Devrim, Sınıf ve Edebiyat – Çağhan Kızıl

Toplumsal değişimin sosyal özneleri ile onların sanatsal yaratıcı etkinlikleri arasındaki ilişki biçimi, dönemin toplumsal ve siyasal ihtiyaçlarına, estetik anlayışının genel algısına, sanatçının kişiliğine göre değişiklik gösterdiği için genel geçer kurallara bağlı değildir. Yine de her devrimci özne, kendi edebiyatını yaratmayı ve ideolojisini bu kanaldan beslemeyi seçmiştir. Bu nedenle de, sınıf hareketleri ve edebiyat arasındaki bağımlılık tarihsel bir gerçekliktir.
Edebi yazınlar ne hâkim toplumsal zeminden tamamen bir kopuşu ne de ona koşulsuz bir bağlanışı temsil eder. İdeolojilerin diyalektik eleştirisini insan yaşamı dolayımıyla sunmaları nedeniyle de devrimlerin ideolojik-kültürel çerçevesini kurmada önemli rol üstlendikleri söylenebilir. Aslında, her yazın, bir ideolojinin taşıyıcısıdır. Kurulu düzene köklü bir başkaldırıdan, kurumların düzen dâhilinde değiştirilmesine kadar geniş bir ?devrimci durum? yelpazesinin herhangi bir tarafında yer alabilir. Sınıf kimliğinin eylem aşamasına geldiği andan itibaren de bir akım haline gelen edebi yönelim ya propagandaya dönüşür, ya da muhalif tınıları ortaya çıkararak devrime şekil vermeye çalışır.

Sınıf Edebiyatı
Sanatçının dünyayı yeniden kurmak için bireysel bir yola çıkışının ana itkisi olan kuşkuyu sürekli diri tutup kullanmasına bakarak, edebiyat ile sınıf arasındaki ilişkinin güçlü bir diyalektik özellik taşıdığını anlayabiliriz. Belki de devrimci bir edebiyat çizgisi, bütünlüklü bir dönüştürücü toplumsal mücadele dinamiğinin içinde ona değer katmak için çabalayan muhalif sanata ve sese denktir. Değiştirmek istenen şey ise kurumlar dizisi değil, kurumlaştırılamayacak olan toplumsal örf-adet topluluklarıdır.
Bu anlamda, örneğin 17. yüzyıl İngilteresi?nde burjuva devriminin toplumsal yapısını biçimlendiren birçok yazar bulunmaktadır. Browne din ve bilim çatışmasını ele alırken, Milton dini belirleyicilikten çok özgürlük temalı siyaseti yüceltir. Harrington ya da Winstansley gibi yazarlar da savaşların mülkiyet amacıyla yapıldığını işlemiş, tarihin materyalist açıklamasını yapmaya ve diyalektiği anlamaya çalışmış, böylece de kuramlara katkıda bulunmuşlardır. 18. yüzyılda ulus-devlet kıpırdanışlarının önemli ideolojik ayaklarından birini de edebiyat oluşturmuştur. Paine bireysel özgürlüğün toplumsal özgürlükle ilişkisini incelerken; Freneau, Rousseau?nun eşitlik ilkesine dayanarak köleliğin kaldırılması isteğine eğilir. Barlow?un toplumsal tabakalar arasındaki farklılıkları, köleliği, monarşiyi, siyasal baskının eşitsizliği ve toplumsal haksızlıkları işlediği yapıtları toplumların tarihsel gelişiminin diyalektik ele alınışlarından sayılabilir.
Ampirik İngiliz edebiyatının yanında, felsefeyi daha fazla kullanan Fransız edebiyatı, 18. yüzyılın ana düşünce akımlarını yaratmıştır. Diderot, Rousseau ve Voltaire, edebiyat algısının betimleyici ve süslemeci bir yapıdan, düşünsel ve rasyonalist bir felsefi yapıya kavuştuğunun göstergesidir. Edebiyat tarihi kitaplarında yazmasa da, Mirabeau, Babeuf, Danton, Marat, Saint-Just gibi önderler eserleriyle devrimci kıpırdanışların oluşmasına katkıda bulunmuşlardır. Bu, edebiyat-devrim ilişkisinde yaratıcılığa atfedilen önemi destekler şekilde, dünya tarihinde ilk defa edebiyatın ve devrimin öncülerinin aynı potada ortak bir toplumsal dönüşümü yaratmalarına örnektir. Keza, edebiyatı kurulu burjuva düzeninin gelenekselciliğine karşı ahlaki bir çözümleme aracı olarak kullanan bir yazar olarak Babeuf, toprak reformu ve mülkiyet rejiminin değiştirilmesi üzerine yazılarıyla, dağınık sınıfsal-toplumsal istekleri komünizm idealine yönlendirecekti.
19. yüzyılın ilerlemesiyle, her alanda olduğu gibi edebiyatta da radikalleşme başlamıştı. Fransız Devrimi?nin etkileri, Paris Komünü, Avrupa?daki işçi ayaklanmaları ve Marx?ın eserleri, birçok edebiyatçıyı sanatsal bir politizmin içine çekmişti. Schiller?in yoksulluğun nedenleri, Shelley?nin ateizm ve özgürlük, Byron?un işsizlik ve burjuvazi üzerine eserleri önemlidir. Şiir Heine?de artık bir taraf tutma yolu, Büchner?de bir işçi sınıfı sosyolojisi, Rimbaud?da ise bir komün güzellemesidir. Bu dönemde edebi içerik de ayrışmaktaydı.

İngiltere?de Dickens, Ruskin, Morris gibi yazarlar sosyalist ve rasyonel bir toplumsal eleştiriyi ön plana çıkartırlarken, Lamartine ve Hugo gibi Fransız yazarlar romantik bir sosyalizme, Rus yazarlarsa nihilizme ağırlık vermekteydiler. Adaletsizliği yaratan sömürü mekanizmalarını sınıfsal bir perspektife dayandırmaları açısından bu edebi yaklaşımlar Avrupa?da birçok ideolojik açılıma önceldirler.
Öte yandan, Rus ve Sovyet edebiyatı, Sovyetlerin kurulmasına önemli fikri destek sağlaması nedeniyle sınıf ilişkileri açısından özellikle incelenmeye değerdir. Toplumsal olayları içkin bir bilinemezlik algısıyla didaktik olarak değerlendiren bu ekolde Puşkin, şiirin herkesin özellikle de topraksızların özgürlüğünü amaçlamasını savunur. Umutsuz ve karanlık bir mizah anlayışı çizen Gogol bürokrasiyi eleştirirken, Turgenyev ise toplumsal siyasal çatışmaların felsefi-sınıfsal değerlendirmelerini yapar. Tolstoy, toplumsal öğretici bir estetik kuramını yansıttığı romanlarının yanı sıra, insan haklarının evrensel değerlerinin savunulmasını köylülerin yaşamlarında anlatma yoluna gider.

Lenin?in ?Rus devriminin aynası? dediği Dostoyevski, ele aldığı konuları toplumsal zeminden çok ruhbilimsel bir alana hapsetmekle itham edilse de, olayların kişilerde yarattığı gerilimli durumları açıklamadaki başarısı, sınıflarla uygun bir dil ve gönüldeşlik kurmaya çalışan sosyalistlerin bir hayli faydalandığı kaynaklardandır.
Gerçeküstücülük ve varoluşçuluğun sınırlarını Herzen zorlamaktadır. Her ne kadar işçi sınıfının ağırlığını ve toplumsal görevlerini Marx gibi değerlendirmemiş olsa da Herzen, burjuva geleneklerinin dışında bir halk devrimine inandığı için Sovyetlerde komünizm idealinin öncülerinden sayılmaktadır. Keza, Sovyet edebiyatı, Blok, Briussov, Yesenin ve Pasternak gibi sanatçılar dolayısıyla edebiyatın toplumsal sınıf ilişkileriyle en fazla ilgilendiği zamana denk düşer. Ekim Devrimi?nin devamında sınıf ilişkileri üzerine yürüttükleri ideolojik tartışmalarını edebiyat dolayımıyla gerçekleştiren Mayakovski, Gorki, Solohov ve Bulgakov gibi yazarlar, Sovyet rejiminin toplumsal anlamını işleyen ve Sovyet ruhunu yansıtan birçok eser vermişlerdir.
Latin Amerika, devrimci mücadelelerinin yanında kendine has edebiyatıyla da anılır. José Marti, sanat ve eylem özellikleriyle öne çıkar. Küba?nın kurtuluşu için direnen ve bir ayaklanma sırasında öldürülen Marti, edebi yaratıcılıkla ideoloji arasındaki bağı fiilen de en iyi işleyen sanatçılardandır. Ona göre devrim, gerçekçi ve dogmatik formüllerin yaratabileceği değil, halkın kendisinin ahlaki ve düşünsel karakterindeki değişiminin yaratılabileceği bir şeydir; bu sanatla başarılabilir. Ona göre eyleme geçinceye kadar devrim edebi bir devrimdir. Bu anlamda Marti?nin görüşleri, Latin Amerika devrimci pratiğini etkilemiş ve onu Avrupa tarzı ideolojilerin dışında bir yere koymuştur. Bu akımı devam ettiren diğer Latin Amerikalı sanatçılar arasında Vallejo, Asturias, Neruda, Huerta ve Paz sayılabilir.

Edebiyat ve Pedagoji
20. yüzyıl sosyalizm ve sınıf mücadelelerinin etkisinin her alanda hissedildiği bir zaman dilimi olduysa, bu dönemde edebiyat da yeni akımların sınıf mücadelesine uyumlu bir yönelim çizmesine denk düşmüştür. Örneğin Marinetti?nin İtalyan ?futurizmi? faşizmin ?resmî sanatı? olurken, Almanya?daki ?anlatımcı? yönelimin temsilcilerinden Groszc, Toller ve Brecht, kapitalizmin ve liberalizmin egemenliğine karşı işçi sınıfı ile halkın bilincinde yeni bir dolayım yaratmak için yola çıkmışlardı. ?Yeni nesnel? Brecht?in yapıtlarında toplumun didaktik incelemesinin yanında bireysellik-ahlak-toplum-sınıf arasındaki karmaşık ilişkinin sanatın işlevselliğiyle araştırılması göze çarpar. Edebiyat, toplumsal bir pedagojinin aracıdır artık.
İspanyol iç savaşı, edebiyatın devrim ve direniş coşkusuyla uluslararası bir akıma evrilmesine öncülük etmiştir. Örneğin Lorca, halka ve sınıfa karşı güçlerin kışkırttığı iç savaşın sosyalist direnişinin bir simgesi gibi görülür.
Bu nedenle, anti-faşist propagandanın yönünü çizen ideolojilerin yanında, Uluslararası Tugaylar örneğinde görüldüğü üzere edebiyat da önemli rol oynamıştır.

Wells, Donnely, Eluard, Aragon, Spender, Lewis, Hughes, Neruda, Brecht, Guillen, Vallejo, Mauriac, Malraux, Ehrenburg, Orwell, Greene, Hernandez gibi sanatçılar İspanya iç savaşını ağırlıklı olarak işlemişlerdir. Aynı zamanda, İkinci Dünya Savaşı?na kadar uzanan yelpazede Sartre, Camus, Gramsci, Gobetti, Quasimodo, Hollan, Russell, Marcuse gibi sanatçı/düşünürler, özgürlük mücadelesini ve özgürlüğün toplumsal bağlarını araştıran çalışmalarıyla sol siyaseti de düşünsel anlamda beslemişlerdir. Öte yandan Vassilikos, Senghor, Nâzım Hikmet, Qing gibi şairler, ülkelerinin devrim ve sınıf mücadelesinde önemli simgelerdir. Belki de artık, edebiyat ile sınıflar hiçbir zaman birbirinden ayrılamayacak öğelerdir.
Edebiyatın siyasal ideolojilerle en sıkı bağlantısını, sanatçının diyalektik gerçeğe yabancı kalamaması sağlamıştır; bu 21. yüzyılda da değişmeyecek gibi görünmektedir. Bilinçli ya da bilinçsiz, toplumsal değişim ve olaylar bütünü sürecinde sanatçı, devrimin ya da karşı-devrimin düşünsel zemininde her zaman rol almıştır. Toplumların sınıf mücadeleleriyle biçimlendiği gerçeği göz önüne alındığında, edebiyatın ve sanatın rolü artık ideolojilerden bağımsız düşünülemez. Dolayısıyla sanat gerçeği ne kadar irdeleyebiliyorsa, ideolojik kavramları ne denli yaratıcı örneklerle okuyucusuyla buluşturabiliyorsa o kadar sınıfsaldır. Aslında edebiyat her zaman ve yeniden gerçek bir dönüşümü yüreklendirme isteğidir. Bu nedenle de, devrimlerin ve öznelerin dilini yaratmaktadır. Yaşamın güzelleşmesini isteyen ideolojilerin vazgeçilmez dayanaklarından birinin edebiyat olmasını Camus şöyle açıklar:
?Belki güzellik devrim yapamayacaktır, ama devrim her zaman güzelliğe gereksinim duyar.?

Yazan: Çağhan Kızıl
(04 Haziran 2010 tarihli Birgün Kitap Eki)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir