Dayanışma çimentosudur bir halkın bir kentin, başkentin – M. Şehmus Güzel

karanfil13 Kasım 2015 Cuma gecesi Paris kimsenin aklının ucundan bile geçirmeyeceği bir kabus yaşadı. Bir kabus evet. O kaos, karmaşa, can ve canan derdi içinde Parislilerin, Paris’te yaşayan binbir halktan binbir insanın gösterdiği dayanışma örneklerini aktarmasam onlara haksızlık yapmış olacağım. İşte duyduğumuz, tanık olduğumuz, bizzat yaşadığımız dayanışma örnekleri:

Le Bataclan’ın hemen üst katında oturan, altmışlarındaki bir kadın, adını Muriel koyalım, silah sesleri üzerine pencerisini açıp baktığında gençlerin ikili üçlü kümeler halinde konser salonunun açılan kapılarından birinden koşarak çıktıklarını, can derdiyle bağırdıklarını görünce hiç duraksamaksızın, binasının kapısını açıp yirmi kadar çocuk ve gencin, kadın ve erkeğin evine sığınmasına olanak sağladı. Sığınanlardan sırtında iki kurşun yarasıyla bir genç kadının, bir bacağını zor kıpırdatabilen bir delikanlının ve diğerlerinin tümünün o an bir tek arzuları vardı: Konuşmak. Konuşmak. Yine konuşmak. Kabustan sıyrılmak ve ölümün soğuk ve korkunç görüntüsünden kurtulmak umuduyla. Yirmi kişi o salona nasıl sığdı? Muriel o kadar insana nasıl çay, kahve, sıcak çikolata servisi yaptı. Kaç kişinin karnını doyurdu. Sabahın kaçına kadar kabusu birlikte aşmaya çalıştılar? Geceyi ve kapkaranlığı nasıl paramparça ettiler, nasıl yırtıp attılar?O sabah gençler Muriel’in boynuna sarılıp “Daha güzel günlerde ve sıcak gecelerde görüşmek üzere” deyip ayrıldıklarından sonra Muriel’e kalan divanlarının üstündeki kan izleri. Mutfakta hakikaten yaşanmış bir gecenin bıraktığı canlılık. Salondaki yer yatakları. Muriel’in şimdiki arzusu o çocukları bir kahvede, bir lokantada, bir parkta ve bilhassa yeniden Le Bataclan’da gülümserken bulmak. Tebessümlerini seyreylemek.
Le Bataclan’ın sahibi Arnaud Lagardere mekanını ziyaret etti ve gazetecilere “Le Bataclan asla kapatılmayacak, konserlerimizi sürdüreceğiz” dedi. Gençler ve Muriel şimdi biraz daha umutlu.

Muriel yalnız değil. O gece birçok Parisli özellikle kimi semtin, sokağın polis tarafından “kapatılması”, cembere alınması üzerine evlerine ulaşamayanlara sosyal medyalar aracılığıyla binlerce mesaj yayınladılar: “Gidecek yeriniz yok mu? Bizde kanape ve kahve var. Bekleriz.” “Yatak ve armagnac’ımız var.” “Kapımız açık. Buyurun.” Devlet kendi yanıtını bilinen yöntemlerle veredursun, sivil toplum da kendini böyle dile getirdi. Az şey mi?

Konser Salonu’nda kıyımı gözleriyle gören, ilk kurşun sesleri üzerine kendini yere atan ve hemen peşinden üstüne peş peşe düşen insanlar sayesinde hayatının kurtulduğuna inanan Europe 1 gazetecisi Julien Pearce, ölüm makinaları şarjörlerini değiştirdikleri ( üç kez şarjör değiştirmiş) anları hesaplayıp, bir şarjör değiştirimi sırasında salondan tam çıkmak üzereyken kendisinden yardım isteyen genç bir bayanı sırtlayıp çıkarmış, Julien’in arzusu şimdi o genç kızın izini bulmak ve onunla iki satır sohbet etmek.

Saldırıya uğrayan lokantalardan birinin sahibi müslümanoğlumüslüman, adı Ali olsun, yaralanan ve kendisinden yardım isteyen genç kadını çekip barın arkasında koruyan sonra hemen kava indiren Ali, o kızın izini ertesi gün akşam saatlerinde Gare du Nord’un yanıbaşındaki hastanede buldu. Ziyaretine gitti. Genç kadın uyuyordu ama onun gibi olayı yaşayan ve bir kurşunun sıyırması sonuçu bir kolundan hafifce yaralanan erkek arkadaşıyla konuşabildi … Ali müşterisini, “savaş ve kabus yoldaşını”, adı Fanny olsun, yine ziyaret edecek.

Fransa-Almanya dostluk maçı bitiminde güvenlik nedeniyle RER (Bölgesel Hızlı İletişim. Hızlı Metro) ve metro ile ulaşım durdurulunca on binlerce seyircinin Paris’e taşınması işini TAKSİCİLER ÜSTLENDİ: Evet onca eleştirilen, “kötüdür, kazıkcıdır” falan filanlarla çamur atılan taksi şoförleri: Seyircileri ÜCRETSİZ VE DOLMUŞ yöntemiyle taşıdılar. Helal olsun Baba’lar.

Kıyımın duyulması üzerine izinli mizinli de olsalar, haftasonu maftasonu da olsa, kadın ve erkek hasta bakıcıları/hemşireler, doktorlar, sağlık yardımcıları KENDİLİKLERİNDEN iş başı yaptılar. Hastanelerde çalışmayan özel muayene sahibi doktorlar bile ellerinde doktor kimlik kartları hastanelere koştular: Bir anlamda GÖNÜLLÜ SEFERBERLİK ilan edildi. Yine sivil toplum. Evet sivil toplum da üzerine düşeni yaptı. Hastabakıcılar ve doktorlar arasında müslümanoğlumuslüman, müslümankızımüslümanlar da vardı. Bilinmesi iyi olur. Bayan Doktor Myriam’ı anmanın tam zamanıdır. Atlas Dağlarından taşıyıp getirdiği elindeki kınasıyla ve yüzündeki beniyle: Şark çıbanı değil iki gözüm ben ve kına. Myriam şafak kadar güzel.

Evet Parisliler solidarite örneği verdiler: Dahası da var ve böylesi daha önce hiç görülmemişti: Parisliler, kadın ve erkek, genç ve yaşlı KAN BAĞIŞI YAPMAK üzere saldırılarda yaralananların bakımı yapılan hastanelerin önünde UZUN KUYRUKLAR oluşturdu. Kendiliklerinden. Evet kimi radyolardan kan çağrısı yapıldığını duymuştu ama çoğu kendiliğinden geliverdi. Yetkililerin “Sağolun varolun yeterli kan toplandı, evlerinize dönebilirsiniz” demelerine rağmen halk kan bağışı yapmak için ısrar etti: “Benden de bişeyler bulunsun.” Önümüzdeki günlerde kan ihtiyacının yeniden duyulacağı belirtilince Paris’in dışından, kimi kez epey uzak taşra kentlerinden özel olarak gelip kan bağışı yapanlar bile oldu. Bu halk böylesi bir halk işte kardeşim.

Bilhassa vurgulamayı hak eden bir özellik daha var: Olaylar sırasında ve sonrasında onca yorum yapıldı, canlarını kurtaran gençler, yaralı gençler ve yakınları yaşadıklarını anlattılar ama hiçbiri, hiçkimse, hiç bir zaman dışlayıcı, aşağılayıcı, küçük düşürücü, yabancı veya müslüman düşmanı bir tek sözcük telafuz etmedi. Daha en minik yaşlarından itibaren Siyah, Beyaz, Esmer, Az Esmer dünya kadar insan gören, onları yakından tanıma olanağı bulan gençler hakikaten gurur vericiydi. Silahsız ve korumasız insanlara ve kendilerine kurşun yağdıranları bile kötüleyemeyecek kadar asil ruhlu bu gençler. İnanılması bile zor ama gerçek.

Evet bu tür cinayetler sonrasında müslümanlara yönelik saldırılar yapıldığını, mescit ve camilerin, müslümanlara ait konut, bakkal, lokanta ve benzeri ticari mekanların saldırıya ugradığını, hatta yakıldığını, sonuç itibariyle ve her zaman bu kıyımların Milliyetçi Cephe (FN) isimli ırkçı partinin oylarını arttırdığını biliyoruz ama Paris’te böyle olmuyor. Son yıllarda Paris’te ve yakın çevresinde Sol’un hemen hemen bütün seçimlerde çoğunluğu elde etmesi boşuna değil. İşte bu siyasi duruş dile böyle yansıyor.

Bu vesileyle yeri gelmişken ekleyeyim: Bütün siyasi partiler 6 ve 13 Aralık 2015’te yapılacak BÖLGE SEÇİMLERİ seçim kampanyalarını askıya aldı. Yüzlerce kişinin toplanabileceği mitinglerin yeni saldırılara hedef olmasını önlemek arzusuyla.

Fransa’da olağanüstü hal ilan edildiği için Paris ve yakın çevresinde gösteri ve toplantı yapılması yasaklandı ama buna rağmen Paris’te La Republique (Cumhuriyet) Meydanı’nda onlarca, kimi saatlerde yüzlerce insan toplanıp dayanışma örneği verdi, Cumhuriyet Heykel’inin dibinde sürekli mumlar yakıldı, karanfiller serildi, gönülden kopup gelen kelimeler yazılıp bir kağıda bir iz olarak bırakıldı … Taşra kentlerindeyse binlerce kişinin katıldığı toplantı ve gösteriler yapıldı: “Korkmuyoruz” demek için. Yine kendiliğinden ve toplumsal iletişim yolları aracılığıyla. Burada Arras, Toulouse, Marsilya, Poitiers, Grenoble, Montpellier, Rennes gibi kentler bilhassa anılmalı.

Previous Story

Nazım – Gündüz Vassaf

Next Story

Psikolojik şiddetin etkisi 40 yıl geçmiyor

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ