler kapıyı kırıyorlar… Beni görmüyorlar çünkü kapının arkasındayım, onları rahatça arkadan vurabilirim. Ama ellerinde dokuz tabanca, iki kadına ve üç silahsız erkeğe doğrultulmuş. Ateş etsem, hepsini öldürecekler, kendimi vursam, silahlar patlayacak yine o insanları vuracaklar. Ateş etmezsem altı ay ya da bir yıl hapis yatacaklar ve devrim onları sağ olarak kurtaracak. Yalnız Mirek’le ben bu işten sağ çıkamayız… Ateş edersem (kendimi vurursam) kimseyi kurtaramam, yalnızca kendimi işkenceden kurtarırım, öte yandan beş yoldaşımı feda etmiş olurum… Öyle mi, değil mi? Öyle. (sayfa 16) diye yazıyor Fuçik ve teslim oluyor.

Julius Fuçik, kitapta hapishanede karşılaştığı insanların portrelerini çıkarıyor ve gözlemlerde bulunuyor. Bir bira fabrikasında işçi olarak çalışan ve Pankrats Hapishanesi’ne düşen Koklar için de şunları yazar:

Bu da Budajovitze’deki bira fabrikasında işçiymiş. O fabrikadan çok insan var burada. Sudeten bölgesinden bir sürü Alman işçi var. Marks ‘İşçinin birey olarak ne düşündüğü ya da ne yaptığı önemli değildir; önemli olan bir sınıf olarak emeğin tarihsel görevini yerine getirmek için ne yapması gerektiğidir’ demişti. Burda gördüklerimiz, sınıflarının görevleri konusunda hiç ama hiçbir şey bilmiyorlar. Sınıflarından kopmuş, karşı safa geçmişler. İdeolojik olarak havada asılı kalmışlar ve belki sonunda fiziki olarak da havada asılı kalacaklar. (sayfa 96-97)

Kitapta ilginç ve çarpıcı tipler de var. Örneğin Kolinski adındaki Çek gardiyan. Kolinski gönüllü olarak Gestapo hapishanelerinde gardiyanlık yapmak için başvurur ve işe alınır. Oysa Kolinski, yurtsever bir kişidir. Amacı ise bu yolla içerideki Çek yurtseverlerine gizliden gizliye yardım etmektir.

Fuçik; ‘Gerçek yaşamda seyirciler yoktur: herkes katılır yaşama… yaşamımın filmini yüz kez binlerce ayrıntılarıyla gördüm. Celladın ipi, ben yazacaklarımı bitirmeden boğazımı sıkarsa, geride filmin mutlu sonunu yazacak insan var’ tespitiyle yaşam perspektifini ortaya koyar.

Fuçik, son notlarını, 9 Haziran 1943 günü yazar. Kitabın sonu da bu notlarla biter;

Benim oyunum da sona yaklaşıyor. O sonu yazmayacağım, çünkü nasıl olacağını bilmiyorum henüz. Bu, artık oyun değil yaşamın ta kendisi. Son sahnenin perdesi açıldı. Dostlarım! Hepinizi sevdim. Nöbeti teslim ediyorum. (sayfa 128)

Bu kitabın yayınlanması yukarıda da adı geçen yurtsever Çek gardiyanı Kolinski sayesinde olmuş. Kolinski önce koğuşa kağıt ve kalemleri getirip sonra da yazıları tek tek dışarı çıkararak bu notların gün ışığına çıkmasını sağlamış. Direnmenin, devrime inanmanın ve yoldaşlığın ne demek olduğunu günlüklerine not düşerek bize aktaran Fuçik’in bu notlarını okumak, bellek yitimine karşı hafıza tazelemekten çok ötede.

1903 yılında doğan ve 40 yaşında Alman faşistlerince öldürülen bu edebiyat eleştirmeni ve militanı tanımak için bu kitabı okumakta sayısız fayda var.

Kitabın Künyesi
Darağacından Notlar
Julius Fuçik
Çevirmen : Şemsa Yeğin
Kavis Yayınları
Basım Tarihi : 06 – 2010
Sayfa Sayısı : 132

Julius Fuçik ‘in Hayatı
Julius Fu?ík, 23 Şubat 1903’te Prag’da doğdu, 8 Eylül 1943’te Berlin’de öldü. Daha öğrencilik yıllarında siyasal çalışmalara katıldı, yazılar yazmaya başladı. Bir yandan Trovba, Rude Pravo ve Halo Noving gibi komünist gazetelerde makaleler yayımlarken, bir yandan da yeraltı çalışmalarını sürdürdü. 1930’da gizli olarak Sovyetler Birliği’ne gitti. 1934’teki ikinci gidişinde bu ülkede iki yıl kaldı, Orta Asya’yı dolaştı. Çekoslovakya’nın Almanlar tarafından işgal edilmesi üzerine Komünist Yeraltı Hareketi’nin önderlerinden biri olarak illegal yayınlar çıkardı ve yönetti. 1942’de tutuklandı, on sekiz ay süren tutukluluğunun ardından Berlin’de katledildi.

Fu?ík, tutukevinde kaldığı süre içinde yazdığı ve yaşamının bu son döneminde izlenimlerini içeren “Reportaz psana na opratçe” (Darağacından Notlar) adlı kitabını Çek bir gardiyan yardımıyla tek tek dışarıya kaçırtmış ve ölümünden iki yıl sonra karısı tarafından kitap haline getirilmiştir.

Previous Story

Kapitalizmin Yaşattığı Cehennem – Tevfik Çavdar

Next Story

Kudret Tapınağı / Tersinden Okumak / Tuğlanın Rengi – Nejdet Evren

Latest from Politika

SLAVOJ ŽIŽEK: Tabiat zaten kaotiktir, en vahşi afetleri, anlamsız ve öngörülemez felaketleri yaratmaya eğilimlidir. Bizlerse onun hain kaprislerine acımasızca tabiyiz, bizleri kollayıp gözeten Tabiat Ana diye bir şey yok. Tabiatın dengesini bozuyor filan değiliz, sadece onu sürdürüyoruz.

Sakınmanın Yolları Peki, ekolojik tehditler gerçekten de o kadar başa çıkılamaz mı? Liberal kapitalizmin bazı müdafileri çevreci harekete “XXI. yüzyılın Komünizmi” diye dudak büküyor;
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ