Celal İlhan’ın Kanguru Yayınları’ndan 2012’de çıkan öykü kitabı, Dili Yüreğinde’yi ilgiyle ve severek okudum.
İlhan’ı daha önce Grevden Dönenin adlı kitabıyla tanımıştım. Emeğin, emekçinin grev mücadelesini dile getirdiği anı kitabıyla.
Yazar okurunu, ele aldığı öykü kişisinin dünyasına alıp götürüyor dilinin kıvraklığıyla.

Öykülerinde yerel ağız kullanmaktan hoşlanan biri İlhan.
Daha sonra sözünü edeceğim bir öyküsünde (Sorumlu), “Aloo, sen benim dediğimi dinlesene eccik! Ot kaynatıp içirecağmiş! Kurtaramazsa da kurşun döktürecağmiş anan. Hastaneye götürmeyipte norüyüm.’’ (s.83)
Benzeri diyaloglara sık başvuruyor yazar. Bu yerel ağızın, metne inandırıcılık kazandırması yanında, İlhan’ın öyküde vermek istediği Anadolu havası için de gerekli olduğu kesin. Halkçı, toplumcu yazarlarımız olmasa, hızla ‘’kentleşen’’ köylümüzün dil renklerini kim taşıyacak gelecek kuşaklara? Yenilik çılgını, yabancı sözcük hayranı postmodern yazarlar mı…?
Celal İlhan, kitabında yer alan öyküleri iki grupta toplamış: 1- Köyden, 2- Kentten.
“Köyden” adını verdiği grupta yedi öykü var.
Bu bölümdeki öykülerden “Çiğ Yumurtalar”da hiç bitmeyen, bitmeyecek olan bir dramın altı çiziliyor. Salman, kocası askerde olan genç kadının, şöyle bir gülümsemesine yanlış anlamlar yüklemiş ve ona sarkıntılık etmiştir. O günün koşullarında ciddi bir sorundur bu. Köyün en yavuz ailesidir, kadının ailesi. Kavganın tohumu ekilir böylece. İki yıl boyunca kendi evinin ahırında çıkamaz Salman. Salman’ın neden ahırda tutsak olduğunu dışarıya çıkmadığını küçük yeğeninin gözünden anlatır yazar. Bir nedenle dışarı çıkmak zorunda kalan Salman’ın korktuğu başına gelir ve düşmanıyla karşılaşır köyün önünde. Kavga Salman’ın ölümüyle sonuçlanır.
Babanın, Salman’ın öldürülmesini küçük oğluna zorlanarak anlatması, öykünün ince noktalarından biri. “Rahmetli Salman Ağan, o güne değin hiç görülmemiş, duyulmamış bir aykırılık, yolsuzluk yaptı yavrum. ‘Eline, beline, diline sahip ol’ diyen töremizi çiğnedi.” (s.17)
Kumrucu adlı öykü Ankara’da bir gecekonduda geçmektedir. Çocukluğunu köyde yaşamış, ne kentli ne köylü olabilen Şaban’dır öykü kahramanımız. Temiz, saf, yoksul bir Anadolu insanıdır Şaban. O, içini kumrulara dökmektedir. Ne var ki çevresinde kumruların pisliğinden, sesinden rahatsız olanlar vardır. Bakkal Osman başta gelir. Bakkal, paralı pullu, mahallede sözü geçen, her şeyi de para olarak gören madrabazın tekidir. O ne anlar Şaban gibi kuş, börtü böcek dostu insanın dünyasını? Dönüşüme hazırlanan mahalledeki kavak ağaçlarının birer birer kesilmesi kumruların dünyasını daraltmakta, Şaban, kesimleri durdurmak için umutsuzca çırpınmaktadır. Zaten yakında bu kuşların tüneyeceği tek ağaç kalmayacaktır koca şehirde…
Çevrenin ve değerlerin hızla kirlendiği, her şeyin paraya çevrildiği dünyamızda kirlenmemek için direnen, insan olduğumuzu anımsatan bir öykü Kumrucu.
Köyden bölümünde köy ile ilgili gözlemlerinin yanında köyden kente göçen, gecekondularda yaşayan insanların yaşantıları, özlemleri dile getirilir.
Kentten bölümünde on öykü bulunuyor.
Gideros’da Bir Hafta adlı öyküde tatile çıkan bir çiftin, tatil yaptıkları Gideros Koyu’nda tanıdıkları Serhat’ın yaşantısına tanık oluruz.
‘’Serhat, hangi yakada olduğunu, İstanbul’a uzaklığını kestiremediği orman içinde bir “mektep”ten söz ediyordu. İki yıla yakın sürmüştü talebeliği. “Kur’an’ı Allah’ı, Peygamber’i, namazı, niyazı her şeyi orada öğrendim,” diyordu. Namaz hocasının; huylanmasına, ağlayıp hırçınlaşmasına aldırmadan şurasını, burasını ellemesi, düpedüz okşaması, okulu bırakmasının asıl nedeniydi Serhat’ın. İşin bu yanını ailesine açmaktan kaçınmıştı.” (s.64)
Celal İlhan, aslında kayıp diyebileceğimiz bir genç kuşağın dramına dikkat çekiyor bu öyküde. Biliyoruz ki nice Serhatlar bu biçimde kaybolup gitmekte ve bizler bir şey yapamamaktayız. Tacizler, ilgisiz ana babalar ve suça itilen gençler…
Çiçekçi Yeter adlı öyküde çiçekçilik yaparak yoksul ailesini geçindirmeye çalışan bir kadının yaşamından kesitlere tanık oluyoruz. Hastane önünde çiçek satmak marifet ister, uyanıklık ister. Yeter’in kişiliğinde kentte yaşamanın, uyum sağlamanın güçlüğü ince vuruşlarla anlatılır. Yeterin yaptığı da bir çeşit çöpten ekmek parası kazanmaktır. Kullanılıp atılan plastik çiçek demetlerini alıp, temizleyip yeniden tezgâha koymanın yararlı bir iş olduğuna inanır Yeter. Kendilerine sulanan heriflere hadlerini bildirmekte vardır işlerinin arasında. Kolay mı ekmek parası kazanmak?
Sorumlu adlı öyküde yaşama duyarlı bir emeklinin gözünde kent halkının gündelik yaşayışına tanık oluyoruz. Emeklimiz Ergün Ecin, gördüğü her türlü yanlışın üzerine giderek halkı eğitmeyi görev bellemiştir kendisine. Yok mu böyleleri çevremizde? Olmalı mı? Evet; ama ayarı da kaçırmamak gerek. Havai fişeklerin bir sınırı, sokak düğünlerinin, bangır bangır bağıran satıcıların, minarelerden yükselen ürkütücü ‘’ezan’’ seslerinin de bir sınırı olmalı, değil mi? Otobüslerde yere atılan kâğıt mendillere neden kimse ses çıkarmaz? Otobüslerde gençlerin pervasız, bağıra bağıra telefon muhabbetleri… Para bulamadığı için kaynanasını doktora götüremeyen kadının dertlenmesi… Tüm bunları gören, duyan, anlayan ve çok istediği halde önleyemeyen Ergün Ecrin bunalmasın da ne yapsın?
Celal İlhan’ın öyküleri sıcacık, duyarlı, haklı-haksız tepki dolu insan ilişkilerinin karmaşasına çekiyor okurunu. Her bir öyküde kendinizden bir parça buluyor, kızıyor, coşuyor, eğleniyor, hüzünleniyorsunuz. Yozlaşan, kirlenen ilişkiler ağında kendi halinde yaşayan ama direnmekten geri durmayan, daha iyisini aramaktan vazgeçmeyen sıradan insanlar var 112 sayfalık öykü kitabı Dili Yüreğinde’de.
Daha ne olsun…

Previous Story

Adil Okay ile yeni kitabı “Şair kapıları” hakkında söyleşi

Next Story

“Yıldızlarla dolu bir yol beni götürdüğün…” Füruğ Ferruhzad

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ